Dağlarda 19 yıl
Dağlarda 19 yıl
Dağlarda 19 yıl
Kuzey Kürdistan’dan Medya Savunma Alanları’na çekilen 6. gerilla grubunu karşılamak üzere sınır hattına gidiyoruz. Gün ışır ışımaz karşılama noktasına ulaşıyoruz. 16 kişilik grup yorgun, ama yüzlerinde tebessümü eksik etmeden ellerini uzatıyor kendilerini karşılamaya gelenlere.
Bıçkın bir kavgadan çıkmış savaşçılar teker teker yoldaşlarıyla tokalaşırken, dakikalara sığan o anda Botan’ı düşünüyorum. Tarihi, toplumsal köklerinden kopmayan güçlü kültürel mirasını, nice direnişe tanıklık etmiş görkemli dağlarını; Cudi’yi, Gabar’ı, Besta’yı, Katoları, Herekol’u…
Bundan önceki 5 grup gibi 6. Grup da silahlı mücadelenin ilk başladığı Botan sahasından geliyor. PKK açısından ilk grupların Botan’dan geliyor olması diğer alanların, özellikle de doğa koşullarının imkan vermemesi yönüyle tercih edilmiş olsa da, son 30 yıllık savaşın en çetin alanlarından biri olan Botan’ın yeni bir mücadele sürecine öncülük etmesinin de ayrı bir anlamı var.
Bunları düşünürken askeri tören başlıyor. HPG komutanları ve gruptan biri erkek biri kadın iki gerilla konuşmalarında demokratik çözüm yürüyüşündeki zorlukları, Önderliklerinin başlattığı sürece dair kararlılıklarını ifade ediyorlar.
BOTAN GERİLLANIN SEMBOLÜ
Yapılan askeri tören ardından birkaç gazeteci arkadaşımla birlikte grubun yanında kalıyoruz. Çaylar içiliyor, koyu bir sohbet başlıyor.
Ancak bize tanınan kısa zaman dilimini iyi değerlendirmek zorundayız. Hemen grup sorumlusu Agit Civyan’ı soruyorum yanımda oturan gerillalara. Edebiyata ve fotoğrafçılığa ilgisini anlatıyorlar. Arkadaşlara yazdığı mektuplardan, günlüklerinden bahsediyorlar.
Geverli Gerilla Agit’i sadece sürece, geri çekilmeye ilişkin düşünceleri ile değil, ömrünün yarısını, tam 19 yılını dağlarda geçirmiş bir gerilla olarak tanımak istiyorum biraz da.
2009’dan bu yana Botan’da olan Agit’le sondan başa doğru gidiyoruz. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın çağrısı ve geri çekilme kararını nasıl karşıladıklarını soruyorum. O, Botan’ın da aktif olarak katıldığı devrimci halk savaşı sürecini anlatarak başlıyor konuşmasına. “Botan gerillanın sembolü, gerilla merkezi olarak biliniyor. Buna denk bir rol oynamak ve Kuzey’in tümüne öncülük etmek gibi bir hedefimiz vardı ve planlamamızı da buna göre yaptık” diyor.
KATOLAR’DA HPG BAYRAĞI DALGALANIYOR
Kaldığı Kato Jirka alanındaki eylemleri anlatıyor. Özellikle bir eylem dikkatimi çekiyor. 2012 Eylül ayı başında gerçekleşen, Beytüşşebap’ın gerilla denetimine geçtiği eyleme ve devamı olarak gelen Kato Dağı’na HPG bayrağının dikildiği eyleme katılmış.
