BirGün ne yapıyor? Ali Barış Kurt

BirGün gazetesinin Pazar ekinde, Türk ulusalcısı Mine Kırıkkanat ile bir söyleşi yayımlandı...

BirGün gazetesinin Pazar ekinde, Türk ulusalcısı Mine Kırıkkanat ile bir söyleşi yayımlandı.

Gerek yönelttiği sorular gerekse de kısa bir araştırma ile söyleşide imzası bulunan Özlem Özdemir adlı muhabirin de Kırıkkanat ile aynı siyasi temayülde olduğu anlaşılıyor.

Kırıkkanat'ın, sözüm ona, Paris'teki üç devrimci Kürt kadının katledildiği suikastları konu aldığı kitabı üzerine yapılan söyleşinin muhtevası, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK ve Kürt kadınını hedef alıyor. Nasıl yapılıyor, bu? Kürt hareketinde kadının değersiz sayıldığı iddiasıyla. İçinde yer alan kadınların 'ayrı dağ ve ordu kurduğu' bir hareket, söyleşide böyle itham ediliyor. Kırıkkanat, kota koymanın bile anlamını yitireceği oranda kadının var olduğu, tam eşitliği sağlayan harekete dil uzatırken, Sakineler için "acıdım" ifadesini kullanacak kadar ileri (geri!) gidiyor. İnsanlık düşmanı DAİŞ çetelerini yenen, Rojava'da devrim yapan, iradesi dışında karar alınmayan, ülkeye ilk kez eşbaşkanlık modelini öğreten Kürt kadınına "acıyan" yazar, jineolojiden de bihaber olmalı ki, haliyle aklına "biat" suçlaması da geliyor.

ÖCALAN: VATANIN ÖZGÜRLÜĞÜNDEN DAHA ÖNEMLİ

Bu vesileyle, çok uzağa gitmeden, önce Öcalan'ın 'Çözüm Süreci' sırasında İmralı'daki bazı sözlerini hatırlatalım:

"Ortadoğu'da kadın yükselmek zorundadır. Kadın evin içinde olunca köleleşiyor. Kadına biçim vermeyi ahlaksızlık sayıyorum.

Özgür kadın bir güneş gibi doğar. 'Jin', 'jiyan' kelimeleri çok anlamlıdır. Kadınlar kudretli, özgür ve karar sahibi olmalı.

Kadın yaşamdışı bırakılmış. Kadını ezersen, kuluçka makinasıymış gibi ezersen egemen olursun tabii. Neolitik toplumun bir yansımasıdır. Kadını bu duruma getiren erkek aşağılıktır.

Her gün onlarca kadın öldürülüyor. Bu ölümler savaştan daha beterdir.

Hiçbir kadını öldürme ve kadınlara küfretme hakkımız yoktur.

Kadını özgürleştirmeyen devrim, devrim değildir. Kadını örgütlemeyen örgüt, örgüt değildir.

Benim için bir kadının özgürlüğü, vatanın özgürlüğünden daha değerlidir."

Kürt hareketinin kadın özgürlükçülüğü temelinde her şey çok açıkken, söyleşideki ithamlara "Hayır, öyle değil" saikiyle yanıt olmaya çalışmak da utanç verici. Ancak kimi yazarların, söz konusu tepkileri "sansür çağrısı" olarak algılayıp, bunun yerine yanıt verilmesini önermeleri bunu dayatmış oldu. Söyleşide açık bir ırkçılığın olup olmaması gerekmiyor. Tepkilerin ilgi alanı, egemen telakkinin meşrulaşması ve yaygınlaşmasına muhalif bir çizgiden fırsat tanınması.

KOMPLEKS

Eğer mesele Kırıkkanat'ın sadece cehaleti olsaydı, "Hep Kavgaydı Yaşamım" serisi ve yine Öcalan'ın "Erkeği Öldürmek"ini okuyarak aydınlanması tavsiye edilebilirdi ama cehaleti de aşan bir vaziyet söz konusu; yazarın kompleksi. Kırıkkanat, kendi egemen ulusunun yapamadığını Kürtlerin yapmasına tahammül edemiyor. Hakkını teslim etmek gerekir ki Kırıkkanat, erkek hakimiyetinden taraf değil ancak bunu egemen, burjuva ve ulusalcı aklıyla tatbik etmeye kalkışınca, aidiyet duygusu hissetmediği toplumlar için aynı "iyi niyetini" korumuyor. "Atatürk'ün toplumu değil de Apo'nun toplumu nasıl başarır" kompleksi ile hareket ediyor. Böylece, meselenin özü, kapitalist modernitenin gericiliği ile demokratik modernitenin ilericiliği kapsamına giriyor.

KÜRTLERİN TEPKİSİ NE ANLAMA GELİYOR?

