Baluken: Artık hükümet adım atmalı
PKK 12. Kongresinin atılan ilk adım değil, uzun süredir yürünen bir yolda menzile doğru son adım olduğunu söyleyen İdris Baluken bundan sonra devletin ve hükümetin adım atması gerektiğini kaydetti.
PKK 12. Kongresinin atılan ilk adım değil, uzun süredir yürünen bir yolda menzile doğru son adım olduğunu söyleyen İdris Baluken bundan sonra devletin ve hükümetin adım atması gerektiğini kaydetti.
Önder Apo’nun 27 Şubat’ta yaptığı çağrı sonrası, PKK 12. Olağanüstü Kongresini gerçekleştirdi. 5-7 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen kongre kararları 12 Mayıs’ta tüm dünya ile paylaşıldı. PKK’nin aldığı kararlar ile birlikte Ekim ayından bu yana devam eden çözüm ve diyalog tartışmalarında yeni bir aşamaya geçilmiş oldu.
Bundan sonra ise Kürt tarafının attığı adımlar karşısından hükümetin ve devletin atacağı adımlar merakla bekleniyor.
2013-2015 sürecinde İmralı Heyeti üyesi olan İdris Baluken konuya ilişkin ANF’nin sorularını yanıtladı.
PKK 12. kongresinin sonuçlarını açıkladı ve silahlı mücadeleyi sona erdirdiğini, PKK adıyla yapılan tüm çalışmalar son verdiğini duyurdu. Çözüm süreci tartışmaları içinde alınan bu kararı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihi kayıt düşülen önemli günlerden geçiyoruz. Özellikle 27 Şubat tarihinde Sayın Öcalan'ın yaptığı Demokratik Toplum ve Barış Çağrısı'ndan sonra barış umutlarının somutlaştığı gelişmeler yaşanıyor. Bu barış için büyük bir umut demek. Genellikle ilk adım olarak tanımlama eğilimi var fakat bence uzun süredir yürünen bir yolun menziline doğru gelinmiş, belki son adım olarak değerlendirilebilir. Kürt Hareketi ve Sayın Öcalan 92-93 sürecinden beri silahlı mücadele yerine demokratik siyasi mücadeleyi ikame etme arayışına dair çabalarını hepimiz biliyoruz. Dönem içinde zaman zaman diyalog süreçleri yakalandı.
Bunu biraz açar mısınız? Zira son adım derken neyi kastediyorsunuz? Türk devletinin henüz atmadığı beklenen adımlar var. Buna dair ne söylemek istersiniz?
Yani Kürt tarafı açısından barış paradigması stratejik bir hedef olarak ortaya konan taktik veya günübirlik politik yaklaşımların çok ötesinde ele alınan bir konuydu. Özellikle son yıllar içinde gerek Ortadoğu sahasındaki bölgesel gelişmeler gerekse de 3. Dünya Savaşı’nın en fazla tezahür ettiği bir coğrafyada bir siyasi denklem içinde bulunmanın getirdiği koşullarda artık barışla ilgili bu stratejik kararın bir an önce ilgili bir arayışı beraberinde getirdi. Biz 2013-2015 çözüm sürecinde masa yıkıldıktan sonra bile Sayın Öcalan’ın barışla ilgili tutumu ve durduğu nokta belliydi. Bu konuda ayak direyen veya farklı yöntemlerden medet uman yaklaşım daha çok devlet ve hükümete aitti. Büyük bir çöktürme konsepti sürdürdüler ve onun neticesinde Kürt halkı ve özgürlük taleplerinin tasfiye edilemeyeceğini gören bir yaklaşımla devlet ve hükümet açısından artık bu karar değişti diyebiliriz.
Peki bu saatten sonra yapılması gereken nedir?
Gelinen aşamada artık atılması gereken birtakım adımlar var. Yani karşılıklı olarak birbirini besleyecek, birbirini büyütecek ve son adıma yaklaşılmış olarak tanımladığımız o noktadan geri dönülmemesini sağlayacak birtakım adımlara ihtiyaç var. Bunların ortaya konması lazım.
Nedir bu adımlar?