Eylemi ve halkta yarattığı etkiyi anlatırken sanki o anları yeniden yaşıyor. Gerillanın 1998’de buna benzer bir eylem yaptığını, bunca yıl aradan sonra Katolar’da dalgalanan bayrağın halkta büyük bir moral etkisi yarattığını anlatıyor. Önce her zaman kullandıkları ebatlarda bir bayrak asmış gerillalar. Ama halkın talebi üzerine yeni bir bayrak yaptırmışlar 10 metre büyüklüğünde. Şimdiye kadar da bayrağın orada dalgalandığını söylerken gözlerinin içi gülüyor:
“Amacımız propaganda değildi. Bir gerçeğin ifadesiydi. Alan gerilla denetimine girmişti. Demokratik özerkliğin bir sembolü olsun istedik, Botan’da demokratik özerkliğin bayrağını yükseltmek istedik. Bu, halkta büyük bir heyecan yarattı. Nasıl ki çölde su bulursun sevinirsin öyle bir sevinçti halktaki. Silopi’de insanlarımız katledilmişti. Halk üzerinde katliamlar baskılar yoğunlaşmıştı. Devrimci halk savaşı süreci tüm bu yaşananlara karşı böyle bir etki yarattı.”
Alan tutma eylemlerinin gerilla için de bir tecrübe, 2013 yılı için bir hazırlık niteliği taşıdığını ifade ettikten sonra demokratik çözüm sürecine getiriyor sözü. “Botan’da demokratik özerkliğe öncülük etmek bu şekilde sonuca gitme hazırlığındaydık. Devrimci halk savaşını daha da yükseltme kararlılığındaydık. Önderliği izleyen her bir militan, Önder Apo’nun 20 yıldır Kürt sorununun demokratik çözüm süreci için çaba harcadığının bilincindedir. Ancak bu, hep tek yanlı yürüdü. Süreç başladığında tereddüdümüz bu yönlüydü. Ama süreç Önderliğimizin inisiyatifiyle başladı, öyle de yürüyor. Önderliğimize, kendi gücümüze güveniyoruz.”
‘O TOPRAKLARI ŞEHİTLERİMİZE EMANET EDEREK GELDİK’
Buraya gelirken geride bırakmakta en çok zorlandığın şey ne oldu, diye soruyorum devamla. Cevabı; toprağa düşen yoldaşlarını orada bırakmak oluyor: “Saha olarak karar almıştık. Kato, Besta, Herekol, Cudi tüm alanlarda arkadaşlarımızın cenazelerini toplayıp bir şehitlik yapacaktık. O toprakları şehitlerimize emanet ederek geldik.”
Bu cümleden sonra susuyor. O anda kim bilir toprağa düşen kaç can, yanı başında kucağında yitirdiği kaç yoldaşı aklına düşüyor. Devam etmekte zorlandığını görünce başka bir soruyla ağırlaşan havayı dağıtmak istiyorum. Botan’ın tüm alanlarında kalıp kalmadığını soruyorum. Cudi’de kalmamak, Gabar’ı görmemek içimde kaldı, diyor hayıflanarak. Grubun tümünde de gözlemlediğim bir istekti Cudi’ye gitmek. Ama Agit en azından Cudi’nin zirvesinden Kürdistan’ın üç parçasına bakmayı başarmış. “Cudi’nin tarihi bir yönü var. Cudi’ye gidince tarihi görüyorsun, yaşıyorsun. Zirvesine çıkınca hem 30 yılın şehitlerini hem de tarihi hatırlıyorsun. Cudi bir anlamda şehitlerin mekânı” diye açıklıyor Cudi’nin O’nun için anlamını.
BULDAN VE KARAY’IN KATLEDİLMESİ SON NOKTA OLDU
Daha da gerilere gidiyoruz, 19 yıl öncesine. PKK’yi nasıl tanıdığı nasıl katıldığı üzerine konuşuyoruz. Geverli Agit yurtsever Kürtlük bilinci olan bir aileden geliyor. 90’lı yıllardaki serhildanlar ve silahlı mücadelenin yükselişi onu da etkiliyor. 92’de katılım kararı alıyor ancak geçirdiği kaza sonrası İstanbul’a gitmek zorunda kalıyor. Üniversiteye gidişi son bir dönemeç oluyor. Bursa Uludağ Üniversitesi İktisat Fakültesi ikinci sınıfta iken kendi deyimiyle artık yeter dediği olay gerçekleşiyor. Akrabası Savaş Buldan ve amcası Hacı Karay’ın katledilişi ardından dağların yolunu tutuyor.
