Başaran: Halk açlıktan ölüyor, iktidar savaş açıyor

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, "İnsanlar açlıktan intihar ederken iktidar, sınır ötesi operasyonlarla hakikatin üstünü kapatıyor" dedi.

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Ayşe Acar Başaran, HDP Genel Merkezinde basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Başaran, Türk devletinin işgalci saldırılarına dikkat çekerek, "Bu ülkede insanlar açlıktan, yoksulluktan intihar ediyor. Kapanma döneminde siftah yapamadığı için yaşamına son veren insanların yaşadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ama iktidar her gün çıkıp sınır ötesi operasyon yapıyor" dedi.

İŞGALCİ SALDIRILAR

Başaran'ın konuşmasının satır başları şöyle:

"Bugün Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın katledilmesinin üzerinden 49 yıl geçti. 49 yıl önce bugün 3 fidan bir siyasi cinayetle katledilmişti. Devrim ve demokrasi yolunda hayatını kaybedenleri buradan saygı ve minnetle anıyoruz.

17 günlük tam kapanma sürecinden geçiyoruz. Bugün tam kapanmanın yaşandığı bir yerde maalesef işçinin, emekçinin, kadınların büyük bir zorlukla karşı karşıya kaldığı, faşizmin bu kapanmadan etkilenmediği, kadına yönelik şiddet uygulayanların, kadın düşmanlarının elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaştığı, insanların açlıkla yüz yüze kaldığı bir süreçten geçiyoruz. Bütün bunlar yaşanırken, ülke ve halk maalesef nefes alamaz halde iken iktidar tam kapanmadan önce halka destek vermesi gerekirken yine masaların etrafında yıllardır yürüttükleri güvenlikçi politikaların bir benzeri olarak savaş politikalarına ve operasyonlara devam ediyor.

Raporlar gösteriyor ki son 10 yılda savunma giderleri yüzde 86 oranında artmış. Bu halkın cebinden çıkan vergi, bu halka harcanması gereken iş, aş, aşı olarak dönmesi gereken bu bütçe yüzde 86 oranında artarak savaş giderlerine aktarılmış durumda. Sınır ötesi operasyonlar yapılıyor. İktidar kendisiyle alakası olmayan ama nefret politikaları, Kürt düşmanı politikaları nedeniyle başka topraklarda bazı çetelere paralar döküyor. SİHA’lar alıyor. SİHA’ların propagandasını yaparken bu ülkede kapanma döneminde çocukların uzaktan eğitim almasını sağlayacak EBA sistemini daha yüzde yüz kuramıyor. Hala yoksul çocukları, bu halkın çocukları uzaktan eğitim alamıyorlar. Çocukların bu eğitimi alabilmesi için ellerinde bilgisayarları, laptopları yok. Ama iktidar çıkıp 'SİHA’larımız var' diye propaganda yapıyor. Peki bu politikaların halka geri dönüşü nasıl oluyor? Yoksulluk ve açlık olarak geri dönüyor. Bu dönemde her gün intihar vakalarıyla karşı karşıyayız. Bu ülkede insanlar açlıktan, yoksulluktan intihar ediyor. Kapanma döneminde siftah yapamadığı için yaşamına son veren insanların yaşadığı bir ülkede yaşıyoruz. Ama iktidar her gün çıkıp sınır ötesi operasyonlarla hakikatin üstünü kapatmaya çalışıyor.

