Geri durmadık, dişe diş direndik
Geri durmadık, dişe diş direndik
Geri durmadık, dişe diş direndik
Biz Kürdistan Devrimcileri, 15-20 kişilik güçlü bir gruptuk. Hem Kara Maraş’ta hem de Yörük Selim’de dört gün dört gece çatıştık. Kara Maraş’a da Yörük Selim’e de giremediler.
Maraş Katliamı’nın üzerinden 36 yıl geçti. 36 yıl önce bugünlerde, 19-25 Aralık 1978’de, Maraş’ın camilerinden anonslar geçiliyordu: “Kentimizi kızıl komünistler basmıştır. 7 Kızılbaş’ı öldüren cennete gider!” O günlerde, vahşi bir katliam yaşandı Maraş’ta. Kürt Alevilerinin yaşadığı mahallelere saldıran faşist güruh, gözü dönmüş bir barbarlıkla göz oydu, kafa kesti, kol kopardı, kurşunladı. Tekçi zihniyetiyle katliama zemin hazırlayan devlet, katliam günlerinde ise adeta uyuyor, kırımın gerçekleşmesini bekliyordu. Sonrasına, devletin tetikçileri eliyle katliamı bizzat yönettiği, hatta katliamın 12 Eylül Darbesi’ne zemin hazırlamak için planlandığı iddiaları, somut delillerle tartışılır oldu.
Katliam günlerinde Maraş’ta, Kürdistan Özgürlük Hareketi saflarında faaliyet yürüten ve faşist güruha karşı direnişin içinde yer alan PKK Edebiyat Komitesi Üyesi Cafer Engizek, katliamın gerekçelerini ve başından geçenleri anlattı. Maraş Katliamı’nı gerçekleştirenlerin DAİŞ çetelerinin bugün kullandığı yöntemlerin aynısını o günden kullandığını belirten Engizek, kendilerinin de dişe diş direndiğini anlattı.
Maraş Katliamı sürecinde Türkiye’deki siyasal ve toplumsal durum nasıldı?
Türkiye’de devrimci hareketler geliştiği için 12 Mart 1970’de askeri faşist darbe yapılmıştı. Mahir Çayanların THKP-C’si, Deniz Gezmişlerin THKO’su, İbrahim Kaypakkayaların TKP/ML’si gibi hareketler o zaman şekillendi. 12 Mart 1970 darbesi de bu gibi hareketlere karşı yapıldı.
1980’e girilirken de durum benzer biçimdeydi. Hatta 80’de kapsam daha da geniştir. Geçmiş hareketlerde Kürt ulusunun varlığını kabul edenler, Kürt ulusunu ve Kürdistan’ın varlığını tartışmaya açıyordu. Örneğin Mahir Çayan, “Kürdistan bir ulustur” diyordu; İbrahim Kaypakkaya da bu biçimde yaklaşıyordu. Fakat 1973-78 arasında Türkiye’de ve Kürdistan’da başka bir hareket şekillendi. Devrimci-demokratik bir hareket vardı; Dev-Yol’un üye sayısı alabildiğine fazlaydı. Bunlar rejimi, Türkiye sistemini tehdit ediyordu. Diğer taraftaki önemli gelişme ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin, yani PKK’nin gelişmesi ve ilanı oldu. Bu nedenle Türkiye’de bir askeri darbenin yapılması gerekiyordu. Devleti yönetenler, eskisi gibi yönetemiyordu; bu nedenle de faşist bir yönetime ihtiyaç duyuyorlardı.
Peki bu dönemde Maraş’a yönelimin nedeni neydi?
Maraş’ta Kürtler, Aleviler ve Sünni Türkler arasında geçmişten gelen bir çekişki, çatışma durumu vardı. Faşistlerin alabildiğine örgütlendiği bir yerdi. Buna rağmen de hem Türkiye solu hem de Kürdistan Özgürlük Hareketi, Maraş’ta gelişme şansı yakalıyordu; bu nedenle de Maraş’ı seçtiler. Ayrıca Türkiye’de askeri, faşist bir darbenin yapılması gerekiyordu. Bu askeri faşist darbenin olabilmesi için de mutlaka bazı toplumsal olayların, katliamların olması gerekiyordu. Böyle bir gerekçe yaratılacak ve darbeye zemin hazırlanacaktı. Maraş’ta da böyle bir toplumsal zemin vardı. Geçmişteki çatışmalar yetmiyormuş gibi bir de katliamın tezgahlanması, zirve oldu.
