Kalkan: 1 Mayıs mücadelenin her alanda yükseltildiği gün olmalı

Kalkan: 1 Mayıs adeta işçi ve emekçiyle özdeşleşmiştir, sosyalizm ile özdeşleşmiştir. Bu neden böyle olmuştur? Çok açık ki şehit kanıyla sulandığı için böyledir. Büyük bir mücadeleyi içerdiği ve ifade ettiği için böyledir.

ANF’ye konuşan PKK Yürütme Komitesi üyesi Duran Kalkan, yaklaşan 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nı, koronavirüs salgını ile birlikte topluma dayatılan emek ve hak sömürüsünü, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması ile yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.

1 Mayıs’ı değerlendiren Kalkan, PKK’nin sosyal kesim olarak bir aydın, gençlik hareketi olarak doğup geliştiğini, partileştiğini, gerillalaştığını ve halklaştığını belirterek, “Bu bakımdan bir gençlik partisi, bir devrimci aydınlar partisi olma özelliğimiz de vardır” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın söyleşinin 1. bölümü şöyle:

1 Mayıs İşçi Bayramı’na PKK nasıl bir anlam yüklüyor, bugüne önemine ilişkin neler belirtebilirsiniz?

Yeni bir 1 Mayıs işçi bayramını yaşıyoruz. 1 Mayıs tam olarak dünya işçilerinin birlik, dayanışma ve mücadele günü oluyor. Yüz elli yılı aşkın süredir dünyanın tüm işçi ve emekçileri 1 Mayıs’ı bu temelde anlıyor ve yaşıyoruz.

Dolayısıyla 2021 yılı 1 Mayıs’ını partimiz PKK adına tüm dünya işçi ve emekçilerinin 1 Mayıs birlik, dayanışma ve mücadele günlerini kutluyorum. Katmerli emekçiler olan tüm kadınların 1 Mayıs’ını kutluyorum. Yüzde doksan dokuzu işçi ve emekçi olan Kürtlerin 1 Mayıs’ını kutluyorum. 1 Mayıs ideallerini duygu ve düşüncelerinde en güçlü bir biçimde yaşatan tüm gençlerin 1 Mayıs’ını kutluyorum. Bu 1 Mayıs’ta özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik ve demokrasi bayrağının her zamankinden daha fazla yükseklerde taşınacağına, sosyalizm mücadelesinin her alanda çok daha güçlü gelişeceğine dair yüksek inancımı ifade ediyorum. Bu temelde de tüm işçi ve emekçilere, kadınlara, gençlere, Kütlere; özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik ve demokrasi mücadelelerinde üstün başarılar diliyorum.

1 Mayıs 1977 Taksim şehitleri şahsında tüm 1 Mayıs şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum. 1 Mayıs 1985’te Garzan’da şehit düşen büyük gerilla komutanımız Ramazan Kaplan ve grubu şahsında tüm Özgürlük Mücadelesi şehitlerimizi saygı ve sevgiyle anıyorum. Bu 1 Mayıs’ta kahraman şehitlerimizin anısına yakışanı, tüm işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler olarak çok daha güçlü bir biçimde yerine getireceğimize dair inancımı belirtiyorum. Bütün bunlar temelinde yüreği 1 Mayıs’tan yana atan her kesi 2021 yılı 1 Mayıs’ında sokaklara çıkmaya, meydanları doldurmaya, özgürlük, eşitlik ve demokrasi marşlarını söylemeye, sloganlarını atmaya çağırıyorum. Herkes için “haydin 1 Mayıs’a” , “haydin özgürlük ve demokrasi mücadelesine” , “haydin faşizmi yıkmaya ve kurtuluşu sağlamaya yürüyelim” diyorum.

1 Mayıs küresel sosyalist hareketi temsil eden en güçlü sembol oluyor. Dikkat edilirse reel sosyalizmin çözülüşünden bu yana küresel kapitalist gericilik sosyalizme dönük her türlü karalama ve saldırı içinde bulunmasına rağmen ve birçok sosyalist değeri aşındırmış ya da etkisiz kılmış bulunmasına rağmen 1 Mayıs işçi ve emekçi gününün anlam ve önemini değil azaltmak ya da geriletmek, daha çok gelişimini ve yaygınlaşmasını bile engelleyememiştir. Her yöntemle sürdürülen tüm saldırılara karşın 1 Mayıs, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin yürek ve bilincinde her zaman canlı ve taze bir olgu olarak yaşamıştır. Onların ruhunu, duygularını, düşünce ve davranışlarını yönlendirip şekillendirmiştir. Her türlü saldırı karşısında sosyalizm bilincini ve mücadelesini hep canlı ve güçlü tutmuştur. Hiçbir saldırı 1 Mayıs’ın etkisini azaltamamış, onu önemsiz kılamamıştır. 1 Mayıs marşlarının okunmasına, 1 Mayıs’ta sokakların ve meydanların özgürlük, eşitlik, sosyalizm isteyen milyonların çığlığıyla dolmasına engel olamamıştır. Dolayısıyla 1 Mayıs hep taze kalmış, canlı olmuş, özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik ve demokrasi mücadelesini ifade eden sosyalist hareketin kendini yenileyip yeniden yapılandırması, örgütlü ve mücadeleci kılması bakımından hep öncülük eden, güç veren bir konumda bulunmuştur. Bu bakımdan 1 Mayıs adeta işçi ve emekçiyle özdeşleşmiştir, sosyalizm ile özdeşleşmiştir. Bu neden böyle olmuştur? Çok açık ki şehit kanıyla sulandığı için böyledir. Büyük bir mücadeleyi içerdiği ve ifade ettiği için böyledir. Bu mücadele ki her türlü adaletsizliğe, eşitsizliğe, baskıya, sömürüye, soyguna karşı insanların kendi kimlikleriyle özgürce, eşitçe yaşayacakları, her şeyi paylaşıp dayanışma içinde sorunları çözecekleri bir yaşam için, dünya için mücadelenin şehitleridirler. 1 Mayıs böyle bir mücadeleyi temsil etmektedir. Bu mücadele şehit kanıyla sulanmış bir mücadeledir. Dolayısıyla 1 Mayıs bir zafer gerçeğidir, bir zafer yürüyüşüdür. Şehitlerinin şahsında özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik ve demokrasi mücadelesinin zaferinin kanıtlanmış olması durumudur. Dayanışma, bunu ifade etmektedir. Birlik, bunu içermektedir. Bu nedenledir ki her şey yok edilebilir, saptırılabilir, kirletilebilir ama 1 Mayıs’ın idealleri, 1 Mayıs gerçeği saptırılamaz, yok edilemez, kirletilemez, tam tersine her zaman kendi hakikatini yaşar, yaşatır, temsil eder ve her kese dayatır. Nitekim yıllardır yaşanan gerçek budur. Bu 1 Mayıs’ta da en çok kendini dayatan gerçeklik bu olmaktadır.

