El Vattiye saldırısı Türk devletine ‘sınırını bil’ mesajıydı

Mısır'da bulunan Kürt siyasetçi-gazeteci Ehmed Şêxo, Türk devletinin Libya'ya müdahalesi, Mısır'ın bu müdahaleye karşı tutumu, Türk devletinin İhvanı Müslim projesi ile Arapları kuşatma çabaları, gelişen Kürt-Arap ittifakını ANF'ye değerlendirdi.

Siyasetçi-gazeteci Ehmed Şêxo'nun röportajından öne çıkan başlıklar şöyle:

"Nasıl ki Türkler, Anadolu'nun kapılarının kendilerine açılmasını, Kürtlerle geliştirdikleri ittifaka borçluysa, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da tutunabilmelerini de yine Kürt ittifakına borçlular."

"El Vattiye saldırısı, sadece Rusya, Fransa ya da Mısır'ın tek başına yapabileceği bir şey değil. Bunu uluslararası sistemin Türk devletine sınır belirleme saldırısı olarak okuyabiliriz."

"Erdoğan şimdi yüzünde patlayan tokadı atan elden ziyade, o tokadı attıranın kim olduğunu ve gücünün sınırlarını anlamaya çalışıyor."

"Siyasi çözüm için şu anda bazı güçler, Libya'nın Trablus, Tobruk ve Fizan merkezli federal bir devlet olarak yeniden dizaynını görüşüyor."

"El Vattiya saldırısı sınır belirleme saldırısıydı. Sınır da Sirte ve Cufra olarak belirlendi. Türk devleti şimdi o sınırı zorluyor. Ama Mısır'ın da o sınırı belirleme vazifesi var."

"Sonuç olarak, Kürt-Arap ittifakı, Türk devleti-DAİŞ ittifakını yendi. Türk devleti, bugün DAİŞ'i nasıl Kuzey-Doğu Suriye'de ve Güney Kürdistan'da Kürtlere karşı kullanıyorsa, Libya'da da Arap halkına karşı da kullanıyor. Aslında Kürt-Arap ittifakından intikam almaya çalışıyor."

Çok genel olacak bir soru ile başlayalım: Türk devletinin son yıllarda Irak'tan Suriye'ye, Libya'ya, Yemen'e kadar uzanan hatta, Arap coğrafyasına yönelik ilgisi ve müdahalelerinin sebebi nedir?

Arap-Türk ilişkilerinin geçmişine baktığımızda, Türklerin Arap ordularında, bugünün değimiyle paralı askerlik yaparak başladığını söyleyebiliriz. Müslümanlığı kabul etmeleri de bu şekilde başladı. Bu kabulleniş esasında siyasi ve askeri bir kabullenişti. Abasiler ve Memlükler, dönemlerinde durum biraz böyleydi ve Türklerin Arap bölgelerine gelişi, bu güçlerin ordularında görev almalarıyla başladı.

Sonraki yüzyıllarda Kürtlerin büyük desteğiyle Malazgirt savaşıyla Anadolu'nun kapıları Türklere açılınca, Türkler yavaş yavaş Anadolu'ya yerleşmeye başladı ve hegemonyalarını kurmaya başladı.

Yavuz Sultan döneminde ise Osmanlılar, Arap coğrafyasında hegemonyalarını kurma saldırılarına başladı. 24 Ağustos 1516 tarihinde Yavuz'un Mercidabık savaşını kazanmasıyla Arap coğrafyasının kapıları Türklere açılmış oldu. Bu tahakküm 500 yıl sürdü. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın yenilmesi Türklerin bu coğrafyadan çekilmesine neden oldu. Anadolu'da tutunmaları ise Kürtlerle yaptıkları ittifakın sonucuydu. Nasıl ki Türkler, Anadolu'nun kapılarının kendilerine açılmasını, Kürtlerle geliştirdikleri ittifaka borçluysa, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da tutunabilmelerini de yine Kürt ittifakına borçlular. Ancak cumhuriyetin kurulmasından sonra Kürtlere yönelik inkar politikaları biliniyor.