Yani Maraş’taki mezhep çelişkisi, katliama yol açacak kadar derindi...
Evet. Maraş’ın şöyle bir özgünlüğü de var. Kürtler ta Yavuz Sultan Selim zamanında dağdan indirilmiş ve Maraş’a yerleştirilmiş. O zamanlar Pazarcık-Maraş-İslahiye hattı bataklık imiş. Kürtler de bu bataklığa yerleştirilmiş. Demişler ki, “Bunlar bu bataklıkta ölür.” Fakat bataklık onları öldürmemiş; aksine süreç içerisinde bataklıklar kurumuş ve zengin, verimli topraklar haline gelmiş.
Bugüne doğru geldiğimizde ise Aksu Barajı’nın etkisine bakmak gerekiyor. Barajın yapılmasıyla birlikte Kürtler ve Alevilerin elinde önemli bir sermaye birikimi oluşmuş. Bu sermaye birikimiyle Kürtler, Maraş gibi bir yerde yatırım yapıyor. Çırçır, salça fabrikaları, konfeksiyon atölye ve dükkanları gibi orta büyüklükte işletmeler açıyorlar. Kürt doktorlar, eczacılar yetişiyor. Maraş esnafının, Maraş üst sınıfının ise bu tür şeylere tahammülü yok. Çatışmanın bir nedeni de budur.
Maraş kent merkezinin Kürtlerle fazla bir ilişkisi yoktur. Kürtler daha çok Pazarcık ve Elbistan’dadır. Yani Maraş’ta toplumlar, çok da iç içe değil. Kürtlerin ve Alevilerin Maraş kent merkezinde yerleştiği yerler, Yörük Selim ve Kara Maraş’tır. Kara Maraş, Pazarcık’a, Narlı’ya yakın bir yer; kent merkezinde değil. Toplumların birbirinden kopuk oluşu da katliamın gerekçeleri arasında sayılabilir.
Tabii, “Katliamı Maraşlı Türkler yaptı” dersek de eksik olur. Katliamı Maraş’a dışardan gelenler, getirilenler planladı. Örneğin katliam öncesinde Cüneyt Arkın’ın bir filmini izlettirmişler; faşist propagandaya dayalı bir film, adını hatırlamıyorum. Kitleyi hazırlamak ve devrimci, demokrat ve Kürtlere saldırtmak için eğitilmiş, silahlı güç getirmişler. Katliamı da genellikle onlar yaptı. Evet, Maraş toplumunun zihniyeti geridir, farklılıkları istemiyor; ancak öyle katliam yapacak durumu da yok, olsa olsa yardım yataklık yapmış olabilir.
Katliamda siz de Maraş’taydınız; olanların tanığısınız. Katliam nasıl gelişti, siz neler yaşadınız?
Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu isimli iki yurtsever öğretmen katledilmişti. Bu iki öğretmen de sürekli en önde mücadele ettikleri için hedef seçildiler. Ben de o zaman hastaneye gittim, cenazelerine baktım. Vücutlarını parça parça etmişlerdi.
Cenazeleri bir törenle kaldırmak istedik. Yörük Selim’e yakın hastaneden aldık, büyük bir kitle ile yürüyoruz. Yani öyle az buz değildi kitle; belki 10 bin kişi. Ulu Camii var şehir merkezinde. Faşistler ana caddede, yolun iki tarafında üslenmişler. Dediler ki, “Bu komünistlerin buradan geçmesine izin vermeyiz.” Sonra da saldırdılar. Mecburen biz de çatıştık ve cenazelerimizi Yörük Selim’e kadar götürdük. Sonra da tekrar, çatışa çatışa geri çekildik. Şehrin her tarafı tutulmuştu. Kale diye bir yer vardı; faşistler orada da yolun her iki tarafına mevzilenmiş saldırıyordu.
Biz devrimcilerin de Maraş’ta hazırlığımız vardı elbette. Kendimizi savunmak için silahlanmıştık. Mesela bizim üç dört silahımız vardı. Ayrıca Yol, Su, Elektrik İdaresi müdürü vardı; Fevzi isimli, Erzincanlı bir Kürt Alevisi... O da bize kurumunun bütün dinamitlerini ve arabalarını verdi; onları da kullandık. Kendimizi iyi savunduk. Dinamitleri el bombası yapıyorduk. Bir arkadaşın da atarken elinde patlamıştı.
