Hesabı sorulur

Faşizmi sadece tekelci sermaye ile bağlantılı ele almak ve “Sermayenin kanlı diktatörlüğüdür” demek yeterli olmamaktadır. Faşizmin daha çok ulus-devlet sistemi ile bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır...

Bir zihniyet ve siyaset olarak ırkçı-şoven milliyetçiliği ifade etmektedir. Savaş ve soykırım ile kopmaz bağlılık içindedir. Dizginlenmemiş bir baskı ve sömürü, kuralsız bir terör ve saldırı demektir. Kendi varlığını başkalarının yok edilmesi üzerinde sağlamanın zihniyeti, siyaseti ve pratiği olmaktadır. Tüm bu özellikleriyle birlikte ele alındığında da bugünün AKP-MHP ittifakı tam bir faşist diktatörlük olmaktadır.

Tarih boyunca gelmiş geçmiş en tam faşist diktatörlük olarak Hitler’in Almanya’da ortaya çıkardığı devlet sistemi bilinmekte ve ifade edilmektedir. Yani faşist kişiliğin birinci temsilcisi Hitler olmaktadır. Fakat aynı Hitler, özellikle Kürdistan’daki katliam ve soykırım uygulamalarına bakarak Mustafa Kemal için “Benim öğretmenim” demektedir. Yani bir zihniyet, siyaset ve pratik olarak faşizmi Mustafa Kemal’den öğrendiğini ifade etmektedir.

Kemalizm’in de İttihat ve Terakkiciliğin bir versiyonu olduğu bilinmektedir. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde bir kanat olmaktadır. Aslında Mustafa Kemal’in zihniyet ve siyaset bakımından İttihat ve Terakki Cemiyeti Yönetimi ile bir farkı, çelişkisi ve ayrılığı yoktur. Irkçı-şoven-soykırımcı milliyetçilik onun da zihniyeti ve siyaseti olmaktadır. Talat, Enver ve Cemal Paşalardan oluşan dönemin İttihat ve Terakki Yönetimi ile çelişkisi daha çok strateji ve taktikler noktasında ortaya çıkmaktadır. Mustafa Kemal, Enver Paşa kişiliğini hayalci, maceracı, serüvenci bulmaktadır. Kendisi daha somut ve gerçekçi hareket ettiğini sanmaktadır. Bu çerçevede de belli alanlarda faşist egemenliğini kurarak fırsat ve imkânlar elverdikçe ilerlemeyi esas almaktadır.

Kısaca dünya çapında faşist zihniyet, siyaset ve pratiğin ilk yaratıcı ve uygulayıcısı İttihat ve Terakki Cemiyeti olmaktadır. Kemalist hareket söz konusu zihniyet, siyaset ve pratiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde devam ettirmiştir. Bu zihniyet, siyaset ve pratiği Hitler Almanya’ya, Mussolini İtalya’ya, Franco İspanya’ya taşımıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünyanın dört bir yanında faşist-askeri diktatörlükler ortaya çıkartılmıştır. Arap sahasına gelince de faşist diktatörlüğün adı Saddam Hüseyin yönetimi olmuştur. Şimdi Türkiye’de AKP-MHP ittifakı temelinde oluşturulan Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü işte tüm bunların bir devamı ve kendi ilk çıkış alanında zirveye ulaşması olmaktadır.

Bu açıdan Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünü küçümsememek ve hafife almamak gerekir. İttihat ve Terakki Hareketiyle başlayan faşizm, bugün AKP-MHP ittifakı ile zirve yapmaktadır. Tarihin en kanlı, katliamcı, savaşçı ve soykırımcı diktatörlüğü olmaktadır. Bu temelde başta Kürtler olmak üzere tüm bölge halklarının ve insanlığın başının belası haline gelmiş durumdadır. Evet iç ve dış bağlantıları ve dayanakları çerçevesinde iyice tecrit olmuş bir durumu yaşamaktadır. Bu açıdan stratejik olarak son derece zayıf bir konumdadır. Fakat taktik açıdan da dizginlenmemiş bir saldırıyı ifade etmektedir. Tüm imkânlarını başkalarını yok etme temelinde kendi egemenliğini sürdürmek için kullanmaktan geri durmamaktadır.

Bazıları Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğünün stratejik zayıflığına bakarak veya faşizmi sadece tekelci sermaye ile ilişkilendirerek AKP-MHP faşizmini hafife alıcı tutum ve yaklaşım içine girmektedir. Kimisi mevcut Erdoğan-Bahçeli Yönetimini faşist diktatörlük olarak tanımlamamakta, kimisi böyle söylese de bunu dil ucuyla ifade etmekte, kimisi de söylemesine rağmen faşizme karşı yürütülmesi gereken mücadeleci konum içine girmemektedir. Demek ki aslında söylediğine kendisi de tam inanmamaktadır. Tabi isteyen istediği gibi tanım getirebilir, bunun ne önemi var denebilir. Ancak öneminin ziyadesiyle fazla olduğunu bilmek gerekir. Bir topyekûn saldırı olan faşist diktatörlüğe karşı bugün hala topyekûn devrimci-demokratik direniş içine tam girilememişse, bunun esas nedeni söz konusu tanımlamadır. Hala antifaşist birlik ve cephe tam oluşturulamamışsa bu nedenledir. AKP-MHP faşizmi belki de en fazla buradan güç almaktadır. Bu nedenle de her yerde pervasızca saldırı yürütmektedir.

