Karasu: Kirli işlerin başı Erdoğan’dır

Tüm kirli, yasa dışı işlerin ve suçların, Erdoğan’ın onayı ya da talimatıyla gerçekleştiğini söyleyen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “Soylu’yu istifaya çağırmak yetmez, bu iktidarı istifaya zorlamalı” dedi.

Türk devleti içindeki iktidar çatışması ve yeni döneme uygun çete istihdamından dolayı dışlanan elemanlardan Sedat Peker’in itirafların çok ciddi, önemli ve büyük oranda doğru olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, kirli savaş için ihtiyaç duyulan paranın ve döviz ihtiyacı için uyuşturucu ticaretinin devlet eliyle yapıldığını söyledi. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçleri tasfiye edilebilseydi hiç kimsenin aykırı ses çıkaramayacağını kaydeden Karasu, “Aykırı ses çıkıyorsa kirli savaş düzeni içinde tam hakimiyetin kurulamadığı; farklı gruplar arasında çekişme ve çatışma olduğunu gösteriyor. Şu anda Türkiye'de sadece siyaset, ekonomi alanı, devletin güvenlik kurumları değil, üniversiteleri, sanat kültür alanı, eğitim sistemi, hatta spor alanı bile kirlendi, çünkü hepsi savaşa göre şekilleniyor ve savaşa hizmet edilmesi dayatılıyor” dedi. Peker’in açıklamalarından sonra Süleyman Soylu, Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan ve Saray gladiosunun ortaya koyduğu tutumun, bu iktidarın karakterini. Bir kez daha gözler önüne serdiğine işaret eden Karasu, şunları altını çizdi: “Cumhur İttifakı’na karşı olan herkese baskı ve zor uygulayacağını ilan etti. Bu açıdan şu anda yapılması gereken sadece Süleyman Soylu’yu istifaya çağırmak olmamalıdır. Demokrasi güçleri ayağa kalkarak bu iktidarı istifaya zorlamalıdır. Tüm muhalefet ve demokrasi güçleri böyle bir paydada birleşirse bu iktidar da ayakta kalamaz.”

Peker’in itirafları ve Türk iktidarı cenahındaki yansımaları tartışılıyor. Biz de tarihsel arka planıyla birlikte güncel durumu, PKK kurucularından KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’ya sorduk. Söyleşinin dünkü bölümünde Türk devletinin bu kirliliğinin kaynağı, dayandığı miras ve süreklilik arz etmesinin nedenlerini konuştuk. Söyleşinin bugünkü son bölümünde ise Sedat Peker’in itirafları, iktidarın bileşenleriyle birlikte çizdiği tablo ve demokrasi güçlerinin yapması gerekenleri sorduk.

Türk devleti içindeki iktidar çatışması ve yeni döneme uygun çete istihdamından dolayı dışlanan elemanlardan Sedat Peker, bir süredir çeşitli itiraflarda bulunuyor. Bunun üzerine mafya-siyaset-medya tartışması yapılıyor. Mevcut iktidar çatışmasının mahiyeti nedir ve hangi noktaya varır?

Sedat Peker’in ifşaatları çok önemlidir. Eski bir mafya lideri, faşist güçlerin kullandığı bir çete başı, diyerek küçümsemek ve önemsiz kılmak doğru değildir. Bir zamanlar baş tacı edilen ve bu sistemin içinde yer verilen, bu nedenle her şeyi bilen Sedat Peker’in açıklamaları çok önemlidir. Kürt soykırımcısı, demokrasi düşmanı faşist çete sistemin içini en iyi bilenlerden biridir. Bu açıdan çete başıdır, şu kadar kötülükte bulunmuştur diyerek verdiği bilgileri değersiz görmek çok yanlıştır. Bundan daha sıcak net bilgiler bulmak mümkün değildir. Şu nedenle ya da bu nedenle açıklamıştır; kendi çıkarı için açıklamıştır, bu ayrı bir konudur. Ancak verdiği bilgilerin çoğunluğu doğrudur.

Şu bir gerçektir; devlet kirli iş yaptığı bazı çevreleri ve kişileri daha sonra temizliyor. Türk devlet karakterinde bu tür örnekler fazlasıyla var. Devlet hakkında kirli işleri bilmek, o insanlar için aynı zamanda büyük bir tehlikedir. Topal Osman örneği biliniyor. 1990’lı yıllarda kullanılan bazı itirafçılar daha sonra ortadan kaldırıldı. Anlaşılıyor ki; kirli işlerde ismi çok geçen ve birçok kirli işe bulaştırılan Sedat Peker de saf dışı edilmek istenmiş. Böylelikle bazı çevreler böyle birisiyle kirli iş yapma geçmişlerini temizlemek istemiş. Yoksa Sedat Peker gibi devlete ve iktidara bu kadar hizmet etmiş ve yaşamını, çevresini bu temelde oluşturmuş birisi devleti ve iktidarı zor duruma düşüren bu tür açıklamalar yapmazdı. Devletin kirli işlerini bu düzeyde deşifre etmezdi. Anlaşılıyor ki; Sedat Peker Türkiye'den kaçırtıldı. Herhalde ölümden kurtulması geniş ilişki ağlarından birinin durumu haberdar etmesiyle sağlandı.

