'İşçiler patron gibi bakmaya zorlanıyor'

'İşçiler patron gibi bakmaya zorlanıyor'

Türkiye ve Kürdistan kentlerinde işsizlik sorunu derinleşiyor. Resmi rakamlarda dahi gizlenemeyen işsizlik, son ayların en yüksek seviyesine vardı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; Ağustos-Eylül-Ekim aylarını kapsayan Eylül döneminde işsizlik yüzde 10,5 düzeyine çıktı. Tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,7 düzeyine ulaştı.

İşsizlik ekeklerde yüzde 9,1, kadınlarda ise yüzde 13,6 olurken; 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı yüzde 19,1 ve 15-64 yaş grubunda yüzde 10,7 olarak gerçekleşti.

Resmi rakamlara göre; işgücü nüfusu 2014 yılı Eylül döneminde 29 milyon 233 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise yüzde 51,1 olarak ortaya çıktı. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,7, kadınlarda ise yüzde 31,1 oldu.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi, Yrd. Doç. Dr. Nilgün Ongan, ANF'nin artan işsizlik verilerine ilişkin sorularını yanıtladı.

'HESAPLAMA YÖNTEMİ TÜRKİYE GERÇEĞİYLE UYUŞMUYOR'

TÜİK'in verileri inandırıcı mı?

TÜİK, bugüne kadar hep şunu savundu; 'uluslararası hesaplama yöntemlerini kullanıyorum' dedi. Bu, doğru da. Fakat üç ay önceye kadar Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) yöntemlerini kullanıyordu. Mayıs ayından itibaren değişiklik yaparak Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) yöntemlerini kullanmaya başladı. Eurostat'ın verileri çok daha gevşek. İşsizliği daha az gösteriyor. Temel sorun şu; bu hesaplamanın Türkiye ile ne kadar örtüştüğü sıkıntısı var. Bu verilere göre örneğin bu anketin yapıldığı zaman dilimi içinde 1 saat bile ücretli ya da ücretsiz çalışıyor olduğunuzda, istihdamda sayılıyorsunuz. Haliyle bu hesaplama yöntemleri, kayıtdışı çalışmanın son derece yüksek olduğu Türkiye gerçeğiyle hiç uyuşmuyor. Öte yandan işsizlik verilerini ortaya koyarken, 'umudu kırılmış' kategorisinden bahsediyoruz. Çok uzun süre iş arayıp artık aramayan fakat bulsa çalışacak olanlar. Bunları dahil etmiyorlar hesaplara. Veya mevsimlik işçiler... İş aramıyorlar ama iş bulsa çalışacaklar. Onu da dahil etmiyorlar. Yine eksik istihdamı istihdamda gösteriyor. Bunları alt alta koyunca genişletilmiş işsizlik, diyoruz. Buna da bakınca yüzde 20'lerin çok üzerinde. Kaldı ki, dediğim gibi resmi hesap yöntemlerinde bile kendi içinde gevşek olan Eurostat'ı kullansa da, yine de işsizlik en yüksek seviyelerde. İstatistik cambazlıklarıyla örtülemeyecek bir gerçeklik var. İşsizlik DİSK'in hesabına göre yüzde 26'ları buluyor.

'KADINLARIN KATILIM ORANI DÜŞÜK OLMASA...'

Bu veriler hükümetin istihdamı artırmada başarısız kaldığını mı gösteriyor? Mesela Başbakan Yardımcısı Ali Babacan  da büyüme verilerine ilişkin değerlendirmesinde işsizlik oranındaki yükselişi kadınların işgücüne katılımlarındaki artışa bağlıyor...

Her şeyden önce; bütün bu işgücünü güvencesiz çalıştırmaya dönük yöntemler, esneklik yöntemleri... Bunların temel gerekçesi neydi; istihdamı artırmak. 'İşveren üzerindeki maliyetleri azaltalim kı, istihdam artsın' deniyordu. Yani işgücü, emek gücü birtakım hakları kaybetsin ama istihdam halinde kalsın... Bunun gerçek olmadığını görüyoruz. Esneklik politikalarına rağmen ortada ciddi bir işsizlik görüyoruz.

