'Bakanlık ve Emniyet suç işliyor'

Avukat Tugay Bek, Türk İçişleri Bakanlığı’nın hem salgın dönemindeki genelgeler hem de Emniyet Genel Müdürlüğü genelgeleriyle Anayasa ve yasalara göre suç işlediğini söyledi.

Avukat Tugay Bek, iktidarın genelgelerle temel hak ve özgürlükleri hukuk dışı bir şekilde düzenlemeye çalıştığını belirtti.

Türk İçişleri Bakanlığı’nın yaşam tarzına müdahale olarak yorumlanan alkollü içki satışını kısıtlamasının yanı sıra ardından yayınlanan başka bir genelgeyle de ‘temel ihtiyaç dışı’ bazı ürünlerin satışı yasaklandı. Geçen hafta tekel bayii işletenler yasağı tanımadıklarını ilan etti, bunu marketler de izledi. Ardından bazı illerde İl Hıfzıssıhha kurulları devreye girdi. Bu tartışma yaratan tek genelge değildi. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ise ‘Polisin görüntüsünün alınmasını özel hayatı ihlali sayılacağı’ gerekçesiyle keyfi bir düzenlemeye gitti. Avukat Tugay Bek, konuyla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün görüntü alma üzerine çıkardığı genelgenin hukuki bir hükmü var mı?

İktidar temel hak ve hürriyetleri genelgelerle düzenlemeye çalışıyor. Anayasa ve Basın Kanunu dahil birçok kanunu ihlal ediyor; haber alma ve yayma özgürlüklerini ayaklar altına alıyor. İktidarlar, insanların elinde cep telefonuyla bir hukuksuzluğu anında çekip bütün herkese duyurmasından rahatsız. Bunun en çarpıcı özelliği ABD'de George Floyd’un bir polis tarafından boğazına basılarak öldürülmeseydi. Eğer o gün orada bu durumu çekenler olmasaydı ABD yargısı belki de bu polisi cezalandırmayacaktı. Bakın 2007'den bu yana Türkiye'de 400'ün üzerinde insan, polisin ‘dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürüldü. Polis, yüzlerce ve binlerce olayda kendisine verilen yetkiyi aşarak vatandaşa kötü muamelede bulundu. Aslında vatandaş bunu çekerken mağdurların açacağı muhtemel davada delilleri de oluşturmuş oluyor. Aslında İçişleri Bakanlığı da bu genelgeyle mağdurları mağduriyetini kanıtlayabilecek delilerden mahrum bırakıyor. Bir nevi delilleri ortadan kaldırıp karartıyor. Bunu birçok vakada örneklendirebiliriz; bağımsız güvenlik kameraları bir anda kararabiliyor soruşturma esnasında. Öte yandan polis bir suç işlediğinde meslek dayanışması olarak korunup kullanabiliyor. Bu çerçevede tutanaklar tutuluyor. Bu tür toplumsal olaylarda insanların can güvenliğinin teminatı ya bağımsız kameraların olayı çekmesi ya da her vatandaşın elindeki cep telefonu kamerasıyla durumu kaydetmesidir. Bu güç vatandaşın elinden alınırsa bir nevi polise işkence ve kötü muamele yetkisi vermek anlamına gelir. Bu sadece belli bir kesimi değil, bütün halkı ilgilendiren bir mesele. Bakınız, Antep ve Adana’da camiye giren polisin orada ibadet eden insanlara biber gazı sıktığını cep telefonu kayıtlarıyla öğrendik ve bunları sosyal medyaya yüklenince büyük bir infial yarattı.

İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü polisin yaptıklarının yayılmasından mı rahatsız?

Evet, çünkü orada olanların kamuoyu dünya ve halk tarafından bilinmesini istemiyor. Polis bir şekilde tutanaklarla düzenlediği belgelerle senaryo ettiği şekilde bilinmesini ve yargının da bunun üzerine bina edilmesini istiyor. Zaten bir cezasızlık pratiği varken burada suç işleyen polisler de bir şekilde aklanacak. Bu genelgelerdeki içerik, hukuka aykırı emir niteliğinde. Anayasa’ya aykırı. Bu genelgeleri uygulayan güvenlik güçleri buna dayanarak Anayasa’yı ihlal edemez. İçeriği suç işleyen emrin uygulanması da suçtur. Bu emri verenler kadar uygulayanların da yargılanması lazım.