Bir dönem yurt dışında kalıp daha sonra ülkeye dönmeyi planlamış. Eski dostu ve ilişkisi Süleyman Soylu’nun kendisine verdiği söz var. Zaten Mehmet Ağar ve Berat Albayrak konusunda Süleyman Soylu yanında yer aldığı için Süleyman Soylu’nun kendisini yeniden Türkiye'de sağlama alacağını düşünmüş. Bu da gerçekleşmeyince kendisini hedefleyenleri ve sahip çıkmayanları teşhir etme kararı almış. Süleyman Soylu’ya Süslü Sülü demesi de ne kadar öfkelendiğini gösteriyor.

Devlet ve kurumları demek, iktidar mücadelesi demektir. Sedat Peker, Soylu-Albayrak mücadelesinde Soylu’dan yana tavır koyduğunu söylüyor. Yine Alaattin Çakıcı ile fotoğraf çekenler hakkında olumsuz şeyler söylüyor. Bu durum, hem iktidar içinde hem de devletin kullandığı çeteler arasında bir çatışma olduğunu gösteriyor. Anlaşılıyor ki; Alaattin Çakıcı dışarı çıkarılınca Sedat Peker’in dışlanması durumu ortaya çıkmış. Bu ilişkiler yumağının esası Kürt halkına karşı savaş üzerinden şekilleniyor. Bu nedenle birçok kirli iş, kirli rant, kirli ilişkiler var. Öyle kirli ilişkiler ortaya çıkacak ki, herkes şaşıracak. Hatta bu kadar da olmaz, denilecek bilgiler ve olaylar orta yere serilecek.

Sedat Peker, AKP Genel Başkan Vekili ve eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlunun da içinde bulunduğu uyuşturucu ticaretini de deşifre ediyor. Bu ticaretin devlet korumasıyla 90’lı yıllarda da yapıldığını biliyoruz. Uyuşturucu ticaretinin bu eller tarafından bugün tavan yapmasının nedenleri nelerdir?

Şu kesinlikle bilinmelidir; uyuşturucu kaçakçıları her zaman bir yerlere rüşvet vererek bu işi yaparlar ya da bizzat devlete bağlı kişiler ve mafyalardır. Türk devleti, eroin kaçakçılığına her zaman göz yumdu, bunu Türkiye'nin çıkarına gördü. Bir döviz kaynağı olarak da görüyor. Arada sırada yakalanan uyuşturucular ise bu gerçekliğin üstünü örtmek içindir. Şimdi Avrupa’ya kokain de Türkiye üzerinden gidiyor. Türkiye’de ortakları var. Sedat Peker de bu gerçekliği ortaya koydu.

1990’lı yıllarda Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde savaşın finansmanını sağlamak için bizzat devlet kontrolünde eroin kaçakçılığı yapıldı. Bunu Avrupa istihbarat örgütleri tespit etti; Avrupa’da hazırlanan raporlarda devlet kontrolünde gerçekleştirilen bu eroin ticareti ortaya konuldu. Bugün de sürdürülen kirli savaş için paraya ihtiyaç duyuluyor ve bizzat devlet bu ticareti yapıyor. Erdoğan en güvendiği adama bunu yaptırıyor. Binali Yıldırım da vatan millet Sakarya, diyerek uyuşturucu kaçaklığını normal gören bir kişiliktir. Oğlu da gemici olduğuna göre bu iş rahatlıkla kotarılabilir.

Binali Yıldırım biz uyuşturucu ile bir araya getirilemeyiz, diyor. Kendilerinin uyuşturucu kullanacak insanlar olmadığını belirtiyor. Doğrudan uyuşturucu kullanmazlar ama başkalarının zehirlenip kendilerinin para kazanmasını ise bir vatan görevi olarak bilirler. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin! AKP iktidarının türedi zenginlerinin deveyi nasıl hamuduyla yuttuklarını biliyoruz. Binali Yıldırım belediyede bir bürokratken nasıl oldu da kendisi ve oğlu Karun gibi zengin oldu?

Sedat Peker’in Tayyip Erdoğan’ın sadık dostunun oğlu için söyledikleri doğrudur. Türkiye birçok kirli işi elde ettiği bu kirli paralarla finanse ediyor. Örneğin Suriye’de beslediği çetelerin parasının da bu tür kirli paralarla karşılandığı söyleniyor. AKP-MHP ittifakının olduğu bir yerde beka ve vatan denilerek her şey yapılır ve meşrulaştırılır. Avrupa ülkeleri bilmeli ki; Türk devleti ülkeye para girsin diye bu tür şeylere izin vermektedir.

Süleyman Soylu kendisini aklamak için televizyon programlarına katıldı. Yaptığı mağduriyet ve vatan-millet propagandasıyla kendisini aklayabildi mi?

Tüm faşistlerin özelliği, gerçekleri çarpıtmak ve demagoji yapmaktır. Tüm faşistler yalan söyler. Erdoğan dünyanın en zalim adamı, mazlumdan yana olduğunu söylüyor. Tüm dünya ve Türkiye halklarının çoğunluğu diktatör olarak görüyor, o ise kendini demokrasi ve özgürlükleri geliştiren biri gibi gösteriyor. Nasıl ki Erdoğan kendi gerçekliğini farklı gösteriyorsa Soylu da öyle yaptı.

