Göçertilen memleket – DİZİ I

Halep'ten göç edenlerle ilgili de unutulmaz olaylar belleğime kazındı. Göç yollarında o kadar çok acı hikaye birikti ki, insan hangisini yazacağını bilemiyor.

Suriye’de yaşanan bir insanlık dramıdır. Tam beş yıldır bu drama tanıklık ediyorum. Her birinden binlerce kare kaldı bende. Her birinden en az bir derin acı kaldı. Her biri ayrı bir yara açtı. Çünkü yaşanan korkunç bir savaş vardı. Halkın kendi savaşı olmayan bir savaştı bu. Uluslararası güçlerin arenası, kozlarını paylaşma savaşı. Halka ise sadece acısı kalıyordu. Evlerinin yıkılması, göç. Tam beş yıldır ve hiç bitmeyen bir film gibi bunu izliyorum. Aksiyonu kimi zaman azalan, kimi zaman yükselen bir film gibi.

QSD güçlerinin Rakka’yı özgürleştirme hamlesini başlattığı son altı ay içinde hiç bitmeyen, bitmeyecekmiş gibi devam eden göç filmini yeniden izlemeye başladım. Ancak son bir aydan beri bu film, daha fazla acılı, büyük trajedilerle devam etmeye başladı.

Her gün gözlerimle binlerce, on binlerce insanın yollara düştüğünü gördüm: Kimi araba, kimi motosiklet, kimi traktör, kimi uzun araç, kimi at arabasıyla; kimi sürüsüyle yürüyerek.

Daha önce tanıklık ettiğim en büyük göç, 2013 yılında Halep’ten yaklaşık 500 bin civarında sivilin göç etmesiydi. Göç edenlerin büyük çoğunluğu Halep’ten Efrîn’e doğru gelmişti. Normal koşullarda kullanılan 60 kilometrelik yol boyunca göç edenlerin araçları dizilmişti peş peşe.

SÖZDE KURTARICILAR

Önce rejimin kontrol noktasından geçiyorlardı. Geçerken herkes tek tek aranıyordu. Daha sonra yaklaşık 500 metre ilerideki sözde o dönemin ÖSO’sunun kontrol noktasına geliyorlardı, bu kez orada başlanıyordu aranmaya. İnsanlar evlerden alabildiklerini alıp çıkmışlardı. Kadınlar, dedeler, nineler, çocuklar, erkekler diziliyorlardı kontrol noktalarında. Sözde kurtarıcı olarak ortaya çıkanlar, kişi başına birkaç kuruş alıp onlarla adeta dalga geçercesine yüzlerine gülüp bırakıyorlardı. Aslında yüzlerine gülerken "Siz gidin, bizim orada kalan gruplarımız şimdi evlerinize girer ve içlerinde hiçbir şey bırakmaz" demek istiyorlardı sanki. Zaten Halep’te girdikleri tüm yerler de öyle olmuştu.

O zaman göç eden insanları gördüğümde içim sızlamıştı. "Nereye gidecek bu insanlar" diyordum kendi kendime.

EFRÎN’DE BİR ANNE

Bir anne sadece un torbasına birkaç eşya koyacak kadar zaman bulmuştu. Efrîn Asayişi önünde onlarca ailenin bindiği otobüsten o, beyaz torbası ile inmişti. İnerken çocuklarından biri eteğinden tutmuştu. Beş yaşlarında gibi görünüyordu. İki yaş daha büyük görünen diğeri ise bir adım ilerisinde yürümüştü. Kucağında henüz kundaktaki çocuğunu taşıyordu. Bir eliyle de tüm evini sığdırdığı beyaz torbayı taşıyordu. Torbayı Asayiş önünde yere bıraktı. Kundaktaki çocuğunu üzerine bırakarak kaldırıma çöktü ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

Onun gibi yüzlerce anne o acıyı yaşarken tanık oldum. Deklanşöre basarken benim de gözlerimden yaşlar aktığını fark ettim. Üzerinden dört yıl geçmiş ama hala o annenin gözü yaşlı hali gözlerimin önünde.

