Çiller istedi Kanther yasakladı!

Çiller istedi Kanther yasakladı!

İçişleri Bakanı Kanther imzalı kararnameyle PKK’nin Almanya’daki faaliyetleri yasaklandı. 53 sayfalık yasak bülteninde Türk devletinin Kürdistan’daki savaş suçlarına ilişkin tek bir cümle yoktu. Yasağın perde arkasında Çiller’in Bonn ve Washington görüşmeleri vardı. Yasağı getiren Kanther ise yıllar sonra dolandırıcılıktan ceza aldı.

Ekim 1988’de Batı Almanya’nın başkenti Bonn’a giden 12 Eylül rejiminin lideri Kenan Evren’e ülkenin yabancı devlet adamlarına verdiği en büyük nişan olan yüksek liyakat nişanı verildi. Ancak kendi kamuoyunun tepkisinden korkan Almanya bunu basından gizledi. Nişan ise törensiz yapıldı.

Kenan Paşa’nın Bonn’da nişanla karşılandığı yıllarda cuntanın istihbaratı Almanya’da geniş bir ağ kurmuştu. Devlet televizyonu ARD’de 3 Nisan 1990 günü yayınlanan “Panaroma” isimli haber programında Türkiye’nin Almanya’daki 13 konsolosluk ve Bonn büyükelçiliği bünyesinde diplomat statüsüyle 30 MİT ajanını çalıştırdığı belgenledi.

Haber iki ülke arasındaki ilişkileri gererken Alman makamları MİT ajanı olduğu kanıtlanan 15 Türk görevlinin ülkelerine geri dönmeleri için baskı yaptı. Fakat Türkiye sadece 4 istihbarat elemanını geri geçti. Türk istihbaratının 80’lerin sonunda kurduğu ağ sadece MİT görevlilerinden oluşmuyordu, ayrıca bunlara bağlı Federal Almanya çapında 200 ajanın aktif çalıştığı belirtiliyordu. Stuttgart ve Hamburg’daki eyalet başsavcıları kimlikleri tespit edilen 15 kişi hakkında soruşturma açtı, davalar yıllarca sürdü.

ALMANYA’DA EĞİTİLDİ, BEKAA’YA SUİKASTA GİTTİ!

MİT’in Almanya’daki faaliyetlerinin hedefinde ise şüphesiz PKK ve Türkiyeli sol örgütler vardı. 1989 yılında suikast amaçlı Bekaa Vadisi’ndeki Mahsum Korkmaz Akademisi’ne giden Dursun Çınar isimli Türk ordusunda görevli bir binbaşı gerillalar tarafından yakalandı. Almanca ve İngilizceyi iyi derecede bilen Çınar şu itiraflarda bulundu:

“1985 yılında tecrübelerimden dolayı Milli İstihbarat Dairesi Anti Terör ve Uluslararası Terörizmle Mücadele Bölümü’ne alındım. İstanbul’da Balmumcu denen bir eğitim merkezinde insanlarla ilişki kurma, geliştirme, bilgi alma konularında bir süre eğitildim. Bizim ekip özel bir büroya bağlıydı. Bu büro direkt Ankara Milli İstihbarat Dairesi’ne bağlı.

Milli istihbarat elamanıyım. Bu görevi binbaşı rütbesiyle sürdürüyorum. Almanya’nın Köln ve Stuttgart konsolosluklarına bağlı olarak kurulan Türk derneklerinde MİT ajanları yetiştiriyorduk. 100’ye yakın ajan buradan yetiştirilerek değişik yerlere yollandı. Binbaşı rütbesine terfi ettikten sonra Ermeni terörüne karşı mücadele amacıyla Avusturya, Fransa ve Hollanda’ya görevli gittim. Ermeni terörü durunca, PKK’ye karşı mücadele faaliyeti yürütüyoruz.”

İHALELERİN VAZGEÇİLMEZ KARTI…

1989-1990 yılları arasında Almanya Türk subay ve polislerinin eğitimi için 3 milyon Marklık bir harcama yaptı. Bu resmi olarak bilinen miktardı. 1989-1991 yılları arasında NATO  savunma yardımı olarak ise Türkiye’ye 260 milyon Mark, 1992-1995 dönemi için de 212 Milyon Dolar para verildi. Ayrıca Doğu Almanya ordusuna ait Türk ordusuna hibe edilen onlarca tank ve askeri araç da cabasıydı.