Bu bakımdan 1 Mayıs’ta tüm işçi ve emekçilerin, tüm kadın ve gençlerin, tüm halkımızın, dünyanın dört bir yanında sokakları ve meydanları dolduracağına, özgürlük ve eşitlik sloganlarını en üst düzeyde haykıracağına inanıyoruz. Kapitalist modernitenin her türlü baskı, zulüm, sömürü içeren yok edici saldırılarına karşı insanlığın özgürce, eşitçe, demokratik temelde var olacağını; kapitalist modernite sistemini yıkarak yeni bir özgür ve eşit yaşam dünyasını inşa edeceğini net bir biçimde ortaya koyacaktır. Buna inanıyor ve bu temelde bir kez daha tüm işçi ve emekçilerin, kadın ve gençlerin, halkımızın 1 Mayıs birlik, dayanışma ve mücadele günlerini kutluyor, hepsini 1 Mayıs ruhuyla selamlıyor, 1 Mayıs’ta faşizme karşı özgürlük ve demokrasi mücadelemizi daha güçlü geliştirmeye çağırıyoruz.

Bu 1 Mayıs Kürtler ve Kürdistan açısından, Türkiye işçi emekçileri ve halkları açısından AKP-MHP faşizmine karşı ‘Özgürlük Zamanı’ hamlesi temelinde yürütülen mücadeleyle karşılanıyor. Faşizmi yıkma, tecridi kırma ve işgali sona erdirme, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Kürdistan’ı özgür Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu demokratik kılma mücadelemiz tüm Kürdistan ve Türkiye’de, bölge ve dünyanın dört bir yanında hamlesel düzeyde gelişiyor. 8 Martlarla, Newrozlarla bu hamle büyük bir ivme kazanmış bulunuyor. Bu temelde inanıyoruz ki 1 Mayıs söz konusu mücadeleyi yeni bir zirveye taşıyacak, ‘Özgürlük Zamanı’ hamlemizin yeni bir doruğu olacaktır.

Bu temelde de 2021 yılı 1 Mayıs’ına çok daha büyük bir anlam ve önem yüklüyoruz. Bu 1 Mayıs’ın AKP-MHP faşizminin yıkıldığı, Kürdistan’ın özgür, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratik hale getirilmesi için mücadelenin her alanda yükseltildiği, İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen mücadelenin yeni bir zirve yaptığı bir 1 Mayıs olmasını diliyoruz. Bu bakımdan da 2021 yılı 1 Mayıs’ı çok daha anlamlı ve önemli oluyor. Hareket ve halk olarak çok daha güçlü bir yaklaşım gösteriyoruz. 1 Mayıs’ta hamlemizi daha çok güçlendirmeyi ve 1 Mayıs’ı hamlesel karşılayarak daha anlamlı yaşamayı öngörüyoruz ve buna da ulaşacağımıza kesinlikle inanıyoruz. Bu temelde de tüm halkımızı ve Türkiye halklarını 1 Mayıs sürecini ‘Özgürlük Zamanı’ hamlemizin çok daha güçlü geliştirilip faşizmi yıkma doğrultusunda önemli bir adım haline getirmeye çağırıyoruz.

Salgın ile birlikte kapitalist modernite ve devletçi sistemin krizi aydınların, sosyalist ve muhalif çevrelerin yanı sıra toplumlar tarafından daha da sorgulanmaya başlandı. Dünya genelinde halklarda, kadın ve gençlerde, emekçilerde kapitalist moderniteye karşı büyük bir öfke var. Bu nasıl örgütlü hale getirilebilir?

Elbette biz bir işçi partisiyiz ve tüm sorunları da işçi partisi olma bilinciyle yaklaşım gösteriyoruz. Zaten başka bir adla parti olmamız da çok fazla mümkün değildi. Neden? Çünkü yüzde doksan dokuzu işçi ve emekçi olan Kürt toplumunun partisi olarak doğduk ve geliştik, Kürtlerin partisi olduk. Dolayısıyla Kürt partisi olmak demek; işçi ve emekçi partisi olmak demektir. Çünkü Kürt halkının neredeyse tamamı işçi ve emekçilerden oluşan bir toplum olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle ha ‘işçi ve emekçi partisiyiz’ demişiz; ha ‘Kürtlerin partisiyiz’ demişiz. Aslında bu somut pratikte çok fazla bir fark ortaya çıkartmamaktadır. Nüfusunun tamamına yakına işçi ve emekçi olan bir toplumun öncü partisi olduğumuz gibi, böyle bir parti olmaya yönelirken de bu toplumun aydın ve gençliğinin ortaya çıkardığı bir parti olma özelliği de taşıyoruz. İşçi sınıfı teorisinden ‘sınıfa bilincin dışarıdan aydınlar tarafından götürüldüğü’ ifade edilir. Sınıf da bizim realitemizde Kürt toplumu olduğuna göre, Kürt toplumuna da bilincin dışarıdan devrimci aydınlar tarafından götürülmesi gereklidir.

PKK’nin doğuş koşullarında Kürdistan gerçeği öyle bir somutluğu yaşamıştır ki, Kürt aydını olmak, devrimci aydın olmak, devrimci genç olmakla iç içe geçmiştir. Aydın kesimle gençlik kesimi iç içe geçip bir yeni bütünü ifade etmiştir. Dolayısıyla da işçi ve emekçi olan Kürt toplumuna kurtuluş bilincini, özgürlük ve demokrasi bilincini dışarıdan götüren devrimci öncülük, aydın gençlik kesimi içerisinden çıkmıştır. Sosyal kesim olarak bir aydın gençlik hareketi olarak doğup gelişmiş, partileşmiş, gerillalaşmış ve halklaşmıştır. Bu bakımdan bir gençlik partisi, bir devrimci aydınlar partisi olma özelliğimiz de vardır.

KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİ TEMEL BİR İDEOLOJİK ÇİZGİ HALİNE GELDİ

Diğer yandan Kürt ulusal özgürlüğü ile yola çıkan hareketimiz, özgürlük çizgisinde ısrar edip derinleştikçe doğru bir özgürlük bilincini kadın özgürlük çizgisinde bulmuştur. Ulusal özgürlüğün ancak toplumsal özgürlükle mümkün olacağına; toplumsal özgürlüğü de ancak kadın özgürlüğü ile gerçekleşeceğine ulaşmıştır. Dolayısıyla özgürlük çizgisinde derinleşme, partileşmede kadın öncülüğünü geliştirmiş, kadın özgürlük çizgisini temel bir ideolojik çizgi haline getirmiştir. Böylece bir işçi ve emekçi toplumu olan Kürtlerin partisi, aydın ve gençlik öncülüğünde şekillenen parti, kendisini aynı zamanda bir kadın partisi olarak somutlaştırmıştır. Şimdi “Kürdistan İşçi Partisi” olarak adlandırılan ve kimlik kazanmış bulunan partimiz aslında tüm bu gerçeklikleri içermekte ve ifade etmektedir. Kürdistan İşçi Partisi kimliği söz konusu tüm kimlikleri kendi şahsında birleştirmekte ve temsil etmektedir. Dolayısıyla işçi partisi olmak aynı zamanda bir aydın gençlik partisi olmak, bir kadın partisi olmak, bir emekçi halk partisi olmak anlamına gelmektedir.

Başlangıçta reel sosyalizmin derin etkisiyle her şeyi sınıf çelişkisi ve sınıf mücadelesi temelinde ele alan partimiz, Kürdistan’da yürüttüğü mücadelenin ve dünyada yaşanan gelişmelerin ortaya çıkardığı sonuçlara dayanarak bu düşüncede kısmi bir değişiklik yapmış her şeyi sınıf çelişkisi ve mücadelesiyle izah eden ve ifadelendiren anlayışını bir değişime ve yenilenmeye uğratmıştır.

Kuşkusuz iktidarcı ve devletçi sistem altında yaşayan toplumlarda sınıfların varlığını, dolayısıyla sınıf çelişkisi ve çatışmasını ret ve inkar eder durumda değildir. Bu gerçekliği görmekte ve kabul etmektedir. Günümüz toplumlarının egemen sistem nedeniyle sınıflara ayrıştığını, birçok sınıf ve kesimden oluştuğunu, bu sınıflaşmanın da farklı çıkarları gündeme getirdiğini, söz konusu çıkarların önemli bir çelişki ve mücadeleyi doğurduğunu görmekte, değerlendirmekte ve esas almaktadır. Bu çerçeve de de kuşkusuz en çok ezilen ve sömürülen sınıf olarak işçi sınıfını, tüm emekçi kesimleri kendisine sosyal temel yapmaktadır. Fakat toplumda var olan tek çelişki ve çatışmanın, dolayısıyla farklılığın sınıf temelinde olmadığını, onun dışında da farklılıkların ve oradan doğan çelişki ve çatışmaların da var olduğunu değerlendirmekte, kabul edip esas almaktadır. Kuşkusuz partimiz sınıfsal ayrışma, sınıf çelişkisi ve çatışması temelinde de bir mücadeleyi öngörüp kendisini bu temelde örgütleyerek mücadeleyi geliştirmektedir. İşçi partisi olarak kendisini tanımlaması ve mücadelesini devam ettirmesi zaten buradan ileri gelmektedir. Fakat hep ezilen sınıf olarak kalma, toplumları sınıfsal ayrışmayı mutlaklaştıran, sürdüren hep sınıf çelişkisi ve çatışması içerisinde tutan bir mücadeleyi değil de iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı sınıf çelişki ve çatışmasını iktidar ve devlet sisteminin yok edilmesine paralel olarak ortadan kaldırmaya öngören bir mücadeleyi esas almaktadır. ‘Demokratik toplum mücadelesi’ dediği, ‘demokratik uluslaşma’ olarak tanımladığı gerçeklik tam da bunu içermekte ve ifade etmektedir. Sınıf mücadelesini sınıfları ortadan kaldıran, farklılıkları azaltan, demokratik toplum bütünlüğünü yaratmayı hedefleyen bir temelde ele alıp yürütmektedir. Yeni paradigmasının demokratik toplumcu karakteri tam da bunu ifade etmektedir.

Kuşkusuz 1 Mayıs işçi bayramını değerlendirirken sosyalizm mücadelesini ele almak, değerlendirmek hem doğru hem de gerekli olmaktadır. Elbette sosyalizm mücadelesinin de teorik ve pratik boyutları mevcuttur. Sosyalist hareket sadece bir örgüt ve eylem hareketi değildir. Aynı zamanda bir düşünce hareketi, bir felsefi hareket, bir ideolojik harekettir. Dolayısıyla sosyalizm mücadelesini değerlendirirken kuşkusuz örgüt ve eylem alanını içeren pratik gelişmeyi değerlendirmek gerekir, ama onunla birlikte ve daha öncelikli olarak da teorik durumu, teorik gelişmeleri, sosyalist anlayışı, bilinci, sosyalist teoriyi de değerlendirmek ve tartışmak gereklidir. 1 Mayıs’ın sosyalizmin sembolü olması gerçeğine doğru yaklaşmak ve en etkili cevabı vermek ancak bu temelde mümkün olabilir. Sosyalizm ustalarının ifade ettiği gibi ‘devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz.’ ‘Doğru sosyalist teori geliştirilmeden doğru ve başarılı bir sosyalizm mücadelesi verilemez.’