Faşist saldırı ve terör Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de, Şırnak’ta, Gever’de, şehirde, ovada, dağda, Kürdistan’ın dört bir yanındadır. Faşist terör ve saldırı İstanbul’da, Artvin’de, Çukurova’da, Ege’de, Türkiye’nin her yanındadır. Faşist saldırı ve katliam Cerablus’ta, Bab’da, İdlib’de, Efrîn’de, Halep’te, Karaçox’da, Rojava Kürdistan ve Suriye’nin her yerindedir. Faşist terör ve saldırı Şengal’de, Kandil’de, Xaxurke’de, Zağros’ta, Behdinan’da, Başûrê Kürdistan’ın her tarafındadır. Faşist terör ve saldırı Avrupa’da, Amerika’da, dünyanın dört bir yanındadır. Bugün AKP-MHP faşizminin saldırı yürütmediği hiçbir alan kalmamış durumdadır. Erdoğan-Bahçeli faşizmi başta Kürt halkı olmak üzere tüm halkların ve insanlığın başına bela olmuş bulunmaktadır.

Söz konusu bu faşist terör ve saldırganlık, en son olarak da Botan halkının 23 yıldır kendi ülkesinde mülteci konumda yaşamak zorunda bırakıldığı Maxmur’da hükmünü icra etmiştir. 6 Kasım akşamı Amed’ten havalanan Türk savaş uçaklarının kullandığı havadan karaya füzelerle Maxmur Mülteci Kampı’nın Güvenlik Karargahı vurulmuştur. Söz konusu saldırıda Maxmur Kampı Özsavunma Güçleri’nden 5’i şehit düşerken, birçoğu da yaralanmıştır. Erdoğan-Bahçeli faşist terör ve saldırganlığının geldiği nokta işte budur.

Herkes biliyor ki, 23 yıldır var olan Maxmur Kampı sivillerin yaşadığı bir mülteci kampıdır. 1994 yılında faşist TC saldırılarından kurtulmak için Şırnak ve Hakkari’nin yurtsever sivil insanlarından bir bölümü sınırı geçerek bu kampa gelmiştir. Kamp Irak Devletinin sınırları içerisindedir ve 23 yıldır Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliğinin denetimindedir. Kampın yanı başında KDP’nin peşmerge asayiş noktası bulunmaktadır. Ayrıca Irak hava sahası 1991’den beri ABD’nin kontrolü altındadır. “Peki böyle bir yere TC savaş uçakları nasıl saldırabilir?” diye haklı olarak sorulabilir. İşte biz de zaten baştan beri bu sorunun cevabını anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz.

Peki ortaya hangi sonuçlar çıkıyor? Birincisi, Kürt halkının, tüm halkların ve insanlığın başına bela olmuş bir faşizmle karşı karşıyayız. AKP-MHP faşizminin bugünkü konumu işte budur. İkincisi, bu faşizm Kürt düşmanıdır ve Kürt halkı üzerinde soykırım uygulamaktadır. Nerede Kürt varsa oraya saldırmaktadır. Üçüncüsü, Kürt halkını inkâr eden ve soykırıma tabi tutan sistem küreseldir. Yani Kürt soykırımı sadece TC’nin yürüttüğü bir saldırı değil, tüm küresel kapitalizmin ve ulus-devlet sisteminin yürüttüğü bir saldırıdır. Dolayısıyla AKP-MHP faşizmi istediği her yerde ve her yöntemle Kürtlere saldırıp katledebilmekte, buna karşılık hiç kimseden tepki almamaktadır. Yani bugünkü dünyada TC faşizminin Kürt halkını katletmesi ve soykırıma tabi tutması serbesttir. BM’nin, Irak Devletinin, Güney Kürdistan Yönetiminin sorumluluğu altındaki bir sivil mülteci kampına buradan aldığı güçle Türk savaş uçakları saldırabilmekte ve hiç kimseden de çıt bile çıkmamaktadır. Çünkü herkes yüz yıldır suç ortağı konumundadır.

Peki TC’nin, AKP-MHP faşizminin işlediği suçların hesabı sorulmayacak mıdır? Sorulacaktır elbette ve hem de misliyle! Suç ortakları istedikleri kadar sussunlar, Kürt halkı ve gerillası tüm suçluları bir bir açığa çıkartacak ve hesabını soracaktır. Kırk yıldır esas olarak böyle bir yargılama ve hesap sorma görevi yürütüyor, gerekirse bu görevi birkaç kırk yıl daha devam ettirecektir. Nitekim HPG Merkez Karargah Komutanlığı, olay üzerine yaptığı açıklamada, söz konusu vahşi saldırının hesabının sorulacağını ve intikamının alınacağını açıklamıştır. Belli ki suçlulardan hesap soruluyor ve her daim de sorulur. Faşist saldırı her yerdeyse, faşizme karşı direniş ve hesap sorma da her yerde olur.

KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA