'İşçi katliamlarından AKP ve talancı sermayesi sorumludur'

'İşçi katliamlarından AKP ve talancı sermayesi sorumludur'

Türkiye son dönemde bir biri ardına işçi ölümleriyle sarsılıyor. Son bir yıllık süreç içerisinde yaşanan işçi ölümleri basına yansırken AKP hükümetleri döneminde işçi ölümlerinin oranının önceki dönemlere göre kat kat arttığı her geçen gün daha fazla tartışılıyor.

PKK Merkez Komite üyesi Harun Koçgiri, yaşanan işçi katliamlarını, buna neden olan anlayış ve sistemi ve işçi-emekçi mücadelesinin nasıl gelişmesi gerektiğini değerlendirdi.

Türkiye'de yaşanan işçi ölümlerin AKP Hükümetleri döneminde artmasının nedeninin AKP'nin geliştirdiği vahşi kapitalizm ve talancı sermaye olduğunu söyleyen PKK Merkez Komite Harun Koçgiri "Bunun karşısında emekçiler emeği doğru tanımlayıp dincilik, milliyetçilik ve militarizmden uzak durarak örgütlenip mücadele etmelidir" dedi.

İŞ KAZASI DEĞİL KATLİAM
Harun Koçgiri değerlendirmesinin başlangıcında Karaman'ın Ermenek ilçesinde yaşamını kaybeden 18 maden işçisini anarak ailelerine ve yakın çevrelerine başsağlığı dileğinde bulundu. Bu gün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yaşanan işçi ölümlerinin katliam düzeyine vardığını ifade eden Koçgiri bunların iş kazası olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu söyledi. Koçgiri bu konuyu şöyle değerlendirdi: "Kaza farklıdır, işçilerin göz göre göre ölüme gönderilmesi farklıdır. Kaza tesadüf ve rastlantılarla açıklanabilir. Ama işçi ölümleri tamamıyla ihmalden ve iş alanlarında alınması gereken önlemlerin alınmamasından kaynaklamakta. Yaşanan işçi katliamları patronların daha fazla kâr elde etmek için işçilerin iş gücünü hoyratça sömürme ve bununla sermayesine yeni sermayeler ekleme çabalarıyla ilgilidir. O nedenle bunlara iş kazaları demek yanlış. Bunlar tamamıyla sömürücü ve bu sömürünün gerçekleştirilme biçimiyle alakalıdır. Bu gün Türkiye ve K. Kürdistan'ın hemen her alanında bu vahşi sömürüden dolayı işçi katliamları yaşanmaktadır."

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da işçi ölümlerinin en yoğun haliyle AKP Hükümetleri döneminde gerçekleştiğine dikkat çeken Harun Koçgiri bu konuda AKP'yi masum göstermeye çalışan kimi yorumları şöyle değerlendirdi: "Kimileri bu gerçeği farklı yorumluyorlar. Örneğin bu yorumlardan bir tanesi 'Daha önce de iş kazaları oluyordu. Fakat AKP döneminde iş kazaları resmi kayıtlara alındığı için gündemleştiriliyor' şeklinde yorumlarda bulunuyorlar. Bu yandaş medyanın ve onun kalemşörlerinin AKP'nin günahlarını hafifletmek için geliştirmeye çalıştıkları bir algıdır. AKP iktidarının ekonomik alanda talan gerçekleştiren bir iktidar olduğunu toplumdan gizlemeye yönelik bir yaklaşımdır. Doğrudur, AKP öncesi de Türkiye ve K. Kürdistan'da işçi-emekçi katliamları gerçekleşiyordu. Özellikle de Türkiye'de iç tüketime yönelik kapitalizmin geliştirilmeye, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yer altı ve yerüstü zenginliklerin yağmalanmaya başlandığı dönemlerde de, o sürecin ardından yaşanan süreçlerde de işçi ölümleri gerçekleşti. 1960 ve 1970'lerde de gerçekleşti. Fakat AKP Hükümetleri dönemlerinde yaşanan işçi katliamları önceki dönemlerden farklıdır."

