Dünya 2017 yılının ilk saatlerinde İstanbul'da 39 kişinin yaşamını yitirdiği, onlarca insanın yaralandığı vahşi saldırıyla sarsıldı. Bir eğlence merkezine yapılan bu saldırı beklenmeyen, öngörülmeyen bir saldırı mıydı? Elbette ki beklenen ve kesinlikle öngörülebilecek bir saldırıydı.
Erdoğan ve ekibinin son birkaç yıldır Türkiye ve Suriye başta olmak üzere bölgede izledikleri ve adına ''stratejik derinlik'' dedikleri politikayı şu veya bu şekilde takip edenler için bu saldırı ve bundan sonra olacak saldırılar asla sürpriz olmadı ve olmayacak.
HÜKÜMETİN AÇIKLAMALARINA İNANMAK İÇİN NEDEN KALMADI
Son İstanbul saldırısına ilişkin hükümet kanadının yaptığı açıklamalar üzerinden bir değerlendirme yapmak, neden ve sonuçlarını irdelemek ciddi manda yanlış çıkarsamalara yol açabilir.
Çünkü bu ve bu gibi saldırılarda Erdoğan ve onun kukla hükümeti mağdur değil, bizzat faildir. Sadece ülkeyi yönettikleri için bu saldırının siyasi sorumluğu altında değiller. Her şeyden önce izledikleri kaos, gerilim ve savaş politikalarının bir ürünü olarak bu böyledir.
Bu nedenle İstanbul saldırısına ilişkin birçok gerçeğin bizzat hükümet tarafından karartıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten saldırı sonrası yapılan ''birlik'' çağrıları, atılan hamaset nutukları, yükseltilen milliyetçi söylemler bu gerçeğin perdelenmesi içindir. Bu yönetim iş başında kaldıkça kamuoyu bu saldırıların nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirdiğine ilişkin bilgileri öğrenemeyecek.
MANİPÜLASYONA DİKKAT
İstanbul katliamını DAİŞ adlı küresel çapta terör estiren örgüt üstlendi. Bu gerçeğin sadece bir bölümü, hatta manipülasyon edilen yanıdır. Çünkü DAİŞ uzun dönemden beri Erdoğan'ın cebinde taşıdığı bir akreptir!
Esas soru şudur: Şimdi bu akrep sahibini mi sokuyor yoksa sahibinin hem ülke içinde, hem de bölgede içine düştüğü yalnızlıktan çıkışı için uygun ortam mı hazırlıyor?
Görünüşe bakılırsa Türkiye DAİŞ ile savaş içinde. Özellikle "Fırat Kalkanı'' denilen harekette Erdoğan ve cuntasının, onlara bağlı havuz medyasının iddiası, bu. Ama onlar dışında bu iddiaya inanan pek kimse yok. DAİŞ, Ezaz-Cerablus hattında tuttuğu alanı tek bir mermi sıkmadan Türk ordusuna ve onun desteklediği ÖSO adlı çeteye teslim etti. Öyle ki Cerablus gibi ''stratejik'' bir yer sekiz saat içinde fethedildi! Ancak Türk ordusu ve ÖSO çeteleri El- Bab'ı almaya kalkınca burada DAİŞ'in kısmi bir ''direnciyle'' karşılaştılar.
Bundan hareketle, son İstanbul saldırısının Türk ordusu ve çetelerine bir cevap amacı taşıdığını söylenebilir. Doğrusu bu bakış açısı kulağa hoş geliyor! Ve meseleyi zahmet etmeden ''çözenler'' için iyi de bir argüman.
Fakat İstanbul saldırısını kimin ve ne amaçla yaptığını anlamak için meseleye biraz daha ''derinlikli'' bakmak gerekiyor.
DAİŞ-ERDOĞAN ORTAKLIĞINI BİLMEYEN Mİ VAR?
Her şeyden önce Türk devleti, Erdoğan hiçbir dönem DAİŞ'e karşı küresel çapta oluşturulan koalisyonun gerçek bir ortağı olmadı. Tam aksine DAİŞ, El-Nusra gibi çete örgütleri kolladı, destekledi ve onları her bakımdan donattı. Suriye, Irak, Kürdistan ve bölgede istediği siyasi sonuçlara ulaşmak için onlarla sayısız iş tuttu. Yeri geldi, onları Suriye'de veya Irak'ta kullandı; yeri geldi, ülke içinde iktidarının sürdürülebilir olabilmesi için ihtiyaç duyduğu gerilim ve kaosu onların eliyle yarattı.
