Başaran: İmralı'dan başlayıp topluma yayılan tecrit rejimi var

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, "İmralı’dan başlayarak topluma yayılan bir tecrit rejimi var. Bu tecridin faturasını her geçen gün tutsaklar daha ağır ödüyor" dedi.

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, genel merkez binasında yaptığı basın toplantısıyla gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Başaran'ın konuşmasının öne çıkan bölümleri şöyle:

"Bugün Konya’da 7 Kürt’ün katledilmesine ilişkin dosyanın duruşması görülüyor. Biz daha önce de ifade etmiştik Deniz Poyraz Katliamı ya da Kürtlerin maruz kaldığı ırkçı saldırılar gibi bu da münferit bir saldırı değil. Bu saldırı tek bir kişinin planladığı, aile husumeti içinde gerçekleşen bir saldırı da değil. Bu saldırının tetikçisi şu anda cezaevinde tutuklu olabilir ama planlayıcısı, ortamını oluşturan, nefret politikalarıyla toplumu karşı karşıya getiren iktidardır. İktidarın kendisi de bu katliamdan sorumludur. Bu dava görülmeye devam ediyor. Bugün hem milletvekili arkadaşlarımızın, partililerimizin, hukuk komisyonu üyelerimizin de içinde olduğu bir heyet duruşmayı takip ediyor. Bu ortamı oluşturan nefret politikaları ile Kürtleri hedef gösteren esas failler de yargılanana kadar davanın takipçisi olacağız.

TECRİT VE CEZAEVLERİ

İmralı’dan başlayarak topluma yayılan bir tecrit rejimi var. Bu tecridin faturasını her geçen gün tutsaklar daha ağır ödüyor. Politik tutsaklar, cezaevlerinde çoklu bir saldırıyla karşı karşıya. Rehin olmaları sebebiyle hukuk, anayasa ve infaz yasalarının tümü yok sayılarak siyasi tutsaklara özgün bir rejimle 80’lerdeki cezaevlerindeki uygulamaları aratmayan uygulamalar yaşanıyor. Hasta tutsakların durumu da her geçen gün ağırlaşıyor. Koşullu salıvermenin uygulanmaması, infazların yakılması, tutsakların işkenceyle yüz yüze kalmaları, insani ihtiyaçların kasti olarak giderilmemesi, hasta tutsakların tedavileri için gerekli koşulun oluşturulmaması ya da hasta tutsaklar hakkında ATK’nin 'cezaevinde kalabilir' raporu vermesi nedeniyle her gün bir hasta tutsağın adım adım bu fiili idam rejiminde ölüme yaklaştığına şahitlik ediyoruz.

Cezaevlerinde yüzlerce hasta tutsak var. En çok kamuoyuna yansıyan, politik kimliği olduğu için daha önce milletvekilliği ve Eş Genel Başkanlık yapan Aysel Tuğluk’tur. Aysel Tuğluk demans hastası ve her geçen gün durumu ağırlaşıyor. Kocaeli Üniversitesi “cezaevinde kalamaz” raporu vermesine rağmen ATK’nin raporu ile cezaevinde rehin tutulmaya devam ediyor. Aysel Tuğluk’un kardeşi, 'Kalkamıyor, iletişim kuramıyor, kimseyle konuşmuyor' diye açıklama yaptı. Ama bu kadar ağır hastalık koşullarına rağmen Tuğluk intikamcı bir anlayışla cezaevinde tutulmaya devam ediyor.

Bu tür uygulamalara ve saldırılara maruz bırakılan sadece Tuğluk değil. Muhlise Karagüzel daha önce Muş İl Eşbaşkanımızdı. 60 yaşında, birçok hastalığı olmasına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Hastaneye sevk sırasında birçok insanlık dışı uygulamaya maruz kaldı. En son kızıyla konuşmasında hem gardiyan hem jandarma tarafından üstünün arandığı, jandarmaların tutsakları ararken mahrem bölgelerine özellikle dokunarak kendilerini taciz ettiğini söyledi.

