Kalkan: Kürdistan’ı bırakıp savrulmamalıyız

Türk devletinin yüz yıldır soykırım ve asimilasyonla birlikte demografiyi değiştirdiğini hatırlatan Kalkan, “Kürtleri Kürdistan’dan çıkarıyor, Türki toplulukları getiriyor. Kürdistan yerkürenin cennetidir. Cenneti bırakıp sağa-sola savrulmamalıyız” dedi.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, 7’den 70’e bütün toplumun savaşçı, öz savunmacı olmasının gerekliliğini vurgulayarak, şunun altını çizdi: “Ekonomik, sosyal, kültürel yaşamımızın hepsi öz savunma temelinde olmalıdır. Kendimizi ideolojik, siyasi, askeri temelde eğiteceğiz, örgütleyeceğiz. Öz savunma sistemimizi geliştireceğiz, başkasından beklemeden herkes evini, köyünü, mahallesini, sokağını, kasabasını, tarlasını, mıntıkasını, şehrini savunacak bir eğitim ve örgütlülüğe ulaşacak. Gerektiğinde kahramanca savaşmak üzere cesur ve fedakar davranacağız.”

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK’nin 41. kuruluş yıl dönümü vesilesiyle ANF’nin sorularını yanıtladı. Kalkan, söyleşinin son bölümünüde 10 yıldır yaşanan ve değişik biçimlerde devam eden hata ve yetersizlikler neler olduğunu, aslında ne ve nasıl yapılması gerektiğini anlattı:

İKTİDARCI VE DEVLETÇİ ÇİZGİDE KALMA

Burada öncelikle şu hususlara dikkat çekmek gerekiyor:

* Paradigma değişimini anlama ve özümsemede, ciddi yetersizlik, yüzeysellik ve darlıklar yaşanıyor. Eski paradigmada kalma; iktidarcı ve devletçi çizgiyi esas alma, kurtuluşun devlet ve iktidarla sağlanacağına inanma anlayışı şu veya bu şekilde zihinlerde etkili oluyor. Bunun kolay değişmediğini, aşılamadığını görüyoruz ve anlıyoruz.

Kuşkusuz iktidar ve devlet sahipleri, ellerindeki imkanı bırakmamak için Önder Apo’nun geliştirdiği yeni paradigmayı doğru bulmayabilir, anlamazlıktan gelebilir, reddedebilirler fakat hiç devlet ve iktidar sahibi olmayan Kürtler gibi devlet ve iktidar gücünün soykırıma tabi tuttuğu bir toplumun kurtuluşu bu kadar çok devlet ve iktidarda görme eğiliminde olması, bu kadar devletçi yaklaşıma sahip çıkması gerçekten anlaşılır değil. Devlet ve iktidar da bir tür güçtür ama tekelci, hırsızlığa, sömürüye, baskıya, yağmaya, talana ve haksızlığa dayanan bir güçtür. Bunun karşısında toplumun kendi kendini örgütlemesi, demokratik toplum olmak da en büyük güçtür. Devletçi ve iktidarcı zihniyet o kadar çok etkili olmuş ki, toplum kendini göremez, toplumsal güç kaynaklarından kopmuş, tek güç olarak devleti gören bir konuma getirilmiş bulunuyor. İşte bu durumu görmek, derin eleştiri-özeleştiri geliştirmek, kesinlikle bu noktada zihniyet ve siyaset değişim ve dönüşümünü köklü ve derin bir biçimde mutlaka yaşamak gerekiyor.

