Diyanet İşleri Başkanlığı bir İslami kurum mu-Hafız Ahmet Turhallı
Türkiye Cumhuriyeti devleti din işlerini mutlak bir biçimde devlet ve hükümete bağlamak için 1924'te Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında bir kurum oluşturdu.
Türkiye Cumhuriyeti devleti din işlerini mutlak bir biçimde devlet ve hükümete bağlamak için 1924'te Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında bir kurum oluşturdu.
Türkiye Cumhuriyeti devleti din işlerini mutlak bir biçimde devlet ve hükümete bağlamak için 1924'te Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında bir kurum oluşturdu. Dinin, din işlerinin laik bir devlet çarkının bir dişlisi haline getirilmesi o tarihten beri tartışılmaktadır.
Laiklik; dinin, işlerinin devlet sistemi içerisinde mekanizmanın bir parçası haline gelmesi değil, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Dini mutlak bir denetim altına alan ve devlet çarkının bir dişi haline getiren TC Batılı anlamda laik bir devlet değildir, olamaz.
Dinin, din işlerinin devlete bağlanması İslami çevreler tarafından sürekli tartışılan bir konu olmuştur. Devletin-hükümetin, dini/din işlerini bu biçimde bağlı-bağımlı hale getirmesi laiklik olarak tanımlanmıştır. Laik olan Batı Avrupa'da kiliseler bu biçimiyle devlete bağlı bağımlı mı?
Bu anlamda Kemalizm sadece çarpık bir sistem değil, aynı zamanda çarpık bir mantık yapısının, aptallaştırıcı bir sistemin de sosyal-siyasal zeminidir.
Türk din çevreleri zaman zaman bu cendereden çıkmaya çalışmışlardır. Ancak görülen o ki onlar da bu delilik düzeninin bir dişlisi haline gelmekten kendilerini kurtaramamışlardır.
Örneğin bugünkü Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın gençlik faaliyetlerinde ve hatta orta yaş dönemlerinde siyasal çalışma yürüttükleri ve birer aktif üyesi oldukları "Milli Görüş Hareketi"nin o dönemdeki temel söylemi "Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mutlaka kaldırılacağı" biçiminde idi. Şimdi de temel savunucuları olmuşlardır.
Niye?
Sistem kendi hırsızlarını yaratıyor da ondan. Sistem bir hırsızlık ortaklığıdır da ondan.
Nasreddin Hoca'nın deyimiyle "buzağı, ekin tarlasına girmeyi öküzden öğrenmiştir" Bakmayın söylemlere. Uygulama, ruh ve karakter olarak Kemalizm’in has çocuklarıdır.
HDP'nin dini devlet ve hükümet tasallutundan kurtarması söylemi hem dinen hem de Batılı sistem anlamında doğru bir adımdır. Geçmişte kendilerinin söylediği, ancak iktidara geldikten sonra çark ettikleri bu söylemi HDP tekrarlayınca kimyalarının bozulması manidardır. Kemalist sistem, ikiyüzlüdür; riyakârdır; münafıktır. Dine, dinayete hizmet etmeyi değil, sahtekârca kullanmayı esas alır.
Şimdi Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Kürdistan'da elinde Kuran ile kürsüye çıkması ne anlama geliyor?
Bu, mazlum Kürt halkını baskı-zulüm ve sömürü altında tutmak için İslam dinini, Kuran'ı kullanmak değil de nedir?
Kuran'da böyle bir dini sınıf tanımlanmadığı gibi Peygamber ve dört halife dönemine kadar böyle bir dini sınıfın oluşmasına ne ihtiyaç duyulmuş ne de izin verilmiştir. Tam tersine Kuran'da ruhban sınıfının eleştirildiği çok sayıda ayet mevcuttur. Daha açık bir ifade ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Müslümanlıkla bir alakası yoktur. Bu kurumu İslam ile bağdaştırmak, bir tutmak münafıkça bir söylemdir.
" Ey İman edenler! Bilinizki, hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve ( insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp, Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azap müjdele!
Bu maden paralar cehennem ateşinde kızdırılıp alınları ve sırtlarının dağlanacağı gün onlara deki "İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Şimdi yığdığınız şeylerin azabını tadın!" ( Tevbe 34-35)
Tayyip Erdoğan'ın "ben olsaydım iade etmezdim" dediği milyonluk servet arabalar tam da bu sınıfı ve bu serveti tanımlamıyor mu?
Sırtlarının dağlanacağı günün gelmeyeceğini düşünüyorlar herhalde.
Kuran'da bu dini sınıftan söz eden yaklaşık 30 ayet vardır. Bunlar adeta, zalim kralların, sultanların sultasını korumak ve kollamakla görevlendirilmişlerdir.
Emevilerden başlayıp Abbasilerle devam edip günümüze kadar gelen İslam sultanlarından hangisi Şeyhül İslam'ı ve onun fetvasını koltuğunun altına almamıştır?
