BM, işgal ve sivil ölümlerin suç ortağıdır
BM’nin eğer barış ve insanlık adına bir sorumluluğu varsa, sivillerin ölümüne yol açan hava saldırılarını ve top atışlarını durmasını sağlama yönünde olmalıdır. Bu işgalin hiçbir meşruiyeti yoktur.
BM’nin eğer barış ve insanlık adına bir sorumluluğu varsa, sivillerin ölümüne yol açan hava saldırılarını ve top atışlarını durmasını sağlama yönünde olmalıdır. Bu işgalin hiçbir meşruiyeti yoktur.
Birleşmiş Milletler (BM) yetkilisi, Efrin’deki işgal harekatında sivillerin yaşamından kaygı duyduğunu söylemiş. Türkiye'nin yaptığı sivil katliamları eleştirmek isterken bunu dengelemek için de direnişçilerin sivillerin köyleri ve şehirleri boşaltmasını engellediğini ifade etmiş. İşte son zamanlarda gördüğümüz oportünist ve ikiyüzlü yaklaşımın bir örneği daha. Türkiye'yi eleştirmek için ille de Kürtlere bir eleştiri yapmak neden icap ediyor? Bu dünyada Kürtlere vurmadan, Kürtleri hançerlemeden Türkiye'ye bir eleştiri geliştirilemeyecek mi? Türkiye BM dahil dünyayı böyle mi rehin almış? Türkiye'yi karşıya almamak adına böyle kötü duruma düşmek niye? Bu, ne diplomatik dildir, ne de yapıcı dildir. Bu dil, Türk devletini zulüm ve katliama teşvik eden dildir. Bu dille AKP-MHP faşizminin suçlarına ortak olunuyor. Sonunda Birleşmiş Milletler de Türkiye'nin işlediği suçlara ortak olmuş oldu. BM’nin bu açıklamasından sonra Efrin’i işgal edenler sivilleri daha pervasızca katledecekler.
Efrin işgal harekatı tüm devletlerin ve kurumların da karakterini netleştiriyor. Kimlerde vicdan ve ahlak var, kimler ahlak ve vicdan yoksunu, sadece çıkar gereği konuşuyor bunu Efrin işgalindeki tutuma bakarak anlamak mümkün. Birleşmiş Milletler’in halkları, toplulukları, insanları değil devletleri dikkate aldığı bir kez daha görülmüştür. Aslında Birleşmiş Milletler değil de çıkarlara dayalı Birleşmiş Devletler olarak hareket ediyor. Eğer böyle olmaya devam ederlerse ismini Birleşmiş Devletler olarak değiştirmeli.
AKP-MHP faşizminin Efrin’i işgal harekatında temel stratejisi hava saldırıları ve top atışlarıyla halkı kaçırtmak, her yeri hava saldırısıyla, top atışıyla yakıp yıkmaktır. Çünkü Türk ordusunun karadan savaşma gücü kalmamıştır. Eğer hava saldırısı, rastgele top atışları olmazsa kara harekatı yapma iradesi ve gücü yoktur. Bir kara harekatı bozgunla sonuçlanırdı. Bu açıdan Rusya’dan hava harekatı izni alarak işgali başlatmıştır. Hava harekatı ve top atışları, hedeflerin tam olarak ne olduğunu bilmez. Özellikle sivillerin yaşadığı yerlerde hava harekatı ve top saldırıları yapmak kolay değildir. Ya sivil katliamları göze alacaklardır ya da bu silahlarla istedikleri sonucu alamazlar. Bu nedenle savaşı hava harekatı ve top atışları üzerine kuranlar, bu savaş stratejisi nedeniyle sivilleri göçertmek zorundadırlar.
Türk ordusunun sivilleri kaçırtma yöntemi ise uçaklar ve toplarla vurmak oluyor. Bu nedenle kamuoyunun hemen tepki göstermeyeceği kadar sivil öldürerek halkı kaçırtmaya yönelik hava saldırıları ve top atışları yapmaktadırlar. Bir taraftan sivilleri vurarak, diğer taraftan sivillerin göçmesi engelleniyor yönünde psikolojik savaş yürüterek bu amacına ulaşmak istiyor. Çünkü siviller yaşadıkları köyleri, kasabaları ve şehirleri bırakmazlarsa hava saldırıları ve top atışlarına dayalı stratejileri çöker ve işgal harekatları başarısız kalır.
