KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, Kürt Halk Önderi Abdıullah Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecride dikkat çekerek CPT’nin bu zamana kadar İmralı ziyaretine gitmemiş olmamasının uygulanan konseptle ilgili olduğuna vurgu yaptı. Bayık, “Eğer görüşme gerçekleşmişse, bu tecride karşı halkımızın ve dostlarımızın yürüttüğü mücadele sayesinde olmuştur. CPT bu görüşme ve Önderliğimizin durumuna ilişkin bir açıklama yapmamıştır. CPT’nin açıklama yapması için eylemsellikler gerçekleştirilmelidir” dedi.
Türkiye’nin özel savaş rejimiyle yönetildiğini belirten Bayık, bu tekçi rejim devam ettikçe sorunların bitmeyeceğine vurgu yaparak, Türk faşist devletine, AKP’ye karşı bütün demokrasi ve sol güçlerinin birlikte mücadele etmesi gerektiğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Eş başkanı Cemil Bayık, Demokratik öz yönetim direnişlerine de değinerek, büyük bedeller ödenerek verilen mücadeleyle AKP’nin yenildiğini, öz yönetim direnişlerinin kazandığını söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, gündemdeki son gelişmelere ilişkin ANF’ye konuştu.
TECRİT, ULUSLARARASI KONSEPTİN BİR PARÇASIDIR
Kürt halkı ve dostlarının baskıları sonucu CPT’nin gecikmeli de olsa İmralı ziyareti gerçekleşti. Ancak ziyarete ilişkin henüz bir açıklama yapılmadı. CPT’nin bu ziyareti tecride karşı verilen mücadele konusunda herhangi bir sonuç ya da gelişme yaratabilecek mi sizce?
Hareketimize karşı ve hareketimizin şahsında halkımıza karşı bir konsept uygulanmaktadır. Önder Apo bu konseptin merkezine oturtulmuş durumda. Eğer Önder Apo üzerinde tecrit içinde tecrit sürdürülüyorsa, bu belirttiğim konseptle bağlantılıdır. Onun için tecrit içinde tecrit uygulanmaktadır. Halkımıza karşı uygulanan soykırım politikaları, Önder Apo’ya yaklaşımla birebir bağlantılıdır. Önder Apo’ya uygulananlar dikkatle izlenerek faşist Türk sömürgeci devletinin, yine arkasındaki kapitalist modernitenin, onun Kürdistan’daki dayanakları olan işbirlikçilerinin Kürdistan halkına karşı neyi amaçladıkları görülebilir. Çünkü bu harekete, bu halka öncülük eden Önder Apo’dur. Bu halka karşı uygulanan bütün politikalar Önder Apo’nun şahsında uygulanmaktadır. Bunun böyle anlaşılması gerekiyor. Onun için biz geçmişte Önder Apo’ya yaklaşım, savaşın da barışın da gerekçesidir, demiştik. Önder Apo’ya yaklaşım soykırımın sürdürülmesi ya da sürdürülmemesinin anlaşılması açısından çok önemli bir noktadır. Kürt halkının, onun dostlarının; özgürlükten, demokrasiden, adaletten, eşitlikten, barıştan yana olan bütün güçlerin Önder Apo üzerinde uygulanan politikalara bakarak Kürt halkına ve kendilerine yönelik geliştirilen politikaları anlamaları gerekiyor. Uzun süredir İmralı sistemine, yani tecrit içindeki tecride karşı mücadele yürütülmektedir, ama CPT bir türlü İmralı’ya gitmiyordu. Halbuki çok önceden İmralı’ya gitmesi gerekiyordu. Gitmemesinin nedeni, aslında uygulanan konseptle bağlantılıdır. Çünkü bu konsept sadece Türk faşist sömürgeci devleti, onun yöneticileri Erdoğan ve AKP tarafından uygulanmıyor. Uluslararası komplocu güçlerle, faşist Türk sömürgeci devleti bunu birlikte uyguluyor. Onun için CPT, bütün çabalara rağmen uzun bir süredir İmralı’ya gitmiyordu.
CPT’NİN AÇIKLAMA YAPMASI GEREKİYOR
Halkımızın yürüttüğü mücadele, yine halkımızın dostlarının yürüttüğü mücadele sonucunda CPT İmralı’ya gitmek zorunda kaldı. Eğer hareketimizin, halkımızın, dostlarımızın mücadelesi olmasaydı; özellikle de Nelson Mandela’nın avukatının başında olduğu heyetin girişimleri olmasaydı, İmralı’ya yine gitmeyeceklerdi. Bu heyetin CPT, Avrupa Konseyi ve çeşitli kurumlarla görüşmeleri sonucunda zorunlu olarak adaya gittiler, Önder Apo’yla görüşme yaptılar. Bu aslında Önderliğimize yönelik ve Önderliğimizin şahsında hareketimize ve halkımıza yönelik ne tür bir konseptin uygulandığını çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. CPT’den beklenen, çok gecikmeli de olsa görüşmeye ilişkin halkımıza, demokrasi güçlerine bilgi vermesiydi. Bir açıklama yapması gerekiyordu. Yani gidip İmralı’da Önder Apo’yla neyi görüştü? Neyi gördü, orada nelere tanık oldu? Çünkü daha sonra Adalet Bakanlığı, Türkiye’deki bazı yönetim mekanizmalarıyla görüşmeler yaptı. Bu görüşmeleri ne için yaptı? Neyi amaçlıyordu? Bütün bu konularda açıklama yapması gerekiyor.
MÜCADELEDE ISRARCI OLUNMALI
Halkımızın, hareketimizin, dostlarımızın bu konuda beklentileri var. Bu beklentilerin karşılanması gerekiyor. Hala herhangi bir açıklama yapmış değiller. Sorun sadece İmralı’ya gidip gitmeme değildir. Hem gitmek, hem de orada olup bitenler hakkında kamuoyuna açıklama yapmak gerekiyordu. Açıklama yapmamaları hala o konsepte bağlı hareket ettiklerini gösteriyor. Hala bir oyalama içerisinde olduklarını gösteriyor. Onun için halkımızın, dostlarımızın, CPT’ye yönelik baskılarını arttırması gerekiyor. CPT açıklama yapana kadar mücadelede ısrarcı olunmalıdır. Çok açık anlaşılıyor ki, verilen mücadelenin sonucunda İmralı’ya görüşmeye gittiler. Eğer bu mücadele olmasaydı, özellikle de Nelson Mandela’nın avukatının başında olduğu heyetin çabaları bu mücadeleyle birleşmeseydi, İmralı’ya gitmeyeceklerdi. Bu da açıkça ortaya koyuyor ki, mücadeleyle bütün sorunlar aşılıyor. Elde edilmek istenen sonuçlara ulaşılabiliyor. Onun için geçmişte yürütüldüğü gibi bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Hatta bunun daha da kapsamlılaştırılarak sürdürülmesi gerekiyor. Eğer halkımız, dostlarımız bu mücadeleyi sürdürürlerse CPT’yi açıklama yapmak zorunda bırakabilirler. Yine bu mücadeleyi daha da kapsamlı hale getirilerse, Önderlik üzerindeki işkenceyi zayıflatabilir hatta ortadan kaldırabilirler. Eğer Önder Apo’nun özgürlüğü isteniyorsa, bunun yolu mücadeleyi geliştirmekten geçiyor. Faşist Türk sömürgeciliğinin işbirlikçi dayanaklarının ve uluslararası alandaki dayanaklarının mücadeleyle boşa çıkarılması gerekiyor. Bu Önder Apo’nun özgürlüğünü yaratacaktır.