Şimdi Türk devleti, Osmanlı'nın yenilerek terk etmek zorunda kaldığı Arap coğrafyasına yeniden dönmek istiyor. Açılma kapısı olarak da Suriye'yi gördüler, O yüzden, 24 Ağustos 2016 yılında, yani Mercidabık savaşının yıl dönümünde Dabik bölgesinin de bulunduğu Cerablus'a ilk adımı attılar. Aslında bu ilk adım, yeni Osmanlıların Arap coğrafyasına 500 yıl sonra attıkları ilk adımdı.

Son 20 yılı aşkın süredir Türk devleti ile Arap ülkeleri arasında sıcak ilişiler vardı. Ta ki Arap Baharı denilen sürece kadar. Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, daha önce "dostum" dediği liderler Arap Baharı'yla bir bir gitmeye başladı...

Aslında Türk devleti ile Arap devletleri arasındaki ilişkiler, son yüzyılda hiç de sıcak olmadı. Ama 1998'de Önder Apo'nun uluslararası bir komployla esir alınmasıyla, uluslararası güçlerin arabulucuğunda Türk devleti ile Arap devletleri arasında ilişkiler düzeldi. Aslında bu Ortadoğu ve Arap coğrafyasına müdahalenin ilk adımlarıydı. Türk devleti radyo, televizyon, sinema, diziler ve turizm gibi birçok yumuşak güç unsurlarıyla Arap coğrafyasına girmeye başladı. Arap kamuoyunda da Türkiye'de İslami bir iktidarın olduğu ve Araplarla ilişkilerin iyiye gideceği yönünde bir algı oluştu. Ama 2011'deki Arap Baharı'yla aslında Türk devletinin bu politikasının uluslararası bir projenin ürünü olduğu görüldü.

Aynı zamanda Türk devletinin yeni Osmanlıcılık hayallerinin de olduğu görüldü...

Evet, ama sadece yeni Osmanlıcılık olarak tanımlamak, durumu karşılamayabilir. Çünkü bunun uluslararası boyutu ve desteği var. İhvanı Müslim çizgisi, DAİŞ, El Kaide, El Nusra gibi radikal İslam formlarının kullanımı var. Bu uluslararası bir projedir ve ciddi bir desteğe de sahip.

Arap kamuoyunun bir nevi kalbi sayılabilecek Mısır'dasınız yıllardır. Bu durum, Arap kamuoyunda nasıl karşılanıyor?

Arap aydınları ve kamuoyu, Türk devleti yüzyıllar önce İslam'ı nasıl kullanmışsa, bugün de Erdoğan rejimi eliyle kullanmak istediğini düşünüyor. Çünkü Osmanlılar İslamiyet’i çok fazla kullandı. Bugün de Erdoğan kullanmak istiyor. Bu dini boyutu. Tabi bir de milliyetçilik boyutu var. O boyutta da Arap kamuoyu Türk devletinin Arapları, terörize ettiğini, çeteleştirdiğini, paralı asker haline getirdiğini düşünüyor. Diğer yandan Türk devletinin Arapları parçaladığını ve bu yolla yönetmeye çalıştığı görüşü hakim.

Tabi Arap kamuoyunu bir bütün olarak ele alamayız. İhvancı kesimler, Türk devletinin yapıp ettiklerinden son derece memnun. Ama Arap yurtseverleri ve hakim sınıfı ise Türk devletinden son derece rahatsız.

Arap yurtseverleri, Türk devletinin kendilerini çembere almaya çalıştığını düşünüyorlar. Buna da Türk devletinin Katar, Somali, Libya, Suriye ve Irak'taki üslerini örnek gösteriyorlar. Yine Türk devletinin İran'la danışıklı olarak Yemen'de İhvan üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı hamlelerini görüyorlar. Arap resmi ideolojisine göre İhvan hiçbir zaman yurtsever bir hareket olarak görülmedi. Aksine İhvan'ın uluslararası sistemin bir projesi olduğu görüşü hakim.