ULUS DEVLETÇİ ÇÖZÜMÜN YOKLUĞU

Paradigma değişiminin anlaşılması, özümsenmesi zorunludur. Önder Apo, “Kürt sorununun ulus devletçi çözümü yoktur” dedi. Ulus devlet sistemi, yani küresel kapitalist hegemonik sistem, Kürt sorununun ulus devletçi çözümüne kapalıdır. Bu sistem Kürdistan’ı bölüp parçalamış, Kürt’ü inkar etmiş ve imha ediyor. Kürleri, Ermenileri, Asuri-Süryanileri, Rumları soykırıma alan sistem, bizzat küresel kapitalist sistemin kendisidir. Dolayısıyla o sistemden çözüm yoktur. O halde alternatif sistem yaratmak gerekiyor. İşte Demokratik Uygarlık Sistemi, Demokratik Konfederalizm sistemi, aslında alternatif sistemdi. Böyle bir alternatif sistem, Kürt sorunun çözümünü, kadın özgürlük sorunu başta olmak üzere diğer toplumsal sorunların çözümünü getirecek tek yol ve yöntemdi. Bu gerçeği iyi görüp anlamak gerekiyor. Sadece Kürdistan, Kürt ulusu devlet olursa var, devlet olmazsa yoktur diye bir şey kesinlikle doğru değildir. Toplum ayrı, devlet ayrıdır. Ülke ayrı, devlet ayrıdır. Kürdistan ülkesi, Kürt ulusu var ama bu devlet olmayabilir. Ulus-ülke devletle eşit/özdeş kesinlikle değildir. Bu bakımdan da ‘devlet olmadan Kürt sorunu çözülemiyor, Kürtler özgür olamıyor, Kürtler örgütlenip kendi kendini yönetemiyor, Kürt öz yönetimi ortaya çıkmıyor’ denemez.

Devlet ve iktidar baskı ve sömürü gücüdür. Faşizmi yaratan araçla özgürlüğü ve demokrasiyi geliştiremeyiz.

STRATEJİK DEĞİŞİM DOĞRU VE YETERLİ YAPILAMADI

* 10 yıl önce öngörülen ve ilan edilen stratejik değişimin, doğru ve yeterli yapılamadı. Dikkat edelim; 2010’dan günümüze kadar birçok alanda öngördüğümüz, esas aldığımız, temel aldığımız mücadele yöntemleriyle 2005-2010 yılları arasındaki temel mücadele yöntemleri arasında hiçbir farklılık yok. Temel mücadele ve örgütlenme biçimlerinde değişiklik yapılmadı. Hala demokratik siyasetin meclisi esas alınıyor, kitle eylemleri esas alınıyor, hala görüşmeler esas alınıyor, hala bekleniyor İmralı’da görüşmeler olsun, bizi o görüşmeler kurtarsın. Herkesin gözü ve kulağı İmralı’da ‘acaba bir görüşme olmaz mı, 3. Stratejik Dönem’in gerekleri yerine gelmez mi!’ beklentisi yaşanıyor. Dikkat edilirse temel mücadele ve örgüt çalışmasında değişiklik olmadı.

Gerillaya sahip çıkan, öz savunmayı geliştiren, bütün mahallelerde, sokaklarda, kentlerde, kasabalarda, ovalarda, dağlarda toplumun eli silah tutan tüm kesimleri kadın-erkek öz savunma bilinciyle eğiten, örgütleyen, düşman saldırdığında her türlü saldırıya karşı kendini savunma gücünü gösteren ve pratikleştiren bir gelişme ortaya çıkmadı. Tutuyor, yakalıyor alıp herkesi götürüyor. Hiçbir direnç yoktur. Polis istediği kişiyi istediği yerde tutukluyor, götürüyor. İstediğini vuruyor ve kırıyor. Hiçbir savunma yoktur. Aslında Kuzey Kürdistan’daki duruma bakın; öz savunma diye hiçbir şey yoktur. Çünkü böyle bir bilinç ve örgütlülük yoktur, böyle bir çizgi esas alınmadı. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne girilmedi. Onun gereklerine göre bir bilinç, yurtsever tutum, örgütlülük ve eylem çizgisi öngörülmüyor.

AKP-MHP faşizmi her türlü saldırıyı yapabiliyor, çünkü karşısında direnen ve o saldırıları kıracak düzeyde örgütlenmiş, eğitilmiş bir duruş yoktur. Kurbanlık koyun gibi adeta boynunu saldırıya uzatma var. Dahası yakınma, şikayet etme var. ‘Baskı oluyor, terör var’ diye hep konuşma var. Konuşarak, şikayet ederek, yakınarak özgür olacağımızı sanıyoruz. Böyle olamaz. Burada temelde kesinlikle ciddi bir yanlışlık vardır.