Önder Apo’nun İmralı’da tecrit içerisinde tecrit edilmesi, işkence altında tutulması, Kürdistan halkının tecrit içerisinde, işkence altında tutulmasıdır. Bütün demokrasi ve özgürlük güçlerinin tecrit içinde tutulmasıdır. İnsanlığın ve insanlık değerlerine bağlı bütün güçlerin tecrit altında tutulmasıdır. Sadece orada yaşayan bir kişi ve bu kişinin tecridi değildir. Önder Apo bir kişi değildir. Bir halkın Önderidir, insanlığın Önderidir. Onun için insanlığın değerlerine saygılı olanların, demokrasi ve özgürlükten yana olanların, yine Kürt halkının kendi kimliği değerleri ve kültürüyle, diliyle özgürce kendisini örgütleyip ifade etmesini, kendini örgütlemesini isteyen herkesin Önder Apo’nun özgürlüğü için faşist Türk sömürgeciliği ve onun iç ve dış dayanaklarına karşı özgürlük mücadelesini boyutlandırması gerekiyor. Ancak bununla İmralı sistemi parçalanabilir, Kürt halkı, demokrasi, özgürlük güçleri ve insanlık tecrit içerisinden kurtarılabilir. Bunun başka bir yolu yoktur. CPT’nin İmralı’da görüşme yapması bile büyük bir mücadelenin sonucunda gerçekleşmiştir. Ama bu Önder Apo’nun özgürleşmesine, Önder Apo’nun şahsında Kürt halkının demokrasi güçlerinin amaçlarına ulaşmasına yetmiyor. Demek ki daha fazla bir çabanın verilmesi gerekiyor. Daha sistemli, daha güçlü bir mücadelenin yürütülmesi gerekiyor ki Önder Apo’nun özgürlüğü gerçekleşebilsin.
ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ, DEMOKRATİK ORTADOĞU DEMEKTİR
Önder Apo’nun özgürlüğü Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Türkiye’de demokratikleşmenin, demokratik bir cumhuriyetin, toplumun, siyasetin geliştirilmesidir. Türkiye’deki bütün yaşanan sorunların çözümüdür. Bu aynı zamanda Ortadoğu’da demokratik bir sistemin, toplumun, siyasetin gelişmesidir. Onun için Önder Apo’ya sahip çıkmak, kendine sahip çıkmak demektir. Önder Apo’ya sahip çıkmak demek, sorunların çözümüne sahip çıkmak demektir. Türkiye’nin ve bir bütün Ortadoğu’nun demokratikleşmesi yönünde çabaları geliştirmek demektir. Bu da Kürt sorunu dahil, Alevi sorunu dahil, halkların, kültürlerin, dinlerin sorunlarının çözüm yoluma girmesi gerekir. Ortadoğu’da sorunların çözümü demek, dünyada insanlığın sorunlarını çözümü demektir. Çünkü Ortadoğu bütün başlangıçların ilkidir. Ortadoğu’da tarih başlar, insanlık başlar. Her şey Ortadoğu’da gelişmiştir. Dünyanın temeli Ortadoğu’dadır. Onun üzerinde yükselmiştir. Ortadoğu’da geliştirilecek bir demokratikleşme, elbette ki dünyada etkisini gösterecektir. Bunun yolu, Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorunu dahil sorunların bu temelde çözülmesinden geçiyor. Bu da Önder Apo’nun özgürlüğünün gerçekleşmesine bağlıdır. Uluslararası komplo, bunun için geliştirilmiştir. Önder Apo’nun şahsında Türkiye’nin demokratikleşmesini önlemek, Kürt sorunu başta olmak üzere diğer sorunların çözümünü önlemek, Ortadoğu’da demokratikleşmeyi önlemek için bu uluslararası komplo geliştirilmiştir. Eğer uluslararası komployu parçalamak istiyorsak, bu temelde Ortadoğu’nun demokratikleşmesini, kendi tarihiyle bütünleşmesini, kendi kültürü, değerleri kökleri üzerinde yeniden ayağa kalkmasını ve bunun diğer insanlar üzerindeki etkisini gerçekleştirmek istiyorsak, Önder Apo’nun özgürleşmesini sağlayacak bir mücadelenin her yönüyle geliştirilip başarıya götürülmesi gerekiyor.
ÖZEL SAVAŞ REJİMİ VAR OLDUKÇA, SORUNLAR BİTMEYECEK
Kürt Halk Önderliği üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit ve AKP’nin İmralı politikalarının yaşanan sürece etkileri ne oldu?
Önder Apo, Türkiye’deki var olan inkar ve imha zihniyetini değiştirmeye çalıştı. Çünkü bu zihniyet var oldukça Türkiye’de demokratikleşme olamaz. Hiç bir sorun çözümlenemez, Türkiye hep savaşı yaşar. Çünkü Türkiye’deki rejim bir özel savaş rejimidir. Bunun üzerine kurulan bir rejimdir. Ulus devlet rejimidir. Onun için hep Türk devletini, Türk milletini bayrağını, dilini, kültürünü esas almıştır. Tek bir millet yaratmak istemiştir. Onun için zenginliklere düşmanlık yapmıştır. Bütün halkları, dinleri, kültürleri ortadan kaldırmak istemiştir. Tek millet, tek din, tek mezhep, tek devlet, tek bayrak geliştirilmek istenmiştir. Bunun için de sürekli düşman üretmiş, sürekli katliamlar geliştirmiştir. Tutuklamalar, işkenceler, sürgünler, göçertmeler, idamlar, asimilasyon, fiziki katliam, kültürel katliamlar… Bunları, amaçlarını gerçekleştirmek, yani ulus devleti yaratmak için geliştirmiştir. Bu ulus devlet anlayışı değiştirilmedikçe, bu özel savaş rejimi değiştirilmedikçe Türkiye’de hiçbir zaman ne savaş, ne katliamlar, ne göçertmeler son bulmayacaktır. Türkiye toplumu demokrasi özgürlük ve adaleti yaşamayacaktır. Türkiye toplumu sorunlardan kurtulmayacaktır. Eğer Türkiye’de siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel, kimlik sorunları yaşanıyorsa; bunun nedeni bu rejime hakim olan zihniyettir. Yani ulus devlet zihniyetidir. Bu rejimin özel savaş rejimi olmasıdır. Çünkü bütün halkları, kültürleri yok etmek istiyor. Bütün halkları ve kültürleri yok etmek isteyen bir rejim demokratik olamaz. Orada demokrasiden söz edilemez. Orada sorunların demokratik yolla çözüleceğinden söz edilemez. Dolayısıyla sürekli yıkım yaşanır, sürekli parçalanma ve düşmanlıklar yaşanır. Çünkü o rejim sürekli bunu üretir. Önder Apo bunu değiştirmek için büyük çaba yürütüyor. Bu zihniyet değiştirilip Türkiye demokratikleştirilmedikçe, Türkiye’de hiçbir sorunun çözülmeyeceğini kavratmaya çalıştı. Çabalarını hep bu yönlü geliştirdi. Bu temelde sorunları çözmek istedi. Türk sömürgeci faşist rejiminde herhangi bir zihniyet değişikliği olmadığı, imha-inkar siyasetinde ısrar ettiği için Önder Apo’nun bu çabalarını kendisi için büyük bir tehlike gördü. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak istedi.
