Çözüm süreci: 19 aydır hükümet adım atmadı

Çözüm süreci: 19 aydır hükümet adım atmadı

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından Mart 2013'te tarihi bir çağrıyla başlatılan demokratik çözüm süreci üzerinden 19 ay geçti. AKP  Hükümeti çözüm yönünde halen de somut bir adım atmaktan kaçınıyor.  Yeniden tehdit, şantaj, tutuklama furyası devrede...

Peki bu sürece nasıl gelindi?

Kürt Özgürlük Hareketi son 30 yıllık mücadelesinde defalarca tek taraflı ateşkesler ilan etti. 2013'te başlayan sürece kadarki tüm ateşkesler, Türk devleti tarafından reddedilerek, operasyon ve katliamlarla yanıt verildi.

Mart 2013'teki demokratik çözüm sürecinin başlamasından önce de Kürt hareketinin çözüm taleplerine aynı yanıt verildi. Hem kentler de hem de kırsalda benzeri görülmemiş operasyonlar düzenlenerek, özgürlük mücadelesinin tasfiye edileceğine inanıldı.

Özellikle Mart 2009'da DTP'nin belediye seçimlerinde tarihi bir başarı elde ederek 100 dolayında belediyede kazanması yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Bundan kısa bir süre önce Kürt Özgürlük Hareketi ile Türk devleti arasında adına Oslo süreci denilen, görüşmeler süreci başlamıştı. Belediye seçimlerinden iki hafta sonra gerilla hareketi tek taraflı bir ateşkes ilan etti.

SİYASİ SOYKIRIM OPERASYONLARI

Bu ilanın üzerinden daha 24 saat geçmemişti ki, 13 Nisan sabahı Kürt legal siyasetine yönelik Türk Cumhuriyeti tarihinin en kapsamlı kitlesel gözaltı operasyonları başlatıldı. Adına KCK operasyonları denildi. Türk yargısına göre KCK, PKK'nin şehir yapılanmasıydı.

Hedefi önce Kürt siyasal hareketi, ardından da Kürtlerin özgürlük taleplerini destekleyen herkes ve tüm muhalifler oldu. 2009-2010 yıllarındaki operasyonlarda en az 1.168 kişi KCK operasyonları kapsamında gözaltına alındı ve 603'ü tutuklandı.

Paralel olarak Oslo görüşmeleri de sürüyordu. Görüşmelere rağmen AKP rejimi askeri ve polisiye operasyonları durdurmayı reddediyordu.  Devlet, KCK ve Öcalan arasındaki bu görüşmeler Haziran 2011'deki genel seçimlere kadar sürdü.

AKP bu seçimlerden galibiyetle çıktıktan sonra, Oslo görüşmelerine son verdi. Bu tutum aynı zamanda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde tam tecridin başlangıcı oldu.

Avukatların İmralı'ya giderek Öcalan ile görüşmesi yasaklandı. Öcalan'ın dış dünya ile tüm bağlantısı kesildi. AKP rejimi daha da sertleşerek, Kürtlerin artık "siyasi soykırım" olarak tanımladığı operasyonlarını genişletti.

Her hafta kitlesel gözaltılar yaşanıyordu. Herkes hedefteydi: seçilmişler, vekiller, öğrenciler, avukatlar, gazeteciler, aydınlar, insan hakları savunucuları, sendikacılar, kadın aktivistler, çocuklar...

2009 ile 2011 arasındaki üç yıl içerisine insan hakları savunucularına göre 27 bin 503 kişi gözaltına alındı, bunlardan 6 bin 444'ü tutuklandı. Sadece 2011 yılı içerisinde 12 bin 600'ü aşkın kişi gözaltına alınmıştı.  İnsan hakları savunucuları bu yılı "polisiye devletin kurumlaştığı yıl" olarak kayda geçiriyordu.

TAMİL SENARYOSU

Kış aylarına girildiğinde şehirdeki  siyasi soykırım operasyonlarına paralel olarak bu kez gerilla hareketine yönelik de imha planını devreye konuldu. Türk ordusu Sri Lanka devletinin soykırımlarla ezdiği Tamil Kaplanları gibi, Kürt hareketini 2011-2012 kışında yok etmeyi planlıyordu.