İMRALI TECRİDİ

Bu iktidar bu hakikati söyleyenleri de susturmak için elinden geleni yapıyor. Her gün partimize karşı linç siyasetini, linç propagandasını yürütüyor; ama bu ülkede hakikatin ya da çözümün sesi olan, en fazla barışı ve çözümü getirebilecek olan Sayın Öcalan’ın sesinin ve sözünün topluma yansımasını engelliyor. Bakın 22 yıldır ülkede Sayın Öcalan, İmralı’da tecrit altında tutuluyor. Bu tecridin bu ülke açısından anlamını çok iyi biliyoruz. Bu ülkede Sayın Öcalan’a uygulanan tecrit, savaş demektir, Ortadoğu’daki savaşın daha da derinleştirilmesi demektir. Tecrit yoksulluk, açlık olarak geri dönüyor. Tecrit bu ülkeye, topluma, halka karşı nefret siyasetinin ön plana çıkarılması olarak karşımıza çıkıyor. Ve iktidarın ısrarla Sayın Öcalan’ın sözünün, sesinin topluma yansımasını istemediğini görüyoruz. Tam da bu nedenle biz ısrarlı bir biçimde çözümün adresi olan İmralı’da Sayın Öcalan üzerindeki bu mutlak tecridin kaldırılması, her defasında denenen ancak başarısızlıkla sonuçlanan bu güvenlikçi politikalardan, savaş politikalarından vazgeçilmesi çağrısını yapıyoruz.

Bunu yapacak olan biz halkız. Her defasında iktidarın bu politikasını, bu politikasının başarısızlığını hep beraber sağlayabiliriz. Bugün bizim üzerimizden yürüttükleri politikaların getirisini ya da yansımasını hep beraber çok iyi görüyoruz. Bugün bu tecride ses yükseltmek, defalarca ifade ettiğimiz gibi sadece Kürtlerin problemi değil. Çünkü tecridin faturası halklara çıkıyor. Çünkü tecridin faturası en fazla kadınlara çıkıyor, çünkü tecridin faturası yoksula, emekçiye, işçiye çıkıyor.

İKİZDERE DİRENİŞİ

Değerli arkadaşlar iktidar, bu savaş siyasetiyle uğraşırken sınır ötesi operasyonlarla uğraşırken bir de doğa düşmanı politikalarına da hız kesmeden devam ediyor. İktidarın bu ülkede güzel olan her şeye karşı olduğunu çok iyi biliyoruz. Güzel olanı ortadan kaldırma yerine diktikleri ucubeleri var etmeye çalıştıklarını her defasında görüyoruz. Bunun defalarca örneklerine şahitlik ettik. Kazdağları’nda bunu gördük, Hasankeyf’te binlerce yıllık tarih sular altında bırakılıp ranta çevrilirken hep beraber şahitlik ettik. Üçüncü Köprü için ormanlar ortadan kaldırıldığında hep beraber gördük. Bunun son örneği de İkizdere. İkizdere’de yine AKP’nin rant politikaları, doğa düşmanı politikaları nedeniyle şu anda doğa yok edilmeye çalışıyor. Günlerdir İkizdere halkı amansız bir mücadele veriyor, direniş gösteriyor. Orada taş ocağı yapılacakmış! Bir de oradaki halkın sesini, sözünü hep beraber dinleyelim. Günlerdir seslerini ulaştırmaya çalışıyorlar; ama önlerinde askerler, iktidar dikiliyor. Çünkü yine işin içinde iktidarın ortağı Cengiz Holding var. İktidarın bütün rantını, peşkeş çektikleri Cengiz Holding’i korumak adına halkın karşısına dikiyorlar.

İkizdere halkının yanındayız.

KADIN KIRIMI

Kapanma dönemindeyiz. Hatırlarsınız ülkede ilk korona vakaları ortaya çıktığında çıkıp çağrı yapmıştık. İktidara “Acil önlem planı açıklayın” demiştik. “Savaş ve kriz dönemlerinden en fazla etkilenen kadınlar olur” demiştik. “Kadına yönelik şiddet bu dönemde artar, kadın işsizliği artacak, çünkü kriz dönemlerinde ilk gözden çıkarılanlar kadınlar olur” demiştik. Tam da öngördüğümüz biçimde bir sonuçla karşı karşıyayız. Pandeminin de kadınlara nasıl şiddet biçiminde, işsizlik, açlık, yoksulluk biçiminde döndüğüne hepimiz şahidiz. Bakın Nisan ayı içerisinde en az 68 kadın şiddete uğradı, en az 17 kadın ve bir çocuk yaşamını yitirdi. 2021’in ilk 4 ayında en az 108 kadın yaşamını yitirdi ve 74 kadının şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği basına yansıdı.