Türk devletinin, Erdoğan ekibinin, hatta aile fertlerinin DAİŞ adlı bu küresel çapta saldırı düzenleyen örgütle olan çok yönlü ilişkileri birçok devletin istihbarat örgütlerinin raporlarında yer aldı. Dünya medyası bu istihbarat bilgilerini zaman zaman yayımladı.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, bizzat Türk devleti ile DAİŞ arasındaki sıkı ilişkiyi deşifre etti. Şimdi Erdoğan'ın ''kankası'' olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Antalya'da G20 Liderler Zirvesi'nde hem de Erdoğan'ın gözlerinin içine bakarak Türkiye'nin DAİŞ'i destekleyen ve kollayan en aktif devlet olduğunu söyledi. Zaten Rusya savaş uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesi sonrası Moskova, Erdoğan'ın ve ekibinin DAİŞ'le petrol ticareti dahil çok yönlü ilişkisini içeren bir dosyayı Birleşmiş Milletler'e sundu.
Hatırlayalım; bundan sadece iki yıl önce DAİŞ, Kobanê'yi düşürmek için saldırıya geçtiğinde arkasında kim vardı? Tabii ki Erdoğan ve onun istihbarat örgütü vardı. Bu o kadar açık ve net bir şekilde görülüyordu ki, Erdoğan bu ilişkiyi, DAİŞ'e duyduğu derin güveni ve sempatiyi gizleme gereği dahi duymadı. Onun için tam da 7 Ekim 2014'te sırıtarak ve büyük bir mutluluk içinde ''Kobanê düştü, düşüyor'' diyordu.
DAİŞ, ERDOĞAN'IN TETİKÇİSİDİR
Erdoğan, DAİŞ'i hem Irak hem de Suriye'de iki temel amaç için kullandı. Birincisi, 'Arap Baharı' ile başlayan bu altüst oluşta Kürtlerin statü elde etmesinin önüne geçmek, kazanımlarını her ne pahasına olursa olsun önlemek, ikincisi ise kendi ideolojik kodlarına uygun, onun padişahlığını tanıyacak yeni bir İslam devleti kurmaktı. Bu devletin sınırlarını Basra'dan Kobanê'ye kadar hayal etmişti. Dünyayı ve bölgeyi sarsan Kobanê Direnişi bu hayali yerle bir etti.
Erdoğan'ın Suriye başta olmak üzere bölgede Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirdiği ''stratejik derinlik'' onu derin bir yalnızlığa itti. Öyle ki eski Başbakan Ahmet Davutoğlu içine düştükleri bu çıkmazı ''değerli yalnızlık'' olarak tanımladı.
Bu çöküş çök geçmeden etkisini Türkiye içinde de gösterdi. Dikkat ederseniz Erdoğan, Abdullah Öcalan'ın başlattığı çözüm sürecinin dibine bombayı DAİŞ eliyle, hem de Kobanê ile koydu. Bunu daha sonra içteki kriz izledi. Erdoğan ülkedeki krizden çıkış için çözüm süreci yerine gerilim ve kaosu seçti. Bunu açık açık söyledi.
KAOS İÇİN DAİŞ HAREKETE GEÇİRİLDİ
7 Haziran 2015 Genel Seçimleri öncesi DAİŞ hareket geçirildi. Bu kez Suriye ve Irak sahasında değil; bizzat Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de saldırılar yapması için davet edildi. Önce HDP'nin Adana ve Mersin il eş başkanlıkları bombalandı. Burada şans eseri kimse yaşamını yitirmedi. Seçimden iki gün önce, yani 5 Haziran 2015'te Amed'de HDP'nin yaptığı büyük mitinge saldırı oldu. Hedef Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş ve diğer milletvekili adaylarıydı.
Erdoğan seçime birkaç hafta kala net bir şekilde tüm devlet desteği, saldırı ve teröre rağmen HDP'nin barajı çok rahat geçeceğini ve AKP'nin mutlak çoğunluğu yitireceğini, bunun kendisi açısından ölümcül bir tehlike olduğunu gördü. Bu nedenle 7 Haziran seçimlerin sonuçlarını tanımadı. Uyguladığı gerilim politikasıyla 1 Kasım'da darbe yaparcasına ülkeyi tekrar seçime götürdü ve AKP'yi yüzde 49 ile sandıktan çıkardı.
Aslında bu iki seçim arasında olanları doğru ve soğukkanlı analiz edersek, İstanbul'daki en son patlamanın kimler tarafından ve ne türlü kirli amaçlar için yapıldığını görebiliriz. En azından gerçeğin önemli bir bölümüne ışık tutabiliriz.