Türkiye tarihinin en baskıcı, en zalim, en demokrasi ve adalet düşmanı iktidarı var. Tüm dünya da böyle olduğunu biliyor. Buna rağmen bizde hukuk dışı bir şey olmamıştır, kötü muamele yoktur, cezasız kalan hiçbir cinayet yoktur gibi dünyanın en büyük yalanını söyledi. Süleyman Soylu kendisini aklayamadı; ancak gazeteciler de sorularıyla ipliğini pazara çıkaramadı. Gazetecileri gerçekleri çarpıtma ve demagoji yapmasına alet etmiştir. Gazeteciler hazırlıksız yakalandı, herhalde soru sorup cevap şeklinde olacağını sandı.

Sedat Peker, Kürt iş insanlarının Mehmet Ağar tarafından nasıl katledildiğini ve PKK ismini kullanarak birçok iş insanından tehditle haraç aldığını itiraf etti. Siz bu faili meçhullerin devlet tarafından yapıldığını yıllarca söylediniz, ancak bu işin içinde bizzat yer alan bir kişinin bunu itiraf etmesini nasıl karşıladınız?

Mehmet Ağar’ın birçok cinayetin işlenmesinde emir veren olduğunu biliyorduk. Zaten devlet adına bin operasyon yapan oydu. Mehmet Ağar’ın içişleri bakanlığı döneminde eroin kaçakçılarıyla ilişkisini Hüseyin Baybaşin anlatmıştı. Yine birçok kişiye sizlerin ne yaptığınızı biliyorum, bize haraç vermezsen ocağını söndürürüm, diyerek haraç aldı. Bunlar bilinen suçlardır. Ancak Ağar’ın bilinmeyen en az 1000 suçu var. Esas olan bunların ortaya çıkarılmasıdır. Sedat Peker, Mehmet Ağar için derin devletin başı, diyor. Başı mı, ortası mı bilmeyiz, ancak kirli işler yapılması içinde sorumluluk üstlendiği ve merkezinde bulunduğu kesin. Yakın zamanda Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Rêber Apo’nun Kenya’dan getirilmesinde rolü olan Engin Alan’la resimlerinin çıkması Mehmet Ağar’ın nasıl bir yapılanma içinde olduğunu gösteriyor.

Mehmet Ağar’ı biz biliyorduk ama Sedat Peker sayesinde hala eskisi gibi kirli işlerin merkezinde olduğunu, şimdi oğlunu kirli işler prensi haline getirdiğini; kirli ilişkilerini kullanarak başkalarının milyarlarca dolarlık zenginliklerine çöktüğünü öğrendik. Böylece Mehmet Ağar’ın neden Kürt düşmanlığı yaparak vatan-millet dediğini herkes daha iyi öğrendi. Adalet ve içişleri bakanlığı yapmış birisinin bu gücünü nasıl kullanmış olduğu daha iyi anlaşılıyor. Devlet askeri, polisi, istihbaratı ve yargısı ile toplumlar üzerinde baskı kurar. Sedat Peker bu kurumların nasıl çeteleşmiş olduğunu itiraf ediyor. Sedat Peker’in açıklamasında görüldüğü gibi bu devletin kirli ilişkileri o kadar fazladır ki, bu devlete yakın olan birileri birçok şeyi görebilir.

Sedat Peker’in böyle itiraf yapması kirlenen devlet içinde işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Bu kirli işleri yapanların arasında, yani Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırma üzerine kurulmuş düzen içinde karışıklık ortaya çıktı. Kirli düzenin çatırdadığı görülüyor. Peki bunu yaratan nedir? Bunu sağlatan, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadeledir. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi’ni ve demokrasi güçlerini tasfiye edebilselerdi hiç kimse aykırı ses çıkarmazdı. Aykırı ses çıkıyorsa kirli savaş düzeni içinde tam hakimiyetin kurulamadığı; farklı gruplar arasında çekişme ve çatışma olduğunu gösteriyor.

Sedat Peker, Ağar, Korkut Eken ve Süleyman Soylu’ya yüklenerek bunlardan rahatsız olan kişi ve çevrelerden de destek umduğunu gösteriyor. Sedat Peker, Mehmet Ağar için kirli geçmişini temizlemek için birçok cinayet işlediğini söyledi. Kirli geçmişlerini temizlemek için bu güçler arasında sorun çıktığı da düşünülebilir.

Kutlu Adalı ve Uğur Mumcu cinayetlerinin Mehmet Ağar ve Korkut Eken tarafından işlendiğini de söylüyor. Bu konuda neler belirtebilirsiniz?

Uğur Mumcu, kirli savaşın yoğun olduğu bir dönemde katledildi. Bu, aynı zamanda her tür evrensel değer ve hukukun rafa kaldırıldığı dönemdir. Devlet, artık kendi anayasa ve yasalarına da uymayı gerekli görmüyordu. Mevcut anayasa ve yasalar çerçevesindeki devlet kurumlarının yetkileriyle Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesi önlenemez düzeye gelmişti. İşte bu süreçte Uğur Mumcu, devletin güvenliğinin hukuk güvenliğiyle sağlanır, diyordu. Yani devletin anayasa ve yasaları dışında işler yapılmasın, diyor ve bu konu üzerinde duruyordu. Mehmet Ağar ve bunların içinde olduğu oluşum, bunu kendilerine yönelik görüp Uğur Mumcu’yu öldürdü. Rêber Apo, başka nedenler de ileri sürerek derin devletin öldürttüğünü söyledi. Türk basınında Uğur Mumcu’nun irticacılar tarafından öldürüldüğü algısı yaratıldı. Dinci örgütler öldürdü, söyleminin kaynağında da Ağar ve çevresi olduğu anlaşılıyor.