AKP 12 EYLÜL’ÜN TAMAMLAYICISI OLDU

 AKP Hükümetleri döneminde yaşanan işçi katliamlarının önceki dönemlerden farklı olduğunu dile getiren Koçgiri bunun nedeninin AKP'nin 12 Eylül'ün bırakmış olduklarını tamamlama hedefiyle ekonomik alanda var olan politikayı devam ettirerek ülkeyi sömürüye daha fazla açması olduğunu söyledi. Bununda işçi katliamlarına kadar vardığını belirten Koçgiri sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye'de 12 Eylül 1980 darbesi bir karşı devrimdi ve toplumu her yönüyle yeniden şekillendirmeyi hedefliyordu. Bunların başında da ekonomik alan geldi. Dikkat edin 12 Eylül darbesi gerçekleşmeden önce 1980'de 24 Ocak ekonomik kararları uygulamaya konuldu. 12 Eylül darbe rejimi bu 24 Ocak ekonomik kararlarının uygulanmasını hedefledi ve uyguladı. Ekonominin temel barometreleriyle oynadı. Türkiye'ye sıcak para ve döviz akışının sağlaması, ihracatın teşviki sağlanırken aynı zamanda Türk ve Kürt toplumunun temel ekonomik dinamiklerinin törpülenmesi gerçekleştirildi. O zaman Türkiye'de hayvancılık ve tarım öldürüldü. İhracata ağırlık verdiler. Çeşitli ülkelerdeki finans çevrelerinin ellerinde bulundurdukları üretim artıklarının Türkiye'de pazarlanması sağlandı. Bunlar gerçekleştirilirken grevler yasaklandı, devrimci-demokratik sendikalar kapatıldı, sendika liderleri cezaevlerine alındı. Bunlarla birlikte 'Ülkeyi kalkındırıyoruz, bir düzeltme sağlıyoruz' adı altında kemer sıkma politikalarıyla işçi ve emekçileri açlık sınırında bir yaşama mahkum ettiler. Bunlarda 12 Eylül'ün copu-baskısı altında gerçekleşti. 12 Eylül toplumu yeniden şekillendirirken ekonomik alanda içerisine girdiği yönelimler ideolojik ve siyasal anlamda oluştu. İdeolojik anlamda Türk-İslam sentezi, siyasal anlamda da 12 Eylül rejimini devam ettirecek kadrolaşma ve partileşme süreci yaşandı. AKP'de tüm bunların sonucu olarak ortaya çıkartıldı. 12 Eylül'ün kadroları AKP'yi oluşturdu. 12 Eylül'ün Türk-İslam sentezi AKP'nin ideolojik söylemi, desturu haline geldi. O nedenle AKP'nin uygulamaya koyduğu politikaları 12 Eylül'ün gerçekleştirmek istediği politikalardan ayrı olarak göremeyiz. İşte AKP devamı olduğu 12 Eylül'ün bırakmış olduklarını tamamlama hedefiyle hareket ederken ekonomik alanda var olan politikayı devam ettirdi."