ÖNDER APO SAVAŞI ÖNLEMEK İSTİYORDU
Eğer İmralı’da tecrit içerisinde tecridi geliştirdiyse, en ufak bir esneme göstermediyse, nedeni; Önder Apo’nun geliştirdiği ideoloji, felsefe, bu temelde geliştirdiği çizgi ve geliştirmek istediği demokratik toplum sistemidir. Çünkü bunların geliştirilmesi, faşist Türk sömürgeciliğini, onun dayandığı ulus devlet sistemini oldukça zorlamaktaydı. Giderek hatta aşılma noktasına doğru götürmekteydi. Bunu kendileri için büyük bir tehlike gördüler. Özellikle de Kobani’den başlayan, giderek 7 Haziran’da gelinen süreç, ulus devlet ve onun siyasetini iflasa götürdü. Türkiye’de ciddi bir rejim sorunu ortaya çıkardı. Onun için rejimi, sistemi, o zihniyeti kurtarmak için Önder Apo’nun tecrit içerisinde tecride alınması gerekiyordu. Üzerindeki işkence sisteminin daha da geliştirilmesi gerekiyordu. Önder Apo’nun hareketle, halkla, halklarla, dünya kamuoyuyla ilişkilerinin tümden kesilmesi gerekiyordu. Önder Apo’dan demokratikleşme ve çözüm mesajlarının gelmemesi gerekiyordu ki hedeflerini gerçekleştirebilsinler. Hedefleri nedir? Demokratikleşmenin önünü kesmektir. Buna hizmet eden bütün gelişmeleri baskı altına alıp etkisiz kılmaktır. Bütün bu gelişmelerin öncülüğünü yapan Önder Apo’ydu. Önder Apo savaşı önlemek istiyordu. Demokratikleşmeyi geliştirmek istiyordu. Bu Türkiye toplumunu ve uluslararası güçleri etkiliyordu. Bunu önlemek için bu tecrit geliştirildi. Çünkü savaş kararları vardı. Çünkü Önder Apo’nun öncülük ettiği hareketi tasfiye etme kararları vardı. Hiç bir zaman Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmekten vazgeçmediler. Tasfiyeyi gerçekleştirmek için çeşitli yöntem değişiklikleri yaptılar, taktikler geliştirdiler. Hiç bir zaman çözüm amaçları olmadı. Bu tasfiye çabaları, taktikler sonuç vermeyince, Önder Apo’nun öncülük ettiği demokrasi ve özgürlük mücadelesi sonucu, rejim tehlikeye girdikçe, en son başvurdukları taktikleri geliştirdiler. Önder Apo’yu tümüyle işkence altına alıp bağını kesmek, düşüncelerinin topluma yansımasını önlemek ve savaşla, darbelerle gelişmelerin önünü almak istediler. Aldıkları savaş ve tasfiye kararlarını Önder Apo’yu tecrit içinde tecride almakla uyguladılar. Buradan başlattılar. Ondan sonra bazı adımlarla onu tamamlayarak, bildiğimiz darbeyi gerçekleştirdiler, bildiğimiz soykırım savaşını açıkça yürütmeye başladılar.
ERDOĞAN TÜRKİYE’Yİ TEHLİKELİ BİR YÖNE GÖTÜRÜYOR
Türkiye’de yaşanan siyasi kriz ve Türk Başbakanı Davutoğlu’nun istifasıyla sonuçlanan süreci Kürt Özgürlük Hareketi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sadece siyasi bir kriz yaşanmıyor. Bununla birlikte diplomatik, ekonomik, toplumsal, kültürel, kimliksel krizler de yaşanıyor. Bu krizlerin hepsi birbirini derinleştiriyor. Bu Türkiye’yi oldukça tehlikeli bir yöne doğru götürüyor. Bu krizleri derinleştiren, buna yol açan Erdoğan ve AKP olduğu için, bu krizler aynı zamanda Erdoğan ve AKP’yi de, genel olarak Türkiye’yi de kendileriyle birlikte oldukça tehlikeli bir yöne doğru götürüyor. Bu durum hem Türkiye’de sorunlara, çatışmalara, tartışmalara yol açıyor; hem de uluslararası alanda tartışmalara yol açıyor. Erdoğan ve AKP’nin izlediği siyaset, uluslararası alanda kuşkuyla karşılanıyor. Onun için birçok güç Türkiye’nin bu gidişatının kendilerine de zarar vereceğini düşünüyor. Çünkü Türkiye bir NATO ülkesidir. Dolayısıyla Türkiye’deki bütün gelişmeler, olumlu ve olumsuz anlamda hem NATO’yu, hem kapitalist modernist sistemi etkiliyor. Hem de Ortadoğu bölgesini etkiliyor. Bu siyasetin uluslararası alana, Ortadoğu’ya Avrupa’ya, Amerika’ya yansımaları olumsuzdur. Onun için uluslararası alanda, sadece KDP, DAİŞ, Katar, Suudi Arabistan, Erdoğan ve AKP politikalarını destekliyor. Bunun dışındaki güçler Türkiye’yi korumaya çalışıyor. Erdoğan ve AKP ile yürütülen siyasetle çelişkileri olmalarına rağmen Türkiye’yi korumaya çalışıyorlar. Çünkü Erdoğan ve AKP politikaları Türkiye’ye büyük zarar veriyor. Ortadoğu’ya, NATO’ya, kapitalist sisteme zarar veriyor. Onun için Türkiye’yi korumaya çalışıyorlar. Türkiye’yi korumak da Erdoğan ve AKP siyasetlerine karşı mücadele etmeyi gerektiriyor. Çünkü bu siyaset Türkiye’yi tehlikeye götürüyor, sistemi tehlikeye götürüyor. Eğer Türkiye korunacaksa, sistem korunacaksa, o zaman Türkiye’nin sisteminin Erdoğan ve AKP politikalarından kurtarılması gerekiyor. Başka türlü ne sistem, ne de Türkiye korunamaz. Bu konuda uluslararası güçlerin çok ciddi sıkıntıları var. Bu zaman zaman kendisini ortaya koyuyor. Erdoğan ve AKP’nin açıklamalarında bundan dolayı duyulan rahatsızlıklar dile getiriliyor. Bu ciddi bir sorundur. Bu açıdan bu çelişkili, çatışmalı durum böyle devam edemez.
AKP İÇİNDE ÇATLAKLAR DERİNLEŞİYOR
İç politikada uygulanan politikalar da giderek toplumun bir kesiminde rahatsızlıklara, tepkilere yol açıyor. Erdoğan ve AKP politikalarının Türkiye’yi tehlikeye götürdüğünü görüyorlar. Bütün demokrasi güçleri, Erdoğan ve AKP politikalarından rahatsız olan güçler; Türkiye’yi bu politikalarından nasıl kurtarabiliriz, bunu tartışıyorlar. Giderek bu tartışma gelişiyor, güçleniyor. Hatta Erdoğan ve AKP’nin izlediği politikalar, AKP içerisinde bile çatlaklıklara, sorunlara yol açıyor. Artık AKP’yi iktidar yapan İslami kesim, halk kesimi taban, Erdoğan ve AKP politikalarının İslamiyet’le alakalarının kalmadığını, İslamiyet’e zarar verdiğini tartışıyorlar. Erdoğan ve AKP’nin bu tabandan koptuğunu, İslamiyet’ten koptuğunu, onu tahrip ettiğini ve ona zarar verdiğini düşünüyor ve tartışıyorlar. Onun için AKP de ciddi sorunlar yaşanıyor. Dikkat edilirse Erdoğan’la birlikte AKP’yi kuran kurucular, önde gelen, kamuoyunca tanınan kurucularının hiç biri şu anda AKP’de yer almıyor. Hepsi AKP’den dışlandı. Hatta bazılarının kuruculukları bile silindi. Bunlara karşı da Erdoğan, AKP yönetimi, basını teşhirler yaptı. Bütün olumsuzlukları onlara yüklemeye çalışıyorlar, kendilerini bu temelde temize çıkarmaya çalışıyorlar. Onun için AKP’de çatlaklıklar ve sorunlar giderek derinleşiyor. Hem parti içerisinde, hem de parti politikası, yönetimiyle, tabanı arasında çelişki ve çatışmalar derinleşiyor. Davutoğlu, bu çelişki ve çatışmaların sonucu olarak dışlandı.
