Karayılan: Önderliğimiz yeni bir Yol Haritası sunabilir
Karayılan: Önderliğimiz yeni bir Yol Haritası sunabilir
Karayılan: Önderliğimiz yeni bir Yol Haritası sunabilir
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelere dikkat çekerek, “Önderliğimiz onların istediği gibi tek taraflı bir çağrı değil her iki tarafa çağrı anlamına gelen yeni bir Yol Haritası’nı sunabilir” dedi.
Karayılan, barışçıl sürecin gelişmesi için Türk devletinin ”sömürgeci baskı ve şiddet sistemini durdurmak zorunda” olduğunu belirtti.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslar arası 15 Şubat Komplosu’nun 14. Yıl dönümünde gerçekleşen protestolara dikkat çeken Karayılan, “Uluslararası komplo tümüyle sonuçsuz kalmış ve yenilmiştir” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, yaşanan güncel gelişmelerle ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komployla esir alındığı gün olan 15 Şubat’ı protesto eylemlilikleri bu yıl hem yurt içinde hem de yurt dışında çok kitlesel bir şekilde gerçekleştirildi. Bu gösterilerde birçok çatışma ve olay da yaşandı. Bu sene gerçekleştirilen Komployu protesto eylemliliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürdistan halkı, 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nun 14. yıldönümünü her zamankinden çok daha yüksek bir katılımla ve çok çeşitli kitlesel eylem biçimleriyle protesto etmiş ve Önderliğimizin özgürlüğünü istemiştir. Kitlesel katılımın bu denli kapsamlılaşarak büyümesi ve hem ulusal hem de uluslararası çapta yaygınlaşarak 15 Şubat Uluslararası Komplosu protestolarını yükseltme tutumu, bu komployu gerçekleştiren güçlere verilmiş güçlü bir mesaj ve anlamlı bir cevaptır. Özellikle Kuzey Kürdistan’da Uluslararası Komplo’yu protesto eylemleri değişik serhildan eylemleri tarzında aybaşından başlayarak gün geçtikçe yükseliş kazandı ve çeşitli eylemlerle geliştirilerek Uluslararası Komplo’nun hiçbir biçimde kabul edilmeyeceği ortaya konuldu.
‘AMED GENÇLİĞİ ÖNERLERİN ANISINA SAHİP ÇIKARAK SOKAKLARI TESLİM ALMIŞTIR’
Bu eylemler sürecinde Türk polisinin çok yoğun müdahaleleri ve engelleme girişimleri gerçekleşti. Bütün bu müdahalelere rağmen giderek yükselen bir direniş ve serhildan dalgası gelişti. 10 Şubat’ta Amed’de gerçekleşen bir gençlik serhildanında polisin panzerle hunharca ezmesi sonucu Şahin Öner’i şehit veren Amed gençliği, daha sonraki günlerde daha güçlü katılım gerçekleştirerek 15 Şubat Komplosu’nu zirve düzeyinde protesto etmiştir. Amed gençliği Şahin Önerlerin anısına sahip çıkmak üzere adeta sokakları teslim almıştır.
LİCE’DE HALKIMIZIN SERGİLEDİĞİ TUTUM KAHRAMANCA BİR TUTUMDUR’
Amed’de olduğu gibi Kürdistan’ın değişik alanlarında da ciddi direnişler gerçekleşmiş ve birçok çatışma yaşanmıştır. Cizre’de, Kızıltepe’de, Van’da ve Kürdistan’ın daha birçok alanında Kürdistan halkının bu 15 Şubat vesilesiyle gerçekleştirdiği atılım, tüm Uluslararası Komplocu güçlere en yetkin cevabı vermiştir. Öbür yandan sadece Kuzey değil, başta Batı Kürdistan olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçaları da bu sürece, geçmiş yıllara göre çok daha güçlü bir biçimde eşlik etmişlerdir. Bu arada, operasyona çıkan Türk devlet güçlerine karşı Lice’de halkımızın sergilediği tutum kahramanca bir tutumdur. Kendilerini takdir ediyorum.
’15 ŞUBAT PROTESTOLARI 99’DAKİ GİBİ ULUSAL BİR KAREKTER KAZANDI’
Bu seneki 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nu protesto eylemleri, tıpkı Komplo’nun ilk gerçekleştiği yıl olan ’99’daki gibi ulusal bir karakter kazanarak ulusal ve uluslararası çapta Uluslararası Komplo’yu kınama ve Önder Apo’nun özgürlüğünü isteme eylemleri olarak gerçekleşti.