7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını kabul etmeyen ve sandıktan istediği sonucu elde etmek için Erdoğan, ülkeyi yeni bir seçime götürürken ''ya kaos ya ben'' dedi. Kaos içinde ilk işaret fişeği 20 Temmuz 2015 günü 34 insanın vahşice katledildiği Suruç'tan verildi. DAİŞ, 300 yakın sosyalist-yurtsever gencin Kobanê'nin inşası için toplandıkları yere saldırı yaptı. Erdoğan ve adamları utanmasalardı bu saldırıyı ''HDP kendi kendisine yaptı'' diyeceklerdi. Bu saldırıdan iki gün sonra iki sivil polis Ceylanpınar'da kuşkulu şekilde öldürüldü. Erdoğan bunu yeni ve çok kanın döküleceği bir savaş için ''yeterli'' bir gerekçe olarak kabul etti. 24 Temmuz'da gerilla alanlarına karşı büyük bir hava saldırısı başlattı. Aslında bu Kürtlere ve barış isteyen herkese karşı başlatılan en kanlı savaşın ilanıydı.
Ancak bu bile Erdoğan için yeterli gelemedi. Bu kez DAİŞ 10 Ekim günü Ankara'daydı. KCK'nin barış deklarasyonu yayımlayacağı gün bir araya gelen on binlerce insanın katıldığı mitinge saldırı düzenlendi. Yüzü aşkın insan yaşamını yetirdi. Bu saldırıyla birlikte ülkede artık kaos egemen hale geldi. Beklendiği gibi 1 Kasım'da istediği sonucu elde etti ve Kürdistan'ı tam bir istilacı ordu gibi yakıp yıktı.
Bunu, halen nasıl ve kim tarafından yapıldığı anlaşılmayan 15 Temmuz 2016 akşamı yaşanan o tuhaf darbe girişimi izledi. Erdoğan bu darbeyi "Allah'ın bir lütfu" sayarak karşı darbe yaptı. Binlerce, on binlerce insan tutuklandı. Onlarca belediyeye el koydu. Vekilleri tutukladı. MHP ile yeni bir ittifak kurdu. CHP'yi Kürtlere karşı ve Suriye politikasının koltuk değneği yaptı.
Durması mı gerekiyordu? Hayır! Artık o bir 'Amok koşucusu'' olduğu için dursa ölecek, ama koşunun sonunda da patlayacaktı. Bu nedenle o çareyi daha çok gerili ve kaosta buldu. Bunun bir yolu da orduları Suriye'ye sokmaktı. Bu kez erken bir gerekçe yaratmak için DAİŞ Antep'te Kürtlerin düğününe vahşi bir saldırı düzenledi. Ölen Kürtlerdi ama Erdoğan ordularını, ölen Kürtleri bahane ederek Kürtleri ortadan kaldırmak için Suriye'ye soktu.
Ancak kendisi için padişah olmanın da yolunu açacak zaferi elde edemedi. Üstelik yeni anayasa oyunlarıyla tek kişi diktatörlüğü için Meclis'te ihtiyaç duyduğu 330 vekil de çantada keklik değildi. Ve olası bir referandumdan 'hayır' çıkması muhtemeldi.
İşte tam da bu noktada daha çok kan ve kaosa ihtiyaç duyuyor. Bir taraftan Kürtlere karşı daha kanlı ve acımasız hamleler peşinde koşarken, diğer taraftan bizzat kontrol ettiği medyası aracılığıyla farklı yaşam tarzları olan kesimleri baskı altına almak istiyor. Laik-Müslüman gerilimi üzerinden yeni bir kaos hesaplıyor. Bir de buna Suriye'de içine düştüğü yalnızlığı eklemek lazım. Rusya ile girilen ''yeni'' ilişkinin Erdoğan için çoktan ölümcül bir dansa dönüştüğünü o da çok iyi biliyor. O nedenle herkesi sözüm ona DAİŞ'le savaşta yardıma çağırıyor. Bu nedenle İstanbul saldırısının arkasında Erdoğan'ın istihbaratı yok demek, var demekten daha az bir olasılıktır. İşte İstanbul saldırısının şifreleri burada gizlidir.
Her saldırıdan sonra ''kokteyl terör'' tanımıyla, medya gücüyle gerçekleri karartanlara inanılması için bir neden yok. Bu son vahşi saldırıda da görüldü ki, kimin tetiği çektiği değil, tetiği kimin çektirdiği önemlidir. Eğer son iki yılda DAİŞ'in Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı yaptığı vahşi saldırılardan dolayı elle tutulur bir soruşturma yapılmış olsaydı, son İstanbul saldırısının arkasında ''ya kaos ya ben'' diyenleri aramamız gerçekten ayakları yere basmayan bir komplo teorisi olarak kalırdı.
Ve son olarak: İstanbul katliamının gerçek faillerini merak edenler, ilk iş olarak bu katliamı üstlenen çetenin ortaklarına ve himayecilerine bakmalı. Katliamın gerçek faili çok gizli değil. Karşımızda duruyor.