PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan 2 Haziran 1982’de İsrail’in Lübnan işgaline karşı PKK’nin gösterdiği direnişi ANF’ye değerlendirdi. Direnişin Kürt ve Filistin halkları arasında kardeşliği oluşturduğunu söyleyen Kalkan “Zindan ve yurtdışında kahramanca direnmeyi başaran PKK, 15 Ağustos Atılımı’na ulaştı” dedi. Filistin halkının mücadelesini kendi mücadeleleri olarak gördüklerini belirten Kalkan, sorunun demokratik yollarla çözülmesini istediklerini ifade etti.
2 Haziran 1982’de İsrail’in Lübnan’a işgal girişimi nasıl bir konjonktürde gelişti?
1980’lerin başı, tıpkı 1990’ların başında olduğu gibi önemli olaylara sahne oldu ve bu süreçte de ciddi değişimler yaşandı. 12 Eylül 1980 günü Türkiye’de askeri darbe oldu ve ordu yönetime el koydu. 19 Eylül 1980 günü ise Irak devleti saldırdı ve sekiz yıl süren Irak-İran Savaşı başladı. Daha önce 1979 Şubatı’nda ise İran’da İslam Devrimi gerçekleşmiş ve yeni bir İslami yönetim şekillenmeye başlamıştı.
Tüm bu olaylar Ortadoğu bölgesi düzeyinde önemli ve etkili olaylardı. Aynı zamanda küresel çatışmayla bağlı olan olaylardı da. Dünyada ABD-Sovyetler Birliği bloklaşması en keskin düzeyde yaşanıyordu. Dünyanın her alanındaki mücadeleler doğrudan bu bloklaşmayla bağlantılıydı. Kısaca dünyada yaşanan ABD-Sovyet çatışmasının Ortadoğu bölgesindeki etkisi çok fazlaydı. Aynı zamanda bölgesel çelişkiler de bu temelde derinleşiyor ve çatışmaya dönüşüyordu.
2 Haziran 1982 günü İsrail devletinin Lübnan’ı işgali işte böyle bir çatışma ortamında ve bu ortama bağlı olarak gerçekleşti. İsrail’in Lübnan işgali esas olarak Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı bir saldırı ve işgal girişimiydi. Çünkü İsrail Filistin’i işgal etmiş, Filistin halkı ve kurtuluş güçleri komşu Arap ülkelerine dağılmıştı. Başta Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan olmak üzere birçok Arap ülkesinde Filistin mülteci kampları oluşmuştu.
Bu kamplardan en büyük olanları Lübnan’daydı. Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı hareketler bu kamplarda yoğunca örgütlenmişti. Yine Lübnan’da yaşanan iç savaş nedeniyle merkezi devlet yapısı parçalanmış ve birçok bölge yönetimi ortaya çıkmıştı. FKÖ bu durumu değerlendirerek gerilla örgütlenmesi geliştirmiş ve Lübnan’ın bazı bölgelerini kendi denetimine ve yönetimi altına almıştı. Buna dayanarak Filistin halkını örgütlüyor ve Lübnan sınırından İsrail’e karşı mücadele yürütüyordu. Daha çok İsrail içlerine yönelik fedai gönderme ve sınırdan teknik güçle İsrail’e topçu atışı yapma biçiminde eylemler yapıyordu. Kuşkusuz bu durum çok sınırlı bir askeri direnişti, fakat bu bile İsrail devletine zarar vermeye yetiyordu.