Öte yandan bazı çevreler, söz konusu söyleşiye tepkileri "BirGün'ü yedirmeyiz" refleksiyle karşılamaya meraklı. Ağır hakaret ve çarpıtmayı değil de demokratik ölçüdeki eleştiriyi dert edinenler; Kürtlerin tepkilerinin bile kadın özgürlükçülüğü için iyi bir sınav vermeleriyle alakalı olduğunu göremiyor. Yani, örgütlü Kürt toplumu için kadının ne denli öncü güç ve değer olduğunu bu küçük çaptaki tepkilerden de anlamak mümkün.

GERÇEĞE VE MESLEĞE İHANET

Bu örnekte, muhabirin veya gazetenin, yazarın söylediklerine müdahale etme hakkı var mıydı?

Muhabir muhtemelen yazarla aynı çürük fikri paylaştığından bir 'itiraz' geliştirmiyor. 'İtiraz' bir müdahale, sansür anlamına gelir miydi? Muhabir, söyleştiği kişi ağır bir iddiada, ithamda bulunuyorsa, bunu güçlendirecek argümanlar talep etmeli. Ancak bunu yapmadığı gibi, hakaretin sahibine "Bu kitabınızı Kürtler ve kadınlar sevecektir sanırım" diyerek arka çıkıyor. Zaten söyleşinin bütününden de anlaşılacağı gibi muhabir, soru yöneltmekten ziyade daha çok sohbet havasını tercih etmiş. Böyle bir söyleşi konusunda bu yöntemi tercih etmemesi gerekirdi. Ettiyse de yazarın tepki çeken sözleri üzerine profesyonel davranmalı ve hakarete uğrayan kesimin haklarına ve hakikate sahip çıkarak metodunu değiştirmeliydi. Dünyanın imrendiği, devrim yapan kadınlara "acıyan" yazara haddini bildirmesine gerek yoktu, bu kadar açık bir tenakuza düşülmesine karşılık bir iki hatırlatma yapması kafiydi.

Ancak tekrar edersek, muhabir aynı yanılgıda veya "kötü niyette" olduğundan gazetecilik refleksini konuşturmaya ihtiyaç duymamıştır. En iyi ihtimalle, fikrini veya niyetini okumayacaksak eğer, sorumlu olarak mesleki açıdan amatörlüğünü işaret edebiliriz.

UCUZ SÜZGEÇ!

Gazetenin burada sorumluluğu olmadığını düşünmek, en başta gazeteciliğe ayıp olur. Muhalif yayın çizgisi itibarıyla BirGün, söyleşide ana-akım taklit edildiğinden haliyle sorumludur.

Benzerlerini her gün AKP/Saray medyasında okurken, BirGün'ün egemen bir yalana, çarpıtmaya, hakarete fırsat tanıyan bu kötü deneyimi tabii ki hafife alınmayacaktı.

Gazete, hatasını kabullenerek "editoryal zaaf" olarak açıklamaya çalıştı ancak bunun bir adli cinayet haberi olmadığı gerçeğinden hareketle, editörün okumadan yayına verdiği çok akla yatkın değil. Tahminim, editörün süzgecinde problem olduğu! Bu tahmini, son dönemde gazetenin çizgisindeki "oynama" güçlendiriyor.

Sadece bir güncel örnek vermek gerekirse, "Toz Bezi" filmine ilişkin geçtiğimiz ay gazetede yayımlanan "Toz Bezi'nin Hint kumaşı düşmanlığı" başlıklı yazı da, 'işçi sınıfının Kürtleştiğini', sınıfsal olarak çok daha mağdur edildiğini görmeyen mantığı temsil eden benzer bir sorumsuzluk örneğiydi. Kürtlerin sinemadaki 'görünürlüğü' bu yazının sahibinde alerjiye neden olmuştu. Soykırım ve katliamla başa çıkmaya çalışan Kürtlerin işlenen hikâyeleri, egemenliğine zeval getirmek üzereydi!

Yine bu konu özelinde, muhalif bir gazetenin egemenleri aklayan bir kitabın tanıtımı için topa girmesi de sorumsuzluk değil mi?

BirGün, muhalif bir çizgide ve dost görülmeseydi, hatası bu kadar konuşulmuyor olacaktı. Ancak BirGün'ün sorumluluklarını da bu iddiası belirliyor. Haliyle okurları ve dostlarının da çizgisine sahip çıkması adına eleştiri yürütmesi, polemik yapması garipsenmemeli.

Sicili hiçbir dönem gazeteciliğin hakkını vermediğini belli eden Hürriyet bile 1 Kasım'dan sonra AKP/Saray'a olan açık desteği üzerinden eleştiri almışken, BirGün'e sessiz kalmak garipsenmeliydi.

BirGün, maddi çıkmazını gözeterek ana-akımı taklit etmeyi düşünmemeli. Hem de dayanışma çağrıları yaparken.