Türk devletinin, Arap coğrafyasını İhvan'la çevrelemeye çalıştığını söylediğiniz. Peki, Arapların buna karşı direnç noktaları neler ve bununla bağlantılı olarak, İhvan bu kadar güçlü mü?

Arap toplumunu; temel olarak Arap yurtseverleri, 50-60 yıldır iktidarda olan Arap milliyetçileri ve İhvanı Müslimciler olarak ele alabiliriz. İhvan'ın tarihi 1927-28'lere uzanıyor ve bir proje olarak Mısır'ın İsmaliye kentinde Britanya istihbaratı tarafından organize edildi. Öyle abartıldığı kadar büyük bir güçleri yok. Mesele Arap Baharı sonrası süreçte birçok ülkede ikinci seçimde güç kaybettiler. Örneğin Libya'daki İhvancı parti, Adalet ve İnşa Partisi, 2012 seçimlerinde yüzde 10 oy aldı. Ama sonraki seçimlerde güç kaybetti. Fakat iktidarı bırakmak istemediler. Zaten savaşın başlaması da biraz bu sebeple oldu. Bunun gibi diğer birçok ülkede benzer şeyler oldu.

Örneğin Mısır'da bir sene iktidarı ellerinde tuttular ama o bir senede toplum İhvan'ın gerçek yüzünü gördü. Onlar için demokrasi, insan hakları ve hatta İslam'ın kendisi bile iktidarı ele geçirmek için bir araçtan başka bir şey değildi. Esas hedef iktidarı ele geçirmekti. Buna Sudan'da El Beşîr'in partisini, Filistin'deki Hamas'ı, Tunus'ta Raşid Ganuşi'nin Nahda Hareketi'ni de örnek verebiliriz. Yine Tayyip Erdoğan ve partisi buna en iyi örnektir.

Libya meselesine gelecek olursak, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin Sirte ve Cufra kentlerini "kırmızı çizgi" ilan etmesi ve ardından Türk Savunma Bakanı'nın Libya'ya yaptığı ziyaret sonrası "aidiyeti belirsiz uçaklar" El Vattiye Üssü'ndeki Türk güçleri ve hava savunma sistemlerini hedef aldı. Size göre bu saldırı kim tarafından yapıldı ve saldırı hangi mesajı taşıyordu?

Burada Türk güçlerinin hedef alınması, bana göre, sadece Rusya, Fransa ya da Mısır'ın tek başına yapabileceği bir şey değil. Bunu doğru bir tanımlama ile uluslararası sistemin Türk devletine sınır belirleme saldırısı olarak okuyabiliriz. Libya şu anda ikiye bölünmüş durumda. Bunun doğu sınırı da Sirte ve Cufra olarak belirtlendi. Türk devleti şimdi o sınırı zorluyor. Ama Mısır'ın da o sınırı belirleme vazifesi var. Zaten Mısır Cumhurbaşkanı orasını kırmızı çizgi olarak ilan etmişti. Bu noktadan bakıldığında El Vattiye saldırının uluslararası güçlerin sınır koyma, sınır gösterme saldırısı olarak okuyabiliriz.

Zaten Türkiye'nin Libya'ya bu kadar müdahale edebilmiş olması öyle tek başına yapabileceği bir şey değil. Türk devletinin bir gizli ajandası olsa da sonuçta bir vazife üzerine Türk ordusu orada bulunuyor. O vazife de Çin ile Rusya'nın Kuzey Afrika'da artan etkisini azaltmak, olmazsa da dengelemekti. ABD, Çin ile Rusya'yı dengelemeye çalışıyor. Bunu da Türk devleti ile yapıyor.