Bu bakımdan aslında evet on yıldır ‘stratejik değişim’ diyoruz. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nden söz ediyoruz ama Hareket ve halk olarak bütün alanlarda ve söz konusu stratejik değişimi, bilinçle örgütlülükte ve eylemde yeterince gerçekleştirmiş değiliz. Bazı yerler bu değişikliği hiç kabul etmiyor. Bazı yerler söz olarak söylüyor, pratikte yapmıyor. Bazı yerler kısmen yapıyor. Stratejik değişim ve Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni kabullenmeme, benimsememe, özümsememe, onun gerektirdiği bilinci, örgütlülüğü ve eylemin içine girmeme var. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu geçen on yılda yaşanan pratiklerde gördük.

Halbuki stratejik değişimin gerekleri zamanında yapılsa AKP-MHP faşizmi şimdiye kadar çoktan düşer ve kırılırdı. Birçok yere giremezdi, birçok alan kurtarılmış ve özgür alan olurdu. Bu kadar toplum ezilmezdi. O çetele, faşist polisler bu kadar saldıramazdı. Karşıda örgütlü direnin, mücadele eden, kendisini silahlandırmış donatmış bir güç olmadığını bildikleri için faşist çeteler pervasızca saldırıyor. Onun karşısında ‘niye bize saldırıyorsunuz’ denilerek karşı duruluyor. Düşmandır, soykırımcıdır, işgalcidir saldırıyor. Seni yok etmek, ezmek, ideolojik-siyasi amaçlarından uzaklaştırmak istiyor. Bu anlaşılır bir durumdur. Ona ‘niye saldırıyorsun’ demek yerine o saldırıyı nasıl kıracağını düşünüp onu kıracak yol-yöntem geliştirmek ve ona göre mücadele etmek doğru olandır. Dikkat edilirse böyle bir mücadele yol-yöntemi içerisine girilmiyor.

HAREKET VE YÖNETİMİ OLARAK SORUMLULUĞUMUZ VAR

Hareket ve yönetimi olarak bizim de ciddi sorumluluklarımız var. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni yeterince çözümleme, analiz etme, düşüncesini derinliğine geliştirip başta kadınlar, gençler olmak üzere toplumu eğitip örgütleyen bir çalışmayı geliştiremedik. Her yerde bu çizgiyi hakim kılamadık, çünkü kendi içimizde de belirttiğim muğlaklıklar, stratejik değişimi yeterince yapamama durumları yaşandı. Diğer yandan toplumumuzun; kadınların, gençlerin, işçi ve emekçilerin, tüm yurtseverlerin de bu konuda sorumlulukları vardır. Aslında Önder Apo teorik değerlendirmelerini yaptı. 41 yıllık mücadele pratiğinin tecrübeleri, neyi nasıl yapmamız gerektiğini bize öğretti. Devrimci Halk Savaşı Stratejisi gerçeğine o kadar yabancı da değiliz. 40 yıldır gerilla temelinde direnen bir Hareket ve halk konumundayız. O halde düşmanımızı tanıdık, koşulları gördük. Var ve özgür olmanın nasıl mücadele etmekle mümkün olduğunu bizzat yaşadığımız pratik tecrübelerden öğrendik. O halde somut ve gerçekçi olmalıyız. Hayallerden, beklentilerden kendimizi kurtarmalıyız. Kendimizi acındırarak, zayıflık göstererek, ona-buna yalvararak bir şey elde edemeyeceğimiz, özgür olamayacağımız bilinmeli. Geriye tek yol kalıyor; doğru anlamak, yeterli örgütlenmek, büyük bir cesaret ve fedakarlıkla düşmanın anladığı dilden her yerde ona karşı mücadele etmek ve direnmektir. O bir saldırıyorsa en az bir eylemle de onun saldırısını kıracak bir cevabı ortaya çıkartmak kesinlikle gereklidir.

