Genelkurmay Başkanlığı yalan söylüyor-Erdal Er
Genelkurmay Başkanlığı yalan söylüyor-Erdal Er
Genelkurmay Başkanlığı yalan söylüyor-Erdal Er
Türkiye’de uzun yıllar Genelkurmay Başkanlığı’nın en çok “güvenilen kurum”ların başında geldiğine inanılırdı.
“Kutsal ordu” imajına uygun bir efsane yaratılmıştı.
Zaman zaman yapılan anketlerle bu efsane beslenirdi.
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki son 40 yıldır yaşanan savaş, Türk Silahlı Kuvvetlerin oluşturduğu bu efsaneyi yerle bir etti.
İyi de oldu…
İyi oldu çünkü yurttaşlarına yalan söyleyen ve toplum üzerinde tahakküm kuran Genelkurmay Başkanlığı’nın politikaları herkese zarar veriyor.
Üstelik bu ordu demokratikleşme, temel haklar, eşitlik, çoğulculuk ve özgürlükler önünde en büyük engelse…
Genelkurmay Başkanlığı’nın hem yurttaşlarına hem de dünyaya yalan söylediğini nereden mi çıkartıyoruz?
Dicle Haber Ajansı muhabiri Nazım Daştan’ın 27 Ekim tarihli; “İşte Türkiye'nin IŞİD'i desteklediğinin kanıtı” başlıklı görüntülü haberine verdiği yazılı açıklamadan.
Açıklamanın özetine bakalım:
‘’…DİHA'nın ulaştığı görüntülere göre, 22 Ekim 2014 tarihinde Kobanê'nin Zorava Tepesi'nin yamacında çekilen görüntülerde 5 çete üyesi Kobanê’lilerin arabalarını bıraktığı Türkiye sınırına geliyor. Burada Kobanê’lilerin eşyalarını yakan çeteciler, işlerine yarayan malzemeleri ise Kobanêlilerin arabalarına yükleyip, ellerinde bulundurdukları Siftêk Köyü'ne doğru götürüyor. Daha sonra sınırın sıfır noktasına gelen 2 çete üyesi, oraya gelen 2 zırhlı araçtan inen 7 asker ile görüşüyor. Yaklaşık yarım saat görüştükten sonra çeteciler askerlerle vedalaşıp, bulundukları bölgeden ayrılıyor.’’
Genelkurmay Başkanlığı ajansın haberine, 29 Ekim 2014, Saat: 16.30, NO: BA-30/14 tarih ve başlıklı şu yanıtı veriyor:
‘’1. 28 ve 29 Ekim 2014 tarihli bazı gazetelerde ‘İşte Kanıtı: Ankara - IŞİD İlişkisi Görüntülendi’ ve ‘Bu görüntüler Uluslararası Savaş Mahkemesine götürür’ başlıkları ile haberler yayımlanmıştır. (Dicle Haber Ajansı’nın görüntülü haberi kastediliyor).
2. Söz konusu haberler ile ilgili olarak yapılan incelemede; resmin çekildiği bölgenin, 3'üncü Hudut Alay Komutanlığı (Suruç / Şanlıurfa) Karaca Hudut Karakolu sorumluluk bölgesinde bulunan bir nöbet yeri olduğu, resimde görülen Kobra aracı ve askerî personelin, bu nöbet yerinde görev yapan ve devriye görevi icra eden unsurlarımız olduğu, ancak;
a. Sınır hattı olan demiryolunu geçerken hudut nöbetçilerimiz tarafından iki kişinin görüldüğü,
b. Bölgeye iki adet Devriye Timi sevk edildiği,
c. Bölgeye ulaşan Devriye Timleri tarafından mayınlı sahayı terk etmeleri konusunda ikaz edildikleri ve ikaza uymamaları halinde ateş açılacağının kendilerine bildirildiği,
ç. Bunun üzerine şahısların "Hududu tel örgü olarak bildiklerini" ifade ederek Suriye topraklarına geri döndükleri tespit edilmiştir.
3. Sonuç olarak, bazı basın yayın organlarında yer alan iddialar tamamen gerçek dışı olup Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karalamaya yöneliktir.’’
Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı sıfatını taşıyan kurum, utanmadan, sıkılmadan yalan söylemektedir.
Açıklamada “gerçek dışı” olarak ifade ettikleri tüm gelişmeler, olay yeri dahil olmak üzere aksine tamamen gerçektir!
Anlatalım;
Türkiye-Suriye sınırının uzunluğu 911 kilometre.
İki ülkenin resmi sınırı Anadolu-Bağdat tren hattı.
Kürtler Rojava ve Kuzey Kürdistan’ı birbirinden ayıran tren rayına “bin xet, ser xet” diyorlar.
Kuzey’e “serê xete” (hattın üstü); Rojava’ya “binê xetê” (hattın altı).
Genelkurmayın “iki kişi” dediği DAİŞ çete üyesi şahıslar, askerin gözü önünde tren rayını (sınırı) geçerek silahlı bir biçimde Türkiye topraklarına giriyorlar.
Tren rayı ile askerler arasında üç tel örgü var ve iki de mayınlı alan bulunuyor.
Her bir mayın tarlası 40 metre genişliğindedir.
Çeteler, iki mayın tarlası ve iki tel örgüyü sorunsuz geçerek 300 ile 500 metre Türkiye toprakları içine giriyorlar.
Bu noktada Kobane’den gelenlerin birlikte getirdikleri araçlar, tren rayının Türkiye tarafına bırakılmıştır. Bunun sebebi ise buranın Türkiye toprağı ve güvenli bölge olmasıdır.