Tüm hesaplar buna göre yapılmıştı. Yetkililer PKK'nin bu kışı çıkaramayacağını düşünüyordu. Her gün Türk medyasında "PKK kırıldı" tarzında haberler çıkıyor, bir yığın senaryo üretiliyordu.

Bu kapsamda 28 Aralık 2011 gecesi Türk savaş uçakları Roboskî'de köylüleri hedef alarak çoğu çocuk 34 kişiyi katletti.

Kış boyunca sivillere ve gerillaya yönelik operasyonlar kesintisiz sürdü. Gerilla alanlarına yoğun hava saldırıları yapılıyordu. Gerilla hareketi karların erimesini bekliyordu. Hükümet ise gerillanın bir daha dirilemeyeceğini umuyordu.

2012 baharında gerilla güçleri, bu baskı kampanyası ve tasfiye operasyonlarına karşı son 30 yılın en kapsamlı hamlelerinden birini başlattı. Bir kaç ay içerisinde dağlık alanlarda yüzlerce kilometrelik alan gerilla denetimine geçti.

Türk askerleri karakollarından çıkamaz olmuştu. Yenilmez Türk ordusu efsanesi yerle bir oluyordu.

Gerilla hareketi bu yeni dönemi "vur kaç" yerine, "vur kal" taktiği olarak tanımlıyordu. 2012 yılı son yılların en şiddetli yılı olmuştu. HPG Basın İrtibat Merkezi'ne göre 2012 yılında Türk ordusunun 320 kara, 324 hava saldırısına karşı gerilla güçleri 736 eylem gerçekleştirdi.

GERİLLA HAMLESİ VE HALK EYLEMLERİ

Oslo görüşmelerinin başarısızlığı, 2009-2011 arasında onbinlerce kişinin gözaltına alındığı KCK operasyonları ardından 2012 yılı siyasi açıdan en sıcak yıllardan biri oldu.

Gerilla hareketi son yılların kapsamlı hamlesini başlatmıştı. Kürtlerin öfkesi büyüyordu. Sokaklar gergin ve çok hareketliydi. Ocak ayından itibaren Avrupa ve Kürdistan'ın neredeyse tüm kentlerinde eylemeler vardı. Öcalan üzerindeki tecridin sürmesi eylemleri yeni bir boyuta taşıdı.

1 Şubat tarihinde koşullarına rağmen Cenevre’den yola çıkan bir grup Kürt, dondurucu havada 18 gün boyunca yüzlerce kilometre yürüyerek Strasbourg'a ulaştı. 1 Mart tarihinde bu kez Strasbourg’da Kürtler açlık grevine başladı. Bu grev 52 gün sürdü. Eylemciler Öcalan’ın tutukluluk koşullarının iyileştirilmesi ve özgürlüğünü talep ediyordu. Öcalan ile 27 Temmuz 2011'den beri görüşme yapılamıyordu.

12 Eylül 2012'de bu kez Türk cezaevlerindeki siyasi tutsaklar süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başladı. Bu greve dışarıdan da destek geldi. Her kentte dönüşümlü açlık grevleri vardı.

Grev ve eylemler nedeniyle Türk devleti Öcalan'ın kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesini sağladı. Öcalan'ın çağrısı üzerine açlık grevi 68'inci gününde sona erdi.  Gerilla hamlesi ve giderek yayılan serhildanlar, Türk devleti ile Öcalan arasında yeniden görüşmelerin başlamasını sağladı.

Öcalan'ın inisiyatifinde başlayan çözüm sürecinin hanesine Mayıs 2012'de başlayan ve haftalarca süren Gezi isyanı ile Temmuz 2012'de başlayan Rojava Devrimi’ni de ekleme gerekiyor.

Dönemim Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da 28 Aralık 2012'de ilk kez bir televizyon kanalında Öcalan ile görüşmeler yaptıklarını kabul etti.

Bu gelişmelerle Ocak 2013'e gelindiğinde, Öcalan ile devlet arasındaki ilk temastan bir kaç gün sonra, 9 Ocak'ta Paris'te üç Kürt kadın devrimci katledildi.

Bu saldırı, "barış sürecine yapılmış" olarak değerlendirildi. Zira Öcalan Mart ayında tarihi bir süreç başlatmaya hazırlanıyordu.

