Mesut Barzani bugün Türkiye’ye geliyor. Kürdistan Bölge Başkanı sıfatıyla bu ziyareti gerçekleştiriyor. Geçmişe göre Barzani’nin Türkiye karşısında eli güçsüz durumda.
Her şeyden önce Federal Kürdistan Bölgesi Anayasası’na göre yapılması gereken başkanlık seçimleri sonrası bu ‘sıfatı’ elde etmiş değil. Çünkü seçimler yapılmadı. Anayasa bir tarafa bırakılarak, ‘savaş ve kriz’ gibi gerekçelerle fiili iktidar gaspına gidildi.
Bugün Barzani seçilmiş bir ‘başkan’ değil. Halbuki, Anayasa’ya göre çoktan başkanlık seçimleri yapılmış olması gerekiyordu. İki dönem başkanlık yaptığı için Barzani bu seçimlere zaten aday olamayacaktı.
Ne var bunda deyip geçemeyiz!
Meşru, kazanılmış bir hakkın hangi gerekçeyle olursa olsun ortadan kaldırılması, fiili iktidar gaspları, demokratik mekanizmaların yerine keyfi uygulamaların alması özelde Federal Kürdistan’ın geleceğini tehlikeye atıyor, genelde ise Kürdistan davasına zarar veriyor. Bunun tersi ancak akıl tutulmasıyla izah edilebilinir.
Barzani açısından bile bu böyledir. Seçilmemiş bir başkan olarak komşu veya başka bir ülkeyi ziyaret etmek başka bir şey, seçilmiş, anayasaya, hukuka ve demokratik temayüllere sadık bir başkan olarak ziyaret etmek başka bir şey.
Başkanlık seçimlerinin Kürdistan Bölgesi’nde yapılmamış olması, hatta parlamentonun hiçe sayılması, başkanının Hewler’e sokulmaması içteki siyasi krizi ve istikrarsızlığı derinleştiren önemli bir faktör olarak ta ortaya çıkıyor. Ve PDK’nin Güney Kürdistan’ın kaderi konusundaki ‘gizli ajandasına’ ilişkin kuşkuları artırıyor.
Bu nedenle Barzani bizzat kendi partisi PDK’nin kurguladığı ve hayat geçirdiği ‘başkanlık senaryosu’ sonucu temsiliyeti düşük bir lider olarak Ankara’ya gelmiş bulunuyor.
Barzani, Türk devletinin Rusya ile yaşadığı ve sonuçları gelecek yıllarda belirleyici olacak krizin tam orta yerinde bu ziyareti yapıyor. Doğrusu hiçbir bölge ve dünya lideri adı DAİŞ ile petrol ticaretine karışan Türk cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Kürt özgürlük hareketinin kökünü kazımaktan bahseden başbakan Ahmet Davutoğlu ile bugünlerde aynı kare içinde yer almak istemiyor. Ama her ne hikmetse Barzani bu iki liderle bir araya gelme ‘tavazzuhunu’ gösteriyor.
İnsanın aklına başka şeylerde gelmiyor değil.
Rusya Savunma Bakan Yardımcısı dünyadan yüzlerce gazetecinin katıldığı basın toplantısında DAİŞ’in en büyük petrol alıcısının Türkiye olduğunu, Erdoğan ve ailesinde bu işe karıştığını uydudan çekilmiş görüntüler eşliğinde açıkladıktan bir gün sonra, Hewler yönetimi ‘o tankerlerin bir kısmı bize ait’ demesi zaten şaşırtıcı olmuştu. Türk devletinin DAİŞ ve benzerleri ile girdiği ilişki sonucu ayyuka çıkan kirli ilişkileri bir anlamada aklama anlamına gelen bu çıkışın acaba derin bir sebebi mi söz konusuydu? Umarız aklımızdan geçen neden değildir.