İşte 2 Haziran 1982 Lübnan işgali bu koşullarda ve söz konusu mücadelenin bir devamı olarak gerçekleşti. Zaten daha öncesinde de İsrail ordusu Lübnan’daki Filistin kamplarına yönelik uçak saldırıları ve topçu atışlarını sıkça yapıyordu. Söz konusu bu atışlar Filistin mücadelesini durduramayınca, bölgedeki çatışmalı durumdan da yararlanarak İsrail devleti Lübnan’a saldırıp Filistin kamplarını ve gerillasını yok etmeyi hedefledi. Arap Birliği dağınıktı, Mısır yönetimi İsrail ile barış anlaşması imzalamıştı, Irak-İran savaşı Arap gücünü zayıflatmıştı ve Türkiye 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle ABD’ye ve dolayısıyla İsrail’e iyice bağlanmıştı. Bu ortamda İsrail işgaline dur diyecek ve Filistin direnişini destekleyecek ciddi bir bölgesel güç yoktu. İsrail Devleti buna dayanarak Lübnan işgalini kolaylıkla gerçekleştirdi ve ciddi bir tepki ve karşıtlıkla da karşılaşmadı.
PKK İsrail’in bu işgal girişimine karşı geliştirilen savaşa nasıl müdahil oldu?
PKK Önderliği zaten 1979 Temmuzu’nda Suriye-Lübnan alanına geçmiş ve Filistin Kurtuluş Hareketi’ne bağlı örgütlerle ilişkiler kurmuştu. Oluşturulan askeri eğitim olanaklarını değerlendirmek için ilk PKK grubu 1979 Eylül başında Lübnan alanına geçmişti. Ülkede Siverek direnişinde istenen sonuçlar alınamayınca ve askeri zorlanma yaşanınca Filistin alanında askeri eğitim görme ihtiyacı daha çok arttı. Buna bir de 12 Eylül 1980 askeri-faşist darbesi eklenince, PKK Lübnan-Filistin sahasına kısmi bir geri çekilme taktiği izledi. 1980-1981 kışında ülke içindeki kadro ve sempatizan güçlerini söz konusu alana aktardı ve bu alanda askeri eğitimden geçirdiği gibi, aynı zamanda Temmuz 1981’de Birinci Konferansını ve Ağustos 1982’de de İkinci Kongresini yaparak örgütsel toparlanmasını sağladı. 1980-1981-1982 yıllarındaki tüm bu faaliyetlerini Lübnan-Filistin sahasında ve yaşanan savaş ortamında yürüttü. Kısaca İsrail devleti 2 Haziran 1982’de Lübnan’ı işgal ederken PKK kadroları zaten üç yıldır o sahada ve savaş içinde bulunuyordu. Yani kendisini bir anda 2 Haziran işgali ile karşı karşıya bulmadı, zaten üç yıldır o sahadaydı ve İsrail-Filistin savaşının içindeydi. Lübnan-İsrail sınırındaki Filistin kamplarında askeri eğitim görüyor ve doğal olarak Filistin kamplarını koruyordu. İsrail içlerine fedai gönderme ve topçu atışı gibi eylemlere katılmasa da, çünkü bunları Filistinliler kendileri yapıyordu, İsrail’in hava saldırıları ve topçu atışları karşısında Filistin alanının savunulmasına aktif olarak katılıyordu. Nitekim 1 Mayıs 1982’de İsrail uçaklarının Beyrut yakınlarındaki Filistin kamplarını bombalaması sonucunda Abdulkadir Çubukçu isimli bir militanını şehit vermişti. 2 Haziran kara işgali gerçekleştiğinde de Lübnan-İsrail sınırındaki Filistin Kamplarında mevzilenmiş güçleri vardı ve işgalle bu temelde karşılaştı.