Halk, Türk devletinin işgalci ve soykırımcı karakterini bildiği için ülkesini bırakmak bir yana gençleriyle birlikte direniyor. Çünkü Türk devletinin amacının işgal ve soykırım olduğunu biliyor. Tayyip Erdoğan ve bakanları “orayı işgal ettikten sonra Antep, Hatay ve Urfa’daki mültecileri oraya yerleştireceğiz” diyorlar. Bu, Kürtler ve Kürtlerle dost olan Arap, Türkmen ve diğer halkların göç ettirilmesiyle olur. Şimdi bu halk Efrin’den çıkmıyor diyerek suçlanabilir mi? Halkın çıkması engelleniyor demek, Türk devletinin isteği doğrultusunda konuşmaktır.
Bir işgal harekatı var, halk ne yapacak? BM temsilcisi halkın Efrin’i terk etmesini mi istiyor? Bir saldırı olduğunda halkın yerini yurdunu bırakması ilkesi, geleneği ya da kararı mı var? Bu nasıl mantıktır? Türk devleti uçaklarla, tanklarla bombalayarak halkı göçertmek istiyor diyerek dünyayı bu saldırıyı durdurmaya çağıracağına, halkın çıkmamasını eleştiriyor. Böylece Türk devletinin işgal saldırısının bir parçası ve destekçisi haline geliyor. Türk devleti Efrin’i ve çevresini Kürtsüzleştrime ve insansızlaştırma saldırısı yürütüyor. BM yetkilisi de böyle olmasını isteyen bir açıklama yapıyor.
Halkların direnme hakları meşrudur. Halkların topraklarını terk etmeme, topraklarını savunma hakları meşrudur. Efrin’de işgalci silahlı güçlere karşı halka dayalı bir direniş var. Halk, çocuklarıyla birlikte direniyor. Bir halk savaşı var. Zaten halk da işgale karşı hem silahlı, hem de silahsız direniyor. Bu nedenle halk “ölürüz, ama topraklarımızı terk etmeyiz” diyor. Anlaşılıyor ki BM yetkilisinin buna itirazı var. Konuşan BM yetkilisine göre direniş olmamalı. AKP-MHP faşizminin işgalci sürüleri hemen Efrin’i işgal etmelidir. Halk da bu işgalcilerin kolay işgal yapması için yerini yurdunu bırakmalıdır. BM yetkilisine sormak lazım, meşru savunma hak mıdır, yoksa bir işgalci saldırdığında halk topraklarını savunmamalı mıdır? BM yetkilisine göre halk topraklarını savunmamalı ve terk etmelidir. O zaman BM böyle bir karar alsın, bir saldırı olduğunda halklar meşru savunma yapmadan yerini yurdunu terk etsinler! BM yetkilisinin söylediği bu! Herhalde Türk devletinin bu isteğini bu yetkili bir evrensel kural haline getirmek istiyor.
BM yetkilisinin söylemesi gereken tek şey vardır. Türk devletine sivil yerleşim alanlarına hava saldırıları ve top atışları yapmayın, demeliydi. Efrin saldırısı haksızdır, suçtur demeliydi. BM bir sorumluluk yüklenecekse bu tavrı göstermeliydi. Aksine halkı ve sivilleri savunma yerine Türk devletinin yaptığı sivil ölümleri meşrulaştırarak misyonunun tersine hareket etmiştir. Zaten Türk devleti de sivil ölümlerini BM yetkilisi gibi izah ederek katliamlarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Zaten Türk devleti köylerini ve yurtlarını terk etmeyen insanları sivil olarak görmüyor. Bu nedenle yüzden fazla sivili öldürmesine rağmen “sivilleri öldürmüyoruz” diyor. Çünkü Türk devleti BM yetkilisi şahsında olduğu gibi dünyanın sağır, dilsiz ve gerçekleri görmek yerine Türk devletinin yalanlarına kulak verdiğini düşünüyor.
Şu açıktır ki, tüm Kürt halkının, demokratik insanlığın duyguları ayrı, BM yetkilisinin ayrı. BM yetkilisi ne Kürtlerin sesine kulak veriyor ne de vicdanlı, ahlaklı ve demokratik insanlığın sesine kulak veriyor. Çünkü bu sese kulak verse, vicdan ve ahlaka göre konuşsa Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP faşizmi tarafından azarlanacaklar. Bu nedenle hem nalına hem mıhına vuruyor. AKP-MHP faşizmi zaten kimseyi dinlemeden; kadın, çocuk demeden sivilleri öldürüyor. Bu nedenle AKP-MHP faşizminin sivilleri kaçırtmak için yaptığı psikolojik savaşa BM’nin verdiği destekten memnunlar. Zaten bu nedenle hemen BM yetkilisinin bu açıklamasını işleyerek sivillerin ölümüne meşruiyet kazandırma gayreti içine girmişlerdir.
