'Bu kolektif direnişin başarısıdır'

Cezaevlerinde uzun süre direnen eylemciler, ortaya çıkan sonucun kolektif bir çabanın ürünü olduğunu söylüyor.

Açlık grevi ve ölüm orucu eylemcileri süreci anlatırken ortaya konulan direnişin kolektif bir mücadele sonucu olduğunu vurguluyor. Başta Leyla Güven olmak üzere tüm mahkûmlar ve de buna duyarlılık gösteren toplumsal kesimlerin, Türkiye devrimci hareketinden dostların yadsınamaz desteğinin altı çiziliyor. 16 Aralık 2018 tarihinde açlık grevine eylemcisi olan, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nden Roger Tirej Özalp de bu kolektif çabanın altını çizenlerden biri.

MUHALEFETİN ÜZERİNDEN ÖLÜ TOPRAĞI KALKTI

Roger Tirej Özalp, kolektif mücadelenin en önemli başarısının en az Türkiye devleti kadar sorumlu CPT gibi kurumların da tecridi meşrulaştıran tutumlarının kırılması olarak gösteriyor: “Ortaya çıkan bu başarı sadece zindanlardaki direnişin başarısı olarak görülmemelidir. Kolektif bir çaba ve emeğin ürünü olarak, başta Barış Anneleri ve diğer tüm muhalif, toplumsal kesimlerin direnişleri ile ortaya çıkan bir sonuçtur. Yanı sıra zindanlarda Türkiye devrimci hareketinden dostlarımızın süreci sahiplenen, madden ve manen eyleme dâhil olmaları sürecin başarısında önemli bir etkendir. Direnişin her zaman faşizme ve zorbalığın karanlığına karşı galebe çaldığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bunun somut olarak sonuçlarını, pratikte ne olacağını, yani Önder Apo üzerindeki tecridin kırılıp faaliyetlerinin özgürce yürütüp yürütemeyeceği hâsılı tecridin ne kadar kırıldığını biraz da zaman gösterecektir. Ancak kesin olan şu dur ki 2011 yılından bu yana devam eden avukat görüş yasağının aşılmış olması İmralı tecrit sisteminin yaratıcısı ve TC devleti kadar sorumlu olan CPT gibi kurumların tecridi görmezden gelen, hatta meşrulaştıran tutumları kırılmıştır. Hapishaneleri ziyaret etmeler, yıllar sonra İmralı Hapishanesine gitmiş olmaları aslında Leyla Güven’in öncülük ettiği eylemin başarısının göstergelerinden birisidir.

Eylemin aynı zamanda AKP-MHP faşizminin Kürt halkı başta olmak üzere sosyalist, demokrat ve tüm muhalif kesimler üzerinde estirmiş olduğu baskı ve sindirme politikasının boşa çıktığı, toplumun mobilize olmasında üzerlerine serpilen ölü toprağın atılmasında işlevsel olmuştur.”

BEKLENTİLER NE HAYALDİR NE DE YANLIŞ

Tecrit kısmen kalksa da bunun bir barış süreci olmadığının Öcalan tarafından da belirtildiğini ve mücadelenin daha sonra nasıl bir evre izleyeceğini değerlendirmesini istediğimiz Özalp şöyle bir yanıt veriyor: “Bu sorunun yanıtı tamamen önümüzdeki siyasal sürecin geneliyle alakalı bir durumdur. Bu tür bir eylemin tüm toplumsal sorunları çözüme kavuşturması, siyasal sürecin önünü açması zaten beklenemez. Uluslararası ve bölgesel gelişmeler içeride AKP-MHP hükümetinin durumu, toplumsal muhalefetin konumlanışı vs. bunlar önümüzdeki politik sürecin neye evrileceğini belirleyecektir. Zaten hiç kesintiye uğramadan devam eden direniş, süresiz açlık grevi eyleminin oluşturduğu psikolojik üstünlükle birlikte daha atılımcı, daha dinamik ve tüm toplumsak kesimleri kapsayacak biçimde geliştirilebilirse kuşku yok ki devleti yöneten politik bürokrat elitin tekrar Önder Apo ile yeni bir çözüm sürecine kapı aralar nitelikte görüşmesi mümkündür. Tabii ABD’nin Ortadoğu’ya yapmış olduğu askeri yığınak İran’a uygulanan ekonomik ambargo, İsrail-Filistin çatışmasını gelmiş olduğu nokta, en önemlisi de Suriye’de sona gelinen savaşın doğuracağı sonuçlar Türkiye’de hem egemenlerin hem de ezilenler adına hareket edenlerin tutumu belirleyecek olan dış etmenlerdir. Bu perspektifle soruna baktığımızda önümüzdeki süreç için Kürtler ve tüm ezilenler adına beklentileri büyütmek ne hayaldir ne de yanlıştır. Bunun için mücadeleyi daha fazla büyütmek gerekir.”

KARARLILIĞIMIZ PROVOKATÖRLERİ PÜSKÜRTTÜ

Eylemi sonlandırdıktan sonraki süreci sorduğumuz Roger Tirej Özalp, Tekirdağ Cezaevi’nin şimdiye kadar yaşamak zorunda kaldığı hapishaneler içinde belki de en kötüsü olduğunu söyleyerek genel tabloyu şöyle aktarıyor: “Açlık grevinin başladığı dönemde provokatif yaklaşımlara tanık olsam da eylemin kararlılıkla sürdürülmesi, tüm yoldaşların inançla ve inatla belirlenen istikamete doğru yürümesi, cezaevi personeli ve özellikle kimi provokatör unsurların daha nötr davranmasını beraberinde getirmiştir. Eylem süresince en çok muhatap olduğumuz sağlık personeli ile hiçbir sorun yaşamadık ve ellerinden geldiğince görevlerini yaptılar. Bize karşı samimi bir tutum içinde oldular. Eylem bittikten sonrada aynı tutumun devam ettiğini rahatlıkla belirtebilirim.”

BEDEN DİRHEM DİRHEM ÖLÜME DOĞRU YOL ALDI

Özalp de kendi sağlık durumu ile ilgili soruya cevap vermek konusunda eylemin daha önemli olduğunu belirtse de sorumuzu yanıtsız bırakmayarak şunları söylüyor: “Aslında kendi sağlığımızla ilgili konuşmayı ahlaki ve vicdani olarak doğru bulmuyorum. Eylem sürecinde 8 yoldaşımız şehadete ermiştir. Dışarıda her gün direnerek ölümsüzleşen kadın ve erkekler hakikati karşısında sağlık sorunlarımızla ilgili olarak bir şeyler söylemek pek de anlamlı olmasa gerek. Fakat sorunun bağlamı içinde kalmak ve sizi yanıtsız bırakmamak adına şunu diyebilirim ki 1. Grup 163 gün, 2. Grup 153 gün, 1 Mart’ta başlayan kitlesel grup ise 90 günü aşan bir direniş ortaya koydular. Beden dirhem dirhem, hücre hücre ölüme doğru yol aldı. Çok krizli ve akut bir sağlık problemi bugün itibariyle görülmese bile uzun vadede ortaya çıkacağı kesindir. Zaten bu tür eylemlerin doğasında da bu vardır ve tutsaklar bunu bilerek eyleme başlarlar. Herkese teşekkürler.”