YURTSEVERLİK ÇİZGİMİZ ESNEDİ

Bu anlamda toplumun da gerçekleri görüp anlamamada, bunun gerektirdiği mücadele yol ve yöntemlerine yönelmede zayıflıklar var. Yurtseverlik çizgimiz bu anlamda esnedi. Demokratik siyasetin meclise dayanan barışçı siyasi söylemleri çok fazla etkili ve egemen oldu. Onu aşamama var. Geçen 10 yıllık süre içerisinde gerçekten de süreçleri doğru anlayıp yürütmede de ciddi sorunlar oldu. 2010’un nasıl geliştiği biliniyor. Esas AKP faşizmi ikinci saldırı hamlesini 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra geliştirdi. Buna karşı 2011-1012’de bir direniş yürüttük. 2013 başında İmralı’da yeni görüşmelerle bu durumu tersine çevirecek PKK’nin strateji değiştirmesini gerektirecek, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünün önünü açacak bir arayış süreci oldu. Newroz’dan itibaren Önder Apo’nun açıklamaları oldu. Belli planlı bir süreç içerisine girilmek istendi. Adına ‘çözüm süreci’ denildi. Önder Apo’nun ifade ettiği gibi bu çözüm süreci Haziran 2013’te bitti. Örneğin Temmuz ortasında biz ikinci gerilla grubunu Kuzey’den çekmemiz gerekiyordu fakat Erdoğan yönetimi bu mutabakatın gerektirdiği adımları atmadığı için bizde gerillanın geri çekilmesini durdurduk. Sadece ilk gruplar alanlardan çıkış yaptılar, o da birinci aşamanın gereğiydi. Üç aşamalı bir eylem planı vardı. Dikkat edilirse ikinci aşamaya geçilmedi. İkinci, üçüncü aşama hiç uygulanmadı. Birinci aşamada kalındı.

SÜRECİ DEVLET DEĞİL, BİZ UZATTIK

AKP yönetimi sadece ateşkesi kabul etti ve o süreliğine ordunun fiili saldırılarını durdurdu ama her alanda yoğun olarak askeri hazırlıklarını, savaş hazırlığını yaptı. Komisyonları örgütleme, yasalarda hukuki sistemde demokratik değişimleri gerçekleştirme adımlarını hiç atmadı. Böylece kendisi için gerekli olan ateşkesti, seçimi ona dayanarak kazanmak istiyordu. Sadece onu kabul etti. Ondan öteye süreç bitti ama biz süreci Temmuz 2015’e kadar uzaktık. Biz uzattık, devlet uzatmadı. Bu uzatma aslında Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ne girmeme, onun gerektirdiği mücadeleye yönelmemekti. Sistem içileşme böyle ortaya çıktı. AKP yönetiminin her türlü askeri hazırlık ve saldırısı karşısında yeterince direnç gösterememe, buna hazırlıklı olamama böyle ortaya çıktı.

ZORUNLU OLARAK CİZRE, SUR DİRENİŞLERİ

Temmuz 2015’te topyekun imha saldırısına yöneldiğinde gerekli direnci gösterememe, zorunlu olarak Cizre, Sur direnişlerini geliştirmek durumunda kalmak bu temelde ortaya çıktı. Geçmiş pratik süreç içerisinde de stratejik değişimin gereklerine uygun hareket etmedik. 2013 Newroz’unda demokratik çözüm çağrısına kulaklarımızı kabartıp sahip çıktık, ama AKP yönetimi süreci sona erdirmesine rağmen biz süreci devam ettirmeye çalıştık, tek yanlı sürdürmek istedik. Bu, AKP yönetimine imkan ve fırsat verdi. O da hazırlıklarını yaptı ve işte bu kadar saldırı da bulundu. Geçmiş süreçleri doğru görelim, doğru anlayalım, derslerini iyi çıkartalım. Son anda bazı gerilla güçlerimiz direnmesine rağmen; Cizre, Sur’da en azından faşist saldırganlığı bir yerde kırmak için gerçekten de kahramanlık çizgisinde bir direnişin geliştirmek durumunda olmasına rağmen birçok güç ‘bu da nereden çıktı, niye böyle direniliyor, niye teslim olunmuyor’ diye adeta direnişçilere ithamda bulundu. Bunlar ciddi sapmalar ve savrulmalardı, yanılgılardı. Bu gerçekleri görmemiz lazım.

ÖZELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM İÇİNDE OLMALIYIZ

O bakımdan sonuç itibariyle şunu söylememiz gerekiyor: Son 10 yıldır Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’yle mücadele etmediğimiz için faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yıkamadık. Eğer gerçekten stratejik değişimi hızla yapsak, Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’nin gereklerine göre örgütlenip o temelde öz savunma savaşını her yerde geliştirseydik, şimdi Erdoğan yönetimi yıkılmış olup tarihin çöp sepetine atılmıştı. Bu kesindi. Öyle yapamadığımız için ömrü uzadı. Şimdi hala fazla saldırı yapmaya çalışıyor. Dikkat edelim; Başûr’a saldırıyor, Rojava’ya saldırıyor. Aslında tüm bunlara hiç giremeden Bakur’da Tayyip Erdoğan yönetimini yıkmak, o faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaseti tarihin çöp sepetine atmak mümkündü. Fakat doğru stratejik anlayış içerisinde olamamak, doğru politikaları belirlememeyi, doğru taktikleri izlememeyi, dolayısıyla imkanları/fırsatları başarıyla değerlendiren, pratikler geliştirmemeyi ortaya çıkardı. Bunu görmemiz lazım. Bu temelde de özeleştirel bir yaklaşım içerisinde kesinlikle olmamız gereklidir.

Bunu net ifade edebiliriz. Bu noktada bir iki şey daha ifade etmekte yarar var. Kadını, genci, işçisi, emekçisi, Kürt toplumu halkımız şu gerçeği iyi bilmelidir; Kürt sorununun çözümü öyle kolay değildir. Yine bu dünyada özgürce, eşitçe demokratik var olmak ve kendini yönetmek kolay değildir. Dünya devletçi iktidarcı tekel güçleri tarafından paylaşılmıştır. En ağır baskı ve sömürü düzeni kurulmuş, böyle bir düzen Kürdistan’ı parçalamış, Kürtleri yok saymış ve yok etmek istiyor. Soykırımcı bir düzendir. Bu basit bir durum değildir. Yüz yıldır bu temelde Kürt halk varlığını yok etmek için soykırımcı saldırılar yürütüyor, katliam yapıyor, asimilasyon yapıyor, demografiyi değiştiriyor, her tarafa dünyanın dört bir yanından insanları toplayıp getirip koyuyor ki Kürtler azalsın, başkaları çoğalsın. Kürtleri Kürdistan’dan çıkarıyor İstanbul’a götürüyor, İzmir’e götürüyor, Çukurova’ya götürüyor, Avrupa ve Amerika’ya sürüyor. Kürdistan’a ise Türki topluluklardan getiriyor, Balkanlardan getiriyor, Araplardan getiriyor. Kürdistan’a başkalarını yerleştiriyor, Kürtleri Kürdistan’dan çıkarıyor. “İstanbul en büyük Kürt kenti haline gelmiş” deniliyor. Bu durum iyi değildir, doğru değildir, gelmişse iyi bir şey olmamıştır. Kürdistan bu kadar çorak ve verimsizse niye dünyanın dört bir yanından insanlar toplanıp Kürdistan’a getiriliyor? Kürdistan yerkürenin cennetidir. Cenneti bırakıp cehennem azabında yaşar gibi sağa-sola savrulmamalıyız.

Diğer yandan bunun tarihsel geçmişi de var. Kürdistan gerçekten de bütün dinlerin cennet olarak tanımladığı vatan parçasıdır. Neolitik devrimin geliştiği yerdir. Kadın özgürlük çizgisinin, devriminin geliştiği yerdir. Toplumsallığın geliştiği yerdir. Bütün bu baskı ve sömürüyü ifade eden devletçi uygarlıkların da buradan beslendiğini biliyoruz. Burayı ele geçirmek için tarih boyunca hep saldırmışlar. İşgal, istila, sömürgecilik saldırıları geliştirmişler. Kürdistan, Kürt toplumu sürekli saldırılara uğramış. Son yüz yıldır da Kürdistan bölünmüş, Kürtler yok sayılıyor, dört başı mamur bir soykırımla yok edilmek isteniliyor. Bu bir gerçektir. Biz bu durumdayız. Böyle bir durumda, var ve özgür olmak istiyorsak o halde ne yapmamızı ve nasıl yapmamız gerektiğini iyi bilmeliyiz.