Kürt iş insanlarının kontrgerilla tarafından öldürüldüğü ve arkasında da dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın bulunduğu çok yazılıp çizildi. Sedat Peker şimdi bunu da içerden biri olarak doğruladı.

Sedat Peker’in Kutlu Adalı’yı Korkut Eken’in öldürttüğünü söylemesi de itiraflarının önemli bölümünün doğru olduğunu gösteriyor. Zaten Kıbrıs bir yönüyle de kontraların, özel savaş mafyasının ve kirli işlerin yürütüldüğü bir yer haline getirildi.

Korkut Eken, Saygı Öztürk’e röportaj vermiş ve kendisini temize çıkarmaya çalışmış. Daha doğrusu Saygı Öztürk, Korkut Eken’e bu konuda çanak tutmuş. Korkut Eken ve Mehmet Ağar gibilerinin Saygı Öztürk’ü tercih etmeleri de dikkat çekicidir.

Korkut Eken, Saygı Öztürk’e verdiği röportajda siyasiler birbirini koruyor, ama bizi koruyan yok, diyerek sitem etti. Yani şimdiye kadar bütün kirli işlerinizi bize yaptırdınız, ancak şimdi sahip çıkmıyorsunuz, diyerek bir nevi tehdit etti. En son Sedat Peker, Atilla Peker de kendilerinin şimdiye kadar devlete çalıştığını sandıklarını, ancak kendi çıkarları için vatan-millet denildiğini öğrendik, aslında Korkut Eken de kullanılmıştır, diyerek Türkiye’deki kirli devlet gerçeğine tepkisini ortaya koydu.

Süleyman Soylu, katıldığı son programda artık faili meçhul cinayetlerin, insan kaçırmaların kalmadığını söyledi ve bu kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. AKP-MHP faşist iktidarı döneminde kirli savaş hangi boyuta ulaştı?

Zaten bu değerlendirmeleri programdaki tüm söylediklerinin yalan ve demagoji olduğunun kanıtıdır. Türkiye'nin en baskıcı, en faşist ve herkesin diktatörlük dediği bir siyasi iktidarın en faşist zihniyetli bakanının konuşması, aslında başta Kürtler ve demokrasi güçleri olmak üzere tüm Türkiye halkları ve dünya ile dalga geçme anlamına geliyordu. Bu iktidar dönemindeki baskı ve zulüm anlatılsa hiç sonu gelmez. Türkiye şu anda adaletsizliğin dibe vurduğu ülke olarak biliniyor ve tanınıyor. Bu adama bağlı olan kurumlar, bu halk, toplum ve demokrasi güçlerine o düzeyde saldırı ve baskı yapmıştır ki, söyledikleri dinleyenlere küfür gibiydi.

3-5 kişi bir araya gelince saldırılıyor. Öyle ki; neredeyse milletvekilleri dışında sokağa çıkıp bir küçük protesto yapmak bile saldırı nedeni oluyor. Konuşan milletvekilini kimse duymasın diye gürültü yapılıyor; polis kalkanları ile etrafında barikat kuruluyor. Milletvekillerine bile neler yapıldığı biliniyor. Cumartesi Anneleri’ne nasıl saldırıldı? Artık binanın kapısından öte bir yere gidip açıklama yapamıyorlar. O kadar şiddet, baskı, terör uygulanıyor ve zindanlar tehdit aracı haline getirildi ki, 3-5 kişi sokağa çıkamaz hale geldi. Bunlar ağır ve süreklileşen baskı, işkence, kötü muamele sonucu oldu.

İşkence yok, diyor. Bu da utanmazlıktır. Karakollarda Kürt genç kızlarına ve erkeklerine tecavüz ediliyor. Bizzat bu emri Süleyman Soylu veriyor. Karakola düşüp de işkence görmeyen Kürt insanı yoktur. Özgürlük mücadelesi ile ilişkilendirilen her Kürt’e işkence yapıyorlar. Sokak ortasında gençlere, kadınlara, halka yapılan işkencelerin yüzlerce görüntüsü var. Kürt gençleri, Kürt kadını, Kürt insanı, Kürt köylüsü bir hak talep ettiğinde, bu devletin politikalarına yönelik bir söylem ve tutum içinde olduğunda ona her türlü işkence ve zulüm yapılıyor. Artık Kürtlerin kötü muamele görmemesi istisna haline geldi.

HDP’lilere yapılanlar her gün gözler önündedir. HDP’nin kapısına getirilenler, HDP’lilere hakaret ediyor ama HDP’liler önümüzü kesmeyin derse bile polislerin saldırısına uğruyor. Zaten HDP’nin parti görevlerini yerine getirmesi engelleniyor. Her HDP’liye suçlu gözüyle bakılıyor.

Askeri saldırıların yapıldığı yerlerde köylülere, gençlere yapılan zulüm ve baskılar normal uygulamalar haline geldi.

AKP iktidarında da yüzlerce faili meçhul cinayet vardır. Bunların çoğunluğu da devletin askeri ve polisi tarafından gerçekleştirildi. Roboskî’de, 6-7-8- Ekim Kobanê serhildanı sırasında katledilenlerin de failleri cezasız kaldı. İnsan hakları örgütlerinin kayıtlarında AKP dönemine ait yüzlerce faili cezalandırılmamış siyasi cinayet bulunuyor. Yine her türlü kötü muamele ve işkence kayıtları fazlasıyla vardır.