Bunlar temelinde günümüzde en çok yoğunlaşan, kafa yoran ve yeni uygulanabilir düşünceler geliştirenin Önder Apo olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir. İmralı işkence ve tecrit sistemi gibi en ağır koşullarda tutuluyor olmasına rağmen, söz konusu sistemi yaratanlar Önder Apo’nun düşünmesini ve yeni düşünceler ürütmesini engelleyememiştir. 23 yıldır İmralı işkence ve tecrit sisteminin en ağır koşullarında bulunmasına rağmen, günümüz dünyasında yaşanan toplumsal gerçekliği, sorunları ve çözüm yollarını en kapsamlı, somut, anlaşılır ve örgütlendirilip eyleme geçirilir temelde çözümleyen Önder Apo gerçeği olmuştur.

Burada şu hususa da parmak basmakta kesinlikle yarar vardır: İyi bilelim ki İmralı işkence ve tecrit sistemi Önder Apo’nun böyle bir düşünce yoğunluğu yaşaması ve üretimini gerçekleştirmesi için değil, tam tersine bütün bunların engellenmesi için ortaya çıkartılmıştır. İmralı işkence ve tecrit siteminin insanı düşünemez ve üretemez kılmak üzere şekillendirilmiş bir sistem olduğu bilinen ve sahipleri tarafından da ifade edilen bir gerçektir. Önder Apo’nun düşünce yoğunluğu ve üretimi işte bütün bunlara rağmen gerçekleşmektedir. Hiç kimsenin önünde olmayan engellere ve zorluklara rağmen, onları yenme ve aşma temelinde gerçekleşmektedir. Önder Apo’nun düşünce üretimini kuşkusuz bir de bu temelde ele almak ve bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Bütün bunlar dikkate alındığında hiçbir engelin ve baskının böyle bir gelişmeyi ve üretimi durduramadığını net bir biçimde görüyoruz. Önder Apo’nun ortaya koyduğu düşünce gücü, sorunları ortaya koyma ve çözümlemedeki anlaşılır ve pratikte uygulanabilirliği kadar bir de böyle ağır bir tecrit ve işkence koşullarında zorluklar ortamında gerçekleştirilmiş olmasıyla değerlendirilmek durumundadır. Böyle bir durum, Önder Apo’nun geliştirmiş olduğu çözümleri kuşkusuz çok daha anlamlı, önemli kılmakta, çok daha fazla dikkate alınmasını gerektirmektedir. İşte böyle bir ortamda ve söz konusu koşullarda “Üçüncü Önderliksel Doğuş” olarak tanımladığı yeni bir çıkışı paradigma değişimi temelinde Önder Apo gerçekleştirmiştir. İmralı işkence ve tecrit sisteminin zorluklarını yeni bir önderliksel doğuş için ebe yapmayı bilmiştir. Ulaştığı sonuçları da “Demokratik Toplum Manifestosu” adıyla yayınlanan beş ciltlik savunmasında kapsamlı bir biçimde ifadeye kavuşturmuştur.

Şimdi 1 Mayıs vesilesiyle sosyalist hareketin durumu, özellikle de onun teorik-düşünsel alanı tartışılıp değerlendirilecekse kuşkusuz en başta Önder Apo’nun “Demokratik Toplum Manifestosu” olarak beş ciltlik savunmada ortaya koyduğu düşüncelerin incelenmesi, değerlendirilmesi ve tartışılması gerekmektedir. Çünkü tarihsel geçmişi bütünlüklü olarak en kapsamlı bir biçimde değerlendirip ayrıştıran, mevcut durumu ve yaşanan sorunları en kapsamlı bütünlüklü olarak ortaya koyan ve hepsi için gerçekleşebilir, somut çözüm yolları öneren bir düşünsel bütünlüğü ifade etmektedir. Önder Apo’nun savunmalarda ortaya koyduğu ve “Demokratik Modernite Kuramı” olarak tanımladığı düşüncelerin bütünlüğünü görmek, dolayısıyla Demokratik Modernite Kuramını incelemek, onu var eden yeni paradigmaya bakmak, günümüzün toplumsal duruşunu ve sosyalizm mücadelesini buna göre değerlendirerek önümüzdeki sürece ilişkin yeni perspektifler, mücadele programları, planları ve hedefleri ortaya çıkartmak gereklidir. Kuşkusuz bütün bunlar kapsamlı tartışmaların ve değerlendirmelerin konusudur. Ancak burada 1 Mayıs vesilesiyle söyleyebileceğimiz birkaç cümle şöyle olabilir: Her şeyden önce Önder Apo sosyalizmi ve demokrasiyi iktidar ve devlet sisteminin egemenliğinden, başka bir değimle tasallutundan kurtarmıştır.

Geçmişte demokrasinin ve sosyalizmin iktidar ve devletle bağının kurulması bizi reel sosyalizm dediğimiz Sovyet Sosyalizmi gerçeğine götürmüştür ki, onun çözülüşündeki en temel etkenin de bu paradigmasal durum olduğu artık birçok çevre tarafından kabul edilen bir gerçeklik olmaktadır. Şu çok açık ki, özgürlük, eşitlik, dayanışma, paylaşım gibi sosyalist ilkeler; esası baskı, zülüm, sömürü, yağma demek olan iktidar ve devlet aygıtıyla gerçekleşmez. Şu çok açık bir gerçek ki toplumun, halkın kendi kendini yönetmek olan demokrasiyi küçük bir azınlığın toplum üzerinde diktatörlük kurması olan devletin bir biçimi olamaz. Sosyalizm de demokrasi de dikkat edilirse toplumla ilgilidir ve demokrasi toplumun kendini yönetme biçimi olurken; sosyalizm böyle bir yönetimin esasını belirleyen, toplumsal yaşamın ilkelerini oluşturan ideolojiyi ortaya koymaktadır. Önder Apo’nun gerçekleştirdiği paradigma değişimi en kısa ve özlü olarak böyle bir değişikliği, yeniliği içermekte ve ifade etmektedir. Kuşkusuz buna dayalı yeni bir devrim ve sosyalizm anlayışı da ortaya çıkmaktadır. Dikkat edilirse böyle bir yaklaşımda devrim, mevcut devrimle devlet ve iktidarı yıkıp yeni bir devlet ve iktidar kurmak olmamaktadır. Tam tersine devlet ve iktidarı sınırlandıran, zayıflatan, onun alternatifi olarak demokratik toplumu, sosyalizm ilkeleri temelinde kendi varlığını ve yaşamını sürdüren, demokratik toplumu geliştirmeyi ifade etmektedir. Sosyalizm temelinde var olan demokratik toplum, iktidar ve devletin alternatifi olarak vardır ve devrim ya da devrimci mücadele bu alternatifi doğru görüp anlamayı örgütleyip büyütmeyi, geliştirmeyi ifade etmektedir. Sosyalizm ustalarının tanımladıkları iktidar ve devletin daraltılması ve sönüşü işte böyle bir mücadeleyle ancak gerçekleşebilir. Daha önce ifade ettik. İşte böyle bir demokratik toplum işçi ve emekçilerin bilinçlenip örgütlenmesi ve mücadelesiyle gelişen, sınıf ve tabaka farklılıklarını ortadan kaldırarak kendi içinde özgür, eşit, paylaşımcı bir demokratik komünal yaşamı gerçekleştiren yeni bir durumu ifade etmektedir.