1990’lı yılların başında Kürdistan’daki savaş bir yana, Avrupa’da yaşayan Kürtler de artık Türkiye ile ihalelerin vazgeçilmez kartı haline geldi. 1992’de Almanya ve Fransa’nın çok istemesine rağmen iki milyar dolarlık helikopter ihalesini Amerikan Skorsky firması kazandı. Avrupalı silah tüccarlarını kızdıran olayın perde arkasında ise her iki ülkede Kürtlere karşı Ankara’nın istediği düzeyde uygulamaların olmaması yatıyordu.

Yalçın Doğan 4 Ekim 1992 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde Paris’teki Kürt gösterilerinin son anda yasaklandığı için Fransa’nın uydu ihalesi aldığını yazdı. Doğan iki yıl boyunca Paris-Bonn-Ankara hattında süren helikopter ihalesi krizini ise şöyle açıklıyordu: “Skorsky helikopterinin alımı kararına gelinceye dek, Ankara, Paris, Bonn, Londra ve Washington’da bazen aba altından sobayla, bazen sıcak kucaklaşmayla diplomasinin her türlü örneği sergileniyor. Siyasetin çarkında helikopter kararı, uluslararası masada pingpong topu gibi bir ülkeden diğerine gidip geliyor, düşüyor, kalkıyor...”

Diğer yandan Avrupa’da yaşayan Kürtlerin gösteri, protesto ve eylemleri yayılarak artıyordu.  Ana tema batının, özellikle de Almanya ve Fransa’nın Kürdistan’daki ihlaller, köy yakmalar ve katliamlara rağmen hala Türkiye’ye silah satmaya devam etmesiydi. Ancak hala Alman genelkurmay başkanı Klaus Naumann gibi üst düzey isimler “Türk ordusunun PKK’ye karşı mücadelesi tamamen meşru” diyordu.

1992; Kürdistan’daki savaşın doruğa çıktığı yıl kadar Avrupa’daki Kürt örgütlenmesinin zirveye yaptığı yıl olarak da tarihe geçti. 1 Ağustos günü Bochum’daki spor stadyumu 1. Uluslararası Kürdistan Festivali’ne gelen Kürdistanlılar ve dostlarıyla tıka basa doluydu. Kürt hareketi Avrupa’da ilk kez yüz bin insanı buluşturmuştu.

KOHL HÜKÜMETİ ‘YASAK’ KISKACINDA…

Tansu Çiller’in Haziran 1993’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş ve hem de Avrupa, özellikle de Almanya’daki Kürtleri yeni bir dönem bekliyordu. İlk gezisini Rusya’ya yapan Çiller’in sırada Almanya’ya geleceği ve PKK’yi bu ülkede yasaklatmak, “terörist” ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamak için elindeki bütün kozları devreye sokacağı konuşuluyordu.

O günlerde Ertuğrul Özkök Hürriyet gazetesindeki köşesinde Çiller’e şu akılı veriyordu: “Türkiye bir daha bu fırsatı yakalayamaz. Uluslararası dengeler ancak bu kadar PKK aleyhine olabilir. Bundan sonra dengeler PKK lehine gelişecektir. Dolasıyla elimizi çabuk tutup bu fırsatı kaçırmayalım.”

Ankara’da hazırlıkları yapılan Kürt karşıtı diplomasi baskısına Bonn hazırlıksız yakalanacaktı. Başbakan Kohl şöyle diyordu: “Almanya federal bir sistemdir. Her eyaletin ayrı yasaları vardır. Dolayısıyla PKK’yi yasaklamak mümkün değildir”. Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise “Ben eski bir adalet bakanı olarak PKK’ye terörist demekte temkinli davranırım” çıkışını yaptı.