Bırakalım diğerlerini, helikopterden atıp öldürme ve yaralama, linç etme, Kemal Korkut’u açıkça katletme, AKP’li milletvekilinin yakınlarının Şenyaşar Ailesi’ni katletmesi ve şimdi ellerini kollarını sallayarak dolaşması. Yine AKP milletvekili Zülfükar İzol’un yakınlarının akrabalarından iki kişiyi öldürmeleri. Bunlar da iş birlikçilerin Kürt halkını sindirmek için işlediği cinayetlerdir. Halk siner diye bunlara da dokunulmuyor. Yakın zamanda Dersim’de bir gencin katledilmesi, bir kadına yapılan işkence var. Böyle birçok cinayet ve saldırı var. Zaten polis evleri bastığında neler yaptığını herkes biliyor. Bırakalım yetişkinleri, çocuklara bile işkence ve kötü muamele yapılıyor.

Zindanlarda son 5-6 yıldır yapılan işkenceler ise yoğunlaşmış durumda.

Hukuksuzluk, işkence, kötü muamele bu iktidarın temel karakteridir. Kötülükler iktidarıdır. Bu iktidar kötülükleri normal hale getirdi. Bunun iki sembol ismi var. Biri Tayyip Erdoğan, diğeri de Süleyman Soylu. Kötülükler iktidarının bakanı ise bizim zamanımızda hiçbir kötülük ve adaletsizlik yok, diyor. Halbuki Türkiye'de adalete güven, Türkiye tarihinin en dibe vurmuş halini yaşıyor. Halk da böyle görüyor, dünya da.

Şu anda dünyanın en faşist iktidarı Türkiye'de. Zaten MHP’nin içinde olduğu bir iktidar, faşist ve otoriter olur. İnsan hakları ile ilgili her konuda dünyada en sonlarda yer alacak; binlerce siyasetçi, aydın, yazar, gazeteci, sendikacı zindanlarda çürümemek ve işkence görmemek için yurt dışına kaçacak ama bu ülkede işkence, kötü muamele ve hukuksuzluk olmayacak! Bunu söyleyene; pişkin, utanmaz, insanlarla alay eden bir demagog, derler. Herhalde Süleyman Soylu o sözleriyle dünyanın en utanmaz, pişkin ve yalancısı olarak tarihe geçecektir.

Sedat Peker’in itirafları karşısında AKP cenahı ilk başlarda sessizdi ve bu kirli işlerin sadece Ağar ve Soylu gibilerin tek yanlı yürüttüğü gibi bir hava yaratılmak istendi. Erdoğan ve AKP’yi yürütülen bu kirli işlerden soyutlayarak değerlendirmek ne kadar isabetli?

Tüm kirli işlerden Tayyip Erdoğan ve Saray’daki Gladio sorumludur. Esas politikaları, Saray’daki ekibi ile beliriyor ve yürütüyor. Ayrıca birkaç bakanı da bu politikalarına ortak ediyordur. Soylu, zaten içişleri bakanı ve güvenlikle ilgili her şeyden sorumludur. Mafya, çete vb. tüm oluşumlar içişleri bakanının sorumluluğundadır. Mehmet Ağar da bu hükümete tam destek verenlerdendir. Çiller de bu iktidara destek veriyor. Tüm demokrasi ve Kürt düşmanları bu iktidar etrafında toplandı. MİT, doğrudan Erdoğan’a bağlı çalışıyor. Bu açıdan Erdoğan’ın her şeyden bilgisi olduğu gibi tüm kirli işler, yasa dışı işler, işlenen suçlar da Tayyip Erdoğan’ın ya onayı ya da talimatıyla gerçekleşiyor.

AKP iktidarda kalmak için Ergenekonculara sarıldı, MHP’ye sarıldı, mafyaya sarıldı, Mehmet Ağar gibi kirli işler baronuna sarıldı. Bunların zihniyetlerini de yöntemlerini de hükümetin zihniyeti ve yöntemleri haline getirdi. Aslında Erdoğan hiçbir zaman demokratik bir zihniyete sahip olmadı. Zaten yaşamının hiçbir anında böyle bir duruşu ve pratiği yoktur. Tek sermayesi de iki ay cezaevinde dinlenmesidir. Tayyip Erdoğan, iktidarda kalmak için her türlü kötülüğü ve zulmü yapacak karaktere sahiptir. Öyle iktidar saplantılıdır ki, iktidarını bırakmamak için de her yola başvurur. Herkesin bu Erdoğan gerçeğini çok iyi anlaması lazım. Rêber Apo bir değerlendirmesinde ‘bu adam Çiller’den daha tehlikeli olabilir’ demişti. Çatışmasızlık ve İmralı heyetinin gittiği dönemde bile ‘kimse gafil olmasın’ diyerek böyle bir uyarı yapma ihtiyacı duymuştu.

Erdoğan, son grup toplantısında Süleyman Soylu’ya sahip çıkarken, İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e hitaben ‘bu daha iyi günleriniz’ gibisinden açık bir tehditte bulundu. Erdoğan’ı böylesi açık bir tehditte bulunmaya iten sebepler nelerdir?