PKK’nin direnişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse, İsrail ordusunun Lübnan’ı karadan işgali karşısında Filistin Kurtuluş Örgütü etkili bir direniş sergileyemedi. Daha önceki saldırılar nedeniyle İsrail ordusu Filistinliler üzerinde ciddi bir psikoloji oluşturmuştu. Böyle bir kara işgalini de pek beklemiyorlar ve diplomatik ilişkileri nedeniyle buna fazla ihtimal vermiyorlardı. Dolayısıyla fazla hazırlıklı da değillerdi. Bu nedenle etkili bir direniş gösteremediler ve dağılarak geri çekildiler. İsrail ordusu bir günde sınırdan girerek Beyrut’u kuşatmaya aldı. Bu da hem Filistin’in gerilla güçlerinin dağılması ve hem de halk örgütlülüğünün darbe yemesi anlamına geliyordu. Böyle bir ortamda direnenler daha çok başka halklardan eğitim için gelen güçler oldu. Bunlar içinde de PKK güçleri önemli bir yer tutuyordu. Sayda, Nebatiye ve Sur gibi sınır kentlerinde önemli bir PKK gücü vardı ve saldırının geldiği her yerde PKK güçleri aktif olarak direndi. İsrail ordusuyla giriştiği çatışmalarda şehitler ve esirler verdi. Geri çekilen güçleri de en son çekilen, silahları toplayan ve Filistinlilerin toparlanmasına çalışan güçler oldu. PKK güçleri parti militanları olarak, Filistin gerillasına göre ideolojik ve örgütsel bakımdan çok eğitimli ve disiplinliydi. Aynı zamanda 12 Eylül rejiminin Kürdistan halkına yönelik geliştirdiği işkence ve katliamlar karşısında da oldukça öfkeli ve tepkiliydi. Orada eğitim ve Filistin direnişine katılım için bulunuyordu ki, eğer bu durum savaşı gerektiriyorsa buna girmeye de hazırdı. Filistinliler PKK militanlarının bu durumunu görüyor ve onları önemsiyorlardı. Bu nedenle olası İsrail işgaline karşı PKK’lilerin ön cephede olmasını hep istiyorlardı. Bu temelde gelişen işgal saldırısına karşı tüm PKK’liler bulundukları her yerde direndiler ve görevlerini yerine getirdiler. Filistin ve Kürdistan dostluğu ile Kürt ve Filistin halklarının kardeşliği böyle bir savaş içinde ve cephede savaş arkadaşlığı temelinde oluştu
Bu direnişte PKK’nin kayıpları ve esir düşen arkadaşlarınız olmuş kurtarmaya yönelik girişimleriniz neydi anlatabilirmisinz?
1982 Yılında Filistin direnişi içinde PKK güçleri toplam on bir şehit verdi. İlk şehidimiz Batmanlı Abdulkadir Çubukçu arkadaştı ve Beyrut kıyısındaki bir kampta 1 Mayıs 1982 günü hava saldırısı sonucu şehit düştü. 2 Haziran İsrail işgali sırasında ise Doğu Lübnan’da iki, Güney Lübnan’ın Argon Kalesinde (Nebatiye bölgesi) ise toplam sekiz şehit verdik. Böylece şehidimiz toplam on bir arkadaştır. Sabri arkadaş da Güney Lübnan’daydı ve dokuz gün boyu İsrail işgali içinde kalarak sonunda güçlerimize ulaştı. Cuma arkadaş ise üç ay Beyrut muhasarası içinde kaldı ve sonunda Filistinliler tahliye edilirken aradan sıyrılıp güçlerimize ulaştı. Eğer Cuma arkadaşın grubu da esir düşseydi, o zaman esir sayımız çok fazla olurdu.
Lübnan-Filistin direnişi içinde şehit düşen yoldaşlarımızdan isimlerini hatırladığım yoldaşlarımız şunlardı; 1 Mayıs şehidimiz olan Abdulkadir Çubukçu arkadaşı. Şehadet haberini duyunca bizzat Önder Apo Lübnan’a gitti ve Filistinlilerle birlikte ortak bir cenaze töreni yapılarak kaldırıldı. Önder Apo’nun 1 Mayıs değerlendirmesi bu temelde yapılmıştı. Bu şehadet Filistinlilerle dostluk ilişkilerimizi ciddi bir biçimde güçlendirdi.