Davutoğlu, Erdoğan’ın talimatlarını uygulamıştır. Hem de Erdoğan’ın istediği tarzda uygulamıştır. Ama buna rağmen sonuç alamadıkları için, bundan Davutoğlu’nu sorumlu görerek Davutoğlu’nu dışlamıştır, harcamıştır. Onun için Davutoğlu bir tarafa atılmıştır. Erdoğan herkesi kullanıyor, artık kullanamayacak duruma gelince onları dışlıyor. Bu Erdoğan’ın siyaset tarzıdır. Bu diktatörlerin siyaset tarzıdır. Her şeyi kendilerine kurban edenlerin siyaset tarzıdır. Uluslararası alanda ‘kardeşim’ dediği hatta birlikte ortak toplantılar yaptığı güçleri bir çırpıda sattı. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da bunu herkes biliyor. Yine Türkiye’de bir dönem ittifak yaptığı Fethullah Gülen’i sattı. Yine AKP’de birlikte yola çıktığı birçok arkadaşını dışladı, ezdi. Bu Erdoğan’ın siyaset tarzıdır. Kullanabildiğini kullanıyor, artık kullanamaz duruma gelince bütün suçları onlara yüklüyor, kendini temize çıkarmak için onların hepsini satıyor, eziyor, dıştalıyor, etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Bütün diktatörlüklerin dünyada yaptıkları da benzerdir. Erdoğan belli ki, M. Kemal ve Hitler’i çok iyi araştırmış. Onlardan epeyce sonuçlar çıkarmış, kendini o temelde eğitmiş. Geliştirdiği bütün taktikler, onların uyguladığı taktiklere benziyor. Yine Abdülhamit’i iyi incelemiş, Abdülhamit’in geliştirdiği taktikleri uyguluyor. Onun için Erdoğan’ın zihniyetinde demokrasi ve İslamiyet yoktur. İslamiyet’i de, demokrasiyi de kendi diktatörlüğünü gerçekleştirmek için kullanıyor. Bir dönem herkesi aldattı. Uluslararası alanı aldattı, Ortadoğu’yu aldattı, Türkiye toplumunu aldattı. Kendisine oy veren, İslamiyet’e gönül verenleri, hepsini aldattı. Ama yürütülen Kürt Özgürlük mücadelesiyle artık bütün gerçekliğiyle ortaya çıkıyor. Hani ‘Kral çıplak’ derler ya, Erdoğan bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Artık kimseyi aldatamamakta, kendini gerçeğini gizlememektedir. Açık açık, herkesi baskı altına alıyor, eziyor, tutukluyor, susturuyor. Açıkça, ya benim dediklerimi kabul edersiniz, ya da düşmansınız, hainsiniz, deyip üzerine gidiyor. Herkesin kendisine boyun eğmesini istiyor. Dediklerinin tartışmasız herkesçe kabul edilip uygulanmasını istiyor. Herkesin kendisine hizmet etmesini istiyor. Hizmet etmeyen, birazcık muhalefet eden kim varsa, eleştiren kim varsa, hepsine hain damgasını vurup etkisizleştiriyor. Sürekli şunu tekrarlıyor; tek dil tek millet, tek devlet, tek din diyor ve bunu gerçekleştiriyor. Yaptıkları budur aslında.
FATURA DAVUTOĞLU’NA KESİLDİ
Davutoğlu Erdoğan’a biat eden biriydi. Erdoğan’ın politikalarını uygulayan biridir. Erdoğan hangi talimatı vermişse, tartışmasız uygulamıştır. Ama Erdoğan’ın bu politikaları sonuç vermeyerek, AKP’yi de, Türkiye’yi de tehlikelerle yüz yüze getirdiği için, bunun faturasını Davutoğlu’na ödetmiştir. Davutoğlu’nu harcayarak, bütün politikaları güya onun üzerine yıkarak kendisini temize çıkarmak istemiştir. Bu temelde kendisini, AKP’yi kurtarmaya çalışıyor. Ama kurtaramayacağı artık ortaya çıkmıştır. Davutoğlu’nun harcanması, ne AKP’yi, ne Erdoğan’ı çıkmazdan kurtaramaz. Yaşadıkları çıkmazı daha da güçlü yaşayacaklardır. İzledikleri bu politikalarla kendilerini yalnızlığa ve ölüme mahkum etmektedirler. Bunu artık herkes tartışabiliyor, görebiliyor.
Bundan sonraki süreçte AKP’de bir çözülme bekliyor musunuz? Önümüzdeki dönemde neler yaşanabilir?
Şimdiye kadar Türkiye’de kim ki, Kürt soykırımını, fiziki kırımını, asimilasyonu geliştirmede ısrar etmişse hepsi yok olmuştur. En son Çiller; ya bu iş bitecek, ya bitecek, demişti. Bitiremediği için kendisi bitti. Şimdi Erdoğan da bitireceğim, diyor. Hatta ‘bitirdim’ diyor. PKK’ yi yendim, diyor. Bu mesajları yayıyor, aynen Çiller gibi. Hatta Çilleri de aşan bir tarzda bunu geliştiriyor. Psikolojik savaşı Çillerden daha güçlü geliştiriyor. Bütün tekniği, Türkiye’nin bütün savaş olanaklarını son sınırına kadar kullanıyor. Güya bununla sonuç almak istiyor, hatta aldığını söylüyor. Bununla güya herkesi yürüttüğü savaşa, yaptığı katliamlardan sonuç aldığına inandırmak istiyor. Halbuki tam tersi bir durum gelişiyor. Tarihe bakalım, kim ki Kürt özgürlük hareketini bitirmek istemişse, kendisi bitmiştir. Birçok hükümet, parti, Genelkurmay başkanı, Cumhurbaşkanı bu temelde bitmiştir. Kürt özgürlük hareketi sürekli gelişmiştir. Şimdi Erdoğan da aynı akıbetle karşılaşacaktır. Zaten AKP’de yaşananlar, yine bunun topluma, uluslararası alana yansımaları, aynı akıbeti yaşayacağını çok net ortaya koymaktadır. Bütün soykırım politikaları; PKK için, Kürtler için, bütün onurlu insanlar için, demokrasi ve özgürlükten yana olan güçler için daha çok mücadele etmenin, başarmanın gerekçesidir. Bugüne kadar da hep öyle yürütülmüştür. Birçok hükümet, parti, genelkurmay, cumhurbaşkanı, başbakan, savunma bakanları, bütün güçleri kullanarak sonuç alacaklarını söylemiş; Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı, bütün bunları daha çok mücadele etmenin gerekçesine dönüştürmüştür. Onun için sonuç alamamışlar ve kendileri bitmiştir.
ERDOĞAN KÜRTLERİN DÜŞMANIDIR
Şimdi Erdoğan bunları da aşan, bunların da tecrübelerinden yararlanan bir soykırım politikası geliştiriyor. Bunu sadece Kuzey’de geliştirmiyor. Erdoğan, Kürtlerin düşmanıdır. Bütün parçalardaki Kürtlere düşmanlık yapıyor. Kürtlere düşmanlık yaparak, şovenizmi, milliyetçiliği güçlendirip, ona dayanarak ayakta kalmaya, iktidarını korumaya çalışıyor. Bu ise bütün Kürtler için, özellikle de PKK açısından daha çok mücadele etmenin gerekçesidir. Onun için geliştirdikleri çökertme planı, şimdi kendi çöküşleri yönünde gelişiyor. Geçmişte kimse buna fazla ihtimal vermiyordu. Ama şimdi olup bitenlerden bunu herkes görebiliyor. Herkes PKK’nin geliştirdiği mücadelenin ne kadar doğru ve haklı olduğunu söylüyor.