Faşist bir diktatör böyle konuşur. Kürt Özgürlük Hareketi için sürekli böyle laflar ediyor, ancak legal siyasi bir partiye, hem de zihniyet olarak kendisinden pek farklı olmayan bir siyasetçiye bunları söylemesi çok ilginçtir. İktidarını ayakta tutma konusunda bir güven sorunu yaşadığı anlaşılıyor. Zayıfladığını görüyor. Öyle ki, mafya ve çeteler dahil kirli savaş baronları yanında olmazsa ayakta duramayacak hale geldi. Bu nedenle ittifaklarını etrafında tutmak için Meral Akşener’e bu düzeyde saldırgan bir dil kullandı. Bir ara Akşener’le ittifak arayışı bile vardı. Karşılıklı mesajlar iletiliyordu. Şimdi diğer ittifaklarını, payandalarını yanında tutmak için Süleyman Soylu’ya sahip çıkarken, Meral Akşener’e de sert çıktı.

Süleyman Soylu, AKP’li gibi görülse de esas olarak MHP gibi zihniyet ve politikalara daha yatkındır. Hatta AKP dışındaki ittifakların hükümet içindeki temsilci ve dayanakları Süleyman Soylu’dur. Bu açıdan ittifak iki temel ayağa dayanıyor; biri Tayyip Erdoğan, diğeri Süleyman Soylu’dur. Soylu’ya sahip çıkmadığı takdirde mevcut Kürt ve demokrasi düşmanı ittifak dağılabilir. Soylu bana değil, Türkiye'ye saldırı var, derken kendisini devlet ve Türkiye yerine koydu. Bakmayın Soylu’nun Tayyip Erdoğan’ın emrindeyiz, demesine. Aslında Tayyip Erdoğan, onun ve destekleyen güçlerin emrine girmiştir. Bu da iktidarın gücünü değil, güçsüzlüğünü gösteriyor.

Erdoğan ve ittifak kurduğu güçler kendilerini milli ve yerli, kendi dışındakileri ise dış güçlerin uzantısı ve ihanet içinde olanlar olarak görüyor. Biz gidersek Türkiye yıkılır/çöker, demeleri de bu nedenledir. Süleyman Soylu bunu açık ifade etmiştir. Bizi hedef alanlar Türkiye düşmanıdır, diyor. Açıkça AKP iktidarına karşı olanlar, bu iktidarı değiştirmek isteyenler Türkiye düşmanıdır, diyorlar. Böyle bir iktidar, iktidarı bırakır mı? Aslında o söz, sadece Meral Akşener’e değil, Cumhur İttifakı ve destekçileri dışındaki herkese yöneliktir.

Erdoğan ne kadar bağırırsa bağırsın bu zayıflık ve korku işaretidir. Güçlü olsaydı öyle konuşmalar yapmazdı. Kendisini güçlü gösteren bir rahatlık içinde konuşur, o tutumda olurdu. Zayıflayan ve kendi dışındaki herkesi ihanet içinde gören bir zihniyet, siyaset ve iktidar, muhaliflere yönelik her şeyi yapar. Bu açıdan Erdoğan’ın söylemleri ciddiye alınarak tüm demokrasi güçlerinin bu iktidara karşı ortak mücadele içinde olması gerekir. Şu anda bir araya gelmeyen demokrasi güçlerinin ise bu faşist iktidarı devirmeye yönelik paralel bir mücadele içinde olması gerekir.

Türk devletinin iktidarıyla ve derin devletiyle yürüttüğü kirli savaş birçok boyutuyla ifşa oluyor. Bu duruma neden gelindi, siz bu durumu Kürt savaşı bağlamında nereye koyuyorsunuz?

Türk devletinin dünyadaki herhangi bir devletten farklı olarak bir özel savaş devleti olmasının nedeni, Kürt sorununun varlığıdır. Cumhuriyetin kuruluşuyla Türk devleti bir özel savaş devleti haline gelmiştir. Bu nedenle her türlü kirli yol, yöntem, komplo ve Rêber Apo’nun vurguladığı gibi darbe mekaniği devrede oldu. Kürtlere karşı savaş, devleti kirletir. Kuruluşunda amaç edindiği Kürt soykırımını hedeflemek için darbe mekaniği devreye girer. Kürt sorunu çözümsüz kaldığında Türkiye'de her türlü siyasi, toplumsal ve ekonomik sorun ortaya çıkar, birileri de bunu gerekçe yaparak darbeci yöntemlerle iktidarı ele geçirmeye çalışır. Rêber Apo, 2015 öncesi defalarca bu sorunu çözmezseniz darbe mekaniği devreye girer, demişti. Nitekim şimdiye kadar birçok darbe oldu. Şu anki mevcut iktidar bloku da bir darbeyle iktidara geldi. Bu da 20 Temmuz darbesidir.

Kürt halkına karşı savaşın şiddetli hale geldiği her dönem, devlet kirlenir. Birçok komplocu, çeteci grup, mafyavari oluşumlar, cinayet şebekeleri, rant kovalayıcı gruplar ortaya çıkar. Kirli, haksız ve hiçbir yasa, kural tanımadan yürütülen savaş, devleti mutlaka kirletir. Sadece devleti değil, toplumu da her türlü kurumu da kirletir. Şu anda Türkiye'de sadece siyaset, ekonomi alanı, devletin güvenlik kurumları değil, üniversiteleri, sanat kültür alanı, eğitim alanı, hatta spor alanı bile kirlenmiştir. Çünkü tüm bu kurumlar bu savaşa göre şekilleniyor ve bu savaşa hizmet edilmesi dayatılıyor.