Doğu Lübnan’da Cibinli Abdullah Kumral arkadaş ile başka bir arkadaş şehit düştüler. Abdullah Kumral ilkokul öğretmeniydi ve kendisine Abdullah Hoca diyorduk. Aynı zamanda PKK Kuruluş Kongresi’ne katılan bir arkadaşımızdı. Selahattin Eyyubi’nin karargahı olan Arnon Kalesinde ise Kemal Çelik, İsmet Özkan, Mehmet Atmaca, Mustafa Marangoz, Şerif Aras ve üç arkadaşı daha şehit verdik. Kemal arkadaş Elazığ-Kebanlıydı, Xalit arkadaşın küçüğüydü, tüm kardeşleri katılmıştı ve komutanlaşan bir arkadaşımızdı. İsmet arkadaş Suruçluydu, Herbiji arkadaşın oğluydu ve iki kardeşi daha şehit düştü. Mehmet Atmaca arkadaş da Cibin Köyündendi ve komutanlaşan arkadaşlarımızdan biriydi. Mustafa arkadaş ise Çermikliydi, daha sonra ailesinden çok şehit oldu, mücadeleci bir kişilikti.
Esir düşen arkadaşlardan biri Kaymak Xalit diye bilinen arkadaşımızdı. Zaten Arnon kalesinde şehit düşen Kemal arkadaş da onun kardeşiydi. Esir düşen arkadaşlardan isimlerini hatırlayabildiğim şu arkadaşlar vardı, Seyfettin Zoğorlu, Nusaybinli Seyfettin arkadaş, Sabri Gözübüyük arkadaş ve başka birçok arkadaş esir düşmüştü. Bu arkadaşlar parça parça ve iki yıllık bir esaretten sonra zorlukla kurtuldular. Türk devleti duruma müdahale etti ve tüm esirlerin kendisine verilmesini istedi. İsrail de buna yatkındı ve vermek istiyordu. Fakat arkadaşlarımızın hepsi kendilerini Filistinli veya başka Arap ülkesinden olarak tanıtmışlardı. Bu güçler sahip çıksalardı, erken kurtarılabilirlerdi. Sonuçta birçok ülkeyi dolaştırdılar. Suriye hava alanına geldiler, Suriye devleti sahip çıkıp ülkeye alamadı. Sonuçta Atina hava alanında kendilerini direklere kilitleyip eylem yaparak iltica istediler ve bu temelde Yunanistan’a ve oradan Avrupa’ya gitmeyi başardılar. Tam bir direnişti ve de maceralıydı.
O dönemde çok fayda getiren etkin girişimlerimiz olamadı. Beyrut’tan ilişkiler sağlanıyordu ki, Beyrut kuşatılınca bu ilişki de işlemedi veya sonuç verici olmadı. Kalan arkadaşlarımızı Doğu Lübnan’da bir kampta toplamak üzere çalışmalar başlattık ve işgal içindeki arkadaşlarımıza ulaşmaya çalıştık. Gelen arkadaşları bu kampta toplayarak sonunda Rojava’ya taşıdık. Gelen arkadaşlardan ve Filistinlilerden bilgiler edinerek işgal altındaki arkadaşlarla ilişkilenmeye çalısaştık. Sınırlı bazı girişimlerimiz sonuç verdi. Çünkü Filistinliler içinde tam bir panik havası oluşmuştu. İsrail Suriye uçaklarını da vurarak söz konusu paniği artırmıştı. İşgal altındaki arkadaşlarımız esas olarak kendi inisiyatifleri ve çabalarıyla bize ulaştılar. Toplanma yerimiz Birinci Konferans yeri olduğu için bir kısmı biliyordu ve gelip bizi bulmaları zor olmadı. Ancak on gün içinde toparlanabildik. Beyrut kuşatmasında kalan arkadaşlarımız ise üç ay sonra ulaşabildiler.
O dönem farklı örgütlerle özellikle Filistinli örgütlerle kurduğunuz ilişkiler varmıydı?