Ancak ne olduysa Çiller’in gezisiyle başladı. Almanya ziyaretini 20 Eylül 1993 günü başlatan Çiller gafıyla gezisine damgasını vurdu. Kürtlerin haklarını ve hak ihlallerini soran Alman gazetecilere Çiller’in yanıtı şuydu: “Türkiye’de Kürtlerin sahip oldukları hakların yüzde 10’una Almanya’daki Türkler sahip değildir. Almanya’da Türkler yakılıyor.”

Çiller, Almanya’nın ardından ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Çiller’in iktidara gelir gelmez çizdiği Moskova-Bonn-Washington güzergahının şifrelerini anlamak hiç de zor değildi. En önemli gayesi Kürdistan’daki savaşın dozajını yükseltmek için daha fazla uluslararası destek almaktı.

LİCE’NİN YAKILMASIYLA BAŞLAYAN SÜREÇ…

Çiller’in Washington’dan dönüşünden yaklaşık bir hafta sonra 22 Ekim 1993 günü Diyarbakır’ın Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Günlerce kimsenin giremediği Lice birkaç gün boyunca her akşam Alman televizyon kanallarının ana haber bülteninin de konusuydu. Hatta Lice için “Küçük Beyrut” deyimini kullanan Der Spiegel dergisi kurşunlanan evlerin fotoğraflarını sayfalarına taşıdı.

Lice’deki vahşet Avrupa’daki Kürtleri hareke geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Bu arada Türk konsoloslukları, seyahat acenteleri ve Türk bankalarına saldırılar yapıldı. Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybederken, Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret dışişleri bakanı Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.”

22 Kasım’da başlayan 16 eyaletin içişleri bakanları yapılan toplantıya federal içişleri bakanı Kanther PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitti. Toplantıda Kanther kararnameyi olduğu gibi kabul ettirirken, 25 Kasım günü yasağı ilk açıklayan NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı Schnoor “Bunu Kanther istedi” dedi. Hamburg’un İçişleri Senatörü Wrocklage ise “Yasağı Kanther’e sorun” diyordu.

Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelimenin geçmediği Kanther’in yasak bülteni özetle şöyleydi:

“PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya’nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir. PKK faaliyetlerine Almanya’da daha fazla müsaade etmek, Alman dış politikasının güvenirliliğini tartışır hale getirir ve değer biçtiğimiz çok önemli bir ortağın güvenini sarsar.”

DANKE KOHL’

Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneğinin kapatılmasını isteyen kararnamedeki bu ifadeler aslında yasağın Türkiye’nin talebiyle gerçekleştiğinin şifrelerini veriyordu. Bundan olacak ki Hürriyet gazetesi ertesi gün “Danke Herr Kohl” (Teşekkürler sayın Kohl) manşetiyle çıkıyordu.

Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Kanther ise şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”

PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma eylemine geçerken, Alman basını Kohl hükümetine ateş püskürtüyordu. Frankfurter Rundschau gazetesinin 27 Kasım tarihli sayısında çıkan bir yorum şöyleydi: “Federal hükümet Türkiye’nin duman suyuna girdi ve Kürtlerin ezilmesine destek verdi. Bonn, MGK’nin metotlarını kopya ediyor ve Kürtlere karşı Ankara ile ittifak ediyor.”

Yasak için Ankara-Bonn-Washington hattında sıkı bir diplomasi vardı. 26 Kasım 1993 günü “Gizli kurye harekatı” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, PKK’nin yasaklanması için Çiller-Kohl-Clinton arasındaki görüşme trafiğini yazdı. Her üç liderin dinlenmeyen telefonlar ve gizli kuryelerle aracılığıyla yaptıkları görüşmelerde PKK’ye karşı operasyon kararının alındığı belirtildi.

KANTHER ‘KİRLİ İŞLERİN ADAMI’

1972 yılında Filistinli örgütlere yönelik uygulanan yasağın bir benzeri olarak devreye konulan PKK yasağı ve medya-kamuoyunda yaratılan Kürt karşıtı hava için Çiller’in gizli ödeneklerden Almanya’ya ne kadar para aktardığı tam olarak bilinmiyor. Bu ödeneklerle Çiller’in Kohl’un seçim kampanyasına sponsor olduğu iddia edildi. Zira Kohl ve ekibinin dolandırıcılık ve rüşvete hiç de yabancı olmadığı yıllar sonra açığa çıkacaktı.