ZAMANINDA TUTUM ALINABİLSEYDİ…
Özellikle Alevi halkımız diyor ki; ‘KCK bizi zamanında uyardı, ama biz fazla bu uyarıları ciddiye almadık. Meğer, bu uyarılar doğruymuş, bakın bugün Aleviler üzerinde bir yok etme politikası yürütülüyor. Bizim bunu görmemiz gerekiyor. Bizim Kürtlerle kaderimizi birleştirip yok etme politikalarına karşı durmamız gerekiyor.’ Bu doğru bir tutumdur, gecikmeli de olsa içine girilen tutum doğrudur. Ancak birleşilirse, birlikte direnilirse, bu yok etme politikaları boşa çıkartılır. Demokrasi güçleri, Kürtler, Aleviler, Çerkezler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, sol güçler, başarı elde edebilir. Başarının yolu direnmekten geçiyor. Yaşamanın yolu direnmekten geçiyor. Başka türlü yaşanamayacağını, gelişmeler çok net bir biçimde, acı da olsa kavratıyor. Biz isterdik ki, zamanında herkes bunu görebilseydi, tutum alabilseydi. Ama gecikmeli de olsa bunun görülebilmesi, tutumların alınmış olması, oldukça önemlidir. Bunun derinleştirilerek geliştirilmesi gerekiyor.
PKK, ŞENGAL’E MÜDAHALE KARARI ALDI
Kürdistan’da AKP’nin yürüttüğü topyekun savaş konseptine karşı ortaya konulan tarihi demokratik özerklik direnişi, sürece nasıl bir etkide bulundu? Yaşanan siyasi krizi Kürdistan’da devletin yürüttüğü savaşın sonucu olarak değerlendirmek mümkün mü?
Uluslararası komployla aslında Apocu hareket etkisiz kılınmak istendi. Sonuç almak için birçok taktik uygulandı. Buna bağlı olarak AKP iktidara getirildi. AKP geçmiş politikalardan farklı bir politika uygulayacağını kamuoyuna açıkladı. Türkiye’yi demokratikleştireceğini, Kürt sorununu siyasi yöntemle çözeceğini söyledi. Bu tamamen bir aldatmaydı, oyalamaydı, zaman kazanmaydı. Bu temelde iktidarını sağlamlaştırmaydı, istediği rejimi Türkiye’ye oturtmaktı. Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etmekti. Uluslararası komployla bazı adımlar atılmıştı. AKP ile bu tamamlanmak isteniyordu. Savaşla sonuç alınamıyordu. Bu tarz bir taktikle hareket tasfiye edilmek isteniyordu. Hiçbir zaman Türk faşist sömürgeci devleti, Erdoğan, AKP, onun Kürt ve uluslararası dayanakları, böylesi bir dönemde Kürt Özgürlük Hareketinin hamleler yapabileceğini, uluslararası komployu zayıf düşürebileceğini, PKK hakkındaki olumsuz algıları değiştirerek yeni algılar oluşturabileceğini, gelişme yaratabileceğini düşünmüyorlardı. Ama DAİŞ’in saldırısıyla Şengal, Êzidî halkı katliamla yüz yüze gelince PKK, Şengal’e müdahale kararı aldı. Bu müdahaleye Şengal’in bir bütün ele geçirilmesi önlendi. Êzidî halkımızın soykırımı önlendi. Bu hem Türk halkında, hem uluslararası güçlerde PKK lehinde bir gelişmeye yol açtı. Yine bunun üzerinden Kobani’deki direnişin gelişmesi, var olan olumsuz algıları daha da zayıf düşürdü. PKK hakkında yeni olumlu algılar geliştirmeye başladı. Herkes PKK gerçeğini anlamak istedi. Geçmişte PKK hakkında geliştirilen bütün propaganda ve kararların gerçeği yansıtmadığını, sorgulamaya başladılar. Giderek o olumsuz algılar değişmeye başlayarak daha olumlu algılar gelişti.
KOBANE SALDIRISINI ERDOĞAN ORGANİZE ETTİ
Önder Apo’nun yürüttüğü Türkiye’deki zihniyeti değiştirme, Türkiye’yi demokratikleşme, Kürt sorunu dahil bütün sorunları bu temelde çözme çabaları bütün bu adımlarla birleşince komplo oldukça zayıf düştü. Hareket, Türk halkı içinde, Ortadoğu’da, uluslararası alanda önemli bir gelişmeyi yaşadı. Bu durum, uluslararası komplodan yarar sağlamak isteyen güçler açısından tehlikeli bir gelişme ortaya çıkardı. Bunu önlemek için savaş kararı alındı. Savaş kararı, Kobani’nin düşürülememesinden sonra alındı. Birçoklarının sandıkları gibi daha sonra savaş kararı alınmadı. O dönemde savaş kararı alındı. Aslında Kobani’ye DAİŞ in saldırısı Erdoğan’ın koordine ettiği bir savaştı. Kobani saldırısı, alınan savaş kararının uygulanmasıydı. Onun için Erdoğan, ‘Kobani düştü, düşecek’ diyordu. Arkasından Afrin düşecekti. Bu Rojava devriminin tasfiyesiydi. Bunun üzerinde Kuzey devriminin tasfiyesi gerçekleşecekti. Planlama bu temeldeydi. Bu planlamayı da Türkiye’de savaşı koordine eden Erdoğan koordine ediyordu. Tasfiyeyi gerçekleştirmek istiyordu. Gelişmenin önünü böylece alarak, tasfiyeyi gerçekleştirmek istiyordu.
30 EKİM 2014 SAVAŞI PLANI
Kobani’nin tasfiye olmaması, Rojava devriminin Kürtler içerisinde, uluslararası alanda büyük bir itibar kazanması, herkese ruh vermesiyle, bu savaş kararı, Kuzey’de yürütülecek biçimde değiştirildi. Onun için Davutoğlu itiraf ederek, Kobani’nin etrafındaki gelişmeler ortaya çıkınca, ‘Ben polis ve askere savaşa hazır olun, talimatı verdim’ dedi. Kuzey’de savaş kararı o zaman gündeme getirildi. Arkasından ordu, bu talimatın gereği olarak similasyon planı, yani ‘Çökertme Planı’ diye bir savaş planı hazırladı. Bu plan, MGK’ya 30 Ekim 2014’de getirildi ve orada kararlaştırıldı. Bu karar ilk olarak Önder Apo’ya karşı uygulandı. Savaşın geliştirilebilmesi, tasfiyenin gerçekleştirilebilmesi için Önder Apo’nun bütün dünyayla bağının kesilmesi, işkence altına alınması gerekiyordu. Tecrit içinde tecrit bu kararın uygulanmasıydı. Bunun üzerinden Silivri’deki Özel Harp Dairesinin güçleriyle, Jitemciler, Ergenekoncular ile görüşmeler yaptılar. Ve anlaştılar.
POLİS VE ASKERE GÜVENCE VERİLDİ
Silivri davasını bitirdiler. Çünkü savaş kararı almışlar, Önderliğe karşı bu kararı pratikleştirmişlerdi. Başka adımların da atılması gerekiyor ki, büyük bir tasfiye savaşı geliştirilebilsin. Bunun için de Silivri’dekilerin bırakılması gerekiyordu. Sadece bırakmak da yetmez, onların bir daha yargılanmaması için de güvencelerin verilmesi gerekiyordu. Yine onların savaşta, görevlendirilmeleri gerekiyordu. Çünkü Kürdistan’da, Kürt halkına karşı savaşan en tecrübeli kesimlerdir. Bu temelde anlaşma yapıldı. Bunun üzerine ‘iç güvenlik’ adıyla bir paket parlamentoya getirildi. Bu paket Silivri’deki anlaşmanın bir gereğiydi. Polis ve askeri güvence altına almanın kararlarıydı. Yoksa polis ve asker savaşamazdı. Savaşa bilmesi için hem onların bırakılması, hem görev verilmesi, hem de bu yasanın çıkarılması gerekiyordu. Bunun arkasından HDP şemsiyesi altında toplanan bütün demokrasi güçlerine karşı kontrollü bir savaş yürütüldü. Ve bunlarla 7 Haziran seçimlerinin kazanılacağı düşünüldü. Arkasından 8 Haziran’da büyük bir askeri saldırıyla gerilla ezilecekti, Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilecekti. 7 Haziran’da düşündükleri gerçekleşmedi. Çünkü Önder Apo ve PKK onların bu savaş planına karşı Dolmabahçe mutabakatını geliştirdi, bütün demokrasi güçlerini parlamentoya girmesi için çaba yürüttü. Bu iki çaba sonuç verdi ve toplumu etkiledi, toplumu rahatlattı. Toplum artık Türkiye’nin demokratikleşme yönünde gelişeceğini, sorunların bu yönde çözüleceğine inandı. Bu toplumda böyle bir etki yaratırken uluslararası güçlerde, Türkiye’deki ulus devlet güçlerinde, faşist-özel harpçi güçlerde farklı sonuçlar yarattı.