Şimdi bu noktadan sonra önemli olan şudur: Türk devleti ve rejimi, El Vattiye'de verilen mesajı aldı mı, almadı mı? Yani sınırı kabul etti mi, etmedi mi?

Sizce, Türkiye mesajı alıp sınırı kabul etti mi?

Türk devleti şimdi kendisini bu saldırıya yanıt vermeye muhtaç hissediyor. Eğer yanıt vermezse demek ki mesajı aldı ve kabul etti. Tabi giden, Erdoğan'ın imajından gitti. Erdoğan şimdi yüzünde patlayan tokadı atan elden ziyade, o tokadı attıranın kim olduğunu ve gücünün sınırlarını anlamaya çalışıyor. Erdoğan'ın mantığına göre bu tokat bedelsiz kalmamalı.

Peki artık vekalet savaşından devletler savaşına doğru bir sürece girilebilir mi?

Şu anda her iki taraf da güçlerini tahkim ediyor. Türk devleti Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni (UMH) güçlendiriyor, Mısır da Libya Ulusal Ordusu'nu (LUO) güçlerini tahkim ediyor ve aşiretleri silahlandıracağını açıkladı. Belki doğrudan her iki devletin ordularının savaşı olmayabilir ama tarafların dediklerinde ısrar etmeleri savaşı daha da şiddetlendirecek.

Peki ya siyasi çözüm yolu yok mu?

Siyasi çözüm için şu anda bazı güçler, Libya'nın Trablus, Tobruk ve Fizan merkezli federal bir devlet olarak yeniden dizaynını görüşüyor. Ayrıca her bölgede için petrol gelirlerinin akacağı 3 ayrı bankadan söz ediliyor. Çünkü şu anda bütün petrol sahaları Hafter güçlerinin elinde. Ama petrol gelirlerinin akacağı bankalar ve sözleşmeler de UMH güçlerinin elinde. Şu anda petrol satışı durmuş durumda. Petrolün yeniden akması için siyasi çözüm şart. Ama LUO'yu, UMH'yi, Türkleri, Mısır'ı, ABD'yi, Fransa'yı, Rusya'yı ve daha birçok gücü aynı anda memnun edecek bir siyasi çözüm şimdilik zor görünüyor. Yani tarafların çözüm anlayışları arasında çok büyük fark var.

ABD'nin Libya'daki tutumu birkaç ay öncesine kadar çok net değildi. Ama son aylarda NATO'yla açıkça UMH'yi desteklemeye başladılar. ABD'nin rolünü nasıl okumak gerekir.

ABD Türk devleti üzerinden de Mısır üzerinden de yine Fransa üzerinden de Libya'da var. Çünkü bu saydıklarımızın hepsi aynı sistemin parçaları ve o sistemin başını da ABD çekiyor. O yüzden ABD bu pozisyonunu sonuna kadar kullanmaya çalışacak. Örneğin ABD'nin Afrika Komutanlığı, UMH'yi ziyaret etti ve NATO açık desteğini deklare etti. Fakat aynı ABD, Mısır'ın Libya'da siyasi çözüm için sunduğu Kahire Bildirisi'ni de destekledi.

Mısır ordusu birkaç gün önce Libya sınırında büyük bir askeri tatbikat yaptı. Türk devletinin Libya'da Mısır'ın kırmızı çizgisini çiğnemesi durumunda Yemen'deki gibi bir Arap Koalisyonu'nun Libya için de kurulması ihtimali var mı?

Pratikte Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Libya için oluşturdukları bir koalisyon var zaten. Bunun genişlemesi ve belki bazı Avrupa ülkelerinin de dahil edilmesi için diplomatik görüşmeler sürüyor. Mısır'ın çağrısıyla Arap Ligi Dışişleri Bakanları toplantısı yapıldı. Yine Fransa'nın da çağrısıyla Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları toplantısı yapıldı. Bu noktadan bakıldığında Türk devletinin bu yayılmacı politikasına karşı yeni adımlar gelebilir.