ÖCALAN'IN TARİHİ ÇAĞRISI

Öcalan, 21 Mart günü Amed Newroz'unda, şu tarihi açıklamada bulundu: " Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir."

İki gün sonra, 23 Mart günü, KCK tek taraflı ateşkes ilan etti. 8 Mayıs'ta ise geri çekilme başladı.

Öcalan "yeni bir başlangıç" olarak ifade ettiği bu sürecin üç aşamalı olarak götürülmek isteniyordu: Gerilla güçlerinin sınır dışına çekilmesi, yeni bir sivil demokratik anayasa ve normalleşme.

İkinci aşamada kolektif ve demokratik hakların anayasal güvenceye kavuşturulması, üçüncüsünde ise kalıcı barış için adım atılması gerekiyordu.

Çatışmasızlık ve sınırdışına çekilme süreci başladı ancak sivil demokratik anayasa ve normalleşme süreci için hükümetin atması gereken adımlar gerçekleşmedi.

Hükümet 4 Nisan'da Akil İnsanlar Heyeti'ni açıkladı ancak bu heyetlerin aylarca yaptığı çalışmaların sonucu hükümet tarafından açıklanmadı ve gerekleri yerine getirilmedi.

GERİ ÇEKİLME DURDU

Türk hükümetinin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmaması üzerine KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı 9 Eylül 2013'te, geri çekilmeyi durdurduklarını açıkladı. KCK, “Gerillanın çekilişi durdurulurken ateşkes konumu korunacaktır. Ateşkes konumunda kalınması AKP'ye Önder Apo’nun projesi doğrultusunda adım atmasına fırsat vermek anlamına gelmektedir” dedi.

Hükümetin çözüme yönelik adım atmaması ve zamana yayma çabalarına tepkilerin artması ve gerilla hareketinin uyarıları ardından, yaklaşık bir yıl sonra hükümet meclisten bir yasa geçirdi.

MECLİS'TEN YASA GEÇTİ

Bu aynı zamanda hükümet cephesinde çözüme dönük ilk görünür adım oldu. Öcalan ile yapılan görüşmelerin sonucunda, "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun" adı verilen bir yol haritası olarak sunulan proje, 15 Temmuz 2014 günü dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandı.

Altı maddeli bu projenin amaç ve kapsamı  "terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin usul ve esaslan düzenlemek" olarak özetleniyordu.

İlk maddede, "Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyo-ekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirleyecek" denildi.

Öcalan, yasa için "Yapılan düzenleme, devletin ilk defa çatışmalı olduğu toplumsal kesimlerle sorunları, savaşarak değil, müzakere ederek çözmesinin önünü açan bir yasadır" dedi.  

Türkiye'de Erdoğan'ın cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu'nun başbakan koltuğuna oturması ardından çözüm sürecinin koordinasyonunu yürüten Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay yeni kabinede yer almadı.

Ağustos ayından itibaren, Öcalan, KCK ve Kürt legal siyaseti çözüm sürecinde bir sonraki adımın "müzakerelere geçiş" olması gerektiğini belirtti. Bu müzakerelerin ise yazılı bir anlaşma haline gelmesi talep edildi.

30 Eylül 2014'te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç sürecin başarıya ulaşması için Çözüm Süreci Kurulu oluşturulacağını açıkladı ancak bir adım atılmadı.

15 gün öncesinde Kobanê'ye yönelik DAİŞ çetelerinin işgal saldırıları başlamıştı. Türk devletinin desteklediği bu insanlık dışı örgüt, ağır silahlar, tanklar ve binlerce güçle kente saldırıyordu.

KOBANÊ EYLEMLERİ

Kobanê'ye saldırı çözüm sürecini doğrudan etkiledi. Türk hükümeti Kobanê'nin düşüşü üzerine hesap yaptı. Erdoğan, 7 Ekim'de Antep'te "Şu anda Kobani de düştü düşüyor" dedi. 

Çeteler 6 Ekim'i 7 Ekim'e bağlayan gece Kobanê'nin dış mahallelerine ulaşmıştı. Bir anda Avrupa, Türkiye ve Kürdistan'ın tüm sokakları hareketlendi. Her yerde Kürtler ve dostları harekete geçti. 

