‘Hükümetimiz bilir’- Erdal Er
‘Hükümetimiz bilir’- Erdal Er
‘Hükümetimiz bilir’- Erdal Er
9 Temmuz 2011 tarihinde ajanslar abonelerine şu haberi geçti:
‘Dün gece saat 23.30 sıralarında Diyarbakır-Bingöl karayolunun Ziyaret Köyü mevkiinde yol kesen bir grup PKK mensubu; Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve Sağlık Teknisyeni Aytekin Turhan Uz’u kaçırdı…’
Bu haberi hükümet yetkililerinin açıklamaları ve askeri operasyonlar izledi. Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin açıklamayla kalmadı sınırötesi operasyon sinyali verdi. Halk Savunma Güçleri’nden (HPG) anında yanıt geldi; ‘yapılan askeri operasyonlar esir askerlerin can güvenliğini tehlikeye atıyor’ uyarısında bulundu ve kamuoyunu duyarlı olmaya çağırdı. Çağrıya rağmen hükümetin tutarsız ve askerleri ölümüne neden olabilecek operasyonları sürdü. AKP ve sazcılarının ‘süreci bozdular’ dedikleri Silvan çatışması yaşandı; 20 asker, 2 gerilla yaşamını yitirdi. O günden sonra esir askerleri hatırlayan da, soran da olmadı. Ne hükümet, ne de yaygın medya. Hükümet esir askerleri kimsenin hatırlamasını, konuşmasını ve sormasını istemiyordu. Oğluna çürük raporu alan, hayatını yitiren askerlerin ardından hamaset nutukları atan, esir askerleri yok sayan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 1027 Filistinli tutuklu karşılığında Hamas tarafından serbest bırakılan İsrailli asker Gilat Şalid'i unutmadığını ve kurtarılması için devreye girdiğini biliyoruz. Ancak, aynı Erdoğan kendi askerleri için neden aynı yolu denemediğini hiçbir zaman açıklayamadı. O askerlerin Gilat Şalit kadar değeri yok muydu? Kaldı ki o askerleri bilmedikleri bir yere, bilmedikleri bir kirli savaşa ‘vatanı kurtarma’ adına hükümetin kendisi yollamamış mıydı?
Peki, bu suskunluk neden? Bu suskunluğun nedeni ‘en iyi asker ölü askerdir’ politikasından başka bir şey değildi. AKP hükümeti ilk günlerde olduğu gibi sonraki zamanlarda da askerlerin sağ-salim ailelerine kavuşmasını hiçbir zaman istemedi. Askerlerin sağ-salim dönmelerini; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imajına, politikalarına zarar vereceğini, PKK’ye ise prestij kazandıracağını düşünüyor. Hal böyle olunca hükümet esir askerlerin kurtarılması bir yana onlara karşı ölüm operasyonları düzenledi. Bu konuda AKP hükümetinin sicilinin temiz olmadığını daha önce de yaşanan benzer durumlardan biliyor ve hatırlıyoruz. 2005 yılında Dersim’de HPG tarafında esir alınan komando er Coşkun Kırandi’nin öldürülmesi için ellerinden geleni yaptılar. Haftalarca askeri operasyonlar devam etti. Hatta gerillayı provoke etmek için 3 Ağustos 2005 tarihinde HPG Askeri konsey Üyesi Süleyman Şahin’in (Bawer) babası Hasan Şahin katledildi. Aynı şey Oramar’da esir alınan 8 asker için de yapıldı. Esir askerler ‘vatan haini’ ilan edildi. Hükümet memnuniyetsizliğini dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin üzerinden ifade etmişti. Şahin, serbest bırakılan esir askerler için; ‘Keşke ölseydiler’ demişti. O askerler ölmedi ama hükümet onları ölümden beter etti. Halen mahkemelerde süründüklerini, ceza aldıklarını, hapse atıldıklarını biliyoruz. Şahin'in bu açıklamasından önce olduğu gibi sonrasında da toplumun yoksul kesiminin çocukları hep öldü. Ancak ne Şahin'in, ne Erdoğan'ın, ne bir bakanın, ne de bir generalin çocuğunun bu kirli savaşta öldüğü görülmedi, duyulmadı.
Hükümet kanadında durum böyleydi.