Önder Apo’nun Demokratik Sosyalizmi gerçekleştirmeyi öngören Demokratik Modernite Kuramının dayandığı paradigmasal yaklaşımın bir boyutu ifade ettiğimiz temeldeki demokratik toplum boyutu olurken, diğer boyutları da kadın özgürlüğü ve toplumsal ekoloji boyutları olmaktadır. Demokratik toplumu, sınıfsal farklılığın ve sömürünün giderek ortadan kalktığı, demokratik komünalizmin yaşam ve gelişme gösterdiği yeni bir toplumsal gerçeklik olarak tanımlarken, aynı zamanda bu toplumsal gerçekliği kadın özgürlüğüne dayanan ve doğayla uyumluluğu, bütünlüğü öngören bir toplum olarak da tanımlamakta ve öngörmektedir. Toplumsal varoluşun politik ve ahlaki çerçevesi ancak bu temelde doğru ve özüne uygun gerçekleşebilmektedir.

Dolayısıyla Önder Apo’nun ortaya koyduğu yeni sosyalizm anlayışının gerçekleşebilmesi için gereken temel bir boyutu kesinlikle kadın özgürlüğü olmaktadır. Kadın özgürlüğüne dayanmayan hiçbir toplumsal gelişme gerçekte özgür ve eşit olamaz, demokratik toplum düzeyine ulaşamaz. Kadın özgürlüğü sadece iki cinsin yaşamda eşitleşmesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine kadının köleleştirilmesi temelinde oluşan erkek egemen zihniyet ve siyasetin ruh, duygu, düşünce dünyasından maddi yaşama kadar her alandaki varlığının ve etkisinin aşılması, ortadan kaldırılması, yok edilmesini içermektedir. Dolayısıyla kadın özgürlüğünün sadece maddi bir eşitlik, maddi yaşamda kadın ve erkeğin eşitleşmesi, salt eşitlik denen bir küçük burjuva bireyciliği temelinde anlamamak ve ele almamak gereklidir. Kesinlikle öyle bir yaklaşım doğru olmadığı gibi kendini tekrar kapitalist modernite sistemi içerisinde erimeye götürür. Küçük burjuva bireyciliği olarak kapitalist modernite liberalizmi tarafından yutulmayı getirir. Bu nedenle kadın özgürlüğünü beş bin yıllık erkek egemen zihniyet ve siyasetin ruhta, duyguda, düşüncede, örgütte, eylemde, siyasette, yaşamın her alanında ortaya çıkardığı etkilerin açığa çıkartılması, kırılması, aşılması; buna karşın kadın duruşunun, duygusunun, düşüncesini yaşamda etkin olduğu, yön verdiği, yeni bir toplumsal ilişki ve yaşam düzenin ortaya çıkartılması olarak ele almak ve anlamak kesinlikle gereklidir. Her türlü baskıcı, sömürücü, zihniyet ve pratik böyle ortadan kalkabilir. Bunu sadece bir yasayla, devletle, maddi durumla bağlamamak gerekiyor. Evet, gözle görünenler onlardır ama o gözle görünenleri ortaya çıkartan bir ruhsal, duygusal, düşünsel arka plan vardır. Diğer yandan daha tehlikeli olan bu arka plan dediğimiz manevi boyuttaki baskı ve sömürüdür, köleleştirmedir. Dolayısıyla kadın özgürlüğünü köleciliğin her türlü biçiminin, anlayışının, özelliğinin, her alandaki varlığının aşılması, ortadan kaldırılması olarak ele almak, değerlendirmek ve gerçekleştirmek gerekir.

Önder Apo’nun geliştirdiği Demokratik Modernite Kuramının yani yeni sosyalizm çizgisinin diğer boyutu da toplumun doğayla uyumunu ifade eden ekolojik boyut olmaktadır. İktidar ve devlet sistemini yaratan analitik aklın kapitalist ideoloji ve kapitalist modernite sistemi temelinde yerinde var olduğumuz doğayı nasıl yok ettiği, havasından suyuna, yerüstünden yeraltına kadar her alanın plansız ve ölçüsüz günlük yaşam çıkarları doğrultusunda nasıl tüketip yaşanılmaz hale getirdiği ortadadır. Öyle ki bu durum her gün onlarca, yüzlerce mikrop üretmektedir. Başta insanlar olmak üzere var olan tüm canlıların yok olmasına yol açan bir zehirlenmeyi yaratmaktadır. Günümüzde en çok tartışılan Koronavirüs denen illetin de bu temelde geliştiğinden yani kapitalist modernite sisteminin endüstriyalizm ideolojisi temelinde doğayı yok etmeyi öngören sömürücü saldırılarının sonucu olarak ortaya çıktığından asla kuşku duymamak gerekir. Koronavirüs denilen illet mevcut sistemin ürettiği milyonlarca zehir mikrobundan sadece bir tanesidir. Biraz gözle görülen olmuştur, bir yanıyla da toplumları daha çok korkutup baskı ve sömürü altına almak için mevcut sistem tarafından kullanılmak üzere adı öne çıkartılıp insanlar tarafından bilinir kılınmıştır. Aslında adı duyulmayan, bilinmeyen ama her an her saniye hepimizin tüm canlıların yaşadığı, zehirlendiği, yaşamımızın bir tarafını yok eden virüs saldırılarıyla yüz yüze olduğumuz tartışma götürmeyen bir gerçektir. Bu işi böyle bilmek gereklidir.