BİTMEYEN GÖÇ

Halep'ten göç edenlerle ilgili de unutulmaz olaylar belleğime kazındı. Göç yollarında o kadar çok acı hikaye birikti ki, insan hangisini yazacağını bilemiyor. Onlardan biri, göç edenlerin bazılarının birkaç yerden birden göç etmiş olmasıydı. Orta yaşlı kadınlardan biri, beş mahalleden göç ederek Kürtlerin yaşadığı bölgeye geldiğini anlatıyordu. "Şimdi de buraya saldırdılar ve Kürtlerle birlikte çıkmak zorunda kaldık" diyordu, 2013 yılında.

Bazıları Deraa'dan, bazıları Hama'dan, bazıları Humus'tan, Quseyr'den, Quneytra ve Şam'ın bazı bölgelerinden gelmişti.

KOBANÊ SONRASI

Tanık olduğum bir başka göç hikayesi, Kobanê'ye yönelik DAİŞ tarafından 2014'ün Eylül ayında başlatılan saldırıların ertesindekiydi. Kobanê'nin dört yüz köyü ve şehir merkezinden insanlar akın akın göç etmeye başlamıştı. İnsanlar, DAİŞ çetelerinin füze, obüs, havan saldırılarından canlarını kurtarmaya çalışıyordu. Büyük kısmı kadın, çocuk, yaşlı ve hastalardı. Diğerlerinin büyük çoğunluğu Kobanê'de, cephedeydi. Bazıları eşlerini, çocuklarını, anne babalarını geçirdikten sonra geri dönüp cephedeki yerini alıyordu.

Kobanê göçünde hafızalara kazınan, down sendromlu çocuğu kaybolmasın diye kendisine bağlayan annenin fotoğrafı olmuştu. Yaşlı anne babalarını el arabasında taşıyanlar da az değildi. Göçün büyük kısmı ise yürüyerek olmuştu. Yüz binlerce insan tozlu yollardaydı ve canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı.

O KÖYLER NEDEN BOŞALDI?

2015 yılının Mart ayıydı. Halep'ten Şam'a doğru yola çıktım. Rejimin açtığı incecik koridordan geçiyorduk. Başımıza ne geleceğini bilmeden yol alıyorduk. Sağ tarafımızda kalan İdlib çevresi ve köyleri, Nusra ve ÖSO gruplarının elindeydi. Her an onlardan bir saldırı gelebilirdi. Sol tarafımıza düşen Rakka çevresi ise DAİŞ'in elindeydi. Açılan koridor her an kapanabilir, biz de esir düşebilir ya da katledilebilirdik. 

Halep'in harabeye dönmüş havaalanı bölgesinden yola çıktık. Sefire'den başlayıp Hama'ya bağlı Selimiye ilçesine kadar yüzlerce köyle karşılaştık. Köylerin hepsi boştu, tek bir insan yoktu. Sessizliğe ve kimsesizliğe terk edilmişlerdi. Yanımdaki arkadaşa, "Bu köylüler nereye gitmiş, neden köylerini terk etmiş?" diye sordum. Arkadaş Şam'a sık sık yolculuk yapan Halepli biriydi. Derin bir iç çekerek başladı: "Olaylar başlamadan önce köylerin hepsi doluydu. Olaylardan sonra ÖSO grupları geldi. Gelen gruplar, köyün bir kısmını rejim yanlısı diye ya tutukladı ya da vurdu. Mal mülklerine el koyup onları köyden çıkardılar. Daha sonra rejim bu köyleri geri aldı. Bu kez de rejim köylerde kalanlara 'Siz ÖSO'cusunuz' diyerek çıkardı. Bu köyler böylece kimsesiz kaldı."

Yüzlerce köylü göçüp gitmişti. Nereye gittiklerini bilen yoktu. Belki de yüzlercesi vurulmuş, yüzlercesi tutuklanmıştı.  Belki bir kısmı göç yolunda ölmüştü. O hikâyeleri kimse bilmedi, yazmadı. Sessizce gittiler.

Halep-Hama arasındaki yold çok önemli bir stratejik nokta vardı: Sebxut Cebul denilen Suriye'nin tuz ihtiyacının neredeyse yarısının karşılandığı göl. Köylerin bir kısmı bu gölün kıyısındaydı. Geçimlerini de belli ki bu gölden çıkardıkları tuzla sağlıyorlardı. Şimdiyse kimse yoktu.