ÖLÜMLERE AKP’NİN GELİŞTİRDİĞİ TALANCI SERMAYE NEDEN OLDU

AKP'nin 2000'lerden itibaren iktidar olması aynı zamanda Türk özel savaş rejiminin ekonomik, siyasal, ideolojik vb. birçok alanda buna uygun politikalar geliştirilerek restore edilme süreci olduğuna dikkat çeken Harun Koçgiri bu restorasyonu gerçekleştirirken de kendisine bağlı yeni sermaye guruplarını oluşturmayı önüne hedef olarak koyduğunu söyledi. Koçgiri devamla şöyle konuştu: "O zamana kadar devlet kontrolünde-tekelinde olan işletmelerin özelleştirilmesi, AKP'nin yedeğinde ve hizmetinde olabilecek bir sermaye gurubunun oluşturularak bunlara bağlanması hedeflendi. Yine bir diğer hedef yer altı gibi işlenmemiş ama kapitalist pazarda yeri olan değerlerin pazara sunulmasını sağlayacak şekilde yasaların çıkartılmasını sağlamaktı. İşte ormanların, toprağın, çıkartılmayan yer altı zenginlik kaynaklarının işletilmesine ilişkin olarak yasalar çıkartılmaya başlandı. Ülke yeniden organize ediliyor adı altında dev bir inşaat sektörü oluşturulmak istendi. İşte AKP kendisine bağlı oluşturmak istediği sermaye grubunu bunlara dayandırdı. Hükümet olarak bunlara sınırsız imkan sundu, ihaleleri bunlara verdi, açık para desteğinde bulundu ve bir sermaye gurubunu oluşturdu. Ama AKP sınırsız bir olanak sağlarken de bunların çok hızlı bir biçimde hareket etmesi gerekiyordu. Bu nedenle AKP'ye bağlı sermaye gurupları kısa sürede kar getirecek alanlara yatırım yaptılar ve bunu gerçekleştirirken de bir an evvel zengin olmak için daha fazla talan etme yaklaşımı içerisine girdiler. O nedenle AKP'nin geliştirmeye çalıştığı sermaye gurubu yağma talan gurubudur. AKP döneminde her gün işçi-emekçi ölümlerinin gerçekleşmesinin ve bir katliam düzeyine ulaşmasının nedeni de budur. Yani bu sermaye gurubu sömürüsünü en kaba yöntemlerle gerçekleştiriyor. Sömürüsünü gerçekleştirirken yapacağı masraflardan kaçınıyor. Asgari düzeyde bile kazaların ve işçi ölümlerinin gerçekleşmesini engelleyecek tedbirlerini almıyor. Bu tedbirleri almayınca o işe giren insanın iş güvencesi ve yaşam garantisi ortadan kalkıyor. Ve sonra da 'kaza yaptı' deniliyor. İşte işçi katliamları böyle gerçekleşiyor. Aslında bu sistem içinde yaşamı yitirmemiş insanların da iş güvenliği olmadığı ve sağlıksız bir ortamda çalıştıkları için normal süresinin çok çok altına iniyor."

AKP VAHŞİ KAPİTALİZMİ MEŞRULAŞTIRIYOR

AKP Hükümeti işçi ölümlerinin katliam düzeyine varmasına neden olan yağma talan ekonomisini uygularken siyasal anlamda da bunun koşullarını yarattığını belirten Koçgiri Torba yasalar adı altında meclise sunulan yasalarla işçilerin-emekçilerin buna karşı direnmesinin ve mücadele etmesinin önüne geçtiklerini söyledi. Harun Koçgiri bu konudaki değerlendirmesini şöyle sürdürdü: "AKP sendika örgütlenmelerini sınırlandırılıyor. Emek alanının ve doğru sendikacılığın gelişmesini engelleyici bir biçimde sarı sendikacılığın önü açılıyor. Devlet kredi, imkan ve destekleriyle AKP yanlısı sendikalar devrimci-demokratik sendikalar karşısında daha güçlü bir hale geliyor. Mesela bu gün memur-sen var AKP'lidir. Bu gün kamu çalışanları içerisindeki en büyük sendika olma özelliğine sahip. Bu tamamıyla AKP tarafından geliştiriliyor. Yine emek alanında taşeronlaştırma politikası var. Taşeronlaştırma politikası sendikalaştırmanın önünde engeldir. AKP taşeronlar üzerinden kendisine bağlı bir sermaye gurubu oluşturuyor. Ama onlar üzerinden birde işçilerin emekçilerin örgütlülüğünün de önüne geçmiş oluyor. Tüm bunlar torba yasalarla AKP tarafından meşrulaştırılmış yasalar."