BÜTÜN CANLILARIN GELECEĞİ TEHDİT ALTINDADIR

Dikkat edilirse erkek egemen zihniyet ve siyasetin ortaya çıkardığı eşitsizlik, kölelik, baskı kısmen görünür olmaktadır. Bana karşı başta kadınlar olmak üzere toplumun ezilen, vicdanlı, yaşama saygısı olan kesimleri tarafından görülüp buna karşı bir örgütlenme ve eylem, Kadın Özgürlük Mücadelesi, özgürlük devrimini öngören çeşitli mücadele biçimleri ortaya çıkmaktadır. Yani kadın köleliğini aşmak, erkek egemenliği kırmak üzere değişik düzeylerde de olsa belli mücadele, en azından tartışma, kısmi bir örgütlülük ve eylem vardır. Fakat kapitalist modernite sisteminin geliştirdiği ekolojik yıkım karşısında böyle bir görme, anlama, bilinç ve bu temelde örgütlenme ve eylem zayıftır. Evet yeşil hareketler son dönemlerde kısmi gelişme göstermişlerdir. Çevrecilik akımları kısmen vardır, ekolojik tartışmalar olmaktadır. Devletlerin yasal düzenlemelerini değiştirmek, kapitalist modernite sisteminin doğayı tahrip etmek üzere saldırılarını kısmen sınırlandırmak için çeşitli aktiviteler gelişmektedir. Ama bunların son derece dar, yüzeysel ve yetersiz olduğu açıktır. Başta insanlar olmak üzere doğadaki tüm canlıların karşı karşıya kaldıkları büyük tehlikeyi görüp anlamayı ve ona karşı durmayı ifade etmediği görülebilmektedir. Mevcut durumla bu büyük tehlike önlenemez. Gölge ile uğraşılarak esas cisim ortadan kaldırılamaz. Nitekim aslında ekolojik yıkıma karşı mücadeleler birçok yönüyle gölge ile uğraşmak gibidir. Koronavirüse karşı mücadelenin de gölgeyle uğraşmaktan farklı bir yanı yoktur. Bu ne anlama geliyor, kimler üretti, nereden üretildi, nasıl üretildi, dolayısıyla nasıl aşılabilir? Soruları sorulmadan sonuca bakılarak ‘bundan nasıl koruyacağız’ diye adeta insanları daha çok baskı, sömürü altına alan, daha çok köleleştiren, daha çok iktidar ve devlet sisteminin baskısı altına alan bir durum ortaya çıkmakta ve yaşanmaktadır. Bu aslında gerçek durumu anlama ve ona karşı mücadele etme değil, tam tersine kapitalist modernite sisteminin yaptığını ve istediğini gerçekleştirme, bir yerde ona boyun eğme, onun istediği gibi hareket etme durumunu ifade etmektedir. İşte bu durum gerçekten de büyük bir tehlikedir. Bütün canlıların geleceği tehdit altındadır. Mevcut erkek egemen zihniyet ve siyasete dayalı, iktidar ve devlet sistemi, onun kapitalist modernite düzeni kesinlikle insanlığı ortaya çıkardığı nükleer silahlarıyla onlarca kez yok etme tehdidinde bulunduğu gibi, esas büyük yok etme tehdidi ekolojik yıkım olmaktadır. Doğa hoyratça kullanılmaktadır. Azami kâr için, para elde edebilmek için bozulmayan denge, yıkılmayan doğal ortam bırakılmamaktadır. Gözü dönmüşçesine bir saldırı söz konusudur. Havası, suyu, toprağı, taşı, ağacı, maddeni her şeyi hiçbir plana ve ölçüye dayanmaksızın imhaya tabi tutulmaktadır. Bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğu besbelli ki insanlar farkında değildir. Zaten mevcut düzen bu farkındalığın ortaya çıkmasını önlemek için her türlü hileye, oyuna, aldatmaya baş vurmaktadır. İnsanlar adeta bugünü kurtarmayla uğraşan, kendileri için bir gelecek öngöremeyen bir noktaya getirilmişlerdir. Zekâ gelişimiyle kendisini ölümsüz kılmak isteyen insanlık, bugün kapitalist modernite sistemi altında getirildiği nokta yarını göremez, bugünü kurtaramaz olmuştur. Bunun ne kadar tehlikeli bir durum olduğu, insan gerçeğine ters düştüğü açıktır.

Önder Apo’nun kapitalist modernite sistemini iktidar ve devlet sisteminin kanserleşme dönemi olarak tanımladığı gerçeklik bunu ifade etmektedir. Önder Apo’nun bu çözümlemeleri ve tanımlamaları adeta bu konuda bir çığlıktır, bir feryattır. Yarını göremeyecek kadar bilinçsizleşmiş, körleşmişler için bir çığlık olmaktadır.

Şimdi yeni 1 Mayıs’ı yaşarken sosyalist hareketin bu teorik çerçeveyi programa, politikaya, örgüt ve eyleme dönüştürme durumlarını işte bu temel esaslara göre ala alıp değerlendirmek gerekiyor. Ne kadar ekolojiktir? Ekolojik devrimi ne kadar öngörüyor? Ekolojik yıkıma karşı ne kadar bilinçli, ne kadar örgütlü, ne kadar mücadelecidir? Bu soruları sorup cevap vermek gerekiyor. Böyle bir soru sorduğumuzda aslında sosyalist hareketin çok cılız ve dar bir yaklaşım içerisinde olduğu, daha baştan sınıfta kaldığını rahatlıkla görebiliriz. Evet teorik olarak kısmen bazen söyleniyor ama politika ve örgüte, eyleme dönüşme söz konusu oldu mu adeta yok olup gidiyor.

