Önümüzdeki günlerde Türkiye ve Kürdistan'da seçim yapılacak. Tebâ yani halk kendi yöneticlerini seçecek. Halkın kendi yöneticilerini seçmesi aynı zamanda yönetimin vebalini ve sorumluğunu da üstlenmesi demektir. Sorumluluk üstlenmek, sorumlu olmak tabi ki güzel bir olay. Zaten demokrasi de halkın sorumluluk üstlendiği sistemin adı oluyor. Bilindiği üzere İslam tarihinde ilk dört halife, sahabelerin sorumluluk bilinciyle ve seçimle yönetime gelmişlerdir.
İslam dini seçme ve seçilmeyi bir çeşit istişare olarak tanımlıyor. "Onların işleri danışma iledir" (Şura:38) ." Ey Muhammed! İş hakkında onlara (Sahabelere) danış! Kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven" (Ali İmran: 159) "Üç kişi yol yürüdüğünde aralarında birini emir olarak seçsin" (Ebu Davut: 2242 sayılı Hadis)
Bu gün Türkiye'de insanlara oy kullanma hakkı verilmiş ancak seçim ve seçme bilinci verilmemiştir. Daha da ötesi seçenlerin bu bilince ulaşması hep engellenmiştir. Dolayısıyla en duyarlı olanı bile "Eğer yanlış yapmışsam gelecek seçimde bu yanlışımı düzeltirim" anlayışı ile sorumluluğunu hafifletme çabası içindedir. Seçilen yöneticiler de "Kötü yönetmenin bedeli en fazla gelecek seçimde seçilmemektir. Seçilmesem bile yaptığım bütün kötülükler ve doldurduğum kasam yanımda kâr kalıyor" biçiminde bir tutum içindedir.
Kuşkusuz her ikisi de yanlıştır ve bu yanlış ne dini ne de vicdani sorumluluğu hafifletiyor. Ya yönetim hırsızlık yapar, yetim hakkını yiyer, halka zulüm eder, mezhepleri, dinleri, dilleri yasaklarsa o zaman bunun vebali kimden sorulur? Kendilerine oy vererek bu zalimleri yönetime taşıyan insanların bunda hiç mi sorumluluğu ve vebali olmayacak? Kürdistan coğrafyasını yakıp yıkan binlerce Müslüman Kürdü katleden Süleyman Demirel'e, Tansu Çiller'e ve hatta Tayyip Erdoğan'a oy vererek onları iktidara getiren Müslümanların hiç sorumluluğu yok mu?
Bu vebal, yapanla birlikte yapana destek verenin boynunda Mahşer Gününe kadar asılı duracaktır. Allah Müslümanları günahlardan ari tutsun. Ama bilmeliyiz ki demokrasi nimetinin Müslümanlara yüklediği böyle bir külfet de vardır.
Geçmişte bu sorumluluk Kemalist rejime yükleniyordu. Aslında bu bir ölçüde doğruydu. Örneğin Ezanı Muhammediye'yi yeniden lafzına ve ruhuna göre okumasını sağlayan Adnan Menderes darağaçlarında sallanmış, Kürdün maküs talihini bitireceğim, diyen Merhum Turgut Özal da zehirlenerek katledilmiştir. Müslüman halka, Alevilere ve Kürtlere yapılanı da artık siz varın düşünün....
Bütün bu uygulamalar kitlelerde bir sindirmeye ve sorumluluk duygusunun aşınmasına neden olmuştur. Başta da söyledik sorumluluk duygusunun aşınması, vebali ortadan kaldırmaz. Kaldı ki günümüzde eskisi gibi artık darağaçları da yok.
Fiziki imha denilen böylesi bir sürecin mevcut durumda uygulamada olmaması, zulüm ve küfür düzeninin devam etmediği anlamına gelmiyor. Örneğin Asimle etme olayı hala en ağır biçimiyle devam etmektedir. Kendilerini ifade etmeye çalışan binlerce düşünce ve siyaset adamı hapishanelerde çürütülüyor, Kürt kitlesinin üstüne tonlarca biber gazı yağdırılıyor, kadınlar, gençler çocuklar acımasızca joplanıyor, katlediliyor. Bu çocukların ve insanların vebalini kim çekecek?