SOYKIRIMCIDAN, CELLATTAN UMUT BEKLENMEZ

‘Amerika bizi niye kurtarmıyor, Avrupa bizi niye kurtarmıyor, Rusya bizi niye kurtarmıyor’ demenin hiçbir anlamı yoktur. Bunlar zaten Kürdistan’ı bölüp bu hale getirmişler. Bu soykırımcı düzeni bunlar kurmuşlar. Soykırımcıdan, cellattan umut beklenemez, kurtuluş öngörülemez. Burada yanılgı ve yanlışlık var. ‘Niye AKP-MHP saldırıyor? Niye CHP saldırıyor? İran ya da DAİŞ saldırıyor’ diyoruz. Bu güçler soykırımcıdır. Zihniyet ve siyaset olarak böyledirler ve saldırıyorlar, saldıracaklar. Bunu bilmemiz lazım. Tarihsel gerçeklik budur. O halde var olmak ve özgür olmak istiyorsak bunun gereklerine göre hareket edeceğiz. Bunun gerekleri de işte Demokratik Ulus çizgisinde bilinçlenmek, örgütlenmek ve direnmekten geçiyor. Önder Apo buna “Savaşan halk gerçekliği” dedi.

SAVAŞAN HALK GERÇEKLİĞİNİN ZORUNLULUĞU

Aslında 2015’te demokratik siyasi çözümü TC, AKP yönetimi kabul etseydi kongreyi toplayıp PKK’nin strateji değişikliğini Önder Apo isteyecekti, “hazırlık yapın” bile dedi. Strateji değiştirilebilir ama şunu bilelim ki, bu dünya iktidarcı ve devletçi sistem, kapitalist modernite düzeni, erkek egemen zihniyet ve siyaset Kürt’e var olma ve özgür yaşama şansı tanımıyor. Kürt’ü yok etmek istiyor. O halde var ve özgür olacaksak her şeyimizle buna karşı mücadele edeceğiz. Duygumuzla, ruhumuzla, düşüncemizle, bilincimizle, örgütlülüğümüzle, eylememizle, yaşam tarzımızla; işte buna Önder Apo “savaşan halk gerçekliği” dedi. Gerçekten de direnen bir halk gerçekliği içerisinde olmamız gerekiyor. Kürt’ün var ve özgür olması direnen halk gerçekliğine öz savunma temelinde kendini eğitip örgütleyip yaşatmasına bağlıdır. Ancak bizi var ve özgür hale her türlü saldırı karşısında kendimizi savunacak bir bilinci, örgütlülüğü, donanımı, cesaret ve fedakarlığı edinmemiz gerçekleştirir. Başkasından var olmak ve özgür yaşamak istemeyiz ve elde edemeyiz de. Özgürlük kendi elimizde, varlık kendi elimizde, eşitlik kendi elimizde, buna uygun bir örgütlenme ve mücadele tarzı geliştireceğiz ve sağlayacağız.

Bu mümkündür ama bu gerçekleri kabul etmek, bunun gerektirdiği biçimde kendini eğitip örgütlemek ve mücadele ettirmekle mümkündür. Buna gücümüz yeter. Kürt insanı yiğittir, cesurdur, fedakardır, direngendir, savaşçıdır, doğru bilinçlense, öz savunma bilinciyle herkes örgütlense; kendi köyünde, kendi ailesinde eli silah tutan herkes kendini eğitse, örgütlü olsa, bir saldırı geldiğinde asla geri adım atmazsa, orayı savunmak için her türlü direnişi geliştirse kesinlikle başarılı olur. Öz savunma budur. Bilmem Amerika gelsin savunsun, Rusya hava sahasını kapatsın, saldırsın; olmadı gerilla gelsin, saldırsın. Birkaç bin genç bizim güvenliğimizi sağlasın demememiz lazım. 7’den 70’e bütün toplum savaşçı olmalıyız. Öz savunmacı olmalıyız. Kendimizi askeri eğitim ve örgütlenmeye tabi tutarak gerektiğinde düşman saldırdığında bir gerillacı olarak savaşmalıyız. Kendi topraklarımızı korumak için bunu yapmalıyız. Saldırı olmazsa da kendi yaşamımızı sürdürmeliyiz. Ekonomik, sosyal, kültürel yaşamımızın hepsi öz savunma temelinde olmalıdır. Kendi güvenliğimizi ve savunmamızı kendi gücümüzle sağlamamıza dayanmalıdır. Böyle olursa ancak varlık ve özgürlük mücadelesini kazanabiliriz. Her türlü işgalci saldırılar karşısında kendimizi savunabiliriz. Çünkü işgalciye vurabiliriz.