Fevzi bu olaydan dolayı 15-20 yıl hapiste yattı. Yıllar sonra Nokta dergisiyle söyleşi yapmıştı. Diyordu ki, “Bir daha halkıma yönelik katliam olsa, yine aynı şeyi yaparım.”
Faşistlerin saldırıları yoğunlaştıkça hepimiz çatıştık. Bir arkadaşın eli koptu; bu arkadaşın bir kuzenini baltayla, vahşice katlettiler.
Biz Kürdistan Devrimcileri, 15-20 kişilik güçlü bir gruptuk. Hem Kara Maraş‘ta hem de Yörük Selim’de dört gün dört gece çatıştık. Yörük Selim’e de, Kara Maraş’a da giremediler.
Kent merkezindeki solcuların, Alevilerin, Kürtlerin mallarına zarar verdiler. Kürtlere ait ne varsa yakıp yıktılar, talan ettiler. Kadınlara, küçük çocuklara vahşice saldırdılar. Bu süreçte Ozan Emekçi’nin babası Apê Uso ve annesi de taşlarla katledilmişti. İhtiyar bir adamdı. Gericilerin olduğu bir mahallede oturuyordu. Onu ve eşini Kürt ve Alevi oldukları için katletmişlerdi.
İşte çatışmalar, böyle olaylar yaşanarak dört gün dört gece sürdü. Dişe diş çatıştık.
Evlere giriyorlar, savunmasız insanlara saldırıyorlardı. Çatışmada, “Bunlar komünisttir, öldürüp cennete gideceğiz” diyorlardı. Böyle bir zihniyetle hareket ediyorlardı. Kadınların göğüslerini kesiyor, gözlerini çıkarıyorlardı. Hatırladığım Mehmet Çimen diye bir arkadaş vardı, onu da göğüslerini keserek, gözlerini çıkararak vahşi yöntemlere katletmişlerdi. Bugün DAİŞ nasıl yöntemler uyguluyorsa, onlar da aynı yöntemleri uyguladılar. Güçleri yetseydi, Kara Maraş ile Yörük Selim’i ele geçirebilselerdi, her türlü katliamı yapacaklardı. Devlet diyor ki, “Yüz elli insan öldü.” Şu bilinmeli ki, faşistlerden de çok sayıda kişi öldü. Devrimciler direndi, halk direndi. Bütün gruplar dişe diş direndi. Öyle kendilerini arkaya atan, geride duran bir tutum içinde olmadılar.
Katliamı önlemeye yönelik devletin bir müdahalesi oldu mu?
Devlet dördüncü gün müdahale etti. O güne kadar hiç müdahale edilmedi. Ecevit hükümeti Kıbrıs’a 48 saatte müdahale edebildi; ama Maraş gibi bir yere ancak dört gün sonra müdahale etti.
Ahmet Davutoğlu’nun başbakan olması ardından “Alevi açılımı” tekrar gündeme getirildi. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Alevi açılımı da Kürt sorununa yaklaşım gibidir. Süreç yok, kandırma süreci var. AKP’nin Alevilere yönelik yaptığı da budur. Oyalama taktiğidir.
Diyor ki, “Elektrik, su parası almayacağım.” Bu bir hakarettir, alaydır. Cemevine statü vermiyor, zorunlu din dersini kaldırmıyor. Hatta bir de Osmanlıca’yı getiriyor. Adım atmak isteyen böyle yapar mı? Adım atmak istese, AKP için gerekli düzenlemeleri yapmak birkaç günlük iştir. Ama oyalıyor ve hiçbir şey vermiyor. En son Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) cemevleriyle ilgili bir karar verdi; ona bile, “Ne karar verirlerse versinler, biz kendi müfredatımıza bakarız” diyor. AKP’ye en yakın Aleviler İzzettin Doğan ve çevresidir, devlete çalışıyorlar; ama onlar bile itiraz etmek zorunda kalıyor.
Açılım yoktur. Açılım olsaydı, imam hatiplerden katsayıyı kaldırdığı gibi, kamuda türbanı serbest bıraktığı gibi cemevlerini de ibadethane yapabilirdi. Bunları yapacaklarına gidip Alevi köylerine cami kuruyorlar. Asimilasyon sürüyor, kültürel soykırım sürüyor.