Babacan'ın söylemi şöyle doğru; patriyarka kapitalizm aslında işsizliği gizleyen bir şeyi de temsil ediyor.  Kadınların işgücüne katılım oranı bu kadar düşük olmasa, işsizlik Türkiye'de çok daha ciddi kriz boyutlarına ulaşacaktır. Ama kadınların bu toplumsal işbölümünden, geleneksel işböümünden kaynaklı olarak işgücüne çok katılmıyor olmaları bu krizi önlüyor. İşbölümünün daha eşitlikçi olması halinde göreceğiz ki, daha ciddi işsizlik krizi var. Kadınlar üzerinden bu istatistikleri daha düşük de göstermiş oluyorlar. Kadını eve kapatmanın bir sürü başka sıkıntısının yanında bir de işsizliği düşükmüş gibi gösteriyor. Kadınların işgücüne katılımı arttıkça doğal olarak, beraberinde işsizlik de artıyor.

Peki, her şeye rağmen bu veriler neyin sinyali? Tam da 2015 bütçesi gündemdeyken...

Büyümedeki azalmayla, büyüme beklentilerindeki azalmayla düşününce, önümüzdeki dönem daha da kötüye gideceğinin sinyalini veriyor. Bütçede hem bir yandan büyümenin azalacağı öngörülüyor ama hem de bütçe gelirlerinin artacağı öngörülüyor. Bu da aslında bütçenin halktan, halkın ihtiyaçlarından ne kadar kopuk olduğunu gösteriyor. Demek ki vergileri, zorunlu uygulamaları artıracaksınız ki, gelir artsın. Başka türlü artmaz. 'Olsa da daha çok versek' diyorlar. Saraya bulabiliyorlar da halka bulamıyorlar! Zaten bütçe siyasal iktidarın en ideolojik görüntüsüdür yani tercihidir. Nereye göre dağıldığına bakarak sınıf tercihini görmek mümkün. Bu bütçede de onu görüyoruz. Saraylar, uçaklar yapılıyor; güvenlik harcamaları deli gibi artırılıyor ama halka yansıyan bir iyileşme yok.

HÜKÜMET 2015 BÜTÇESİYLE ÖVÜNMEKTE HAKLI MI?

Hükümet eğitim ve Aile Bakanlığının bütçesinin artması ile övünüyor ama...

Evet, en çok bununla övünüyorlar ama aslında gerçekdışı yansıtıyorlar. Mesela eğitim bütçesinin hangi kalemleri arttı? Buna baktığımızda, özel sektöre verilen teşvikler de var, personel harcamaları da var. Sosyal politikanın gelişmesi açısından, eğitim hakkının genişlemesi anlamında bir artış gerekirdi. Eğitim yatırım harcamalarının artmış olması gerekirdi. Totalde artıyor ama o genişleyen bütçe içinde yine halkın payına düşen kısım çok az. Aile Bakanlığı'nın bütçesinde de benzer bir algı yaratılıyor. Oysa Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'ne bir ödenek ayrılmıyor. Kadının istihdamını değil; kutsal aile anlayışını, kadının geleneksel rolünü pekiştirmek için artış yapılıyor.

Şunu da eklemek gerekiyor; işsizlik artarken demokrafik dağılımı da değişiyor. Genç işsizliği çok ciddi boyutta. Bütün bu neoliberal sermaye yanlısı politikalardaki taşeronluk, esneklik; işçinin emek gücünün aleyhine olan bu politikalar, işsizliği azaltmıyor. Artık geldiğimiz noktada vasıflı emek gücünün de ciddi şekilde işsizlik sorunuyla yüz yüze geldiği noktadayız.

'MÜLTECİ İŞÇİLERE IRKÇILIK ARTABİLİR'

İşsizliğin artmasıyla paralel olarak sosyal yansımalara ilişkin öngörünüz nedir?

Türkiye; kutuplaştırılmış, birbirine düşman edilmiş toplumun yaşadığı ülke. Hele hele mülteci işçilerle, Suriyeli işçilerin sıkıntısıyla birlikte değerlendirilince, artan işsizlik bu sorunları çok daha körükleyecek şekilde görünüyor. Maruz kaldıkları ırkçı saldırıları artıracak. Aklıma ilk gelenler bunlar. Emek gücünün kendi içinde birbiriyle karşı karşıya gelmesini de sağlayacak. Kapitalizmin teknik dönüşümü bu evrede bunu yapıyor; merkez-çevre işgücü ayrımını getirerek. Zaten yeniden örgütlenme biçim olarak parçalanmış durumda. Halihazırdaki sıkıntıları giderek büyüyeceği anlamını taşıyor.

İşsizliğin, toplumun kendini suçlamasına, kendinde eksikler aramasına da yol açan bir boyutu galiba var. Bu minvalde umutsuzluğun baskın olması gündeme gelirse, işsizliğin doğal olarak örgütsüzlüğü de doğurma ihtimali nedir?