SON DALGA: RAKKA’DAN KAÇIŞ

Son bir aydır yeni bir göç dalgasına tanıklık ediyorum: Rakka cehenneminden kaçış. İnsanlar, yaşama yeniden tutunmak için yollara düşüyor.

Rakka'nın kuzeyinde Cellab Vadisi'nde bulunan köylerin özgürleştirilmesi için QSD savaşçıları, 11 Nisan'da bir hamle başlattı. Bu, Rakka'yı özgürleştirme hamlesinin dördüncü aşamasıydı ve yaklaşık 13 gün sürdü. Onlarca köy ve mezra çetelerden özgürleştirildi.

Hamlenin başladığı günden itibaren bendi yıkılmış barajdan su nasıl akıyorsa QSD tarafından özgürleştirilen alanlara sivillerin göç akını da o şekilde gelişti. Rakka şehir merkezi ve halen DAİŞ'in bulunduğu Rakka çevresindeki köy ve kasabalardan insanlar kaçıyordu. Yalnızca onlar da değildi. Halep'e bağlı Mesken, Xefse, Deir Hafir gibi yerlerden de binlerce insan vardı. Mesken halen DAİŞ'in elinde ve insanlar kaçıp gelmeyi sürdürüyor. Deir Hafir ve Xefse ise yakın zaman önce rejimin eline geçti. Bu kez de "Rejimin baskısından kaçıyoruz" diyor insanlar. "Neden" diye sorduğumda, "DAİŞ geldiğinde bizi rejimle işbirliği yapmak ve kafirlikle suçladı, rejim de gelince bizi DAİŞ ve ÖSO'cularla işbirliği yapmakla suçladı. Göç etmekten başka çaremiz yok" diyorlar.

Gelenler arasında Kerkük, Tel Afer ve Ambar'dan olanlar da var. Kerkük ve Tel Afer'den gelenler genelde Türkmen, Ambar'dan gelenler ise Sünni Araplar.

DÖRT GÜNDE 50 BİN

Fırat'ın Gazabı Hamlesi'nin dördüncü aşamasına 25 Nisan'da ara verildi. Sebebi, Türk devletinin Karaçox ve Şengal'e yönelik hava saldırılarıydı. Yaklaşık 15 günlük bir aranın ardından operasyon, 10 Mayıs'ta yeniden başladı. Hamle başladıktan iki gün sonra insanlar, yeniden sel gibi akmaya başladı. Esediye, Hatin, Mirmeh Derviş, Kahtaniye, Rabya, Hatuniye, Mezra Yarub, Adnaniye, Tel Zedan, Rakka Semra, Hamrat Belsim köylerinden insanlar, akın akın göç ediyordu. Onlar, yaklaşık üç aydır DAİŞ zulmü altında yaşıyordu.

Rakka şehir merkezi ve halen DAİŞ'in bulunduğu köylerden 12 Mayıs-16 Mayıs arasında 50 bin civarında sivil kaçtı. Rakka Sivil Meclisi Yardım Kurumları Komitesi Başkanı Ebdulselam Hemsorik, "Dört gün içinde 50 bin sivili karşıladık. Kuruluşumuzu yeni ilan etmemize rağmen halkımızı karşılayarak ilk elden ekmek ve su ihtiyaçlarıyla barınma ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştık. Barınma diyorum ama Ayn Îsa Kampımızın çevresinde araçlarıyla kalabilecekleri yerler açabildik sadece. Onun dışında elimizde herhangi bir şey yoktu. Kamp içinde açtığımız beş büyük çadırda ise yaşlı, hasta ve çocukların kalmasını sağlamaya çalıştık" diye anlatıyor.

Hemsorik'in verdiği rakamın üzerinden uzun süre geçti. Ardından bir süre kum fırtınası oldu, bu gelişleri azalttı ama hiçbir zaman kesilmedi. Bazı insanlar ise tam tersine kum fırtınasını fırsata çevirmişti.