Daha önceden de ifade ettiğimiz gibi Uluslararası Komplo amacına ulaşamamış ve yenilmiş bir konsepttir. Fakat bu konsept hep yenilenmektedir. Sürekli yenilenerek Kürt halkının bu kitlesel haykırışı görmezlikten gelinmektedir. Ancak halkımızın çok büyük bedeller vererek, büyük direnişler gerçekleştirerek ve büyük fedakarlıklar sergileyerek mücadeleyi ulaştırdığı düzey karşısında artık kimse gerçekleri göz ardı edemez. Kürt halkı bugün bu istemini sadece bir talep olarak sunmuyor, eylemsel duruşuyla güçlü bir biçimde ortaya koyuyor. Kürt halkı, Uluslararası Komplo’yu kabul etmemekte, Önderliğine sahip çıkmakta ve Önder Apo’nun özgürlüğünü istemektedir.
Özellikle yurtdışında ve Avrupa’daki Kürdistanlıların her tarafta geliştirdiği protesto eylemleri ile birlikte 14 yıldır her 15 Şubat’ta Kürt halkının Strasbourg Meydanı’nda toplanması çok anlamlıdır. Bu yıl Sakine, Fidan ve Leyla yoldaşların anısına da sahip çıkmak amacıyla Strasbourg mitingi çok daha güçlü bir katılımla gerçekleşti.
Halkımızın bütün bu süreç boyunca, gerek yurt içinde, gerekse de yurtdışında toplam olarak 100’ü aşkın ayrı merkezde büyük fedakarlıklarla Uluslararası Komplo’ya karşı güçlü bir eylemsellik temelinde tutum geliştirmesi çok anlamlı ve çok değerli bir ulusal duruştur. Bu eylemlere katılan tüm halkımızı, yurtseverlerimizi ve dostlarımızı buradan selamlıyorum. Bu kutsal ve anlamlı mücadelede kendilerine üstün başarılar diliyorum.
KOMPLOCU GÜÇLER PKK VE HALKIN ÖCALAN’A BAĞLILIĞINI GÖREMEDİLER
Sayın Öcalan esir alındığında birçok uluslararası organizasyon ve düşünce kuruluşu, hareketinizin çok dayanmadan tasfiye olacağını belirtiyordu. Ancak siz bugün daha da güçlenen bir iradi duruştan söz ediyorsunuz. O dönemde neden bu tür değerlendirmeler yapılıyordu, bugün neden bu değerlendirmeler boşa çıktı?
Evet, Önderliğimiz Uluslararası Komplo tarafından korsanca kaçırılarak Türkiye’ye teslim edildiği süreçte birçok çevrenin kanaati öyleydi. Yani PKK’nin erkenden tasfiye olacağı, artık etkili bir güç olamayacağı yönündeki görüş ağır basmaktaydı. İngiliz Düşünce Kuruluşu gibi uluslararası düzeyde dikkate alınan birçok kuruluş ve Think-Tank böyle bir kanaati açıkça dillendirdiler. Tabii bu düşüncelerine dayanak olan kimi durumlar söz konusuydu.
PKK Hareketi bir önderliksel harekettir. Önderlik önce 5 yıl ideolojik bir mücadele yürüterek, mücadeleyi yürütecek temel kadroları eğitip örgütledikten sonra partileşme sürecini gündeme getirmiştir. Yani Önderlik ve Önderlik etrafında oluşmuş bir merkezi yapı ile kadrolar topluluğunun mücadele yürütmesi gerekliliği vardır. Ancak gittikçe mücadelenin koşulları farklılaşınca, yine çeşitli zor ve çetrefilli koşullar gelip kendisini dayatınca bu ağır görevlerin üstesinden gelme noktasında önemli yetersizlikler yaşandı. Bu açıdan diyebiliriz ki, Önder Apo hem stratejik bir önderlik görevi yürütürken, hem de taktik bir önderlik yapma durumu söz konusuydu. Yani mücadelenin ağır yükünü kendisi omuzlamıştı. Bu tabii ki merkezin yetersizliği ve kendi görevlerini istenilen düzeyde yapamamasının bir sonucu olarak kendisini dayatan bir durumdur. Yoksa Önderlik herkesi bir tarafa verip kendisi her şeyi omuzlamış değildir; Önderlik, yaşanan yetersizliklerin bir sonucu olarak bu yükü omuzlamak zorunda kalmıştır. Mücadelemizin böyle bir gerçekliği vardır.
