7 Haziran seçimlerinde sandıktan zaferle çıkmak için partiler arasında kıran kırana mücadele devam ediyor. Bu mücadele veya yarış, her zaman altını çizdiğimiz gibi, eşit ve demokratik koşullarda yapılmıyor.
Recep Tayyip Erdoğan'ın fiili başkanlığını yaptığı AKP, devletin bütün olanaklarını seçim için kullanıyor. AKP'nin seçim stratejisinin esasını isi HDP'yi baraj altında bırakmak oluşturuyor. Erdoğan ve adamları HDP'yi hile ve zorbalıkla baraja altına bırakıp bedavadan 60-70 milletvekilini kapmayı hesaplıyorlar.
Erdoğan liderliğindeki AKP bu hedefe ulaşmak için her türlü yolu mubah sayıyor. Ülkeyi ateş topu haline dönüştürüyor. Örneğin barış için hayati ve stratejik öneme sahip çözüm süreci zehirli bir dille dinamitliyor. Çözüm süreci ile Kürtleri, demokrasi ve barış güçlerini tehdit ediyor: 'HDP barajı aşarsa çözüm süreci bitecek' diyor.
Bunun bir demagoji olduğunu söylemeye gerek dahi yok. Çünkü HDP çözüm sürecinin bir muhatabı ve aktörü. Bir aktörü ortadan kaldırarak veya onu güçsüz, kolu-kanadı kırılmış hale getirerek dünyanın hiç bir yerinde benzeri bir sorunu çözmek mümkün değil.
ERDOĞAN MUHATAP OLMAKTAN ÇIKIYOR
Kaldı ki, AKP çözüm süreci üzerinden Kürtleri ve barış isteyenleri tehdit ederek işin ruhuna zaten ihanet etmiş oluyor. İkincisi ise AKP ve özellikle lideri Recep Tayyip Erdoğan çözüm sürecine ilişkin son bir kaç aydır izledikleri politika ve söylemleriyle güvenilir bir partner olmadıklarını gösterdiler. Bu nedenle herkes, sadece Türkiye ve Kürdistan kamuoyu değil, dünya da Erdoğan ve adamlarının çözüm değil, bir tüccar gibi bu çözüm fikrini pazarladığını biliyor.
Fetihçi, Turancı bir dille çözüm sürecine saldıran Erdoğan bu duruşuyla HDP'yi değil kendisini muhatap olmaktan çıkarıyor. HDP ister barajı aşsın, isterse devletin tüm olanakları kullanılarak, her türlü hile ve sahtekarlık yoluyla baraj altında bırakılsın, 8 Haziran'da çözüm sürecinin aktörü ve muhatabı olmaya devam edecek.
Peki ya bu durum AKP ve onun lideri Erdoğan için geçerli midir?
Defalarca söylendi bir kez daha söyleyelim. Çözüm süreci Kürtlerin kolektif haklarının teslim edilmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesiyle alakalı bir süreçtir. Tünelin sonunda özgür Kürdistan ve demokratik bir Türkiye vardır. Bu sürecin hiçbir yerinde Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiyesi söz konusu değildir.
Ancak AKP ve lideri Erdoğan, İmralı'da esir tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın başlattığı çözüm sürecini kendi kişisel, parti ve grup çıkarları için tehlikeye attılar. İmralı'da günlerce süren ve yaklaşık 50 toplantı sonrası ortaya çıkan 'Mutabakat Belgesi'ne sadık kalmadılar. Gereğini yapmadılar. Verdikleri hiç bir sözü tutmadılar.
İşte size bir örnek...
En son tıkanan ve kriz yaşayan çözüm süreci, Öcalan'ın müdahalesiyle tekrardan bir canlanma gösterdi. Görüşmeler, hem İmralı'da ve hem HDP-hükümet heyetleri arasında yeniden başladı. Öcalan'ın önerdiği çözüm ve demokratikleşmeyi hedefleyen on başlık hükümet tarafından kabul gördü. Yapılan müzakereler sonucu ortak metne dönüştü. Dolmabahçe Sarayı'nda her iki heyetin ortak basın toplantısıyla üzerinde anlaşılan metin kamuoyu ile paylaşıldı. Bu sürenin her aşamasında HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş'ın altını çizdi gibi Erdoğan bilgilendirildi ve onayı alındı.