ULUS DEVLET 7 HAZİRAN’DA ÇÖKTÜ
Türkiye’de ulus devlet, onun rejimi ve siyaseti 7 Haziran’da çökmüştü. AKP iktidardan düşmüş, Erdoğan’ın başkan olma hayalleri suya düşmüştü. Hatta yargılanmanın yolu açılmıştı. Bu hem Erdoğan, hem AKP, hem ulus devlet güçleri yine faşist güçler, özel harpçi güçler açısından çok ciddi bir tehlike demekti. Erdoğan’ın etrafında ittifak yapmazlarsa, kendilerini kurtaramazlar, rejimi kurtaramazlardı. Türkiye demokratikleşme yönünde, demokratik cumhuriyet temelinde gelişecek, Kürt sorunu dahil bütün sorunlar demokratik tarzda çözülecekti. Bu demokrasi güçlerinin, Kürt halkının büyük kazanması anlamına gelirken, ulus devletin, özel harpçilerin, faşistlerin ise kaybetmesi anlamına geliyordu. Türkiye bir NATO üyesi olduğu için, tabii ki bu NATO’nun, kapitalist modernitenin ve onun Ortadoğu politikalarının da önemli ölçüde zarar görmesi anlamına geliyordu. Onun için uluslararası güçler de zarar görmemek için Erdoğan’la anlaştılar. İçte ve dışta Erdoğan’la anlaşma oldu. Bu temelde 7 Haziran gecesi darbe gerçekleştirildi.
DARBE GERÇEKLEŞTİ
Devlet Bahçeli, 7 Haziran seçim sonuçları açıklandığında, Kasım’da seçimler olacak, dedi. Bu aslında yapılan seçimlerin, parlamentonun kabul edilmeyeceği, darbenin gerçekleştirileceğini çok açık ifade ediyordu. Artık kontrollü savaşın işe yaramadığı görülmüştü. Bunun bir tarafa itilmesi gerekiyordu. Uluslararası bazı güçlerin de desteği alınmıştı. İçte de bütün faşist, ulusal, devletçi, özel harpçilerin ittifakı sağlanmıştı. Bu ittifaka dayanarak darbenin geliştirilmesi artık açıkça savaşın geliştirilmesi gerekiyordu. Bütün ulusal, uluslararası yasaların, savaş yasalarının bir tarafa itilmesi; savaş suçu, insanlık suçu dahil her suçu işleyerek ‘tehlikenin’ önünün alınması gerekiyordu. Rejimin tehlikeden kurtarılması gerekiyordu. Çünkü bu rejim, çöken bir rejim ancak savaşla korunabilirdi, başka türlü korunamazdı. Demokratikleşme yönünde adım atılmadığına göre savaşla korunması gerekiyor. Savaşın da çok şiddetli yürütülmesi gerekiyor. İradelerin kırılması gerekiyor, vahşetin sergilenmesi gerekiyor. Belki o zaman rejim korunabilir. Bu anlayış ve mantıkla savaş yürütüldü. Aslında Kobani’de savaş planları darbe yemişti. 7 Haziran’da ikinci bir darbe yedi. Onun üzerine bildiğimiz bu kirli soykırım savaşı geliştirildi.
PKK GELİŞMELERİ DOĞRU DEĞERLENDİRDİ
Darbeyi yaparlarsa, iç ve dış ittifaklar da sağlanmış, büyük bir soykırım savaşı yürüterek sonuç alabileceklerini hayal ediyorlardı. Bunu da kış mevsimine denk getirerek, kışın bitireceklerini, Newroz’a sorunu bitirmiş, tasfiyeyi gerçekleştirmiş olarak çıkacaklarını düşünüyorlardı. Tabii ki PKK bütün bu gelişmeleri doğru değerlendirdi. 7 Haziran’da bir darbenin gerçekleştiğini, soykırım savaşının üst bir aşamada yürütüleceğini gördü. Buna karşı Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Kürt halkının, demokrasi güçlerinin onların kazanımlarının korunması gerektiği kararına vararak, mademki merkezde, parlamentoda sorunlar çözülmeyecek bunun önü alındı, o zaman Kürdistan’da demokrasinin, özgürlüğün geliştirilmesi gerekiyor, dedi. Demokratik özerkliğin geliştirilmesi tamamen bunu ifade ediyor. Faşist diktatörlüğe, soykırım politikalarına karşı direnmek, direnişle bütün kazanımları korumak amaçlandı. Eğer direnme içine girilmezse, bu kazanımların korunamayacağı, bütün kazanımların kaybedileceği, tasfiyenin, soykırımın gerçekleşeceği bilindiğinden buna karşı direnmeye geçildi.
ÖZYÖNETİM DİRENİŞLERİ KAZANDI
Demokratik özerklik direnişi bunu ifade ediyor. Tabii ki onlar böyle bir direnişin gelişeceğini tahmin etmiyorlardı. Rahatlıkla ‘Çökerme Planını’ başarıya götüreceklerini, sonuç alacaklarını düşünüyorlardı. Ama direnişin gelişmesi, bu çökertme planını da çökertti. Savaş kararları nasıl ki Kobani’de darbe yediyse, 7 Haziran’da da ikinci bir darbe yedi. Üçüncü bir darbeyi de burada yedi. Onun için bedelleri ağır da olsa, zorlukları büyük de olsa, bu direniş kazandı. Onların çökertme planı çökertildi. Plan tersine dönmeye başladı, tersine döndü, direniş kazandı. Özyönetim direnişleri kazandı. Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt halkı kazandı. Bu kazanma, büyük zorluklar ve bedeller ödenerek gerçekleşti. Bu direnme sadece Kürtleri, Kürt Özgürlük Hareketini koruma direnişi değil, Türkiye’deki demokrasiyi, özgürlük değerlerini koruma direnişi, insanlığı koruma direnişidir. Bu direnişte yaşamını kahramanca ortaya koyan çok değerli insanlar var. Halktan insanlar, halk meclislerinin eş başkanları var. Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Pakize Nayır gibi. Yine bunun yanında birçok değerli belediye meclis üyeleri, kent meclis üyeleri var. Halktan, yurtseverler var, gençler, kadınlar, çocuklar var. Her düzeyde insanlar var.
BAŞ EĞMEDİLER, TESLİM OLMADILAR!