10 yıldır ülkeyi yöneten Hıristiyan demokrat lider Kohl bir kez daha başbakan olmak istiyordu ve 1994’deki seçimler için harıl harıl seçim kampanyalar düzenliyordu. 1999’da patlak veren ve Almanya’yı sarsan CDU’ya bağış skandalında Kohl’un seçim kampanyalarını silah lobisinden aldığı paralarla sağladığı ortaya çıkacaktı.

Örneğin 1999’da vergi kaçaklığından tutuklanan CDU’lu politikacı Walther Leisler Kiep’in 1991 yılında silah lobisinin en önemli ismi Karlheinz Schreiber’den bir panzer satışında “işlerin tıkırında yürümesi” için 1 milyon Mark rüşvet aldığı belgelendi. Kamuoyunun baskısı karşısında Kohl ise 1999’ın son günlerinde 1993-1998 yılları arasında partisine yapılan bağışlardan 2 milyon Mark’ı kişisel hesabına geçirdiğini itiraf etmek zorunda kaldı.

CDU kirli işlerini ise Kanther’e yaptırmıştı. 2000’nin ilk günlerinde CDU’nun Hessen Genel Sekreteri iken 1983 yılında partisinin 20 milyon markını İsiviçre ve Lischtenstein’da akladığı tespit edilince Kanther milletvekilliğinden istifa etti. 2005 yılında sonuçlanan davada Kanther 18 ay hapis cezasına çarpıtıldı. Cezası paraya çevrildi ve 50 bin Euro ödeyerek kurtuldu.

‘ÇİLLER ÇETESİ’ ALMANYA’DA

Türkiye’nin Susurluk çetesiyle çalkalandığı günlerde ise Özgür Politika gazetesi 13 Kasım 1996’da “Çiller çetesi” başlıklı manşetle çıktı. Gazete Özer Uçaran Çiller, Aydın Doğan, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Orhan Karabulut, eroin-silah kaçakçılığından aranan Hüseyin Duman ve Alattin Çakıcı’nın yer aldığı fotoğraflar yayınladı. Fotoğraf, 26 Mayıs 1996 günü Almanya’nın Baden-Baden kentindeki “Brenner” isimli otele çekilmişti.

Görüşmede nükleer madde kaçaklığında ortaklığa gidilmesinin kararlaştırıldığı belirtiliyordu. Buna göre Rusya ve Ukrayna’dan nükleer silah üretiminde kullanılan ve piyasa değeri çok yüksek olan osmium uluslararası pazarda satılacaktı. Şebekenin faaliyetlerine ilişkin gazete Interpol ve Alman istihbaratı arasındaki resmi yazışmaları da yayınladı. Interpol’ün ağına katılan şebeke için BND uyarılıyordu.

Baden-Baden’deki buluşmanın ayrıntıları 27 Kasım 1996 günü devlet televizyon kanalı ZDF’nin “Kennzeichen D” isimli programında da ekranlara geldi. 1996’ın Eylül ve Ekim’inde ise Frankfurt polisi bir Türk eroin şebekesini çökertti. 11 Türk vatandaşını tutuklayan polis eroinin Türkiye’den Almanya’ya nasıl ulaştığının ayrıntılı dökümünü çıkartırken, Frankfurt mahkemesinin hakimi 21 Ocak 1997 günü verdiği kararda uluslararası eroin ticaretinde Tansu Çiller’i işaret etti.

Kaynaklar;

1- 1982-1998’e Helmut Kohl hükümetinin Türkiye politikası, Alexender Refflinghaus, Köster Yayınları, 2002

2- Berxwedan gazetesinin Kasım ve Aralık 1993 sayıları.

3- Özgür Politika gazetesinin Mayıs ve Kasım 1996 sayıları.

4- Rheinland-Pflaz Eyaleti Anayasa Koruma Örgütü’nün Eylül 1995’te yayınladığı “Radikal Kürtçülük-PKK” kitapçığı

5- PDS’in Federal Meclis’e verdiği 11.03.1997 tarihli soru önerisi.

YARIN:

- Kürt siyasetçi Mehmet Demir 26 Kasım 1993 gününü anlatıyor…