Barzani Türk devletinin Musul yakınlarına 2000 asker ve onlarca tank göndermesinden sonra Bağdat-Ankara arasında başlayan, öyle çabucak ta dinecek gibi görünmeyen, hatta Kürdistan’ı İran ve Türkiye arasındaki gizli savaşın alanı haline getirecek olan krizin bir ‘tarafı’ olarak bu ziyareti yapıyor.
Çünkü Barzani Bağdat yönetiminin ısrarlı bir şekilde ‘biz talep etmedik’ ‘haberimiz yok’ demesine rağmen Türk ordusunun sayı ve askeri güç olarak daha fazla Güney Kürdistan ve tartışmalı bölgelere yerleşmesine itiraz etmediği gibi, anlaşılır buluyor!
Gerçekten Kürdistan kamuoyu bugün Güney Kürdistan’da Türk devletinin ne kadar askeri güç bulundurduğunu, kaç yerde askeri üstü olduğunu tam bilmiyor. Kanimasi, Amediye, Şeladizê , Bamernê'de daha önceleri yerleştiler. Tank ve hareketli mekanizma birlikleri var bu alanlarda. DAİŞ’in Güney Kürdistan’a saldırısını kendilerin bulunmaz bahane olarak gördüler. Duhok ve şuan söz konu edilen Başika bölgesine yerleştiler.
Tüm bunların Türk tarafının ve Barzani’nin iddia ettiği gibi eğitim amaçlı olmadığı açık. Zaten Kanimasi, Amediye, Şeladizê, Bamernê’deki askeri kamplarında buluna gücün PKK gerillaları ile savaşmak için orda olduklarını bilmeyen mi var?
Barzani’nin dün Almanya Dışişleri Bakanı Frank Steinmeir yaptığı görüşme sonrası Türk askerinin Musul'a gelişinin ‘gereğinden fazla abartıldığını’ söylemesi ciddi bir sorundur. Bu resmen işgalci bir gücü onaylamak, Kürdistan’ı İran-Türkiye arasındaki kapışmada saha haline getirmektir. Şii-Sünni mezhep savaşında saf tutmaktır. Buda Kürdistan için ciddi bir tehlikedir.
Barzani’nin hangi gerekçeyle bu ‘riski’ aldığını Kürdistan kamuoyuna açıklaması gerekmez mi? Türk devletine bu hoşgörünün altında yatan nedeni bilmek Kürdistan halkının hakkı değil mi?
Kaldı ki, Barzani’nin fazla abartmayım dediği güç Kürdistan’ın en büyük parçasını işgal altında tutmakla kalmıyor. Son aylarda büyük bir askeri güçle şehir ve kasabaları yakıp-yıkıyor. Yüzlerce Kürt insanını öldürüyor. 24 Temmuz’dan buyanda hemen hemen her gün onlarca savaş uçağıyla Güney Kürdistan’ın dağlarını ve köylerini bombalıyor.
Türk ordusu son 20 yılda Güney Kürdistan’da oluşturduğu askeri üstlerini kapatarak, orayı terk etmesi gerekirken, buna yeni takviyeler yapmasını sırdan göstermek yarın vebali çok büyük olacaktır. Ekonomik ilişkilerle Güney Kürdistan’ı bir ahtapot gibi saran, kuşatan ve onu en küçük tüketim ihtiyacı karşısında bile bağımlı hale getiren Türk devletinin Güneydeki artan askeri varlığı bizzat ilan edilmesi düşünülen ‘bağımsızlık’ için de ciddi bir tehlikedir.
Barzani’nin en son olarak Körfez ülkelerine ve tabi ki Suudi Arabistan’a bir gezi yaptı. Bu geziden sonra Ankara’ya geliyor. Suudilerin bağımsızlık ilanına karşı olmadıkları yönünde PDK medyasında haberlerde çıktı.
Sizce çok garip bir durumla karşı karşıya değilmiyiz?