AKP-MHP faşizmi sadece sivilleri öldürmüyor; uçağıyla, tankıyla, topuyla Efrin ve çevresinin doğasını ve çevresini de yok ediyor. Daha şimdiden binlerce zeytin ağacı yok edilmiştir. Ormanlara büyük zarar verilmiştir. Tarihi eser, cami demeden yakılıp yıkılıyor. Sivillerin katliamı konusunda hem nalına hem mıhına vuran BM için Efrin doğasının yakılıp yıkılması tabii ki önemli olmaz. Tarihi eserler Kürtlere ait oldu mu zaten her şey taş yığınıdır. Efrin birçok devleti, siyasi gücü kirlettiği gibi BM’yi de kirletmiştir.
Tayyip Erdoğan daha 2006 yılında “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız” diyordu. O zaman da iktidarını tehlikede gördüğünde her türlü zalimliği yapacağını söylüyordu. Nitekim bu söylemden sonra çocukların da içinde olduğu onlarca insanı katletmişti. Tayyip Erdoğan iktidarında kadın, çocuk ayırımı yapmadan birçok katliam yapılmış ve cinayet işlenmiştir. BM sadece Cizre, Sur, Şırnak, Silopi, Nusaybin başta olmak üzere Bakurê Kurdîstan şehirlerinde yakılıp yıkılan ve öldürülen sivilleri göz önüne getirseydi Türk devletinin sivilleri öldürmesini teşvik eden skandal açıklamalar yapmazdı. Efrin işgali, AKP-MHP faşist iktidarını ayakta tutmak için yapılmıştır. Bu nedenle çocuk, kadın demez sivilleri öldürür; nitekim öldürüyor da. Yüzden fazla sivilin ölümünden siviller neden yurtlarını terk etmiyor diyen BM de sorumludur; suç ortağıdır.
BM şunu da düşünmelidir; bir milyonluk ordusu olmasına rağmen Türk devleti neden hava sahası açılmadan bu işgal girişimini başlatmadı? Çünkü Türk devleti bu işgali silahlı güçler arasındaki bir çatışma sonucu yapamayacağını biliyordu. Bu nedenle her tarafı hava saldırıları, tank ve top atışlarıyla yerle bir ederek girmek istediği için Rusya’yla hava sahasının açılması konusunda kirli bir pazarlık yapmıştır. Her yeri tek bir insanın bile yaşayamayacağı kadar yakıp yıkmak ve işgal etmek istiyor. Bu nedenle sivilleri kaçırtacak kadar sivil alanlara bomba yağdırıyor. Eğer mahkum edilecekse bu kirli savaş mahkum edilmelidir. Eğer siviller göğüslerini siper ederek bu kirli savaşa karşı direniyorsa bu da insanlık açısından kutsal bir duruş olarak görülmelidir. BM’nin halka tavsiyesi, Türk devletinin kirli savaşına teslim olunması mı olmalıdır, yoksa meşru savunmasını yapması mı? Halkın taşıyla, sopasıyla göğüs göğüse işgalcilere karşı direnişi meşrudur. Bu hakkını hiç kimse sorgulayamaz.
BM’nin eğer barış ve insanlık adına bir sorumluluğu varsa, sivillerin ölümüne yol açan hava saldırılarını ve top atışlarını durmasını sağlama yönünde olmalıdır. Bu işgalin hiçbir meşruiyeti yoktur. AKP-MHP faşizmi, biz bu işgali BM hukukuna göre yapıyoruz, diyor. BM bizim ilkelerimizde ve hukukumuzda böyle bir hak yoktur diyerek karşı koymadığı için bu suça ortak oluyor. Eğer bu suça ortak olmayacaksa derhal BM ilkeleri ve hukukunda, teamüllerinde böyle bir hak yoktur diyerek tüm dünyayı bu işgale karşı çıkmaya çağırmalıdır. Yoksa BM kendini tümden bitirmiş olacaktır; kendini feshetmiş olacaktır.