O dönemde bölgede bulunun diğer grup ve örgütler ile Filistin örgütleri ile ilişkikilerimizi en başta Önder Apo sağlıyordu. Önder Apo ile birlikte bir de Cuma arkadaş bu ilişkileri sağlıyordu. Filistin Kurtuluş Örgütü içinde yer alan tüm Filistinli örgütlerle ilişkilerimiz vardı. En güçlü ilişkilerimizin olduğu Filistinli örgütler Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin’in Kurtuluşu İçin Mücadele Cephesi idi. Ayrıca Irak Komünist Partisi, YNK ve KDP ile de burada ilişki kurduk. Yine birçok Türkiyeli devrimci örgüt ile Kuzey Kürdistanlı örgütlerle de burada ilişki ve tartışmalarımız oldu. Türkiyeli yedi örgütle Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’ni kurduk, ancak bir yıldan fazla devam etmedi.
Biz hareket olarak Filistin direnişinden alacaklarımızı bu süreçte altık. Güçlerimizin askeri eğitimini ve örgütsel toparlanmasını sağladık. Filistin direnişine de yoldaşça ve kardeşçe destek verdik. Filistin ve Kürt halklarının kardeşliğini bu temelde oluşturduk ve perçinledik. Biz Filistinlilerden epey şey aldık ve hala da saygı ile alıp onları değerlendiriyoruz. Kürdistan gerillasının Filistin deneyimi içinde şekillendiğini her zaman onurla ifade ediyoruz. İnanıyoruz Filistin ve Arap halkına da bu direnişle epeyce şey verdik ve onlar da değerlendiriyorlar. Hala Filistin halkının durumunu ve mücadelesini izliyor ve kendi mücadelemiz olarak görüyoruz. Filistin sorununun demokratik temelde çözülmesini ve Arap halkı ile Yahudi halkının kardeşlik içinde yaşamasını istiyoruz.
PKK’nin Lübnan direnişi Kürdistan dağlarında nasıl bir atmosfer yarattı, nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK hareketi 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde de direnmiş ve şehitler vermişti. Hareketi yurtdışına kadar taşıyan ve 12 Eylül darbesine karşı mücadele için hazırlayan bu direniş ve onun şehitleri olmuştu. Fakat PKK güçlerinin Lübnan-Filistin alanından ülkeye dönüşü ve gerilla halinde mücadeleyi geliştirmesi iki temel direnç üzerinde oldu. Birincisi Mazlum Doğan, Hayri Durmuş ve Kemal Pir öncülüğünde gelişen büyük zindan direnişi ve onun kahraman şehitleri; ikincisi ise, İsrail işgaline karşı direniş ve bu tarihi direnişin kahraman şehitleridir. Söz konusu tarihi direnişler ve onun ölümsüz şehitleri PKK davasını dönülmez kılmış ve gerillaya özgürlüğe yürüme gücü vermiştir. Tabi Önder Apo’nun bu direniş ve şehadet gerçeklerini doğru tanımlaması ve anıya doğru sahip çıkması da bu noktada belirleyici rol oynamıştır.
Yoksa zindan direnişi yaşanır ve İsrail işgaline karşı direnilirken Kürdistan dağlarında örgütlü ve mücadele eden bir gerilla yoktu. Kürdistan’a dönmek için Lübnan-Filistin alanında hazırlanan gerilla vardı. Bu gerilla ülkeye dönme ruhunu ve gücünü bu direnişlerden alarak Kürdistan özgürlük gerillasını yarattı. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı 15 Ağustos Atılımı temelindeki kahramanca yürüyüş işte bu direnişlerin etkisi temelinde oldu. Söz konusu bu etki günümüzde de hala devam etmektedir.
15 Ağustos öncesi böyle pratik PKK’yi nasıl etkiledi?
Ülkede direnmek ile yurtdışında başka halkların ülkesinde direnmek aynı şey değildir. İnsanın kendi ülkesinde ve halkının içinde yaşaması ve mücadele etmesi kuşkusuz çok daha kolaydır. Devrimci hareketler için doğuştan sonra iki temel denenme alanı olduğu söylenir: Birisi cezaevi pratiği, diğeri ise yurtdışı pratiğidir. Bu her iki alanda direnen ve sınavdan başarıyla geçen hareketler, eğer daha sonra tavsamazlarsa mutlaka başarıya ulaşırlar. 1980-1984 arası Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketleri açısından da böyle bir sınav dönemiydi. Bu her iki sınavdan da başarıyla geçen tek hareket PKK oldu. Hem tarihi zindan direnişi ve hem de yurtdışı direnişi işte bu gerçeği ortaya koydu.