Bir başka tartışılan şey ise alkollü içki satışının yasağının net şekilde içermeyen ama uygulamada buna yol açan genelge. Burada da temel hak ve özgürlüklerin kısıtlaması söz konusu değil mi?

İçişleri Bakanlığı salgınla ilgili bir genelge yayınladı, orada alkollü içki satışını yasaklayan bir madde yoktu ama bu durum bir şekilde bakanlığa soruldu ya da sorduruldu. İçişleri Bakanı da şöyle bir akıl yürütmeyle genelgede fırın, tatlıcı, market gibi yerlerin açık olduğunu, alkollü içecek satanların da kapalı olduğunu söyledi. Tıpkı diğerinde de olduğu gibi temel hak ve hürriyetin genelgeyle yasaklanmış olması, açık şekilde hukuka aykırı. Biz de bu konuda dava açtık. Bundan sonrasında İçişleri Bakanlığı’nın attığı adımlar da aslında davanın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. İçişleri Bakanlığı bunun hemen ardından 20'ye yakın ilde İl Hıfzıssıhha kurullarına alkol satışının yasak olduğuna dair kararlar aldırdı. Bu durumda genelgeyle yasaklamak mümkün duysa neden kurullar yeni bir karar aldı? Davada da belirttiğimiz üzere İçişleri Bakanlığı’nın böyle bir karar alma yetkisi yok.

İl Hıfzıssıhha kurullarının yasaklama hakkı var mı?

Şekil olarak baktığımızda salgına ilişkin tedbirlerin İl Hıfzıssıhha kurulları tarafından alınması lazım ama bu tedbirler arasında alkollü içki satışının yasağı gibi bir durum söz konusu olamaz. Anayasa’nın 13. Maddesi’ne dikkat etmek gerekiyor; çünkü temel hak ve hürriyetler ancak yasayla sınırlanabilir, diyor. Hükümet, aslında bu hükmü gözardı ederek temel hak ve hürriyetleri genelgelerle düzenlemeye başladı. Genelgelerle temel hak ve özgürlüklerin düzenleniyor olması içeriğinden bağımsız olarak başlı başına bir hukuka aykırılık meselesi. Marketlerde temel ihtiyaçlar dışında alışverişini yasaklanmasına ilişkin şöyle düşünüyorum; ilk genelgede İçişleri Bakanlığı alkol yasağını geçiremedi ama şifahen bir yasak ilan etti. Polis de bunu uygulamaya başladı. İnsanların evlerde tükettiği içkinin koronavirüsü salgını yayımıyla nasıl bir bağlantısı var? İçişleri Bakanlığı bu çerçevedeki tartışmaya ilişkin de ‘bakın ben sadece alkol tüketimine karşı değilim, temel ihtiyaç dışındakilere de sınırlandırma getiriyorum.’ Bu hamle, aslında bir önceki alkol yasağına meşruluk katmak için üretilmiş bir şey. İktidar, ‘bizim içki ile bir derdimiz, sorunumuz yok, bakın biz çay bardağı satışına da karşıyız’ demiş oluyor. Peki, vatandaş çay alabiliyor fakat evinde çay bardağı yoksa bardak alamıyor o zaman çayı ne yapacak? Çorap alamıyor ve çorabın herhangi bir insan için o an acil ihtiyaç olup olmadığını kim belirleyebiliyor? Yasağa göre örneğin elektrik kesilirse mum da alınamayacak... Kesinlikle bu absürt ve anlamsız eylemlerin hepsi, vatandaşın yaşam tarzına müdahale etmek için yapılan çırpınışlar. Bunlar elbette hukuka uygun değil.

Vatandaş, bu kısıtlamalar karşısında ne yapabilir?

Vatandaş bunlara uymadığı halde kesilen para cezalarına karşı sulh ceza hakimliğine 15 gün içerisinde itirazda bulunabilir. Tüm bu hukuksuz para cezalarının sulh ceza hakimleri tarafından iptal edilecek kanaatindeyim. Tek tek vatandaşların karara itiraz etmesinden ziyade açılmış davalar var. Bu açılmış davalarda yürütmeyi durdurma talepleri var. Yürütmeyi durdurma taleplerine rağmen Danıştay’ın neden hala sessiz kaldığı ise muamma. Zira burada açık şekilde temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran, hukuka aykırı uygulamalar varken Danıştay yürütmeyi durdurmak için neyi bekliyor? Anayasa’daki haklarımızın hukuksal bir güvence altında olduğunu inanmamız için Danıştay'ın bir adım atması lazım.