Dertleri kadına yönelik şiddeti engellemek değil, 'makbul kadın' kimliğine sıkıştırmak.

Meclis’te İstanbul Sözleşmesi ile ilgili kurduğunuz komisyonun raporunu açıklayın.

Halkı korumakla görevli olan üniformalı kadına şiddet uyguladı

İstanbul Sözleşmesi değildir kadına yönelik şiddeti artıran. Sizin yürüttüğünüz kadın düşmanı poltikalardır. Şiddete karşı ses yükselten, kadınları hedef gösterme politikalarınızdır şiddeti arttıran. En son örneğini; Rahime Öz’de yaşadık. Rahime Öz, bir uzman çavuş tarafından şiddete uğradı, sesini sosyal medyadan ulaştırmaya çalıştı. Çünkü kendisine şiddet uygulayan bir erkekti ama bir üniformalıydı aynı zamanda. Halkı korumakla görevli olan bu üniformalı, bir kadına şiddet uyguladı ve sonrasında “Nereye gidersen git” söylemini kurmaktan hiç çekinmedi. Biz bu pratiği hatırlıyoruz. Nereden hatırlıyoruz? Musa Orhan’dan hatırlıyoruz. İpek Er’e tecavüz edip, günlerce hürriyetinden yoksun bırakıp intihara sürükledikten sonra bile “Nereye gidersen git, ben yargılanmam. Daha önce de çok yaptım” diyen Musa Orhan’dan hatırlıyoruz biz bu pratiği.

Bu ülkede bir kadına şiddet uyguluyorsanız devlet arkanızdadır.

'KENDİ YAŞAMIMIZI KENDİMİZ KURACAĞIZ'

Biz, erkek ve devlet şiddetine maruz kalan bütün kadınların yanındayız. Bunun mücadelesini vermekten vazgeçmeyeceğiz. Kadınlara “Biat edin, sesinizi çıkarmayın, erkektir yapmış, ne olacak?” söylemlerine prim vermeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Özgürlük mücadelesi vermekten vazgeçmeyeceğiz. Özgürlük mücadelesi verdikleri için, Kobanî’nin çeteler tarafından işgal edilmesine ses yükselttiği için cezaevinde olan kadın arkadaşlarımız gibi, Kobanî Davası kumpasıyla yargılanmaya çalışılan, kadın mücadelesi yürüten kadın arkadaşlarımız gibi. Öz savunmasını gerçekleştirdiği için yargılanan, cezalandırılmak istenen kadın arkadaşlarımız gibi. Sokaklara çıkıp kadın mücadelesini veren, İkizdere’de doğasını savunan kadınlar gibi mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Bize reva gördüğünüz makul ve makbul kadın olmayacağız. Bize reva gördüğünüz şiddetle, işkenceyle, tacizle, tecavüzle yaşamak durumunda bizi bırakmanıza izin vermeyeceğiz. Kendi yaşamımızı kendimiz kuracağız. Her gün yürüttüğünüz savaş politikalarının bizi yoksullaştırmasına izin vermeyeceğiz. Bizi muhtaç ederek biat ettirmenize izin vermeyeceğiz. Ve bunun için örgütlenmeye, mücadele etmeye devam edeceğiz. Her defasında çağrıda bulunuyoruz.

Bugün kadınların en fazla bir arada olması gereken süreçlerden geçiyoruz. Çünkü tüm kazanımlarımız hedef halinde. 1 Temmuz’a kadar yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi feshedilmiş gibi bir algı yaratılıyor. Ama biz kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin yıldönümü olan 11 Mayıs’ta “İstanbul Sözleşmesi bizimdir! İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın!” demeye devam edeceğiz."