Günahkarlar ve günahsızlar, tövbe ile özeleştirinin farkı

Günahların kaynağı halklar değil, devletlerdir. O devletler halkların değil, egemen sınıfların devletidir. Halklar bu egemen sınıfların devletlerinin suçlarına, kendi devletlerine verdikleri destekle ortak olmuşlardır.

Stratejiler, taktikler ne olursa olsun, hedefler, programlar ne olursa olsun, sinema terimiyle “aktörler” ne olursa olsun, Ortadoğu savaşı pek çok kavramın yanında bir “ahlaki” meseledir.

“Günahkarlarla günahsızlar” arasında bir savaş sürüyor.

Gelin günahkarlara bir bakalım:

ABD’yi önce ele alalım: Günahkardır. Kızılderilileri yok etti. Japonya’ya atom bombası attı. Gerisini saymakla bitiremeyiz. Bu günahlar aynı zamanda Amerikan halkının da günahı.

Fransa dediğimizde Cezayir aklımıza geliyor. Giyotini unutmuyoruz. Napolyon’u da, Paris Komünü’nü de. Fransız halkı hiç de masum değil.

Almanya’yı anlatmak bile gereksiz. Hitler’in ismi yeter. Almanlar “Heil Hitler” diye her bağırdıklarında günaha girmişlerdi.

Rusya... Çarlığın tarihi günahların tarihidir. Türkler bu günahlar arasında Çarlığın Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı İngiltere ve Fransa’yla birlikte paylaşmak istediğini hatırlıyor. Çarlık aynı zamanda Yahudi pogromlarının günahkarıdır. Onun da günahları saymakla bitmez. Sovyet halkı Buharin’in ve Ekim Devrimini yapanların yok edilmesinden sorumlu değil mi?

Arap devletleri de İsrail de günahkardır. Araplar İsrail’in varlığına, İsrail de Arapların varlığına düşmanlık günahına gırtlaklarına kadar batmışlardır. Araplar da günahkardır, Yahudiler de.

Suriye günahkardır. Irak günahkardır. İran günahkardır. Kürt halkına karşı toplu katliamların günahı yalnız bu devletlerin değil, bu devletlerin halklarının da sırtlarında duruyor. Petrol içip sarhoş olmaları cabası.

Türkiye'nin günahlarını sıralamaya kalksak ciltlere sığmaz. Geçmişi, darbeleri, Ermeni, Rum, Süryani, Êzidî ve Kürt soykırımlarını unutmadan bir yana koyalım: Suriye savaşının günahı bu devletin boynuna asılmış bir yaftadır. Türk halkı bütün bu günahları hala vicdanında taşımasa da, tarihinde sonsuza kadar taşıyacak.

Şu anda Ortadoğu’da savaşan devletleri ve halklarını aşağı yukarı saydık. Topu günahkardır ve topunun halkları bu günahlara ortaktır.

Ortadoğu’da bir tek günahsız halk var: Kürt halkı.

Çünkü onun devleti yok.

Devleti olsaydı o da günaha girerdi. “Devletimsi” Güney, daha şimdiden Güney Kürdistan halkını kendi günahlarına bulaştırdı bile.

Şimdi Kuzey’e, Doğu’ya ve Rojava’ya bakalım.

Buraların Kürt halkının günahlarından söz etmek mümkün mü?

Evet, Ermeni, Süryani, Êzidî soykırımlarında bu halk henüz “halk” düzeyine yükselmemişken, henüz aşiretler halinde yaşarken Osmanlı bu aşiretlerin başlarını kendi günahlarına alet etmiştir. Tarihteki bu günaha ortak olan halk değil, aşiretlerin “köleleridir”. Kölenin, yani iradesi olmayanın “günahı” olmaz. Tıpkı çocuklar gibi. Günah kölecilerin omuzlarındadır. Devletin ve aşiret başının.

Kürtler siyasi örgütlenmelerini gerçekleştirdikten ve bu örgütlerin öncülüğünde mücadeleye atıldıktan sonra, “devletsiz ulus” düzeyine yükseldiler.

İşte bu ulus günahsızdır. Irki özelliklerinden, genlerinden, fıtratından dolayı değil, “devletsiz” olduklarından dolayı günaha bulaşmamışlardır.

Deneyin bakalım, bir tek günahlarını bulabilecek misiniz?

Bulamazsınız.

Günahların kaynağı halklar değil, devletlerdir. O devletler halkların değil, egemen sınıfların devletidir. Halklar bu egemen sınıfların devletlerinin suçlarına, kendi devletlerine verdikleri destekle ortak olmuşlardır. Günaha bulaşmışlardır. Size zulüm eden bir Kürt devletine ve onun halkına tarihte rastladınız mı? Kürt hanginizin tavuğuna “kışt” dedi?

Şimdi İsa, bir kadını recm etmek isteyenlere karşı söylediği “ilk taşı günahsız olan atsın” sözünü, “devlete karşı ilk taşı günahsız olan atsın” diye günümüzde tekrar söylese, recm edilene o zamanlar tek bir kişi taş atmamışken, devlete karşı ilk taşı Kürt halkı ve onun örgütlü hareketi atardı. Günahsız olan odur çünkü.

Nitekim şimdi ilk taş atılmıştır. Halklar için günahlarından arınma tarihini bu taş başlatmıştır.