Türk hükümetinin anti-Kürt politikaları sonucu bir haftada 40'ı aşkın kişi hayatını kaybetti.

Hükümet cephesinde Kürt ve Kobanê karşıtı açıklamalar aralıksız devam etti.  OHAL uygulamaları devreye konuldu, medya yeniden askeri düzen aldı.  Erdoğan, daha da ileri giderek PKK'yi DAİŞ vahşet örgütüyle eşleştirdi, sonra PYD'yi de terörist ilan etti.

İmralı'dan 21 Ekim'de gelen bir açıklamada çözüm sürecindeki ısrar dile getirildi. Öcalan,  "Türkiye'nin demokratik geleceğini ve bölgemizdeki kalıcı barışı yakından ilgilendiren süreçle ilgili 15 Ekim itibariyle yeni bir aşamaya geçtiğimizi ve süreçte başarılı bir pratik umudumun bu anlamda arttığını ifade etmek isterim" sözlerini aktardı.

SÜREÇ ASKIDA

Buna rağmen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 28 Ekim'de yaptığı bir açıklamada “Çözüm Süreci’ne biz mecbur ve mahkum değiliz. Çözüm süreci başarısızlığa uğrarsa herkes bunun altında kalır. Adadaki şahıstan başlayınız siyaset uzantılarına kadar” diye tehdit etti.

Türk Başbakanı Ahmet Davutoğlu da HDP'ye yönelik suçlamalarda bulunarak çözüm sürecindeki muhataplığını zan altına almaya çalıştı.

Davutoğlu, "Şiddet, terör, izinsiz eylem, can ve mal kaybına yol açacak tutumların dışında olmaları ve bunlara karşı tavır almaları durumunda muhatap oluruz" dedi.

HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken ile İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis'te 3 Kasım günü düzenlediği basın toplantısında Davutoğlu'na yanıt verdi.

Önder, "Biz barış süreci için üzerimize ne düşüyorsa yaptık ve yapmaya hazır olduğumuz bütün dünyaya ilan ediyoruz. Bu dili ve buna benzeyen yaklaşımların hepsini reddediyoruz. HDP'nin bu kulvarda siyaset yapan bütün kurumlarımızın neye benzediğini, neye benzeyeceğini belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değildir" dedi.

AKP'nin hedef gösterdiği HDP saldırıların hedefi oldu. 4 Kasım sabahı HDP Ankara il binasına giren kişi ya da kişiler, PM Üyesi Ahmet Karataş'ı bıçaklayarak ağır yaraladı.

HPD'nin İmralı heyetinde yer alan Pervin Buldan, hükümetin süreci askıya aldığını açıkladı.

Buldan, 4 Kasım'da Sterk TV'de, bir gün sonra da ANF'de bu açıklamayı yaptı.

Halk Savunma Merkez Karargah Komutanı Murat Karayılan 3 Kasım günü yaptığı açıklamada,  AKP’nin üzerine düşeni yapmadığı için sürecin ilerleyemediğini, durduğunu söyledi.

Karayılan, "AKP, çözüm sürecini anlamsızlaştırdığı gibi aradaki tek güvence olan Önder Apo’yu da tecride tabi tutarak böylece çatışmasızlığı da anlamsızlaştırmış olur. Bu durumda çatışmasızlık sürecini biz değil kendileri bozmuş olur. Kısaca böylesine hassas ve önemli günlerden geçmekteyiz” diye uyardı.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık da AKP'nin bir yol haritası ve programı olmadığını belirterek, AKP'nin Türkiye'yi bir uçurumun eşiğine getirdiğini belirtti.

AKP'nin mevcut politikalarının Türkiye iç savaşa götürerek parçalayabileceğini kaydeden Bayık şöyle noktaladı: "Aynen Suriye ve Irak'ın içine düştüğü duruma düşebilir. Bunu önlemenin tek yolu var. O da hemen, hiç zaman kaybetmeden Önder Apo'yla müzakereye oturmalarıdır. Kürt sorununun demokratik-siyasal çözümünü hızla geliştirmeleridir. Bununla birlikte Türkiye'yi demokratikleştirme yönünde hızla geliştirmeleridir."