Fakat şunu da unutmamak gerekir hem Arap ülkelerinin hem de Avrupa ülkelerinin Türk devleti ile olan ticari ilişkileri hala devam ediyor. Evet, aralarında çelişkiler var ama ilişkiler de tamamıyla kopmuş değil.

Birkaç gün önce Türk Dışişleri Bakanı, Libya'da ateşkes için LUO güçlerinin Sirte ve Cufra'dan çekilmesini ön şart koştuklarını söyledi. Ardından Libya Temsilciler Meclisi, Mısır'a askeri müdahale için resmi davette bulundu. LOU Sözcüsü ise Türk ordusu ve UMH güçlerinin büyük bir saldırı için harekete geçtiğini söyledi. Bunlara bakarak, savaş başlıyor diyebilir miyiz?

Her iki taraf da son hazırlıklarını yapıyor. Türk devleti, çok sayıda çeteyi Sirte sınırına yığdı. Yine keşif uçaklarının hareketliliği vardı. Daha önce de dediğim gibi Erdoğan, Sirte için zorlayacak. Çünkü orası petrol bölgesi. Diğer yandan da UMH ile Akdeniz üzerinden imzaladığı egemenlik sahası anlaşmasının akıbeti Sirte'nin alınmasına bağlı. Ayrıca El Vattiye'de yediği tokadın cevabını vermeye çalışacak. O yüzden, çok büyütülmese de bir çatışma ihtimali var. Belki böyle bir çatışmadan sonra uluslararası güçlerin müdahalesi ve çözüm masasına gitme gibi bir durum olabilir.

Türk devletinin başta Irak ve Suriye olmak üzere, Arap ve Kürt coğrafyasına yönelik saldırıları bu kadar artmışken ve Türk rejimi, Kürtlerle yapılan tarihi ittifakları bir kenara atmışken, şartlar Araplarla Kürtleri stratejik bir ittifaka doğru götürmüyor mu?

Kürtlerin, Türk devleti destekli DAİŞ'e karşı savaşı gerek gerillanın direnişi olsun gerekse de YPG/YPJ'nin direnişi olsun dünya kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdığı gibi Arap halkında da büyük bir yankı uyandırır. Zaten daha sonra Demokratik Suriye Güçleri (QSD) kurulmasını Kürt-Arap ve diğer halkların bir ittifakı olarak değerlendirebiliriz. Sonuç olarak, Kürt-Arap ittifakı, Türk devleti-DAİŞ ittifakını yendi. Türk devleti, bugün DAİŞ'ten arta kalan çeteleri nasıl Kuzey-Doğu Suriye'de ve Güney Kürdistan'da Kürtlere karşı kullanıyorsa, bunları Libya'ya da transfer alarak Arap halkına karşı da kullanıyor. Aslında bir yerde, Kürt-Arap ittifakından intikam almaya çalışıyor.

Erdoğan'ın dümeninde olduğu Türk devletinin saldırıları Kürtlerle Arapları birbirine daha da yakınlaştırıyor. Türk devletinin Libya müdahalesiyle, Arap kamuoyu Kürtleri daha iyi anlamaya başladı. Türk devletinin Efrîn, Girê Spî, Serêkaniyê ve Güney Kürdistan işgallerine karşı, zaten birçok Arap ülkesi de tutumunu açıkça dile getirdi.

Diğer yandan Kürt siyasetinin omurgasının geliştirmiş olduğu demokratik ulus felsefesi ve halkların kardeşliği projesi Arap kamuoyunda büyük ilgi görüyor. Bu, Kürt siyasetine kazandırıyor. Ama diğer yandan milliyetçilik üzerinden yürümeye çalışan bazı Kürt kesimlerin yürüttüğü siyaset ise bu ilişkilerin gelişme hızını yavaşlatıyor. Fakat Arap coğrafyasında ilişkiler bağlamında iyi bir zemin var ve Kürtlerin bu zemini iyi değerlendirme şansları var.