Bu kahramanlar, insanlığın abideleridir. Mehmet Tunç’un dediği gibi; insanlık her zaman onlarla onur duyacaktır. Çünkü onlar sadece bu halkın değerleri değil, insanlığın da büyük değerleridir. Onlar insanlığı yaşatmak için yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Bunlar büyük direnişlerdir. Büyük öncülerdir. Büyük halk kahramanlarıdır. Özellikle Kürt halkı bunlarla ne kadar övünse, o kadar haklarıdır. Çünkü baş eğmediler, teslim olmadılar. En zor koşullarda olanaksızlıklar içerisinde, büyük bir zulüm vahşet karşısında, dünyada hiç kimsenin ortaya koyamadığı direnişleri ortaya koydular. Büyük direnişlerle, çökertme planını çökerttiler. Onun için halkımız, Türkiye demokrasi güçleri, insanlık onlara borçludur. Bu borcu her şart altında ödemelidir. Biz PKK olarak, bu borcumuzu her koşul altında ödeyeceğimize dair halkımıza, demokrasi güçlerine ve insanlığa söz verdik. Ve bu sözümüzü de mutlaka yerine getireceğiz.
Demokratik özerklik direnişi önümüzdeki dönem açısından farklı bir seyir izleyecek mi?
Demokratik özerklik için büyük bir mücadele yürütüldü. Onun için büyük bedeller ödendi, zorluklar yaşandı. Bütün bu şehadetler, bu zorluklar, hep bir statü elde etmek için yaşandı. Artık bu statü ortaya çıkartılmıştır ve kazanılmıştır. Bunun gerisine artık düşülemez. Bunun gerisinde artık herhangi bir tartışma yürütülemez. Bütün tartışmaların demokratik özerkliğin geliştirilmesi ve başarıya götürülmesi temelinde yürütülmesi gerekiyor. Doğru olan budur. Belki en zor koşullarda bu direniş hamlesi başlatıldı. Yeterince hazırlıkların olmadığı bir dönemde başlatıldı. Onun için bazı eksiklik ve hataları içerisinde barındırarak başlatıldı. Ama buna rağmen de büyük sonuçlar yarattı. Gerçekten Kürt halkına ve insanlığa büyük kazandırdı. Faşist soykırım planlarına, çökerme planlarına büyük bir darbe vurdu. Erdoğan ve AKP gerçeğini faşist Türk sömürgeci devletin gerçeğini, herkesin anlayabileceği tarzda ortaya koydu. Hiç bir zaman Kürt halkı bu kadar sorgulamamıştır. Erdoğan ve AKP’yi bu kadar sorgulamamıştır, yaptıklarıyla Kürt halkının sorgulamasına yol açtı. Kürt halkının Erdoğan’ı, AKP’yi, Türk devletini daha iyi tanımasına yol açtı. Onun için giderek Kürt halkı, demokrasi güçleri, vicdan sahibi olan tüm onurlu insanlar bu devlet iktidarından kopmayı kendisine esas aldı. Haklarla birlikteliği, demokrasi güçleriyle birlikteliği, daha fazla kendilerine esas alıyorlar. Demokrasi güçleriyle, halklarla, sol güçlerle, farklı kültür ve dinlerle birleşerek, yani toplumun ezilen bütün kesimleriyle, toplumun en alt kesimleriyle birleşerek; devlet iktidarına, bu zalimliğe, faşizme, soykırıma karşı mücadele etmenin daha çok gerekli olduğuna inanıyorlar ve bu temelde zihniyetlerini, kişiliklerini şekillendiriyorlar. Doğru olan zaten budur.
DAYANIŞMA GÜÇLENDİRİLMELİ
Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin birliklerini geliştirmeleri gerekiyor. Daha çok kendilerini bilinçlendirmeleri, örgütlemeleri ve bu temelde mücadelelerini yükseltmeleri gerekiyor. Özellikle Kürt halkının kendi içerisinde birliğini, dayanışmasını güçlendirmesi gerekir. Bütün olanaklarını birlikte paylaşması gerekiyor. Kendi şehrine, mahallesine, evine, köyüne, arazisine, kendilerinin dışında başkalarının yerleşmesine asla müsaade etmemesi gerekiyor. Yine devletin yakıp yıktığı evlerinin, yerlerinin devlet tarafından el konulmasına müsaade etmemesi gerekiyor. TOKİ adı altında güya yeni yapılanmalara müsaade etmemeleri gerekiyor. Faşist Türk sömürgeciliği, yerli işbirlikçi hain Kürtleri de kullanarak aslında soykırımı gerçekleştirmeye çalışıyor. Sadece fiziki katliamlar yapmıyor, sadece asimilasyonlar geliştirmiyor, demografyayı da değiştirmek istiyor. Kürtlerin yerine başka halkları yerleştirmek istiyor. Kürtleri şehirlerinden, mahallelerinden, köylerinden, arazilerinden ülkelerinden çıkarmak istiyorlar. Yine Kürtleri ekonomik olarak çökertmek istiyor. Bir ekmeğe muhtaç duruma getirmek istiyor. Bu tarzda iradelerini kırıp teslim almak, satın almak istiyorlar. Bu kadar şehirleri yakıp yıkmasının nedeni, orada halkın yaşam koşullarını ortadan kaldırmak içindir. Yaşamak istiyorsan, bunun yolu bana teslim olmaktan geçiyor, kendini inkar edeceksin, kendini yok edeceksin, benim hizmetime gireceksin, o zaman fiziki olarak seni yaşatırım. Bunu gerçekleştirmek istiyorlar.
BÜTÜN MÜCADELE YÖNTEMLERİ MEŞRUDUR
Kürt halkının onuruna sahip çıkması gerekiyor. Kimliğine, değerlerine sahip çıkması gerekiyor. Belki zorlanabilir, belki birçok imkanını kaybedebilir. Maddi olarak zorluklar yaşayabilir, hatta belki aç bile kalabilir. Asla gerçekliğinden ve mücadelesinden taviz vermemelidir. Bu onun için su, ekmek, hava kadar zorunludur. Nasıl ki bir insan, havasız ekmeksiz susuz yaşayamıyorsa, Kürt halkı da kimliksiz, kültürü, dili, değerleri olmadan yaşayamaz. Kürt halkı ancak Kürdistan’da, kendi köyünde, kendi arazisinde, kendi şehrinde, mahallesinde, evinde, kendi değerleriyle yaşayabilir. Bunlardan koptu mu, bir ağacın kökünden sökülüp başka bir yere götürülmesine benzer. O ağaç kurur, yok olur. Kürtler, o kadar yıl yürüttükleri mücadele ve ödedikleri bedeller sonucunda artık zaferi garantilemelidir. Zaferi garantilemeyen, ona hizmet etmeyen hiçbir şeyi kabul etmemelidir. Onun için öyle Arapları getirip yerleştirme kesinlikle kabul etmemeliler. Yine TOKİ’nin faaliyetlerine müsaade edilmemelidir. Devletin evlerine, arazilerine, el koymalarına izin vermemeliler. Devletin bölgedeki kültürel yapıları, tarihi eserleri yok etmelerine müsaade etmemelidir. Türk devletinin attığı her adımı, kendisinin yok oluşu gibi ele almalı, buna karşı kendini oldukça örgütlü, disiplinli kılmalı, mücadele etmelidir. Bütün mücadele yöntemlerini kullanmalıdır, meşrudur. Eğer Kürt halkı bunu yaparsa, kendi içinde dayanışmasını, birliğini güçlendirirse bütün imkanlarını paylaşırsa, birbirine sahiplik yaparsa, özgür yaşamın dışında bir yaşamı kabul etmezse, kesinlikle Kürt halkı büyük kazanacaktır. Büyük kazandığı gibi Ortadoğu halklarına, insanlığa da büyük kazandıracaktır.
DİRENİŞ TÜM KÜRDİSTAN’A YAYILMALI
Belki şimdiye kadar direniş belli yerlerle sınırlıydı. Artık bu direnişin belli yerlerle sınırlı kalmaması gerekiyor. Bütün Kürdistan’ın şehirlerine, köylerine yayılması gerekiyor. Türkiye’nin her yerine yayılması gerekiyor. Bu yürüyüşlerle, protestolarla olur, serhildanlarla olur. Demokratik eylemliklerle, ittifak geliştirerek birlikte mücadele geliştirerek olur. Askeri eylemlerle olur. Yani birçok biçimde bu direniş geliştirilebilir. Eğer böyle geliştirilirse, halk gerilla bütünlüğü sağlanır. Kürt halkı, sol demokrasi güçleri, Türkiye halkıyla birliktelik sağlanır. Bu birliktelik ve mücadelenin karşısında hiçbir güç duramaz.