Zaten bakın; kapitalizm tam da bu algı üzerinden kendini yeniden üretiyor. İşsiz kalan insanın kendini yetkin, yeterli bulmamasını bırakın; iş cinayetinden ölen işçinin arkasından bile aynı şeyi söylüyorlar; eğitimli değildi, önlem almadı vs. Sınıfsal ve birtakım sistematik sorunları bütünüyle işçiyle patron arasındaki münferit sorunlarmış gibi yansıtıyor. Çoğu da işçiden kaynaklı gösteriliyor. Bu algı üzerinden sistem yeniden doğuyor, üretiyor. Dolayısıyla çok doğru söylediğiniz. Örgütsüzlük boyutu da, aynı şekilde sınıf içi ilişkiler de aynı şekilde. İnsanların komşularıyla olan ilişkilerini bile bozma noktasına gelen, son derece ciddi sosyal yansımaları olacak bir tablo.

Ekonomik gelişmeler mütemadiyen kimi rakamlar üzerinden ele alınıyor; haliyle halktaki karşılığı böylece gözardı edilmiyor mu?

Halk aslında döviz ne oldu, faiz ne oldu ile; büyüme rakamları ve rakamsal verilerle ilgilenmez... Halk şuna bakar; asgari ücret ne kadar arttı ya da enflasyonun beklenmeyen artışına rağmen ne kadar zam aldı... Halktaki karşılığı budur. Buradan bakınca da sürekli eriyen, azalan, baskılanan ücretler, öte yandan buna paralel olarak daraltılan gerek hukuksal gerek uygulamada sosyal ve sendikal haklar... Yani sistemin ekonomi olarak öne sürdüğü tablonon halkla, halkın günlük yaşamıyla bir alakası yok.

'BORÇLANDIRMA İLE İŞÇİ, PATRON GİBİ BAKMAYA ZORLANIYOR'

Buna rağmen halkın önemli bir kesimi de 'istikrar'ı önemsiyor. Hükümetin dilinden düşürmediği, esasta kimin istikrarı?

İstanbul Üniversitesi'nin Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi'nde (BAP) arkadaşlarımız işçi sınıfının profilini çıkaran bir çalışma yapmışlardı. Çalışmanın sonucuna göre; borçluluk düzeyi o kadar yüksek ki. Siyasal istikrar aslında egemenlerin halkı borçlandırması ile sağlanıyor. Normalde sizin de söylediğiniz gibi, işçi ya da düzenin egemen olmayan kişilerinin siyasi istikrardan muradı olabilir mi? Oysa istikrar bozulsun ve kendisinin lehine olan bir düzen kurulsun, o istikrarını sürdürsün ister... İstikrar, egemenin iktidarını muhafaza edebilmek için ortaya koyduğu durum. Fakat borçlanma işçi sınıfını da egemen gibi bakmaya, düşünmeye zorluyor. Çünkü istikrarın bozulması halinde bir şekilde bu kişinin işsiz kalması ya da rutinin bozulması halinde sadece işini kaybetmiş olmuyor; oturduğu ev kendisinin değil; kim bilir kaç yıl borcunu ödeyecek... Kullandığı araba, cep telefonu için de bu geçerli. Toplum borçlanma yoluyla ulaşabileceği hayat standartının üzerinde bir standarttaymış gibi yaşamaya alıştırıldığı için, bunu kaybetmesi halinde kaybı çok ciddi. Standart ve ödeme açısından çok ciddi. Bu sebeple işçiler böyle bakamıyor. Patron gibi bakmaya zorlanıyorlar. İçimizi acıtan şekilde Soma'da örneğini gördük mesela. Madenci 'aman ne olur kapatmayın, inmem lazım' diyor göçükten çıktığı anda. 'Çünkü çok borcum var' diyor. Madenlerin kapatılması gündeme gelince Çalışma Bakanlığı 'kapatacaktık ama aileler istemiyor' diyor. Sanki keyiften istemiyorlar! Daha iyi ücretle çalışabileceği imkanlar varmış gibi...

Bunlar oy verme tercihlerine de yansıyor. Aradığı siyasi istikrarı borçlanma yoluyla ekonomik istikrarı ise esneklik oluşturuyor. Emek piyasalarında esneklik ile borçlandırdıüğı halkın borç dolayısıyla dönüştürdüğü tercihleriyşle inşa edilen bir istikrar var.