Her Müslüman'ın kendisine şu soruları sorması gerekiyor? Kürdistan'da neden medreselerimiz kapatıldı? Devlet neden kendisine bağlı binlerce din görevlisini Türk İslam senteziyle yetiştirerek Kürtlerin camilerinde görevlendirdi? Diyanet kurumu Kuran dinini sadece Müslüman kitleleri uyutmak için oluşturmadı mı? Bütün bu zulüm ve çarpıtmanın sorumluları kimler? Bugün bile sadece Kürdistan’a gittiklerinde ellerine Kuran ı Kerimi alarak sallayanların, böylelikle insanlarımızın ve Müslümanların akılları ile alay etmenin sorumluluğu kime aittir? "Ey iman edenler Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin ve sizden olan yöneticilere itat edin" (Nisa: 59) biçimindeki ilahi emre rağmen neden bizden olmayan yöneticilere itaat etmemiz isteniyor? Ve bütün bunlara karşı direnen Kürt milleti neden "dinsiz-imansız" diye lanse ediliyor? Bu çarpıtmanın kendisi bile küfür değil mi? Küfür bize neden İslam olarak gösteriliyor? Bütün bunları sorumluluk bilinciyle, Allah'ın ayetleriyle, Peygamber Efendimizin hadisleriyle sorgulamamız gerekmiyor mu?
Kuşkusuz İslam zulüm'den, adaletsizlikten beridir. Allah irade sahibi insana sorumluluk yüklemiştir. İrade derken bir taraftan herşeye Kadir Allah'ın külli iradesini, diğer taraftan insan iradesini yani "cüz-i" iradeyi anlamak gerekiyor. Seçme hakkı ve yeteneği cüz-i irade içinde değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Ancak bu cüz-i iradeler birleşerek daha üst bir irade oluşturmaktadır ki bunu da "Külli İrade" içinde değerlendirmek lazım. Bir yekün ifade eden bu irade, Allah'ın emrettiği kaideler içinde adalet ve nısfeti gerçekleştirmekle sorumlu tutulmaktadır. Birey, cüz'i iradesiyle bu sorumluluğu taşıyamaya ehil olmayanlara yetki verdiğinde Allah indinde vebal altına girer.
İslam seçimi bir çeşit toplumsal müsteşare (dayanışma) olarak değerlendirmektedir. "Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşırlar." (Şura: 39) ? Bundan sonra gelen ayetler de dayanışma ile yönetme ve yönetilmeyi salık vermektedir. Yani dinimiz bizlere seçme ve seçilme olayına da toplumsal dayanışma içinde olmamız gibi bir görev ve sorumluluk yüklüyor.
Dolayısıyla reylerini toplumsal danışma ve dayanışma duygusu ile kullanma yerine, basit menfaatler karşılığında zalimlere satanlar Allah ve Resulüne karşı bir direniş içine giriyorlar. İnsanlar hür iradeleriyle yanlış da olsa inanarak ve vicdanlarına danışarak hata yaptıklarında bu hatalarından geri döner ve tevbe ederlerse Ğaffar olan Allah, onları af eder. Ancak bilerek isteyerek ve dünya menfaati karşılığında reylerini satanları Allah muhafaza etsin demekten öte bir şey söyleyemiyorum.
Her Müslüman’ın Allah’a, her Kürdün de hem kendine ve hem de halkına karşı sorumlukları vardır. Seçimlerde bu sorumluluk, kendilerinden, mazlumlardan yana olmaktır. Zulmü ve adaletsizliği kendi topraklarından silip atmaktır. İnsan aklı hata yapabilir. Ancak hatalarda ısrar etmek bir Müslümanın asla yapmaması gereken bir iştir. "Mümin iki defa üst üste aldanmaz" (Hadisi Şerif)
Dünya menfaatine, altına, kömüre, paraya ve münafıkların sözlerine aldanmayalım. İslam ümmetine, mazlum halklara ve kendi vicdanımıza karşı sorumluluk hissi ile reylerimizin rengini ve gideceği yeri seçelim. Yoksa zalime, hırsıza, katile ve dolandırıcılarla beraber hasr olmaktan kurtulamayız. Bu sorumluluk bilinci ile hareket etmek sorumluluğumuz ve zorunlulugumuz vardır. Allah adalet ve iyilikten ayrılmayanlara yardım etsin. İslamı ve Allah’ın ayetlerini çarpıtan ve dünya menfaatleri karşılığında satanlara Allah lanetini ve gazabını gönderecektir.
Allah'ın selamı bütün Müslümanların üzerine olsun.