1990’lı yıllarda Susurluk’ta yaşanan bir kaza bu kirliliği ortaya saçtı. Şimdi ise kirlenmiş devletin kirlenmiş alanlarında bulunan birinin itirafları ve açıklamalarıyla bu gerçeklik orta yere dökülüyor. Son 5-6 yılda kirli savaş o kadar tırmandırıldı ki, daha önce illegal olan çeteler ve mafya, her tür kirli işler legalleşti. Bu nedenle şimdi devlet mi mafyalaştı, mafya mı devletleşti tartışmaları yapılıyor. Şimdi kim Kürt ve demokrasi düşmanlığı yapıyorsa o makbul kişi ve kurum oluyor. PKK ve demokrasi düşmanlarının önüne, devletin tüm imkanları seriliyor. Böylece devlet, herhangi bir devlet olmaktan çıkıyor. Tüm kirli iş çevirenler, Kürt ve demokrasi düşmanlığı yaparak ekonomik, toplumsal, siyasal rant elde ediyor; kirli savaşın ortağı ve ittifakı haline geliyor. Sedat Peker de iktidarı destekleyen mitingler yaparak kendisini bu iktidarın bir ortağı haline getirmişti. Mehmet Ağar, Korkut Eken, Alaattin Çakıcı ve Engin Alan da bu iktidarın ortağıdırlar. Zaten Mehmet Ağar’ın Saray’da bir odası veya bürosunun olduğu söyleniyor. Anlaşılıyor ki; Ağar, zaman zaman Saray’a giderek, 1990’lı yıllardaki kirli savaş tecrübelerini aktarıyor.

Şu açıktır ki; Kürt sorunu çözülmediği müddetçe devlet hep böyle kirlilik içinde yüzecektir. Bazıları yargılanıp cezalandırılsa da bu devlet gerçeği değişmeyecektir. Bu açıdan sonuçlarla uğraşmak, bu kirlilik durumunu ortadan kaldırmaz. Bu durumdan kurtulmak isteyenler, Kürt sorununun çözümünü, dolayısıyla Türkiye'nin demokratikleşmesini hedeflemeli.

Kürt Özgürlük Hareketi olarak tecridin kırılmasıyla Türkiye'de demokrasi ve özgürlük sorunlarının çözümünün gelişeceğini hep söylüyorsunuz. AKP-MHP iktidarının uyguladığı tecrit ile devlete hakim olan gladio, mafya, çetecilik arasındaki bağı nasıl ele almak gerekiyor?

Tecrit, Kürt’e ve Kürt sorununa yaklaşımdır. Tecrit de kirli savaşın önemli bir boyutudur. Çöktürme Planı’nın ilk önce İmralı’da uygulanmaya konulduğunu biliyoruz. Rêber Apo, Türk devlet gerçeğini en iyi tanıyandır. 1972’den bu yana bu devlete karşı bir mücadele içindedir. PKK ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinin önderi olarak 50 yıla yakındır bu devlet üzerinde yoğunlaşıyor ve bu devlete karşı mücadele ediyor. Bu mücadelenin devlet üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini çok yakından hissediyor. Bu devletin ilk yaklaşımı da bu mücadeleye karşı tutumda kendini dışa vurur. Şimdi ise ilk etkisini İmralı’da gösteriyor.

Rêber Apo avukatları ya da heyet veya ailesiyle görüştüğünde her zaman devlet çözümlemeleri de yaptı. İktidarı da devleti de uyardı. Rêber Apo, çeteleşen, mafyalaşan, kirlenen devletin sorunları daha da ağırlaştıracağını gördüğünden devletin bu durumdan çıkması için de her zaman düşüncelerini ve tutumunu ortaya koydu. Öte yandan Kürt’e yönelik savaşın Türkiye halkları için ne anlama geldiğini de dile getirdi. Her türlü demokrasi ve Kürt düşmanı güç, Rêber Apo’nun konuşmasını kendi zihniyet ve düzenlerine karşı bir durum olarak gördüğünden tecridin devamını istiyor. Rêber Apo’nun siyasal ve toplumsal gerçeklikleri ortaya koyarak, onların kirli yüzlerinin açığa vurmasını istemiyorlar.

5 Nisan 2015 tecridi ile birlikte kirli savaş politikalarına yönelim oldu; bu politikanın kırılması da en başta da tecridi ortadan kaldıracak bir mücadeleyle olur. Tecridin kırılması gladio, mafya, çete düzeninin kırılmasında da önemli bir adım olarak görülmeli. Bu açıdan tecridin kırılmasının tarihi siyasal sonuçları olur. Kirli savaşçıların, Kürt ve demokrasi düşmanı güç, çevre ve kişilerin, Rêber Apo’ya büyük düşmanlık beslemelerinin nedeni budur. Rêber Apo’nun ideolojik ve politik çizgisinde kendi sonlarını görüyorlar, çünkü Rêber Apo’nun düşüncesi, Türkiye halklarının kardeşlik ve ortak mücadelesiyle Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun çözümünü sağlayacak.

Sedat Peker’in itirafları ile açıklamalarından sonra bazı çevreler, tüm bu kirliliğin Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklandığını belirtiyor. Yine beka, vatan ve millet kavramlarının bu kirli işlerin örtüsü olarak kullanıldığını düşünenler giderek artıyor. Bu yönüyle Susurluk’tan farklı olarak daha fazla nedenlerinin tartışılması gündeme geliyor. Bu olumlu gelişmedir. Bu açıdan tecridin ortadan kalkması ile birlikte bu tür kirliliğe karşı mücadelenin daha iyi gelişeceği, ortaya çıkan kirliliğin ortadan kalkmasının sağlanacağı bir siyasal ve toplumsal ortam doğacağını daha net ve kapsamlı anlatmak lazım.