BEKLEYEMEYEN ADAM

Rakka'dan ve DAİŞ'in kaldığı köylerden insanlar, adeta cehennemden kaçar gibi kaçıyordu. Güzergahları üzerinde durup gelişlerini izlemek istedim. Binlerce araçlık konvoylar oluşuyordu. Kadın, çocuk, yaşlı, erkek, anne, baba, genç kızlar düşmüştü yollara. Kadınların QSD'nin hakim olduğu bir bölgeye ulaşır ulaşmaz ilk yaptıkları iş, başlarına bir cendere gibi geçirilen siyah çarşafları çıkarmak oluyor. Erkeklerinki ise sakallarını kesmek. Yollarda oldukları için hemen kesemiyorlardı tabii ama Hezime, Tel Semen yolu kenarında akan kanalın dibinde iki kadının orta yaşlı birinin sakallarını makasla kesmesine tanık olduk. Daha fazla bekleyememişti. "Tam üç yıldır bu yükü taşıyordum, bir an önce kurtulmak istedim" dedi.

‘İLK YAPTIĞIM İŞ’

Aynı yükten kurtulan biriyle Ayn Îsa Kampı'nda da karşılaştım. Kampta insanlarla DAİŞ'in yaptıkları üzerine konuşuyordum. Kampta çadırların önünde bekleyen insanların her biri, DAİŞ'in uygulamalarından birini anlatıyordu. Biri sigara içmelerine izin vermemesinden, diğeri gece dokuzdan sonra sokağa çıkma yasağından, bir başkası ezan saatinde dükkanlarını kapatmalarını istemelerinden yakınıyordu. Kadınlar ise, "Bize zaten yaşam şansı tanınmıyordu" diyordu.

O sırada yanıma orta yaşlı Ahmet İsmail isimli bir Rakkalı yaklaştı. Elini yüzüne götürdü ve başladı: "Üç yıldan sonra ilk defa bugün tıraş oldum, yüzüme ilk defa bugün jilet değdi. DAİŞ, Rakka'da berber dükkanlarının hepsini kapatmıştı, tıraş olmayı yasaklamıştı. Sakalını kesenler, en ağır cezaları alıyordu. Buraya geldiğim gibi ilk yaptığım iş tıraş olmak oldu."

KUMDAN ÇIKAN İNSANLAR

Böyle her sabah kalkıp kaçanların geldiği yolun üzerinde onları karşılamaya çalıştım. Tel Semen'den Hezima'ya doğru QSD savaşçılarının kurduğu kontrol noktasında bekliyordum. 16 Mayıs sabah erken saatlerde yine oradaydım. Görünürde kimse yoktu. "Neden bugün kimse gelmedi" diye sordum. Nöbetçi, "Hava durumu kum fırtınası olacak diyordu, belki ondandır" dedi.

Havada henüz olağanüstü bir şey yoktu. Gökyüzü berrak, yollar açıktı ama QSD'nin askeri araçları dışında gelen giden yoktu.

Sonra kum fırtınası bir anda başladı. Çok geçmeden ortalık toza boğuldu. Ne olduğunu anlamak için şaşkın şaşkın etrafıma bakıyordum. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. Etrafımdakiler ise gayet sakin, hiçbir şey yokmuş gibi duruyorlardı. Sorduğumda, "Çölde zaman zaman olur böyle. Çöl insanları alışıktır. Bazen hortum öyle güçlü olur ki insanları bile kaldırabilir" dediler.

Çok geçmedi ki fırtınanın içinde bir insan belirmeye başladı. Nöbetçiler mevzilerindeki yerlerini aldı. Çünkü DAİŞ çeteleri kimi zaman kumlu havayı, fırtınaları, yağmuru ve sisi saldırı için kullanmış. İki nöbetçi, gelenleri kontrol etmek için köprünün başında beklemeye başladı.

Kum fırtınasının içinden çıkıp geliyordu insanlar. İlk kafile ulaştı. İnsanların her yeri toz içindeydi. Gözleri ve gülerken dişleri görünüyordu. Başları, yüzleri toz içinde kalmıştı.

O insanları gördüğümde aklıma ilk Yahudiler için kullanılan 'Apiru' (Tozlular) sözcüğü geldi. Ardından Şengal'in 73'üncü fermanı sırasında tozlu yollardan geçen, tozlar içinde kalan Êzîdîler.

Nöbetçiler, gelen kafileleri kontrol edip Tel Semen'e, oradan da Ayn Îsa'ya gitmeleri için geçirdi.

 

YARIN:

* Çocuklar ve yaşlılar

* En gözde araç: Traktör

* Kamptaki Heval Mustafa

* Çölde doluya tutulmak