Diğer yandan kadın özgürlük çizgisinde mücadele belli ölçüde gelişiyor, kadınlarda kısmi bir bilinçlenme var, çelişki o kadar derinleşmiştir, kadın köleliği ve erkek egemenliği o kadar ileri düzeye varmış ki artık bunu kimse bunu gizleyemiyor, var olanı artık savunmak mümkün olmuyor. Bu bakımdan kadın sorununun var olduğu, köleliğin, eşitsizliğin yaşandığı kısmen söyleniyor, ama yaşanan gerçekliğe uygun çok köklü temelli bir teori, program, ideolojik çizgi, örgüt ve eylem geliştirildiği, bu durumun çok derin ve köklü bir kadın özgürlük devrimi hareketiyle karşılandığı da söylenemez. Yaklaşımlar dar ve yüzeyseldir. Çoğunluğu sınırlı bazı kadın haklarını elde etmeye dönüktür ki, aslında mevcut durumdaki kadın mücadelesinin önemli bir kesiminin de sistem içi bir mücadele olduğu, aslında kadın özgürlük devriminin gelişiminden çok, belki de onun dar ele alınarak sistem içileştirilmesine hizmet ettiği söylenebilir. Bu anlamda da sosyalist hareketin belli bir yaklaşımı olsa da kadın özgürlük çizgisini toplumsal özgürlüğün temeli olarak ele alma, bunu kadın özgürlük devrimi olarak programlayıp ideolojik çizgisini ortaya koyup etkili bir örgüte ve eyleme dönüştürüyor olduğu henüz söylenemez.

İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN KURTULUŞ MÜCADELESİNİN BAŞARISI KADIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE EKOLOJİK DEVRİMDEN GEÇİYOR

İşçi ve emekçi sınıfların, toplumsal kesimlerin demokratik haklarını elde etme, kendilerini örgütleyip mücadeleye yönelterek toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmadaki mücadelelerinde de belli bir zayıflığın, duraksamanın olduğunu insan rahatlıkla söyleyebilir. Partiler geçmişteki kadar toplumla, sınıfla bağlı iç içe değillerdir, toplumdan kopmuş bir sosyalist hareket söz konusudur. Diğer yandan çeşitli işçi örgütleri, sendikalar kısmen belli bir işçi ve emekçi kesimini kendi bünyelerinde birleştirseler de parça parçadırlar, ideolojik-siyasi programdan yoksundurlar, dar güncel amaçlar için mücadeleyi aşamamaktadırlar. Dolayısıyla çoğu zaman yeni kazanımlar elde etmek bir yana eldekilerini bile koruyamayan bir durumu yaşamaktadırlar.

İşte PKK mevcut durumu bu çerçevede değerlendirmektedir. İşçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelelerinin başarısının kadın özgürlüğünden ve ekolojik devrimden geçtiğini, bunların et ile tırnak gibi iç içe olduğunu ve birbirlerinden asla ayrılamayacağını değerlendirmektir. Bütün bu alanlarda da gelişme yaratmak için belli bir çabası vardır. Özellikle Jineoloji temelinde kadın özgürlük devriminin örgütlendirilip geliştirilmesinde bir çabanın sahibidir. Yine toplumsal sınıflaşmanın aşılıp eşitliğin geliştirilmesinde, işçi ve emekçi kesimlerin örgütlendirilip mücadelesinde belli bir çabanın sahibidir. Zayıf kaldığı, yeterince duyarlı olamadığı, dolayısıyla örgüt ve eylem geliştiremediği alan ekolojik devrim alanı olmaktadır ki, bu konuda da gerçekten en çok yağmalanan Kürdistan olurken, bunlara karşı duramamak ciddi bir eksikliği, zayıflığı ifade etmektedir. Biz hareket olarak bunun bilincindeyiz. Son toplantılarımızda bu durumu belli ölçüde gündem yapıp tartışarak bu temelde mücadele nasıl geliştirilebileceği sorusuna cevap aramaktayız. Ama mevcut durumu gerçekten de bir zayıflık olarak görmemiz, dolayısıyla bizim için bir özeleştiri durumu olduğunu ifade etmemiz kesinlikle gerekmektedir.

Bu bakımdan da ekolojik bilinci, örgütlüğü daha çok geliştirmek, doğaya karşı düzenin yağmacı saldırılarına karşı daha çok mücadele etmek, günlük olarak yaşanan illetlerin aşılması için de bunu gerekli görmek kesinlikle lazımdır. PKK’nin bütün var olan sorunları aşabilmek açısından gerekli gördükleri esasta bunlar olmaktadır.

Tabi bir de tekrar şu hususa vurgu yapmak gereklidir: Sosyalizmi geleceğin bir ideolojisi olarak görmemek gerekiyor. Sosyalizm geçmişte de vardı. İnsan ve toplum var olduğundan bu yana vardı. Komünalizm, dayanışma, paylaşım toplumsallığın özünü oluşturmaktadır. İnsan da toplumsal bir varlık olduğuna göre aslında sosyalizm, toplumun varoluş biçimidir. Önder Apo “sosyalizmden kuşku duymak, insandan, onun sosyal varlığından kuşku duymaktır” dedi. İnsanın sosyal varlığı toplumdur, toplumsal varoluştur, toplum olarak yaşayıştır. Dolayısıyla sosyalizm toplumla bu denli iç içe bir yaşam varoluş gerçeğidir. Günümüze kadar da böyle var olmuştur. Bugün de gelecekte sosyalist olunmak için çalışılmaz, bugün sosyalizmi doğru anlamak, yaşamak ve yaşatmak gerekiyor. Bir kişi bile sosyalist yaşam sürdürebilir, bir topluluk sosyalist olabilir, bir parti sosyalizmi yaşayabilir, bir halk sosyalizm ideolojisinin gereklerini büyük ölçüde bünyesinde yaşatabilir. Dolayısıyla reel sosyalizmin, sosyalizmi devrimden sonraya, devrimi de iktidar ve devleti almaya bağlayan dolayısıyla da onlar gerçekleşene kadar nasıl yaşanacağının bilinmediği, belli olmadığı daha çok da küçük burjuva bireyciliğinin aşılamadığı bir yaşam ve anlayış tarzının kesinlikle aşılması gerekiyor. Sosyalizm gelecekte ortaya çıkacak ve yaşanacak bir durum değildir. Geçmişte de yaşanmıştır, bugün de doğru anlaşılıp yaşanması gereken bir gerçekliktir. PKK’de sosyalizm böyledir. En azından parti de sosyalizmi yaşatabilir, partinin etkilediği alanlar kadar topluma sosyalist etkiyi yayar. Güncel olarak sosyalizmi gerçekleştirmiştir. PKK’de gerçekleşen, yaşanan bir sosyalizm vardır. Her türlü bireyciliğin aşıldığı, demokratik komünalizmi parti yoldaşlığı temelinde en ileri düzeye çıkartıldığı, her türlü bireyci, maddi yaşamın kirinden, pasından uzaklaşmış, yoldaşça paylaşımcılığın yaşandığı bir düzey vardır. PKK’de gerçekleşen sosyalizm gelecekte bütün toplumlara yayılmak istenen sosyalizmin özünü, çerçevesini, ilkelerini ifade etmektedir. PKK sosyalizminin bir de temel duruşu böyledir.