Bu süreçte Kürt sorununun çözümü ve Rêber Apo’nun sağlık, güvenlik, özgür çalışır hale gelmesi ve özgürlüğünün daha fazla gündemleştirilmesi gerekir. Devletin kirlenmesi ile Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve tecrit arasındaki bağın çok iyi anlatılması gerekir. Siyasal alanın da, basının da; Kürt sorununun çözümünü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini isteyenlerin de bu konuları gündemleştirmesi gerekir.

Sedat Peker olayından sonra ortaya çıkan gündemi vermede ve işlemede Kürt basını yetersiz kaldı. Türkiye'de ortaya çıkan bu durumu sıradan bir haber olarak verdi. Halbuki bu kirlenme Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle ortaya çıkıyor; patlaması da bu kirli savaşçıların direnişimiz karşısında başarısızlığa uğramasının sonucudur.

Kürt Özgürlük Hareketi, bütün bu olanlara rağmen tüm savaş unsurlarıyla üzerine gelen AKP-MHP-Ergenekon yönetimindeki Türk devletine karşı direnişini sürdürüyor. Bu direnişin, saldırıları kırması iktidar dengelerini nasıl etkiler?

Direnişimiz bir taraftan bu iktidarı çılgına çeviriyor ve daha saldırgan hale getiriyor, çünkü direnişimiz karşısında ölümünü görüyor. Diğer taraftan da bu kirli savaş ve kirli ittifaklarda ısrar ettikçe çözülüyor. Kirli savaş, devlet içinde sorunların artması demektir. Kirli savaş sonuç alamadıkça iç çatışmalar, çekişmeler ve tasfiyeler ortaya çıkarır. Direnişimiz, içerideki siyasi ve toplumsal çekişmeyi, çatışmayı artırdığı gibi bu iktidarın dış güçlerle yaşadığı sorunları da artırıyor. Bu nedenle direnişimiz, sadece bu iktidarı zorlamıyor; Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen dış güçleri de zorluyor. Öyle ki, Kürt’ün durumunu, demokrasi güçlerinin durumunu dikkate almayan, sadece bencil çıkarları nedeniyle bu faşist iktidara karşı direnişimizden rahatsız olan; bu direnişi engellemeye, zayıflatmaya çalışan dış güçler var.

Şu anda AKP-MHP faşist iktidarının zayıflaması, bu ittifaka dayalı iktidarın bir çürüme ve çözülme yaşaması önemli gelişmeler ortaya çıkaracak. Sadece iktidar dengelerini sarsmayacak, Türkiye'de köklü demokratikleşmenin önü de açılacak. Başta Kürtler olmak üzere Türkiye halkları ve demokrasi güçleri, önemli zorluklar ve acılar çekseler de mücadelenin bu karakteri Türkiye'deki demokratikleşmeyi de daha köklü kılacak. Büyük mücadele veren Kürtler de Türkiyeli demokrasi güçleri de tüm halklar da böyle kapsamlı bir demokratikleşmeyi hak ediyor.

Demokratik muhalefet, demokrasi güçleri ve sol/sosyalist gazeteciler bu yaşananlar karşısında daha planlı ve aktif olamaz mı?

Demokrasi güçlerine tarihi görevler düşüyor. AKP-MHP iktidarı güçlü değildir. Bu iktidar, en zayıf dönemini yaşıyor. Bu kadar sinirli, öfkeli olması kesinlikle gidici olduğunu fark etmesindendir. Bu iktidarın bir günü bile Türkiye halkları için büyük bir zarardır. Tüm demokrasi güçleri, bu iktidarı halka çok iyi anlatmalı ve Türkiye'nin bu iktidardan kurtarılması gerektiğini ortaya koymalı. Artık bu iktidara karşı demokrasi mücadelesi yükseltilmeli. Bu iktidar seçimle gitmeyeceğini gösterdi. Herhangi bir seçimi de meşruiyetini tazeleme anlamında formalite bir seçim olarak yapacak. Dünyaya, bakın seçim yaptım, diyecek. Şu anda seçim güvenliği de yok. Seçim güvenliği açısından bile olsa güçlü bir demokrasi mücadelesinin gelişmesi gerekir.

Sedat Peker’in açıklamalarından sonra Süleyman Soylu, Devlet Bahçeli, Tayyip Erdoğan ve Saray gladiosunun ortaya koyduğu tutum bu iktidarın karakterini gözler önüne serdi. Cumhur İttifakı’na karşı olan herkese baskı ve zor uygulayacağını ilan etti. Bu açıdan şu anda yapılması gereken sadece Süleyman Soylu’yu istifaya çağırmak olmamalıdır. Demokrasi güçleri ayağa kalkarak bu iktidarı istifaya zorlamalıdır. Bu siyasi ortamda en doğru mücadele, bu iktidarı istifaya zorlamaktır. Tüm muhalefet ve demokrasi güçleri böyle bir paydada birleşirse bu iktidar da ayakta kalamaz. O zaman demokratik bir yönetimin de; Türkiye’nin demokratikleşmesinin önü de sonuna kadar açılır.