Dağa ilk geldiğinde ne hissettin, kafandaki PKK ile karşılaştığın PKK arasında fark var mıydı diyorum. Kısa ama keskin bir netlikle “Benim kafamdaki Apocular imajı hiç bozulmadı. Bazen içinde bulunduğumuz, yan yana durduğumuz için fark etmiyoruz ama bu havayı her zaman yaşıyorum. İsteğim, heyecanım hiç azalmadı” şeklinde yanıtlıyor.
Kendisini en çok etkileyen iki kişiden söz ediyor. Biri 1997’de yaşamını yitiren PKK Meclis Üyesi Harun kod adlı Hüseyin Özbey. Bir diğeri 2008 yılında Van Özalp’ta iki yeni gerillayı pusudan kurtarmaya çalışırken yaşamını yitiren Mervan Reşo adlı gerilla. Aralarındaki bağın sözlere yansıyandan çok daha güçlü olduğunu hissediyorum; “Onunla bir parça gibiydik. O’na hep senin alternatifin yok diyordum. Botan’a yürüyüşüm Mervan arkadaşın anısına oldu. Yazılarım da hep O’nadır.”
Mervan Reşo’dan sonra söz nihayetinde yazmaya, edebiyata olan ilgisine geliyor. Agit dağlardaki 19 yıl boyunca bir gün olsun yazmayı eksik etmemiş. En fazla da 12 yıl kaldığı Zagros Dağlarında kaleme dökmüş yaşadıklarını, düşüncelerini, hissettiklerini. Zaten ilhamını da Çarçela’dan aldığını söylüyor. Ne yazık ki 19 yılı anlatan o tarihi güncelerin çoğunu savaş koşulları nedeniyle koruyamamış. Şimdi yanında sadece Botan günlükleri var. Sakıncası yoksa kısa bir bölümü okumak isterim diyorum. Hepsini okuyabilirsiniz diyerek kitap kalınlığında 2 defteri uzatıyor.
‘BU KAHRAMANLAR MUTLAKA ANLATILMALI’
Mervan Reşo’nun anısına diyerek başlamış yazmaya. İlk sayfada Hecî imzalı bir şiir var:
“Vurulursak yürüdüğümüz yolda
Kürtlerin gözyaşından örtü isteriz
Gerilla bedenimizin üstüne
Ve yoldaşların
İntikam seline serin küllerimizi…”
Sayfaları çevirdikçe bir tarihi elimde tuttuğumu daha fazla anlıyorum. Ne yazık ki günlüğün tümünü okumaya imkan yok.
“Şehit arkadaşlara bir borç olarak yazıyorum. Yaşadıklarımı, hislerimi yazıyorum. Yetersiz de olsa yoldaşlık görevimi yerine getirmek istiyorum. Öyle arkadaşlarımız var ki tanınmıyor, kahramanlıkları bilinmiyor” diyor ben yazılara göz gezdirirken.
‘DENİZE BIRAKMAK GİBİ BİR ŞEY YAZDIKLARIM’
Gerillada yazmak başlıklı bir bölüm dikkatimi çekiyor. Gazeteci yönetmen gerilla Halil Dağ’ın ‘bu kahramanlar mutlaka anlatılmalı’ sözünü hatırlıyorum.
“Yazı yazmak insanların kendisiyle monolog yapmasının belki de en güzel yöntemi. Bir defter sırdaşı oluyor insanın. Bir gerilla mutlaka yazmalı. Mücadeleyi, zorluğu, güzelliği, duyguyu, doğayı yazarken akıp giden zamanın bir muhasebesini yapmış oluyor insan; hem de gelecek kuşaklara bırakıyor anıları. Yazmayı seviyorum. Fakat benimkisi yazıp da denize bırakmak gibi bir şey oluyor. Bir tanesini 97’de Xakurke’de sakladım bir daha uğrayamadım. Bir tanesi Xinere’de toprak kaymasında gitti. Bir tanesini Şehidan’da kaybettim. 2004-2008 arası yazdıklarımı Çarçela’da bıraktım ondan hala umut var…”
Bu kısa zaman diliminde Agit’i tanıdığım, yazdıklarını okuma fırsatını bulduğum için şanslıyım. Ve biliyorum Agit’in denize bırakmak gibi bir şey dediği o yazılar şimdiden nice kıyıya nice insana ulaştı.