Garibe Gezer gibi işkence ve tecavüze maruz bırakılıp şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren tutsaklar varken bunu protesto eden kadınlar da her türlü  saldırıyla yüz yüze kalıyor. Kandıra Cezaevi’nde Garibe Gezer’in yaşamını yitirmesini kadınlar protesto etti ve 15 kadın tutsakla ilgili olarak disiplin cezası verildi. Yine Leyla Güven, gardiyanların tehditlerine maruz kaldı. 'Sen bundan sonra görürsün' tehdidini pervasızca müdürün ve diğer gardiyanların yanında yapan gardiyanın bu cüreti, bu gücü kimden aldığını soruyoruz. Önceki dönem Milletvekilimiz, DTK Eşbaşkanımız Leyla Güven’e bu kadar pervasızca saldıran gardiyan gücü nereden alıyor, neden hakkında disiplin soruşturması başlatılmadı, kim koruyor, kim destekliyor? İktidara bir kez daha soruyor ve uyarıyoruz: Şu an rehin tuttuğunuz arkadaşlarımızla ilgili oluşabilecek en ufak bir problemin sorumluluğu iktidarın, Adalet Bakanlığı’nın, Ceza ve Tevkifevlerinin ve Elazığ Cezaevi’dir.

'İKTİDAR GÜÇ KAYBETTİKÇE SALDIRIYOR'

Geçtiğimiz hafta Semra Güzel arkadaşımız kendisine gazeteci diye bir kişinin bazı fotoğrafları yaymasından kaynaklı bir linç kampanyasına ve cinsiyetçi yönelimlere maruz kaldı. İktidar sıkıştıkça, yönetemedikçe, topluma herhangi bir vaate bulunamadıkça, güç kaybettikçe, tükendikçe kadınlar ve partimiz üzerinden bu tür saldırılarla ayakta durmaya çalışıyor. Birçok arkadaşımız demokratik siyasette ısrar ettikleri için, bu ülkede barış ve eşitliği savundukları için iktidarın yönelimleriyle yüz yüze kaldı. Milletvekili arkadaşlarımızın dokunulmazlıkları kaldırıldı. Bugün de tarihin tekerrür etme biçimiyle iktidarın, Cumhurbaşkanı ve MHP Genel Başkanının talimatı ile Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması konuşuluyor. Bu, ülkede umut olma ve geleceği kurma mücadelesine saldırıdır. Bu saldırıların bize geri adım attıramayacağını ifade etmek isteriz. Semra Güzel yalnız değildir, yanındayız ve mücadele etmekten de asla vazgeçmeyeceğiz.

'EN AZ 7 KADIN DAHA KATLEDİLDİ'

İktidarın çözmek istemediği ve her gün bir kız kardeşimizi daha kaybettiğimiz kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. 2021 yılı içinde kadına yönelik şiddet 2020’ye göre yüzde 15 artış göstermiştir. 31 Aralık 2021 itibariyle İçişleri Bakanlığı 307 kadının katledildiğini açıkladı. Ama kadın örgütlerinin verdiği rakamlara göre en az 280 kadın katledildi, 217 kadın da şüpheli biçimde yaşamını yitirdi. 280 kadının yüzde 33’ü ya polise ya Savcılığa başvuruda bulunmuş ve koruma kararı verilmiş. Yine 1 Ocak 2022 itibarıyla en az 7 kadının katledildiğini biliyoruz. Maalesef istatistikler İçişleri Bakanlığı tarafından açıklanmıyor ya da eksik rakamlar veriliyor. Bu 7 kadından birisi Dilara Yıldız’dı. Avukat arkadaşımızdı, kendisi de kadına yönelik şiddetle ilgili duyarlılık yaratmaya çalışıyordu. Önceden nişanlı olduğu erkek tarafından katledildi. Koruma kararına rağmen iktidarın yarattığı ortam nedeniyle Dilara Yıldız erkek tarafından katledildi.

Kadın cinayetleri için hesap vermesi gereken Yargıtay Başkanı 'algı yaratıldığını' söylüyor.

Yasamasından yargısına kadar bütün mekanizmalar kadınları makul ve makbul olmaya zorluyor.

İktidar kadınların özgür bireyler olmaması için elindeki bütün argümanları kullanıyor.