KARTAL VE AYDAR'IN DÖNÜŞÜ NASIL ENGELLENDİ?
Görüşmelerde çözüm sürecinin iyileştirilmesi için bazı jestlerin yapılması da öngörülüyordu. Bunların başında sürgünde yaşayan bazı Kürt siyasetçilerin ülkeye dönmeleri ve aktif siyasete katılmaları da konuşuldu. İmralı'da yapılan görüşmelerde devlet heyeti hem de Erdoğan'ın bilgisi ve onayı dahilinde, bu konuda Öcalan'a bazı güvenceler dahi verdi.
Yani KONGRA GEL Başkanı Remzi Kartal ve KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar'ın ülkeye dönüşleri için ve siyaset yapmalarının önündeki var olan gereksiz engellerin kaldırılması için bir çalışma yapılacağı sözü verildi. İmralı'da görüşmelere katılan Kamu Güvenliği Müsteşarlığı yetkilileri her iki Kürt siyasetçinin dönmesi konusunda bağlayıcı bir engelin olmadığını belirtiler. Ayrıca HDP heyetini bu konuda güvence verdiler.
Bu nedenle HDP seçim listelerini hazırlarken bu iki önemli Kürt siyasetçisinin dönebileceğini hesaplayarak iki önemli şehirde birinci sıraları son güne kadar boş bıraktı. Bu durum 5 Nisan'a kadar devam etti. Yani HDP, aslında aday listelerinin YSK'ye verilmesine iki gün kalana kadar Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal 'a aday listesinde yer vermişti.
Ancak tamda 5 Nisan'dan bir gün önce Erdoğan'ında katıldığı bir 'mini zirve' yapıldı. Bu zirvede Tayyip Erdoğan barış ve çözüme katkı, ortamın yumuşatılması ve sürecin devam etmesi için ülkeye dönecek olan bu iki Kürt siyasetçisine veto uyguladı. İmralı'da Öcalan ile ve Ankara'da HDP heyeti ile görüşen yetkililer 'ama sizin bilginiz dahilinde söz verdik. Bu nasıl olur efendim, çok az bir zaman kaldı' itirazlarına rağmen Erdoğan toplantı da kestirip attı: 'Bazen selametiniz için sözünüzden de caymanız gerekir' dedi.
Böylelikle çözüm sürecin en önemli yanını oluşturan sivil siyasetin güçlenmesi ve geri dönüşlere karşı ağır bir darbe vurmuş oldu. Aslında bu her iki siyasetçinin dönüşü barış ve çözüm süreci için sembolik bir öneme sahipti. Bu sembolik adım dahi Erdoğan tarafından engellendi.
ÇÖZÜM SÜRECİNİ ERDOĞAN REHİN ALAMAZ
Şimdi Erdoğan ve başbakanı Davutoğlu seçim meydanlarında, televizyon ve gazete söyleşilerinde HDP'nin Meclis’e girmesi halinde çözüm sürecinin son bulacağı tehdidini savuruyorlar. Bunu bazı yazar-çizer takımı aracılı ile de rasyonalize etmeye kalkıyorlar.
Halbuki Erdoğan, AKP ve hükümet çözüm sürecine ilişkin verdikleri sözü tutmayarak, aksine süreci farklı yol ve yöntemlerle baltalayarak zaten muhatap olmaktan çıkmış durumdalar. Kobanê'ye karşı izledikleri düşmanca politikayla zaten bunu büyük oranda yaptılar. Bu nedenle inisiyatiflerinde olmayan bir süreci rehin almaları ve bunu HDP başta olmak üzere barış ve normalleşme için çaba gösterenlere karşı bir şantaj aracına dönüştürmeleri mümkün değildir. O tren kaçmıştır.
Öte yandan dikkat çekilmesi gereken gerçek şudur: HDP'nin hile ve zorbalıkla baraj altında bırakılması sadece çözüm sürecini tümden çökertmeye yol açmaz. Şuanda gerillanın fedakarlığı üzerinden yürüyen ateşkeste ciddi manada tehlikeye girer ve savaş tekrardan başlayabilir.