ERDOĞAN’IN VAHŞETİNİ HİTLER BİLE YAPMADI
En son gelişme olarak BM insan hakları komiserliğinin bir açıklaması oldu. Özellikle Cizre’de, Türk devleti tarafından gerçekleştirilen vahşete dikkat çekildi. AKP devlet terörü tarafından özyönetim direnişlerine karşı, halkı doğrudan hedef alan insanlık suçları işlenmişti. Bu son açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz. Cizre’de ve Sur’da yaşanan vahşet gözler önündeyken, insan hakları kurumları şimdiye kadar seslerini çıkarmadılar. İşlenen savaş ve insanlık suçlarından dolayı bir yargılama süreci başlayabilir mi?
BM, Cizre’de belgeli olarak, 100 kişinin yakıldığını, hem de diri diri yakıldığını açıkladı. Bunlar dedi, somuttur belgelidir. Türk devletini bu katliamları bağımsız bir güç tarafından araştırılması için onay vermesini istedi. Türkiye onay vermiyor. Çünkü onay verirse gerçekten insanlık suçu işlediğini, savaş suçu işlediğini, soykırım uyguladığını herkes görecektir. İzin vermediği, kapalı tuttuğu halde, bütün gelişmelerin uluslararası alana yansımasını önlediği halde bu BM’ye kadar yansıdı. Sanıyorum BM dışında da birçok uluslararası kuruma bu yansımış durumda. Ellerinde belgeler var, olup bitenleri biliyorlar. Şimdiye kadar ses çıkarmıyorlardı. Sanki bu politikaları benimsiyorlardı. Buna destek oluyorlar gibi bir izlenim yaratıyorlardı. Erdoğan, AKP, faşist Türk sömürgeci devleti bundan cesaret alıyordu. Onun için yaralıları katlediyor, yaralıları yakıyordu. Cenazeleri yakıyordu. Cenazeleri baltalarla parçalıyordu. Her bir parçasını bir tarafa atıyordu. Katledilen kadınların cenazelerini çırıl çıplak yapıp güya teşhir ediyordu. Kürt halkının onuruyla, değerleriyle, iradesiyle böyle oynuyordu. Katlettiği insanları, arabaların arkasına bağlayarak sürüklüyordu. İnsanları yakalayıp çırılçıplak yapıp, duvar dibine dizerek, resimlerini çekip yayınlıyordu. Evleri yakıp yıkıyordu. Şehirleri, mahalleleri yakıp yıkıyordu. Binlerce insanı zorla göçertiyordu, mezarlıkları bombalıyordu. Çocuk, hamile kadın, ihtiyar demeden herkesi katlediyordu. Hatta insanların kedi, köpeklerini, koyun, keçi ve ineklerini bile öldürüyordu. Canlı diye bir şey bırakmıyordu. Dünyada belki bunu yapan az bir güç vardır, belki de yoktur. Türk faşist sömürgeciliğinin Erdoğan ve AKP’nin Kürdistan’da yaptıklarını Hitler bile yapmamıştır.
SAVAŞ SUÇLARI ORTAYA ÇIKARTILMALI
Bizzat uluslararası kurumlar; BM, Avrupa Konseyi gibi güçler, uluslararası mahkemeler,
insanlık suçlarının, savaş suçlarının, halklara karşı işlenen soykırım suçlarının üzerinde duran, sorgulayan kurum ve güçler, eğer Kürdistan’a gelir; Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Gever’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Hezex’de, Silvan’da benzeri birçok yerde, yerinde incelemeler yaparlarsa; değil yüz kişinin yakıldığını, yüzlerce kişinin yakıldığını, her şeyin yerle bir edildiğini göreceklerdir. Kürt halkına karşı, insanlığa karşı nasıl suçlar işlendiğini daha iyi göreceklerdir. Hiçbir insanın kabul etmeyeceği, hiçbir savaşın kabul etmeyeceği suçlar işlenmiştir. Bunların ortaya çıkartılması ve mahkemelerde ele alınması gerekiyor. BM’den ve çeşitli uluslararası kurumlardan bizim istediğimiz, bunların yerinde incelenerek mahkemelere taşınmasıdır. Uluslararası insan hakları mahkemesinin kurulmasıdır. Kimin suçu varsa buraya getirilip yargılanmaları gerekiyor.
BM’nin açıklamaları çok gecikmeli bir açıklamadır. Ve gerçeklerin çok sınırlı bir biçimde kamuoyuna duyurulmasıdır. Böyle de olsa olumludur. Ama sadece açıklamayla yetinilmemesi gerekiyor. Mademki bu kadarı bile tespit edilmiş, buna bile dayanarak uluslararası bir mahkeme kurulabilir. Ortada işlenen bir insanlık suçu var, savaş suçu var. Bir halka karşı işlenen bir soykırım suçu var. Bunların ele alınması gerekiyor. Kürt halkının da istediği budur. Bizim de istediğimiz budur. Bütün demokrasi güçlerinin, vicdan sahibi olan insanlık değerlerine bağlı olan herkesin istediği budur.
AVUKATLAR HAREKETE GEÇMELİ
Bütün Kürt halkının, toplumsal kurumların, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, özellikle insan hakları kuruluşlarının bunun üzerinde ciddi durması gerekiyor. Avukatların bunun üzerinde ciddi durması gerekiyor. Avukatların her yerde belgeleri toplayıp uluslararası kurumlara ulaştırmaları gerekiyor. Uluslararası savaş mahkemesinin bu temelde harekete geçmesi gerekiyor. İnsanlık görevlerini, yine Kürt halkına karşı görevlerini, böyle yerine getirebilirler, başka türlü olamazdı. Ben öyle inanıyorum ki; avukatlar, insan hakları kuruluşları, vicdan sahibi olan bütün insanlar, duyarlı kurumlar bunun üzerinde çalışmalarını daha da aktif kılacaklardır. Çünkü yaptıkları çalışmalar biraz meyvelerini veriyor. Eğer BM bu açıklamayı yaptıysa, bu çalışmaların sonucunda yapıldı. Bu çalışmaları daha da güçlendirirlerse, sanıyorum bir uluslararası mahkemenin kurulmasına kadar gidebilir.
Türkiye’de gerçekten çok ciddi soykırımlar işlenmiş, şimdiye kadar bunun hesapları sorulmamıştır. Ermeni, Süryani, Alevi, Asuri, Rumlar vb. üzerinde de katliam ve soykırım politikaları yürütülmüş; sol ve demokrasi mücadelesi yürüten kurumlar, kişiler üzerinde de aynı suçlar işlenmiştir. Şimdiye kadar bunlardan hesap sorulmamıştır. Hatta öyle bir rejim ki, kendi Cumhurbaşkanını, kendi kuvvet komutanını bile katletmiş ve bunların hiçbir araştırması yapılmamıştır. Onun için bu devlet, bunun temsilcileri, yürütücüleri hiç çekinmeden rahatlıkla yeni soykırımlar geliştirebiliyorlar. Bu insanlık için bir yüz karasıdır. İnsanlık bunu kaldıramaz, kabul edemez, daha fazla taşıyamaz. Onun için hiç olmazsa artık gelinen noktada bütün bu soykırımların hesabının sorulması gerekiyor. Yeni soykırımlar ancak böyle önlenebilir. Türkiye halkına, Kürt halkına, demokrasi güçlerine yapılabilecek en büyük hizmet böyle olabilir.