PKK’yi diğer devrimci hareketlerden ayıran ve tarihi 15 Ağustos Gerilla Atılımına götüren gerçeklik işte buydu. Zindanda ve yurtdışında direnemeyen hareketler 12 Eylül faşizmi karşısında sıfırı tüketirken, her iki alanda da kahramanca direnmeyi başaran PKK Hareketi tarihi 15 Ağustos Gerilla Atılımına ulaştı. Zindan direnişiyle birlik yurtdışı direnişinin PKK üzerindeki etkisi işte bu temelde oldu. Eğer Lübnan-Filistin alanında İsrail işgaline karşı PKK direnemeseydi, o zaman Kürdistan’a da dönemez ve gerilla direnişine de yönelemezdi. PKK’yi 1982’den itibaren yürüten söz konusu direniş pratiğinin etkisi oldu.
Hem Lübnan direnişi hemde zindan direnişinin yansımaları nelerdi?
İsrail işgaline karşı gösterilen direniş ardından hemen yapılan toplantı Ağustos 1982’de gerçekleştirilen PKK İkinci Kongresi oldu. Söz konusu kongrede tam açığa çıkmasa da, tasfiyecilik uç vermeye başlamıştı. Bu nedenle İkinci Kongre kritik bir toplantıydı. Nitekim tasfiyeciliğe karşı mücadele edilerek kongre kurtarıldı ve hazırlanan güçlerin ülkeye geri dönüşü gerçekleştirildi. Bu noktada İsrail işgali karşısındaki direniş iki taraf için de açıktı. Yani tasfiyecilik şehadetleri ve esirleri ileri sürerek korku yaratmaya ve direnişin etkisini kırmaya belli ölçüde çalıştı. Fakat söz konusu direnişler ve onun kahraman şehitleri esas olarak ülkeye geri dönme ve gerilla direnişini geliştirmeyi teşvik edici etki yaptı. Özellikle Önder Apo’nun değerlendirmeleri bu noktada tasfiyeciliği boşa çıkartan ve söz konusu direnişleri ülkeye dönme ve gerillayı geliştirme gerekçesi yapan roller oynadı. Bir yerde ülkeye dönüşü ve gerilla direnişini kaçınılmaz ve geri dönülmez hale getirdi. İşte bu nedenledir ki, İkinci Kongre ezici çoğunlukla ülkeye dönme ve 12 Eylül faşizmine karşı gerillayı geliştirme kararı aldı ve de uyguladı. İki yıllık yurtdışı pratiğinin sonucu on bir şehit ve on beşten fazla esir olmuştur. İnsanlar parti davası için başka bir ülkede can vermişlerdir. Yine 1982 zindan direnişi eşi bulunmaz bir direniş gerçeğidir. Dörtlerin kendini yakması ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi bu çerçevededir. Tabi bunların yolunu aydınlatan ve bu kadar kararlı kılan da Mazlum Doğan direnişçiliği olmuştur. İnsanlar parti davası için kendilerini cayır cayır yakmışlar, atmış gün boyunca bedenlerini hücre hücre eritmişlerdir. Bunların ne anlama geldiği ve parti çizgisini nasıl dönülmez kılarak parti kadrolarını fedaileştirdiği açıktır. Önder Apo bunu “Ölümü kolaylaştırmak” olarak tanımladı. Zindan direnişi için “Özgür yaşama köprü kurma” tanımını getirdi ve tüm halkı korkusuzca bu köprüden geçmeye çağırdı. Başta gençlik olmak üzere halk da bu çağrıya olumlu cevap verdi. PKK’nin ve gerillanın gelişimi işte bu temelde oldu. Hikayesi ise uzundur ve ayrıntılarıyla incelenmeye değer bir konudur.