İKTİDARDA KİM VARSA MUHATAP ODUR
Ve çözüm süreci başladığı zaman hem Öcalan, KCK yetkilileri ve hem de HDP'li yöneticiler ısrarla çift taraflı bir süreçten ve çok taraflı muhataba dikkat çektiler. Yani bu süreci Kürtlere adına başmüzakereci Öcalan, KCK, HDP, diğer Kürt kurum ve kuruluşları, halk, diğer tarafta ise devlet, hükümet, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve Türk halkını koydular. Yani sürecin hükümet değişikliği ile bitmeyeceğini, bunun stratejik bir hamle olduğunu, müzakerelerde esas muhatabın devlet ve toplum olduğunun defalarca altını çizdiler. Hükümet değişikliklerinin süreç üzerinde olumlu veya olumsuz etki yapabileceğini, ama işin özünün değişmeyeceğini defalarca tekrarladılar.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, 15 Mart 2015'te gazeteci Ahmet Şık'a verdiği bir söyleşide bu tutumu şu cümlelerle net bir şekilde dile getirdi: ''Biz kim iktidarda ise onunla masaya otururuz.''
İşin özü budur ve dünyanın her yerinde de böyle oluyor.
Geçmişte de PKK ve Önderliği Türk devleti ve hükümetleriyle barış ve çözüm için defalarca görüşmeler yaptı. Bu görüşme ve müzakereler sonucunda 1993 yılının Mart ayında ilk kez çift taraflı ateşkes gündeme geldi. O dönem Turgut Özal cumhurbaşkanıydı. Özal defalarca Öcalan ile aracılar aracılığıyla görüştü.
Kaldı ki, Ecevit koalisyon hükümeti döneminde de bazı devlet heyetleri İmralı'da- bizzat Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit'in bilgisi dahilinde- Öcalan ile görüşmeler yapıldı.
Kaldı ki son çözüm süreci ise 2012 yılında hem Kürt gerillasının 'alan hakimiyeti' hamlesi hem de zindanda binlerce Kürt tutsağın ölüm orucuna yatmasıyla geldi. Rojava Kürdistanı'nda 2012'de yaşanan Temmuz devrimi bu süreci hızlandıran çok önemli bir gelişme oldu. Yani yaşanan iç ve dış gelişmeler sonucu AKP hükümeti bir anlamda zorunlu olarak Öcalan ve PKK ile masaya oturdu.
Aslında 7 Haziran seçimlerine giderken Erdoğan provokatörce çıkışları ve eylemleriyle çözüm masanı Kürtler devirmek istedi. Veya en azından Kürtlerin masayı terk etmesi için ağır bir baskı oluşturdu. Ancak bu gerçekleşmeyince, şimdi çözüm süreci üzerinde tehdit ve şantaja başvuruyor.
BOĞAZINI KESEN BIÇAĞI YALAYANLAR
Bu birazda içene düştüğü panik ve korkudan kaynaklanıyor. Halkı savaşla tehdit ederek, erimeyi önlemeye çalışıyor. Ama bunun boş ve nafile bir çaba olduğu kesin.
Kesin olan başka bir şey ise şudur: 7 Haziran'da HDP barajı aşması durumunda çözüm süreci ister AKP ile ister onsuz yoluna devam edecektir. Aksi durum çözüm sürecini tümden gömebilir.
Bu konuda AKP medyasında demagojide sınır tanımayan birçok kalem var. En son bu konuda Demirtaş'a hakaretler yağdırarak Etyen Mahçupyan tümüyle gerçekleri çarpıtan bir yazısı yayımlandı. Çözüm sürecine ilişkin talihsiz olduğu kadarda Mahçupyan'ın tarihsel trajedisini de ortaya koyuyordu. Elbette Mahçupyan'ı Zübükzadelerle aynı torbaya koymak gerekmiyor ama, o da bu son yazdıklarıyla 'boğazını kesen kasabın bıçağını yalayanlar' grubuna katılmış oldu.
Yazıklar olsun, ne diyelim.