Peki aileler? Esir asker ailelerinin hükümet baskısı altında olduklarını, bazılarını susturduğunu tanık olduklarımızdan biliyoruz. 28 Temmuz 2011 tarihinde esir askerler kameralara konuşmuştu. Askerler kamuoyuna, sivil toplum örgütlerine, ailelerine çağrıda bulunmuşlardı. Akan kanın durması ve serbest bırakılmaları için çağrıda bulunmuşlardı. Esir askerler benzer çağrılarını sonraki dönemlerde sürdürdüler. Hiç bir basın kuruluşunun görmediği bu haberi biz o günlerde Roj TV olarak gördük ve üzerine gittik. Asker ailelerini aradık ve bulduk. Astsubay Zihni Koç’un babası Veysel Koç, yayınımıza katılmış, ‘yeter artık bu akan kan dursun, insanlar ölmesin’ diyerek kurulacak heyet içinde kendisini de yer almak istediğini söylemişti. Öyle de oldu canlı yayında heyet kurulmuş kendisi de heyet içinde yer almıştı. Ancak Söpçeler ailesi hükümet korkusuna boyun eğmişti. Telefon aracılığıyla ulaştığım Babaeskili astsubay Abdullah Sökçeler’in eşi Saniye Söpçeler başlıktaki cümleyi söyledi: ‘Hükümetimiz, büyüklerimiz bilir.’ Saniye Söpçeler meselenin ne kadar farkındaydı bilmiyorum ancak hükümetin, büyüklerin bildiği korkutmak, yok saymak ve daha başka korkunç şeyler. Belli ki hükümet sorunu çözeceğine ilk iş olarak asker ailelerini korkutmuş: ‘Konuşmayın, devletimiz büyüktür gereğini yapacak!’ Emir hükümetten olunca Saniye Söpçeler de sustu ve konuşmadı. Oysa tam da onun konuşması gerekiyordu. Tabii ki bu gerçek devlet-toplum ilişkisinde trajik bir durumu ifade ediyor. Saniye hanım bunu kendi iradesiyle yapmıyor. O, ülkeye ileri demokrasi vaat eden ‘muktediriz’ diyen hükümet tarafından susturulmuş, konuşulması yasaklanmış biri. Zira hükümet, ülkenin konuşan insanına karşı misilleme hakkını kullandığını bilenlerden. Bunun bir de dünü var. Devletin toplum hayatındaki yeri karakol, kışladır. Devlet toplumu korkutmuş ve bu korkutulmuşluğun gereğini yapmış. Toplum da bunu bildiği için bize söylenen ‘zararlı işlerden’ uzak durursak başımıza kötü bir şey gelmez’ diye inanmış ve inandırılmış. İşte bundan itiraz etmiyor, itaat ediyor ve 30 yıldır bu savaş bitmiyor.
Bir başka isim Hidayet Özgen. Van'ın Çatak ilçesinde HPG gerillaları tarafından esir alınan polis memuru Nadir Özgen’in babası Hidayet Özgen Söke’nin Bağarası nahiyesinde yaşayan ülkenin yoksullarından. Oğlu esir düşene kadar askerin yıllardır Kürtlere karşı neden savaştığını, neden bayrağa sarılı tabutların geldiğini sorgulamamış. Hidayet amcayla konuştuğumda yine hükümet korkusu gelip baş köşeye oturmuştu.
Hikayesini kısacık özetledi Hidayet amca:
‘Biz yoksul, gariban insanlarız. Hayvancılıkla uğraşıyoruz. Çocuk bize bakıyordu.’
Maaşını soruyorum kendisine:
‘Hükümet dondurmuş, vermiyorlar’ diyor. Ben sivil toplum örgütleri, İHD, Mazlum-Der’e başvurdum. Diyarbakır’a gittim. Halen bir netice yok. Hükümet bir şey yapmadı, bize sahip çıkan da, arayan soran da yok. Biz gariban insanlarız.’
İki yıl önce durum buydu. Şimdi durum nasıl? Hükümet kanadında değişen bir şey yok salında. Esir askerler ve aileleri için umut Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geride bıraktığımız günlerde BDP heyetine söylediği ‘iki tarafın elinde tutsaklar var. Umarım kısa sürede ailelerine kavuşurlar’ açıklaması olmuştu. Türk basını devletin elinde bulunan on binlerce Kürt esiri yok sayarak sadece HPG’nin elinde esir bulunan askerleri gündeme getirmesi iki yüzlülüklerini yeniden hatırlamak bakımından önemli. Aynı basın kendisini PKK’nin yerine koyarak işi daha ileri götürerek; ‘esir askerlerin Cumartesi günü bırakılacağını’ yazması da kepazelikten başka bir şey değil. Gelişmeleri Medya Savunma Alanları’nda izliyorum. Hükümetin 'keşke ölseydiler' cümlesinin pratikteki yansıması operasyonların hala devam ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’la yaptığım programda dikkat çekici bir cümle kurmuştu: Eğer hava saldırılarında başlarına bir şey gelmezse esir askerlerin durumunun iyi olduğunu söyledi. Bunun önemli bir uyarı olduğunu, bir duyarlılık çağrısı anlamına geldiğini hatırlatmamda fayda var.
Saniye Söpçeler, ‘Hükümetimiz bilir’ demişti. Haklı, hükümet biliyor! İki yıl aradan sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın açıklaması üzerine hatırlanan esir askerleri AKP hükümeti yaşatmak değil, öldürmek istiyor! Yapılan askeri operasyonlar ve hava saldırıları bunun kanıtı.