Gerek çözüm süreci deneyimlerinden gerekse de 27 Şubat Demokratik Toplum ve Barış çağrısının içeriğinden bu adımlar biliniyor ve kamuoyuna deklare edildi. Yani hukuki ve siyasi adımların atılması gerekiyor. Neticede barış dediğimiz şey sadece silahların susması değil eşit, onurlu ve demokratik bir geleceğin kurulmasıdır. Barış silahların sustuğu yerde yüreklerin konuşmaya başlamasıdır. Bu yönüyle 100 yılı aşan bir Kürt meselesi gerçekliği var. Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı talep ettiği bir takım temel hakları var ve bu temel haklar da evrensel ölçekte bütün insanlık tarafından kabul edilen evrensel değerlerle birebir örtüşüyor. Ben Kürt halkı olarak tarif ediyorum ama aslında Kürt halkının şahsında Türkiye’deki bütün dışlanan, ötekileştirilen, varlığı kabul edilmeyen kesimler için bu yelpazeyi genişletebiliriz. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu hukuki ve siyasi zeminin oluşturulması için meclisin inisiyatif alması ve devlet ile hükümet yetkililerinin veya onların belirlediği birtakım kurumların, komisyanlaın bu konuda ivedilikle çalışması son derece katkı sağlayacaktır.
Toplumsal açıdan neler yapmak gerekiyor?
Aynı zamanda toplumsal ve sosyal zemini de iyileştirmeye ihtiyaç var. Neticede hani en başından beri hep onarıcı, tamir edici yapılması gerekenlerden bahsettik ama bu ara dönem o açıdan çok verimli geçti denemez. Toplumsal ve sosyal zemin daha iyi hatırlanabilirdi. Çok daha geniş kesimlerde savaş çığırtkanlığını yapan marjinal kesimleri iyice teşhir edecek ve barışın sesini güçlendirecek çok güçlü çıkışlar yapılabilirdi. Bunlarla ilgili eksiklikler var. Dolayısıyla hem yasal boyutuyla hukuki ve siyasi zemin hazırlanması hem de toplumsal ve sosyal boyutuyla bütün toplumsal kesimlerin yeni bir iklime, barışa dair yeni bir sayfaya hazırlanması bence son derece önemlidir.
Kongre kararları açıklandıktan sonra özellikle hükümet cephesinden gelen ilk açıklamaları, ilk tepkileri nasıl gördünüz?
Çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla yetkili konumda olan herkesin bu sorumlulukla tarihe not düşmesi gerekir. Bu anlamda kullanılacak her bir cümlenin yapıcı anlamda da yıkıcı anlamda da çok ciddi yansıması olabilir. O nedenle Kürt Hareketi tarafından bu kadar önemli ve tarihi bir karar açıklanmışken, buna denk düşecek olumlu ve yapıcı nitelikte söylemlerin kurulması ve buna denk düşecek adımların atılması önemlidir. Tabii hükümet kanadından yapılan birtakım açıklamalar oldu. Yani içerisinde olumlu sayılabilecek mesajların da olduğu açıklamalar da vardı. Ama henüz yeterince renk vermeyen tutumlar da söz konusu. Neticede bu süreç başlarken Kürt tarafının gerekli adımları atması durumunda neler yapılacağına dair kamuoyu önünde verilen taahhütler vardı. Sayın Öcalan çağrı yaparsa ve Kürt Hareketi bu çağrı doğrultusunda tutum geliştirirse Umut Hakkı başta olmak üzere Sayın Öcalan'ın koşulları ile ilgili en üst ağızlardan, en üst yetkililerden duyulan cümleler vardı. Keza bunun demokratikleşme ve Türkiye'nin geleceği ile ilgili geldiği anlama dair kullanılan büyük cümleler vardı. Şimdi tabi bu aşamadan sonra artık bu sözlerin havada kalmaması, Umut Hakkı başta olmak üzere Sayın Öcalan'ın koşullarının düzeltilmesi, dış dünyayla ilgili iletişim olanaklarının bir an önce yaratılması ve ağır tecrit konseptinin tasfiye edilmesiyle ilgili bence aciliyet taşıyan bir durum var. Onun ötesinde Türkiye'deki yasal ve anayasal mevzuat hala sorun üreten bir yerde duruyor. Yani terörle mücadele kanununun varlığından tutalım, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki yasal engellerin devamına kadar veya Anayasada işte ana dildeki engellerden tutalım da eşit ve onurlu yurttaşlık tanımına kadar birçok hususta tartışmaya muhtaç, müzakereye muhtaç birçok konu başlığı var. Ben bu alanlarda önümüzdeki süreç içerisinde yapıcı düzeyde olumlu gelişmelerin yaşanması gerektiğini ve yaşanabileceğini düşünüyorum.
Kongre kararı açıklandığında Kürtlerin yeni dönem mücadelesine ilişkin vurgular da vardı. Kürtlerin özgürlük mücadelesindeki değişim-dönüşüm vurgusuna dair sizin yorumunuz, gözleminiz nedir?
Bu bir stratejik dönüşüm kararıdır. Yeni bir demokratik dönüşüm ve değişim hamlesidir. Kürt halkı açısından meşru savunma temelinde belli düzeyde silahlı mücadele yürütmek bir anlamda kendi varlığını korumanın, kendi dilini, kimliğini, kültürünü gündemde tutmanın bir aracı olarak görülüyordu. Kürt tarafı hiçbir zaman bu mücadeleyi karşı tarafı tümüyle bitirecek, yok edecek bir perspektiften ele almadı. Yani en azından hiçbirimiz böylesi cümleleri duymadık. Şimdi görülüyor ki Kürt halkının dili, kimliği, kültürü, varlığı artık bütün ülke kamuoyu tarafından ve bütün küresel kamuoyu tarafından kabul edildi. Dolayısıyla Kürt halkının kendi varlığını korumak için artık yeni yöntemleri aramasından daha doğal, daha meşru bir şey olamaz diye düşünüyorum. Bundan sonraki aşama bütün bu arayışlar içerisinde dile, kimliğe, kültüre, halk olarak talep edilen bütün o değerlere özgürlük sunma arayışı olacak. Ve gerek küresel güç dengesi gerekse bölgede yaşanan gelişmeler Kürt halkının veya onun örgütlü kurumlarının siyasi olarak kendi özgül ağırlığı ile birlikte alacağı bir konumun daha ciddi kazanımlar ortaya koyabileceğini gösteriyor. Bu kısa süre içerisinde de biraz bunların yansımalarını gördük. Örneğin bu sürecin konuşulmaya başladığı günden itibaren çok kısa bir süre olmasına rağmen Kürtlerin diğer parçadaki kazananlarına dönük o tehdit gerekçelerinin nasıl anlamsızlaştığına tanıklık ettik. Kürtler arası ayrılıklardan çok Kürtlerin birliğine dönük çalışmaların hızlandığına ivme kazandığına tanıklık ettik. Küresel düzeyde Kürt meselesinin belki de 40-50 yıllık o mücadele dönemini aşan bir düzeyde etkili merkezler tarafından nasıl gündeme geldiğini gördük. Ben bu sürecin yakın dönemde daha fazla ivme kazanacağını düşünüyorum. Kürtler artık kendini savunmak zorunda olan bir halk gerçekliğinden çıkıp bölgesel anlamda ağırlığını koyan ve bir anlamda da denklemi kuran, denkleme etki eden bir pozisyona geçiş yapıyorlar. Bu demokratik değişim ve dönüşüm sürecinin sorumluluklarının yerine getirilmesi durumunda hani hep söylenir yani Kürtler hep masada kaybederler, müzakerede kaybederler denirdi. Ama ilk defa Kürtler masada ve müzakerede neredeyse küresel ve bölgesel denklemin en etkin konumuna oturur bir vaziyete geliyorlar. O nedenle bunu önemsemek gerekiyor diye düşünüyorum.
Bugüne kadar uluslararası arenada da Kürtlerin mücadelesi silah bahanesi ile kriminalize edildi. Bu gelişmeyle birlikte bu alanda nasıl değişimler bekliyorsunuz?
Savaş teknolojisinin geldiği düzey açısından da değerlendirdiğimizde, artık kıtalararası düğmeye basılarak yapılan balistik savaşların, nükleer savaşların gündeme geldiği bir dönemde hafif silahlı araçlarla bir savaş sürdürmek veya bununla nihai düzeyde bütün küresel güçlere karşı bir sonuç alacağını tahlil etmek açıkçası işi yokuşa sürmek oluyor. Bunun yerine kendi meşruiyet zeminini güçlendiren, küresel siyasetin etkin merkezlerinde kendi meşru pozisyonunu doğru tanımlayan, kendi haklılığını doğru ortaya koyan ve bunu yaparken de kendi halkını, kendi toplumunu barışçıl bir zemin üzerinde buluşturan bir yaklaşım yeni dönemin dünyasına daha fazla uyuyor diye düşünüyorum. Yani Kürt halkının bu anlamda ortaya koyduğu mücadele düzeyini biraz siyasi boyutuyla, diplomasi boyutuyla, bürokrasi boyutuyla ve iç barış boyutuyla bir yönüyle artık nihai bir sonuca ulaştırmak gerekiyor. Sürgit sonsuza kadar devam eden savaşlar yoktur. Yani insanlık tarihinde de böyledir. Dünyanın çok değişik coğrafyalarında yaşanan benzer sorunlarda da böyledir. Büyük savaşçılar genelde büyük barışmasını da bilenlerdir. Dünya deneyimlerinde de bu böyle oldu. Silahlı direnişlerin sembolü olan Mandela, Yaser Arafat gibi isimler kendi dönemlerinde ‘terörist’ olarak anılıyordu ama sonrasında ortaya koydukları sivil direniş ve barışçıl yöntemlerle o parantezi tümden değiştirerek özgürlük savaşçısı, barış ikonu ve kendi halkına kazandıran büyük liderler olarak tarihe geçtiler. Kürt halkı açısından, Kürt hareketi açısından da zaten stratejik temelde başından beri ortaya konan bir barış tutumunun bu yönüyle küresel boyutta da yakalayabileceği büyük bir ivme düzeyi var.
Ayrıca barış tüm kesimlere kazandıran bir formüldür. Gençlerin ölmemesi, anaların gözyaşı dökmemesi, yaşanan o acılardan dersler çıkarılarak yeni bir gelecek kurulması. Bundan korkmamak gerekir. Bunun için özellikle savaşı cepheden savunamayanların farklı maskeler takarak bugün karşı söz kullanmaları, nefret üzerine dayanan bir hafızaya seslenmeleri kabul edilemez bir yaklaşımdır. Ve maalesef her iki tarafta da dikkat ederseniz bu barışçıl sonuçlar ne zaman şekillenirse bu çırpınışların arttığını görüyoruz. Yani kendi varlığını savaşta gören kandan, gözyaşından beslenen çevrelerle işte Kürt cenahı açısından da hani klavye bozgunculuğu dışında hiçbir şey yapmamış insanların doğrudan savaş taraftarlığı yapmamaları üzerinden geliştirdikleri bir barış karşıtlığı pozisyonu var. Buna karşı son derece uyanık olmak gerekiyor. Bence bu dönemde bütün bu siyasi tespitlerin ötesinde biraz sözü analara vermek gerekiyor. En fazla onların konuşması lazım. Yani bu savaşta çocuklarını kaybeden analar en iyi bilirler bu sürecin değerini, kıymetini. Asker anası, gerilla anası işte gençlerin kendisine söz verilmelidir. Gençlerin barışçıl ve demokratik bir gelecekle ilgili kuracağı cümleler önemsenmeli. Kadınlara söz verilmelidir. Mümkünse hatta demin hukuki ve siyasi zemin ve toplumsal ve sosyal bir boyuttan bahsetmiştik. Keşke mümkün olsa da bu süreçlerin tamamını tümüyle kadınlara emanet edebilsek. Yani mecliste bu çalışmaları yürüten komisyonların tüm üyeleri kadın olsa, bunun sivil toplum ayağını örecek olan kurumsal yapıların bütün yetkileri kadınlara verilse. Yani ben bu anlamda o empati duygusunun getireceği birtakım değerlerle birlikte bu sonuçların ahlaki, etik ve moral değerleri açısından taşıdıkları anlamın küresel ve bölgesel bazdaki siyasi anlamdan da çok daha öte sonuçları açığa çıkaracağını düşünüyorum.
Yani en güzel türkü barıştır. Demin dediğimiz gibi bu yeni çıkılan bir yol değildir. Uzun bir yürüyüşün son adımının eşiğine gelinmesidir. Barışı istemek, barışı isteyen tarafın geri adımı değil, onun ileri görüşlülüğüdür. Bunu unutmamak gerekir. Bu anlamda barışı istemek hiç kimseye kaybettirmez, hiç kimseyi küçültmez. Yani her iki taraf içinde bunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Ne düzeyde barış istenirse ne düzeyde barış adına somut adımlar atılırsa, her iki taraf da o düzeyde kendini yüceltir, kendini insanlık tarihinin en kıymetli sayfalarına yazdırma şansı bulur. O yönüyle ben önümüzdeki dönem içerisinde daha iyi gelişmelerle ve daha netleşmiş, daha somutlaşmış, artık umudu bir anlamda somut gelişmelerin üzerine koymuş bir takım yeni durumlarla buluşmayı temenni ediyorum.