Hangi Şeyhül İslam hangi zalim sultanın zulmüne karşı durmuştur ki bugünkü Diyanet İşleri Başkanı AKP hükümetinin zulmüne karşı dirensin?
Zulme karşı direnen alimler de yine Şeyhül İslam'ın fetvalarıyla katledilmemişler mi?
Kuran, yiyicilikle şımartılmış ve azdırılmış kimseleri "Mütref" olarak adlandırmaktadır. İktidarın sağladığı olanak ve hilelerle gayrı meşru olarak aşırı derecede zenginleşen kimsedir. İktidar ve onun bağlaşıkları işte şahsiyetlerdendir.
Bu kesimlerin zulme ve iktidarlara karşı çıkanları anında din dışı ilan etmelerinin, gerçek nedeni çağrıldıkları şeyin yanlış olması veya kendi ideolojilerini daha doğru görmelerinden değil, sahip oldukları statüyü korumak istemelerindendir.
"Biz hangi memlekete bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın mütrefleri "biz sizin gönderildiğiniz şeyi ret ediyoruz" dediler "(sebe – 34)
Görüyoruz ki bunların İslam ve din gibi kaygıları yoktur. Onlar için din, emellerine ulaşmak için bir araçtır. Elinde Kuran ile meydan meydan dolaşan Türkiye Cumhurbaşkanı'nın da yaptığı Muaviye'nin Sıffin'de yaptığının aynısıdır.
Hz. Osman'ın vefatından sonra Hz. Ali ve Muaviye taraftarları arasında çatışmalar başlar. Hz. Ali taraftarlarının Ebu Süfyanın oğlu Muaviye taraftarlarını yenilgiye uğratacağı bir sırada bunlar mızraklarının başına ceylan derilerine yazılmış Kuran ayetlerini geçirerek Hz. Ali'nin taraftarlarının karşısına dikilir. Hz. Ali her ne kadar bunun oyun olduğunu söylese de taraftarları Kuran'a kılıç çekemeyeceklerini söyleyerek savaş meydanından çekilirler.
Sonrası ne olur?
Muaviye ve oğlu Kerbela'da Hz. Ali'nin çocukları, Peygamber torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in başlarını keserek top oynarlar...
Bu böyledir ve bu kural değişmezdir. İktidar sahipleri Kuran ayetlerini ellerine alıp meydanlarda salladıklarında Peygamber evlatlarının kafasını keser top oynarlar.
Türkiye Cumhurbaşkanı o Kuran'ı niye eline alıp meydan meydan dolaşıyor. Kim Kuran'a dil uzatmış, kim onun dinini elinden almış? Sahi bu eylemdeki amaç nedir?
Daha çok sömürü, daha çok hırsızlık daha çok zulüm olmasın mı?
Sahi savunmadan sonra neden en çok bütçe Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılıyor? Yetim hakkı ile neden milyonluk, trilyonluk arabalar alınıyor? Bunun hesabını soranlardan neden hesap soruluyor?
Ve Diyanet İşleri Başkanlığı dinin meydanlarda siyaset ve iktidar oyunlarına alet edilmesine neden ses çıkarmıyor? Neden bunun haram ve günah olduğunu söylemiyor? Devlet başkanının buna hak ve yetkisinin olmadığını, bu biçimdeki bir eylemin Kuran'a saygısızlık ve hatta küfür olduğunu söyleyemiyor?
Bağlı, bağımlı ve bağlaşıktır da ondan. Hırsızlıkta, sömürüde, zulümde ortaktırlar da ondan. Mütreftirler bunlar mütref…
Sonuç olarak
Diyanet İşleri Başkanlığı yüzde yüz İslami kurallara göre hareket etse bile Kuran ve sünnette yeri olmadığı için dini bir kurum olabilir ancak İslami bir kurum değildir.
Kaldı Diyanet İşleri Başkanlığı, başbakana ve hükümete bağlı ve bağımlı olarak işlev yürüten bir kurum olarak oluşturulmuştur ve bu yönlü işlev görmüştür. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı MİT müsteşarlığı gibi devletin siyasi bakası için çalışan bir kurumdan başka hiçbir şey değildir, olmamıştır.
Bu kurumun ilga ve lağvedilmesi İslam ve din karşıtı bir uygulama değil, hayra yorulması gereken bir girişim ve İslam'a hizmet olacaktır.
Tekrarlıyoruz, İslam dini iktidardan arınmadan araçsal olarak her türlü kötü kullanıma açık olacaktır. Bu nedenle Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi dini kurumların devlet sisteminin dışına çıkarılması bir zorunluluktur. Dini kurumlar, devletten, hükümetten ve siyasetten bağımsız olarak kendi kendilerini yapılandırmalı ve yürütmelidirler.
Dini duyguları meydanlarda pazara çıkaranlar da Kerbala'da Peygamber torunlarının kafasını kesip top oynamışlardır, oynayacaklardır. Bu tarihi vakıa unutulmamalıdır.
Allah'ın selamı bütün mazlum ve mustadaflarin üzerine olsun...