MEVCUT SENDİKALARIN CİDDİ EKSİKLİKLERİ VAR

Mevcut sendikaların ve emek hareketlerinin emekçilerin örgütlenme ve mücadele etme ihtiyacını karşılamaktan uzak olduğuna vurgu yapan Koçgiri "Emek olgusuna yaklaşımda, emekçilerin ortak bir çatı etrafında örgütlendirilmesinde, egemenlerin emekçiler içerisinde dincilik ve milliyetçilik şeklinde var olan etkisini kırma noktasında yetersizlikler var. Yine emeğin ne olduğunu kavratmada ve egemenlerin emekçilere yaklaşımını deşifre etme noktasında ciddi yetersizlikler var. Şimdi sendikacılık denildiğinde iş gücü süresinin kısaltılması ve ücretlerin yaşanılabilir düzeyde tutulması gibi kimi ekonomik ve bunun siyasal alanda güvenceye kavuşturulması gibi kimi demokratik talepler gündeme geliyor. Tabi bu emek mücadelesinin kapsamını daraltıyor. Çünkü emek alan mücadelesi sadece sendikaların ekonomik ve kimi demokratik talepleriyle sınırlı değil. Emek toplumun kendini var etme faaliyetidir ve emeksiz toplum olmaz. Bu nedenle emek mücadelesinin kapsamını geniş tutmalı ve ideolojik, siyasal,toplumsal, kültürel tüm alanlarda toplumu var eden temel değerlerle birlikte ele almamız gerekir. Emek mücadelesini egemenlerin ve iktidar güçlerinin milliyetçiliklerine, dinciliklerine, militarizmlerine karşı da bir mücadele olarak değerlendirmemiz gerekir Bu anlamda bütünsellikli bir yaklaşım içinde olmalıyız. Gerekse 12 Eylül gerekse de AKP hükümetleri döneminde iktidar güçlerinin emek alanına karşı yürütmüş olduğu saldırılarda bunun böyle olmasını gerekli kılıyor."

DOĞRU SENDİKACILIK EMEĞİN DOĞRU KAVRANMASIYLA MÜMKÜNDÜR

 Egemenlerin emekçilere gidip bir işyerinde iş bulmalarını şans olarak kavrattıklarını ve bu şekilde emekçilerin kendilerine muhtaç olduğu algısını yarattıklarını altını çizen Koçgiri bu konuda şunları söyledi: "Eğer bu iş olmazsa sen karnını doyuramazsın. Bu nedenle sen bu ihtiyacını karşılamak için bana muhtaçsın ve beni savunmak zorundasın. Bu sömürünün gerçekleşmesi için sen de elinden geleni yapmalısın. Çünkü bu sistem içinde sende karnını doyuruyorsun. Ve bunu topluma kabul ettirmiş. Fabrika da çalışana, madende çalışana bunu kabul ettirmiş. Bunun içinde önce bu düşüncenin yıkılması gerekir. Eğer bu düşünce ve algı yıkılmazsa oradaki sendikalarda rolünü oynayamaz. Emekçileri bir çatı altında örgütleyemez. Mevcut sendikalar bunu aşacak durumda değil. Daha çok 19. Ve 20. Yy'daki sendikacılığın temel perspektifine göre hareket ediyorlar. Bunu aşmayı hedefleyen bir yaklaşımları yok. Bir nevi bunu aşamadıkları içinde o sendikal mücadele adı altında yürütülen mücadele egemenlikli sistemi güçlendiren, emekçileri sisteme çok daha fazla bağlayan bir mücadele durumuna geliyor. Şimdi bunun aşılması ve bunun yerine gerçek bir sendikacılığın geliştirilmesi gerekir. Gerçek sendikacılığın geliştirilmesi de emeğin doğru kavranmasıyla mümkündür. Emeksiz insan ve toplum olmayacağının kavratılmasıyla mümkündür. Ve bu emeğinde toplumu var ederken aynı zamanda kendisini var eden topluma karşı kullanılmasının önüne geçebilecek tedbirler önlemler alınmasıyla mümkündür. İlla ki emeği gerçekleştirirken bir burjuvanın fabrikasında veya bir toprak sahibinin topraklarında, ya da bir işverenin madenlerinde çalışmak gerekmez. Emekçi kendi yaşamını gerçekleştirecek şekilde de üretimi gerçekleştirdiğinde de asıl emeğine o zaman sahip çıkmıştır. Tamam fabrikalarda ve madenlerde işçiler örgütlenmeli, devlet dairelerinde çalışanlar örgütlenmeli. Ama gerçek emeğin ne olduğunu onlara kavratan, egemenlikli devletli sistemin dışında toplumun kendini var edebileceği emeğin içinde yerini bulmasını sağlayıcı çalışmalarında sahibi olmak gerekir. Bu anlamda sendikalar bir yanda örgütlendiği alanda örgütlenmeyi ve bilinci geliştirirken aynı zamanda örgütlediği toplumu sistemin dışına çıkaran mücadelenin çabasının sahibi haline gelmeli. Bunu yaparsa sarı sendikacılık aşılarak doğru bir sendikalaşma geliştirilir ve toplumsal bir örgütlenme haline getirilmiş olur."