'KRİZİN EN KABARIK FATURASI KADINLARA KESİLİYOR'

İktidar, 6’ncı yargı pakedi kadın kazanımlarını hedefliyor, kadınların kendi yaşamlarını kurabilmeleri için ellerindeki bütün olanakları almaya kararlı görünüyor. 6’ncı yargı paketinde kadın ve çocukların nafaka hakkı, boşanma usulleri ve aile arabuluculuğu tartışmaları yürütülüyor. Nafaka tartışması uzun süredir ülkenin gündeminde. Özellikle erkekler tarafından kurulan dernekler aracılığıyla kadın ve çocukların nafaka almalarını engellemek suretiyle kadınları boşanmaktan caydırarak, şiddet ortamında yaşamaya zorlayan bir düzenleme getirdiklerinin farkındayız. Türkiye’de zaten nafakaların çoğu ödenmiyor. Bunların istatistikleri ortada. Erkeklerin çoğu nafaka ödememek için yasayı kendi lehlerine çeviriyor ve ödemiyor. Ödeyenler ise kendini bu yükümlülükten kurtarmak için ve kadınların boşanma oranlarını düşürmek için nafakanın kaldırılmasını talep ediyor. Tabii erkekler talep edince iktidarın durmadığını, hemen adım attığını görüyoruz.

Yine boşanma usulleri ve aile arabuluculuğu konuşuluyor. Aile arabuluculuğu fiili olarak ülkede uygulanıyor. Kadınlar şiddete maruz kaldıktan sonra kolluğa gittiğinde 'Bir tokattan ne olacak ki' söylemleri ile kadınları şiddet ortamında yaşamaya zorluyorlar ve şimdi iktidar bu yöntemi yasallaştırmaya çalışıyor. Yani kadınların evlendikleri evlerden cenazeleri çıksın istiyor iktidar. Ne kadar şiddete uğrarsa uğrasın makul ve makbul kadın olsunlar istiyorlar. Bizler ve kadın örgütleri, kazanımlarımızı savunmaktan ve yaşamımızı kurmaktan vazgeçmeyeceğiz. İktidarın bu pervasız saldırıları bize geri adım attıramaz. Biliyoruz; biat eden, itiraz etmeyen, özgürlük talep etmeyen kadınlar istiyorlar. Biliyoruz, kendileri ve erkeklerin hizmetkarı kadınlar istiyorlar. Bizi her şeye “evet” demeye ve kendi politikalarına göre yaşamaya zorluyor iktidar. Vazgeçmiyoruz! İstanbul Sözleşmesinden de, nafaka hakkından da, kazanımlarımızdan da vazgeçmiyoruz. Bunları iktidarın lütfuyla kazanmadık. Bunlar büyük bedel ve emeklerle elde edilmiş kazanımlardır.

Ülkenin tümü büyük bir ekonomik krizin içinden geçiyor. Biz HDP Kadın Meclisi olarak yaz aylarında gerçekleştirdiğimiz kampanya sonrası bugünlerin geleceğine işaret etmiştik. Krizin en kabarık faturasının kadınlara kesildiğini, yoksulluğun kadınlaştığını, kadınların yoksulluk nedeniyle şiddet ortamından uzaklaşamadığını ve açlık sınırının altında yaşadığını ifade etmiştik. İktidarın savaş ve nefret politikaları nedeniyle, ülkenin kaynaklarını savaşa yandaşa ranta aktarması nedeniyle ekonomik krizin faturasını ödüyoruz; ama en büyük faturayı kadınlar ödüyor. İlk gözden çıkarılanlar kadınlar oluyor, yoksulluğu en fazla yaşayanlar kadınlar oluyor. Kadınlar hijyen ürünleri alamıyor. Kadınlar bizlere de kamuoyuna da çağrıda bulunuyor. Ped ve tamponların fahiş fiyatlarla satılması kadınların sağlığını etkiliyor. Biz HDP Kadın Grubu olarak Mecliste hijyenik ürünlerin ücretsiz verilmesi için kanun teklifi verdik. Ama maalesef bir gelişme yok. Hijyenik ürünlerle birlikte temel ihtiyaçların da ücretsiz olarak karşılanması için mücadele edeceğiz. Aile Bakanı 'Bir düzenleme yaparız' gibi yuvarlak ve gerçekçi olmayan bir açıklamada bulunmuş. Aile Bakanına sesleniyoruz: Kadınların hijyen ürünlerini satın alamaması sizin gündeminizde olmalı, kadınların sağlığı ve geleceği sizin gündeminizde olmalıdır."