Suudiler her fırsatta mazlum ve özgürlüğü için amansız bir direniş içinde olan Rojava’yı dışlayacaklar, Kürtlerin Suriye’de en küçük bir statü elde etmelerini istemeyecekler, bunun içinde IŞİD, El-Nusra ve Ahrar’ul Şam gibi katiller ordularına destek verecekler, diğer taraftan da Kürtlerin Güney’de bağımsızlık ilanına karşı olmayacaklar!
Aynı şey, hatta kat be kat Türk devleti için geçerli değil mi?
Barzani geçtiğimiz günlerde Efrin için uluslararası topluma duyarlık çağrısı yaptı. Çağrı kuşatmaya karşı duyarlı olmayı içeriyor. Güzel. Buna kimsenin bir diyeceği yok, hatta ‘ulusal görev’ olarak bunu yapmasından daha doğal bir şey olamaz.
Ama sayın Barzani çağrıyı neden kuşatmanın patronajı olan Türk ve Suudi devletlerine yapmıyor?
Efrin’i kuşatmak isteyen güçler Türk ve Suudi devletlerinden her türlü lojistik desteği alıyorlar. Ve onların siyasi hoşgörülerine sahipler. Türkiye, bu konuda Suudilerden bir adım daha önde bulunuyor. DAİŞ, El-Nusra, Ahrar’ul Şam gibi çete örgütleri bir taraftan Efrin’i kuşatırken, diğer taraftan Türkiye sınırını kapatmakta, her türlü ambargo uygulamakta ve provokasyonlara başvurmakta.
Barzani’nin uluslararası toplumdan önce bu ‘dostlarına’ söyleyecek bir sözü yok mu acaba?
Varsa göreceğiz. Ancak Kürdistan kamuoyu giderekten daha çok tek parti iktidarına dönüşen Hewler’in politikasına ilişkin doğru dürüst bilgi sahibi değildir. Bilgi sahibi olmadığı gibi, bu sıkı dostluk ilişkilerine de daha fazla kuşkuyla yaklaşmaktadır.
Bu kuşku Şengal’ın Kürt güçleri tarafından özgürleşmesinden sonra gerillaya ve Rojava’ya karşı izlenen- düşmanca demeyeceğim-kabul edilir olmaktan uzak politikayla zirve yapmıştır. Şengal’ın kurtarılmasında gerillanın oynadığı kahramanca rol bizzat Barzani tarafından hem de Şengal dağında tüm dünyanın gözlerinin önünde inkar edilmiştir. Onlarca şehit veren ve 15 ay boyunca bir karış toprak için ölümüne, fedakarca direnen gerillaya bırakın teşekkür etmeyi ismi dahi anılmamış, Barzani "Şengal'i Peşmerge kurtarmıştır. Peşmege'nin dışında hiçbir güç bu operasyonda yer almamıştır" diyerek açık bir inkara başvurmuştur.
Peşi sıra ‘gerilla Şengal’dan çıksın’ diye kampanya başlatılmıştır. Türk askerinin Güney Kürdistan’da binleri bulan varlığından rahatsız olmayanların, gerillaya karşı tutumları âdete bir barometre haline gelmiştir.
Öte yandan PDK’nin ENSK adlı marjinal grup eliyle Rojava Kürdistanı’nı istikrarsızlaştırmak için başvurduğu yöntemler, yukarda aktardığımız kuşku ve güvensizliği besleyen başka faktörler olmuştur.
Evet, Barzani Ankara’da. Ancak Kürdistan kamuoyu Kürtlere düşman hukuku uygulayan, DAİŞ,ü El-Nusra, Ahrar’ull Şam gibi kirli örgütlerin patronajlarından bir yönetimle ne konuşacağını bilmek istiyor.
Her şeyi bir taraf bırakalım.
Kürdistan kamuoyu en azından Barzani’nin vereceği mesajı merak ediyor. Nede olsa Barzani daha dün Silopi’de yüzde elli engelli Ferhat Kartal’in göğsüne 12 mermi sıkan Özel Hareket Timi’nin cumhurbaşkanı ve başbakanı ile görüşecek…
Bir açıklama bekleme hakkımız var, öyle değil mi?