Örneğin Rojava’ya işgalci giriyor. Girebilir silahı çoktur, diyelim ki onu kullandı işgal etti ama sen de orada örgütlüysen kendi yerindir işgalciye gece gündüz karnını deşerek bilmem yakıp-yıkarak yaşayamaz hale getirip kovabilirsin ama bunu öngörürsen, buna göre hazırlanırsan bu mümkündür. Yoksa buna göre hazırlanmaz, böyle örgütlenmezsen elbette bu mümkün olmaz.

ÖZ SAVUNMA TEMELİNDE ÖRGÜTLENME VE SAVAŞMA

Hareket olarak hem yeni paradigmayı hem de Kürdistan’da var ve özgür nasıl olunur sorusuna cevabı doğru ve yeterli anlama temelinde vermeliyiz. Anlam gücümüzü geliştirmeliyiz. Toplumu doğru eğitmeliyiz. Toplum olarak somut gerçeklikleri iyi görmeliyiz. Özgürlük ancak kendi güvenliğini, savunmasını yaptığı koşulda olur. Öz savunmaya bağlıdır. Öz savunma, öz güç demektir. Başkalarının güvenlik sağlamasıyla var da özgür de olunmaz. Öyleleri o durumda ancak köle olunur, işbirlikçi hale gelinir, o durumlarda teslimiyet gelişir. Öyle değil de var ve özgür olalım diyorsak o halde kendi güvenliğimizi, kendi savunmamızı kendimiz yapacağız. Bunun için de kendimizi ideolojik, siyasi, askeri temelde eğiteceğiz, örgütleyeceğiz. Öz savunma sistemimizi geliştireceğiz, başkasından beklemeden herkes evini, köyünü, mahallesini, sokağını, kasabasını, tarlasını, mıntıkasını, şehrini savunacak bir eğitim ve örgütlülüğe ulaşacak. Bir de gerektiğinde kahramanca savaşmak üzere cesur ve fedakar davranacağız, her türlü saldırı karşısında onu kıracak, boşa çıkartacak bir askeri duruşu, eylemi, 7’den 70’e kadın-erkek tüm toplum olarak göstereceğiz. Bu kesinlikle gereklidir. Böylesi mümkündür. Yapılamaz dememek lazım. Geçmişte, tarihte özgür toplumlar böyle oldular. Kadın özgürlüğü de böyle gerçekleşti. Bunun dışında kesinlikle özgür var oluş yoktu. O halde şimdi özgürlüğü sağlamak istiyorsak bunun yolu buradan geçiyor. Evet, özgür var oluş mümkündür diyoruz ama bunun için öz savunma temelinde eğitim, örgütlenme ve savaşmak gerekir. Öz gücümüzle kendi güvenliğimizi sağlamamız, kendimizi savunmamız gerekir diyoruz.

Bunlar esas alınırsa işte o zaman yeni paradigma da doğru anlaşılır, stratejik değişim de doğru kavranıp onun gerektirdiği örgütlenme ve eylemlilik içerisine girilir, bu temelde yaşam şehitlerle daha uyumla olur, şehitlerimizin amaç ve özlemlerini başarmayı getirir. Böyle yaşam, bizi başarıdan başarıya, zaferden zafere koşturur.

42. PKK yılına girerken Hareket ve halk olarak paradigmasal ve stratejik yaklaşımımız, anlayışımız böyle olmak durumundadır. Bu konulardaki anlayış ve tutum eksikliğimizi, yetersizliğimizi, yanılgılarımızı, kesinlikle aşmamız, gerekli değişim ve dönüşümü sağlamamız, kendimizi düzeltip yeterli kılarak doğru bir özgürlük ve demokrasi çizgisinde Devrimci Halk Savaşı Stratejisi’ni doğru anlamış ve onun gereklerini doğru yerine getiren bir temelde mücadele etmeliyiz ve kazanmalıyız. Böyle olursak mutlaka kazanırız, diyoruz.