Bütün bunlar temelinde işçi sınıfı mücadelesinin nasıl ele alınması gerektiği değerlendirildiğinde, kuşkusuz kadın özgürlüğü için de, ekolojik devrim için de bunları değerlendirmek lazım. Ama işçi sınıfı, işçi ve emekçiler için de yeni değerlendirmelere ve yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Her şeyden önce demek ki sosyalizm geleceğin değil bugünün yaşanan bir ideolojisi olarak görmek, sosyalist partileşmeyi yine işçi örgütlenmelerindeki dayanışmayı, paylaşımı, sosyalist esaslara göre daha da geliştirmek, güçlendirmek gerekiyor. İşçi sınıfı hareketleri içerisinde çok fazla bireycilik hakimdir, bu da küçük burjuvalık demektir. Aslında kapitalist ideolojiyi esas almayı ifade eder. ‘Ben sosyalistim’ diyerek kapitalizmi yaşamak kötü bir şeydir. Bir kişi ya da parti toplumun ideolojisi onun söylediği değildir, yaşam ilke ve ölçüleridir. O halde her şeyden önce işçi sınıfı hareketinin sözüyle eylemini birleştirmesi, uyumlu kılması gerekiyor. Ne söylüyorsa onu pratikleştirmesi, ona göre yaşaması ve mücadele etmesi lazım. Sosyalist ideoloji de daha çok derinleşmek, örgütlülüğü sosyalist ideolojiyi yaşar hale getirmek. Partileri, sendikaları, dernekleri, işçi örgütlerini bu temelde bir yeni ideolojik derinleşmeye, yapılandırmaya ulaştırmak gerekiyor. Bu önemli bir durumdur. Böyle bir şey olmazsa kapitalizmin ‘demokratik haklar’ dediği sınırlar içerisindeki ideolojik duruş ve örgütlülükle mevcut düzeni aşmak mümkün değildir. Aşılsa bile onun derinleşmesi ve kalıcılaşması mümkün değildir. O nedenle de kuşkusuz işçi hareketinin köklü ideolojik sorunları var, sosyalizmi doğru anlaması ve sosyalist ideolojiyi anı anına yaşar hale gelmesi gerekiyor. Bu temelde parti örgütlenmesinin örgütlenme sorunları var, yine kitle örgütlenmelerinin ideolojik çizgiye uygun olarak geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, büyütülmesi, birleştirilmesine ihtiyaç var. Bu temelde daha köklü sonuç alıcı bir mücadeleye ihtiyaç var.

Mevcut AKP-MHP faşizmine karşı mücadelenin bir boyutunun böyle ele alınması kesinlikle gerekiyor. Diğer boyutu çeşitli farklı kesimlerle ittifak yaparak faşizmi yıkmayı bir ittifak hareketi biçiminde öngörüp geliştirmek olurken, -ki bu gereklidir. Ama bunun da başarıya gidebilmesi için de sadece AKP-MHP faşizmini yıkmak değil de faşizmin yıkılışını sosyalist ideolojinin etkili olduğu bir demokratik yaşama, demokratik topluma götürecek bir ideolojik ve örgütsel öncülüğü, parti ve toplumsal kesim öncülüğünü, kadınların, gençlerin birlikte işçi ve emekçilerin öncülüğünü yaratmak gereklidir.

İşçi ve emekçiler kadın ve gençlikle birleşmezlerse mevcut durumda kendi kurtuluş mücadelelerini de öncülük hareketlerini de etkili bir biçimde yaratamazlar. Bütün bu nedenlerle her şeyden önce doğru bir anlayışa, teorik bakış açısına, felsefik-ideolojik çizgiye, programa, örgüt ve eylem hattına ihtiyaç vardır. Önder Apo bunun yolunu gösterdi. O halde Önder Apo’nun ortaya koyduğu Demokratik Modernite Kuramının daha çok tartışılması, daha çok anlaşılması, özümsenmesi gerekiyor. Aynı zamanda da onu özümsemek demek, uygulamak demektir. Dolayısıyla uygulanması gerekiyor, ona göre çok daha güçlü bir ideolojik, politik, örgütsel mücadelenin verilmesi, bunun siyasi-askeri mücadele olarak gerektiği kadar pratiğe geçirilip güçlü bir sosyalist mücadelenin ortaya çıkartılması, geliştirilmesi gereklidir. Kısmen bunlar var, hiç yok değildir. PKK’de gerçekleşen, Kürdistan’da ortaya çıkan bir düzey var. Türkiye’de de eskiye göre biraz gerilemiş olsa da yine de işçi ve emekçi örgütleri, çeşitli sosyalist devrimci partiler düzeyinde vardırlar, fakat çok zayıf durumdadır. Bu zayıflığı örgütlenmede ve eylemde aşmak ve güçlü hale gelmek gerekiyor. Güçlü hale gelebilmek için de doğru bir teorik bakış açısına ve ideolojik çizgiye ihtiyaç vardır. İdeolojik mücadeleyle, örgütsel-eylemsel mücadele demek ki birbirinden ayrılmıyor. Bunların doğru bir bakış açısıyla değerlendirilip gerekli düzeltmelerin yapılması ve yeni bir sosyalist çıkışın, hamlenin bu temelde var edilmesi gereklidir.