Demokrasi için Sandık Nöbeti

OHAL koşullarında ve iktidarın hukuk dışı saldırıları, “medya terörü”, “müşahit cadı avı” altında yürütülen seçim kampanyası, Erdoğan’ın tabiriyle “işi başlamadan bitirdi.” Ama onun lehine değil.

Millet İttifakı ve HDP’nin bu seçimi kazandığı, HDP’nin barajı aştığı, AKP’nin TBMM’de azınlığa düştüğü ve Erdoğan’ın ilk turda seçilemediği tartışmasız bir şekilde ayan beyan ortaya çıktı.

Şimdi seçmen bu “sonucu” bir de oylarıyla ilan etmek üzere sandık başına gidiyor. En küçük bir rehavete yer yok.

Bilelim ki, Anadolu Ajansı, TRT, Havuz Medyası ve YSK ise oyların sayımı tamamlanmadan Erdoğan’ı “başkan” ve AKP’yi “galip” ilan etmeye hazırlanıyor.

AA’nın, TRT’nin, HM’nin ve YSK’nın bu “erken sonucunu” duyduğumuz anda bilelim ki, halk iradesine saldırı başlamıştır. Bu durumda temel mesele “halk iradesini” savunmak olacak.

Nasıl?

Birincisi; son oy sayılıp, ıslak imzalı tutanaklar müşahitlere verilene kadar muhalefetin seçmeni sandık başından ayrılmamalı. Bunun amacı müşahitlerin yapması gereken işleri yapmak değil. Müşahitlerin her türlü baskıya direnmesine ve işlerini yapmasına destek vermek, onlara yalnız olmadıklarını göstermek.

İkincisi tüm Türkiye çapında, bütün alanlarda “Demokrasi için SANDIK NÖBETİ”. Bu yazının konusu da işte bu “Sandık nöbeti”dir.

Millet İttifakı ve HDP seçmeni referandum’da yapılan büyük hatayı bu defa tekrarlamayacak. Muharrem İnce YSK’nın önüne sandalye atıp oturacağını, beş bin avukatla, olmazsa beş milyon seçmenle, bir bakıma “nöbete” duracağını açıkladı. Meral Akşener o gece YSK’nın önüne yatacağını ve kendisini hiç kimsenin “jiletle” oradan sökemeyeceğini ilan etti. O da “nöbetçi”. Karamollaoğlu’nun da “nöbet yerini” terk etmeyeceği kesin. HDP’nin “nöbetteki yerini konuşmak bile abes. Ve Gezi’nin yılmaz nöbetçilerini de burada zikretmek gerek.

“Nöbet” Türkiye siyasi hayatında “meşru” bir gelenek haline geliyor. Erdoğan rejimi “demokrasi için Sandık Nöbetine” en küçük bir itirazda bile bulunamaz. Ülkenin bütün kentlerindeki alanlarda bu gece uyumadan “nöbet” tutmaya karşı çıkamaz. Çünkü bizzat Erdoğan “darbe” gecesi böyle bir “nöbet” eylemini başlatmış, günlerce sürdürmüştü. Şimdi sıra muhalefettedir ve o da “sandık darbesini” önlemek için “Sandık Nöbeti”ne durma hakkına sahiptir.

“Sandık nöbeti” ne işe yarar?

Halk iradesinin çiğnenmesi nasıl önlenir?

“Sandık nöbeti” dediğimizde “kızıl bir ayaklanmadan” mı söz ediyoruz.

Kargaşadan, kaostan mı bahsediyoruz?

Hayır. “Devrimcilik oynanmayacak” bir aşamadayız. Oyun yok. İlk provokasyonda yolunu, yöntemini şaşırmak yok. “Sandık nöbet yerinden” ayrılmamak var.

Eğer rejim, artık belli olmuş olan “muhalefetin zaferine” karşı bir “sandık darbesi” yapmaya kalkarsa milyonlar bu “gayrı meşru sonucu” tanımadıklarını, oyların şeffaf bir şekilde sayılması gerçekleşmedikçe, bütün seçim yolsuzlukları açıklığa kavuşturulmadıkça “nöbet yerinden ayrılmayacağını” ilan ettiği zaman bilin ki, rejimin “darbesi” çökecektir.

Bu çöküş “Anayasa Mahkemesine” giderek, “AİHM’ye güvenerek” filan gerçekleşmeyecektir.