PKK Önderi Öcalan’ın “devlet” hakkındaki teorisi aynı zamanda halkları günahtan korumanın yolunu çizmiştir. Konumuzdan biraz ayrılarak kısaca hatırlayalım:

Lenin’in Proletarya Diktatörlüğü ya da “devlet olmayan devlet” teorisi neden yaşama geçmedi? Çünkü bu “devlet olmayan devlet” tasavvuru her ne kadar “proletaryanın devlet biçiminde örgütlenmesi”ni öngörüyor olsa da, onun Aşil topuğu “merkeziyetçi devlet” anlayışında yatıyordu. Tarih “merkezi devletin” demokratikleşemeyeceğini kaydetti.

‘‘Merkeziyetçi devlet” günahkar devlettir. Kendi halkını da günaha ortak eder.

PKK Önderi devleti basit bir “eşgüdüm aygıtı” olarak anlıyor. Toplumu oluşturan bütün öznelerin, bütün etnilerin, bütün dinlerin, inanışların, bütün kentlerin, ilçelerin, mahalle ve sokakların yerel yönetimlerinin özerkliğini talep ediyor. En başta da kadınların.

Bu teoride hiçbir ulusa, hiçbir dine ve elbette erkek cinsine “merkezi devlet” hakkı tanınmaz.

Ama burada “anarşiden” söz edilmiyor. Her özne kendi yaşamında özerk olduğu ve her özerk birim ve her birey kendi öz savunma hakkına sahip olduğu zaman, bu durum, toplumun örgütlü toplum olması anlamına gelir. Tıpkı madde gibi. Atomların özerk varlıkları maddeyi oluşturur. Bir atomu parçaladığınız zaman plütonyum maddesi nasıl infilak ederse, toplum da işte öyle, bu özerk öznelerin birliği olduğu için, bir özneyi parçaladığınız, ezdiğiniz zaman, toplum havaya uçar. Ekolojik denge ne ise, özerk atomlardan oluşan toplum da öyledir. Denge bozulunca doğa nasıl yıkıma uğrarsa, bu sistemde de özerk birimlerin dengesiyle oynamak toplumu yıkıma uğratır.

Anlatılan karmaşık bir şey değildir. Düşünün özerk mahallelerden biri diğer özerk mahalle tarafından zaptediliyor. Ne olur? Zapteden mahalle zaptettiği mahallenin zenginliğine el koyar. Zenginleşir. Zenginleşince diğerleri için tehdit haline gelir. Gelince tehdit altına girdiğini düşünen diğer mahalle, bu defa bir başka mahalleye savaş açar. Denge bozulur. Toplum hızla kaosa sürüklenir.

 

Bütün özneler birbirlerine karşılıklı olarak bağımlı olduklarının bilincine vardıklarında toplum çeşitlilik içinde birlik düzenine dört elle sarılır. Bugün PKK programındaki “ekolojik toplum” maddesini bilinçle kavrayacak olan insanlık nasıl “ekolojik dengenin bozulmasını” bir felaket olarak görecek ve gereğini yapacaksa, gelecekte özerk birimlerin toplamından oluşan toplumun insanı da, “özerk birimlerden oluşan toplumun dengesini” gözü gibi koruyacaktır.

Bu teorinin hayata geçmesi, nice ara evrelerden oluşan, uzun ve tarihi bir süreç olacak elbette. Bölgesel devrimlerden geçilerek, tüm dünyanın dönüşümüyle gerçekleşecek. “Çok uzun bir yol” diye sıkılanlara ilk insan Homo Sapiens şöyle derdi: Eğer ben yüz bin yıl önce yolumun uzun olduğunu düşünseydim ve Afrika’dan dünyaya yayılma adımını atmasaydım, ey insanlık, sen şimdi hala “maymunluk” devrini yaşardın.”

Yeniden konumuza dönelim:

İşte şimdi Ortadoğu’da günahkar devletlere karşı devletsiz ve günahsız Kürt halkının savaşı günah üreten bir devlet amacına değil, özerk öznelerden oluşan, herkesin ortak yaşamda eşit haklı olduğu ve bu eşit haklılığı her öznenin kendi öz savunma gücüyle koruduğu yepyeni bir toplum amacına doğru yürüyor.

Devletlerin günahlarına ortak olan “devletli halklar” Ortadoğu savaşında bir kere daha bu günah ortaklığını sürdürecek mi, yoksa günahsızların safında mı yer alacak?

Günümüzün temel sorularından birisi de budur.

Geçtiğimiz gün Hüseyin Ali, bana kalırsa işte bu temel soru açısından, PKK’den uzak duran sosyalistleri eleştirdi. Bu eleştiri yerden göğe kadar haklıdır. Vaktiyle TKP saflarında Hüseyin Ali’nin eleştirdiği sosyalistlerin arasında yer alan ve dolayısı ile sosyalist ve kapitalist devletlerin günahsız Kürt halkına karşı işlediği günahlara ortak olan bir komünist olarak, bu yazımı, okurların, uzunca bir zamandır dile getirdiğim özeleştiri sürecinin yazılarından biri olarak okuyacaklarını umuyorum.

Bazıları özeleştiriyi Hıristiyanların “günah çıkarma”sı ya da Müslümanların “tevbe istiğfar” etmesi gibi anlıyorlar. Dinlerde günah bir adımda silinse de, ideolojik ve politik mücadelede günahlar “özeleştirimi verdim” diyerek bir günde silinmez. Hatanın özeleştirisi, seninle birlikte aynı hataya sürüklenmiş herkesi hatadan döndürene kadar devam edecek bir süreçtir çünkü. Allah katında günahtan bireysel olarak arınırsın, toplum katında ise günaha ortak ettiklerin kadar özeleştiri yapmakla yükümlüsün. Onlar hataya devam ettikleri sürece.

Devrim trenine “tek bir özeleştiri biletiyle” binilmez. Yolun her metresi için yeni bir bilet alacaksın.