Çeteler, öncel Türkiye toprakları içinde güvenlik bölgesinde bulunan Kobanililere ait araçları, eşyaları yağmalıyor, ateşe veriyorlar. Bir aracı ise (muhtemelen) bombalı saldırıda kullanmak için alıp demir rayların üzerinden karşı tarafa geçiriyorlar.
Bunlar askerlerin gözleri önünde yapıldığı halde nedense müdahale edilmiyor.
Bütün bunlardan sonra iki DAİŞ çete üyesi gelip askerlerle görüşme yapıyorlar.
Normalde angajman kuralı gereği askerin söz konusu silahlı kişilere “dur” ihtarı çekmesi, uyulmaması durumunda ateş etmesi gerekmez mi?
Gerekiyor; ancak bu yapılmıyor.
Askeri kurallara göre Türkiye topraklarına giren silahlı kişilerin silahsızlandırılıp mahkemeye çıkarılması gerekirken bu işlem de es geçiliyor.
Askerin yanına kadar gelip yarım saat kaldıktan sonra samimi bir şekilde vedalaşarak ayrılan bu silahlı kişileri yakalama fırsatı varken neden yapılmadı?
Bölgede çekim yapan Dicle Haber Ajansı kameramanına parmak sallayan bir askeri komutan, çekim yapamayacaklarını söylüyor ve nedenini ise buranın “askeri bölge” olduğunu söyleyerek açıklıyor.
Genelkurmay, basın mensuplarının ve sivillerin girmesinin yasak olduğu askeri bölgeye nedense iki silahlı DAİŞ üyesinin girmesinde sakınca görmüyor.
Sadece 2012 yılı içinde Afrin, Kobane ve Cizre kantonunda Türkiye’ye geçmek isteyen ve aralarında kadın, yaşlı ve çocukların da bulunduğu 30 sivilin katlediğini düşündüğümüzde çetelere tanınan bu derin hoş görünün nedeni nedir?
Silahlı DAIŞ çetelerinin Türkiye topraklarında askerlerle buluşmasını, uluslararası hukuk kuralları içinde değerlendirip tartışmak lazım.
Zira Türkiye’nin DAIŞ’i himaye ettiği ve Rojava’da vekaleten savaştırdığı bir çok veri ve belgelerle defalarca kanıtlanmıştır.
Hatta DAIŞ ile Türkiye arasında petrol ticareti yapıldığı konusu uluslararası basın aracılığıyla dünya kamuoyuna yansıyan gerçeklerdi.
Ağustos 2014 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), DAIŞ çetelerine destek sağlayan kişilere ve ülkelere yaptırım uygulanacağı kararını almıştı.
Sonuç olarak,
Türkiye, Dicle Haber Ajansı’na yansıyan görüntülere göre açıktan BM kararını ihlal etmiş ve çetelere destek vererek insanlık suçu işlemiştir. Zira söz konusu çetelerin oradan ayrıldıktan sonra katliam işlemediklerinin, bundan sonra işlemeyeceklerinin hiç bir kanıtı ve güvencesi yoktur.
DAIŞ’e karşı kurulan uluslararası koalisyon, NATO ve BM DAIŞ’i terörist olarak görüyor.
Türkiye NATO üyesi, koalisyonun da bir parçası olduğuna göre bu terörist gruba mensup kişileri neden etkisiz hale getirmediğinin geçerli bir sebebi var mıdır?
BM (BMGK) başta olmak üzere NATO, Avrupa Konseyi, AP ve Lahey’deki B.M. Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcılığı, Türkiye’ye karşı hem yaptırım uygulamakla hem de acilen soruşturma açmakla yükümlüdür!
Roboski’de sınıra birkaç yüz metre uzaklıkta Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 34 sivil köylüyü katlederken, gerekçe olarak “grup içinde silahlı unsurların bulunma ihtimali” olduğu söylenmişti.
İhtimalden yola çıkan devlet 34 kişiyi katlettiğine göre, ihtimale yer bırakmayıp iki silahlı DAIŞ üyesini neden etkisiz hale getirmedi?
Bu konuyu uluslararası hukuk mevzuatını iyi bilen Dersim Soykırım Davası, Zirve Yayınevi ve Hrand Dink davalarından tanıdığımız Av. Erdal Doğan’a sorduk.
BM 1948 tarihli soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması başlıklı sözleşme ile BM Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran, yetkilendiren ve yasal hukuki metnini oluşturan 1998 tarihli Roma Statü’sünün, soykırım ve insanlık suçlarını içeren hükümlerini hatırlatan Doğan şunları söylüyor:
‘’DAIŞ’in Türkiye sınırları içerisinde ve sınır boylarında her türlü ihlali de gerçekleştirerek cirit atmasına göz yumması ve destek verir icrai hareketlere girişmesi, BMGK’nin açıkladığı yükümlülük ve yasağı ihlal etmek demektir. Aynı zamanda Türk siyasi ve bürokratik yetkilileri, Roma statüsünün soykırım suç faillerini düzenleyen 6.maddesinin 3.fıkrasındaki failler arasına girmesi anlamına gelmektedir ki bu durumda UCM Savcısının doğrudan Türk Cumuhurbaşkanı, Başbakanı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında soruşturma açıp savcılığa ifade vermesi için çağrıda bulunması lazımdır. Akabinde haklarında BMGK kararı gereği dava açmalıdır. Soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorumlu kişiler hakkında tutuklama kararı da çıkartabilir. Çünkü sorumlu tutulan bu kişilerin açıkça görünen eylemleri, soykırım ve insanlık suçu işleyenlere göz yummak, yardım etmek ve kollamaktır.”