“Nöbet süresi” uzadıkça, milyonlar bulundukları alanlarda “barışçı”, “inatçı”, şiddetten uzak itirazlarını sürdürdükçe, YSK'da “ayrışma” başlayacaktır. Rejimin suçuna ortak olmanın nelere mal olacağını gören bir, arkasından iki YSK hakimi “nöbetçilere” katılacaktır. Sandıklarda oy çalındığına tanık olanlar, birer ikişer çözülecek, gerçeği itiraf etmeye başlayacaktır. AA’nın bir ya da iki muhabiri AA’nın 7. Katındaki kumpası önce hafif, sonra yüksek sisle bildirecektir. Ardından TRT çalışanlarının haysiyet sahipleri harekete geçecektir.

Çünkü artık HDP tek başına değildir. Bu sayılan kurumlarda ne hakimi ve ne de medya çalışanı vardır. Ama CHP’ye yakın olanlar, Saadetçi ya da İyi Partici hakim ve gazeteciler vardır. İşin sırrı da buradadır.

“Nöbet” öylesine güçlü bir direniştir ki, Muhalefeti bu meşru barışçı, şiddetten uzak “nöbeti”ne karşı rejim saldırıya geçmeye kalktığı zaman, eğer ilk patırtıda “Nagehan Alçı’nın” iddia ettiği gibi muhalefet evine dönmezse, İçişleri Bakanının “mantar tabancası patlasa bunlar beş gün evlerinden çıkmaz” kabadayılığına karşı, “nöbetçiler nöbet yerini” terk etmezse, devletin asker, polis ve yargı bürokrasisi adım adım ayrışmaya başlayacak.

Orduda, medyanın bildirdiğine göre en az 3 bin subayın tasfiye ve tutuklanma listesi var. Kendilerini bilen bu subaylar, yine tasfiyeyi bekleyen polisler ne yapacak? “Geziyi de bunlarla birlikte bastırdılar” demeyin sakın. Gezi’nin “iktidarı yıkma” perspektifi yoktu. Ama “nöbetin” var. Halk iradesinin gaspı önlendiği gün Erdoğan yerinde olmayacaktır. Bunu gören bürokrasi “Sandık nöbetçilerinin” inadıyla, “nöbetten ayrılmamalarıyla” doğru orantılı olarak kesinlikle çözülecektir.

Çünkü bu asker, polis, yargı bürokrasisinde tek bir HDP’li yoktur ama, CHP’ye, Saadet’e, İyi Parti’ye yakın binlerce subay, polis ve yargıç vardır.

Ve bütün bunlar olunca, uluslararası “sessizlik” de adım adım bozulacak. “Sandık Nöbeti” önce Batı medyasında yansıyacak. Ardından sivil toplum harekete geçecek. OHAL koşullarında yapılan seçimin meşru olmayacağını daha ilk günden ilan eden Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu konuşacak, hükümetler yerinden kıpırdayacak.

Çünkü, gerek YSK içindeki “suça bulaşmak istemeyenler”, gerek devlet bürokrasisindeki “muhalifler”, gerekse uluslararası güçler bu seçim kampanyasında, “rakipsiz” denen ve “ne yapsak gitmez” diye karşısında teslim olunan Erdoğan’ın “kağıttan kaplan” haline geldiğini ve rejimin elle tutulur bir “alternatifinin” olduğunu gördüler.

İşte bütün bu anlatılanlar göstermektedir ki, Millet İttifakı ve HDP seçim kampanyasında faşist rejime karşı zaferi kazanmış bulunuyor.

Şimdi sandık başında oylarını vererek bu zaferi bir de sandıkta ilan etmeye hazırlanıyor.

Ve kampanya ve sandıkta kazandığı ve kazanacağı zaferi “Demokrasi için Sandık Nöbetiyle” koruyacağını, koruyabileceğini, rejimin her türlü zorbalığına karşı halk iradesini egemen kılabileceğini görüyor.

Son söz olarak ifade edelim: Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlığı, bugün saat 19.00’dan itibaren 24 saat boyunca herhangi bir askeri faaliyette bulunmayacaklarını duyurdu.

Yani seçmen “silah başına” değil, “sandık başına” gidecek.

Büyük bir tarihsel dönemeçteyiz.