Emeğine dayalı olarak yaşamını sürdüren emekçilerin egemenlerin dincilik, milliyetçilik adı altındaki kendi iktidarlarını sağlamlaştıran sahte yaklaşımlardan uzak durmaları gerektiğini belirten Koçgiri sözlerini şöyle sürdürdü: "Düşünün emekçidir, çalışmazsa aç kalacak, hiç bir şeyi yok. Fakat iktidar güçlerini temsil eden partileri destekliyor. Bu egemen güçler sahte gündemler yaratıyor. Milliyetçiliği, dinciliği, militarizmi geliştiriyor. Birde bakıyorsun ki emekçi de bunların arkasına takılıyor. Zamanını, enerjisini, gücünü onun hizmetine sunuyor. Bu gerçeklik içerisinde emekçilerin gerçek emek mücadelesi gerçekleşebilir mi? Elbette emekçilerin bir dini, milliyeti ve kültürü vardır. Emekçiler tabi bunlara sahip çıkacak ve bunları koruyacak ama bunların egemenlerin elinde bir sömürü bir baskı aracı haline gelmesine karşı çıkmalıdır. Kendisi gibi emekçi olan Kürtlere karşı o dincilik ve milliyetçilik adı altında geliştirilen söylemlerin etkili hale gelmesine müsaade etmemelidir. Emek ortaklığı içerisinde kendisi gibi emekçi olanlarla birlikte dinciliği ve şovenizmi geliştirenlere karşı bir mücadele içerisinde olmalıdır."

EGEMENLER ÖRGÜTLÜ İSE EMEKÇİLER DAHA ÖRGÜTLÜ OLMALI

 İşçiler, kamu emekçileri, tarım işçileri, tekstil işçileri, inşaat işçileri vb. yaşamını çalışarak gerçekleştiren herkesin bulundukları alanlarda mutlaka kendi örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri gerektiğini söyleyen Koçgiri "Eğer örgütlenmelerini geliştiremezlerse sömürünün ve baskının önüne geçemezler. Bir başkaldırı da bulunduğu zaman tek tek kişiler haline gelecekleri için onları bastırırlar. İşte Ermenek'te de öyle olmadı mı? Maden sahipleri Ermenek faciası öncesi kendi aralarında anlaşmışlar. Bir madende çalışmak istemeyene, işini bırakana diğer madende iş verilmeyecek diye anlaşmışlar. Yani sömürücü güçler sömürülerini sürdürmek için kendi içlerinde son derece örgütlüdür. Senin hak talebinde bulunmana ve mücadele etmene karşı tüm güçlerini birleştirmişler ve seferber ediyorlar. Bunun karşısında emekçilerinde örgütlenmesi ve hem diğer emekçilerle hem de tüm ezilen kesimlerle ortak hareket etmeleri ve haklarını söke söke almaları almalılar" dedi.