Bu nedenle merkezi de olsa, Önderlik dışında var olan kadroların çok yetkin bir siyaset yapma, savaşı ve mücadeleyi yönetme ile yönlendirme düzeyi fazla yoktu. Bu konularda belli bir tecrübe ve birikimi olsa da gereken yetkinlik söz konusu değildi. Bir de bu merkezi yapı içerisinde bulunup da gerçek anlamda Önderlik çizgisinde yürümeyen kişiler de vardı. Ki bunlar daha sonra Önderlik çizgisine karşı Uluslararası Komplo hesabına reform adı altında ayaklanmaya geçerek tasfiye etmek istediler.
Bahsettiğiniz türdeki uluslararası kuruluşlar, önemli oranda istihbarat kaynaklarına dayanan kuruluşlardır. Büyük ihtimalle bu gerçekleri tümüyle biliyorlardı. Yani hem yönetimin yetkinleşmemiş bir düzeyi söz konusu, hem de bazılarının da samimi olmadıkları durumu var. Bunu bilen çevreler “Öcalan olmazsa bu hareket çöker, ayakta kalamaz, tasfiye olur” diyerek bu görüşleri dillendirmişlerdir. Zaten Uluslararası Komplo da bu temelde gerçekleştirilmiştir. Yani bu anlamda Önderliğin Komplo’yu izah ederken, “sahte dostlar ve yetersiz yoldaşlar”ı neden olarak göstermesi çok doğru ve isabetli bir tespitti. Eğer o süreçte merkez gerçek anlamda merkez olma rolünü oynasaydı, belki de Önder Apo tek başına bu kadar hedef olmayabilirdi. Fakat maalesef o koşullarda mücadele yükünün önemli bir kısmını Önderlik tek başına omuzlamak durumunda kaldı ve dolayısıyla daha fazla hedef haline geldi. Bu nedenle oluşan kanı da “kendisi alınırsa geride kalanlar yürütemez” kanısıydı.
Şimdi bu gerçeğin bir yönüdür. Dıştan bakanlar gerçeğin sadece bu yönünü, yani bardağın boş tarafını gördüler ama dolu tarafını göremediler.
Dolu tarafı nedir?
Önderlik 26 yıl boyunca çalışmıştı ve binlerce kadro yetiştirmişti. Yine yetersiz de olsa ve bazıları samimi olmasa da tecrübeden geçmiş bir merkezi yapı vardı. On binleri aşan bağlı kadro vardı. Yine Önderliğin geliştirdiği ideolojik-siyasal doğrultu, Kürt halkının ihtiyaçlarına ve beklentilerine cevap veren bir programdı ve onu işleme tarzı ile üslubu kitle tarafından tümüyle kabul gören bir tarzdı. Dolayısıyla güçlü kabul görmüş bir kitlesel taban söz konusuydu. Yani ortada bir Kürt sorunu ve Kürt sorununu çözmek üzere ortaya çıkmış olan hareketin bakış açısının kitlelerce benimsenmesi gerçeği vardır. Dolayısıyla hem kadro yoğunluğu hem kitle tabanı ve hem de çizginin kitlelerce benimsenmiş olması küçümsenemez olgulardı.
Bir de Apocu militan yapının diğer bir özelliği de var ki, iş gelip çattığında yani amiyane deyimle bıçak gelip kemiğe dayanınca bağlılığı, ısrarı ve kahramanlığı ön plana çıkan bir psikolojik yapısı ve ideolojik duruşu vardır. Bu anlamda Önderliğe çok sıkı bir derinliğine bağlılığı söz konusudur. Uluslararası Komplocu güçler bunu hesaplayamadılar ve doğru okuyamadılar; dolayısıyla tahminleri ve hesapları doğru çıkmadı.
‘PKK BUGÜN ORTADOĞU DENKLEMİNDE GÜÇLÜ BİR AKTÖR OLARAK YER ALMAKTADIR’
Şimdi üzerinden 14 yıl geçmiş bulunuyor ve bugün yetkinleşmiş bir PKK ve KCK yönetim yapısı ile profesyonelleşmiş bir HPG yapısı vardır. Kolektif öncülüğü geliştiren ve bunu dalga dalga tabana yayarak kendine özgü yeni bir yönetme modeli geliştiren çok direngen ve tecrübeden yoğunlaşmış bir kadro birikimi ve yönetimsel yapı söz konusudur. Bu anlamda denenerek ve sınanarak çelikleşmiş bir militan duruştan bahsetmek mümkündür. Yine tecrübe açısından oldukça yoğunlaşmış bir yönetim durumu vardır ve bu artık parti olmaktan çıkarak bir sisteme dönüşmüştür. Bugün sadece PKK’li kadroları değil, binleri yönetime katan ve binlerin yönettiği dev bir kitlesel harekete dönüşmüştür. Yani PKK hareketi 14 yıl öncesine göre çok daha güçlenmiş bir hareket olarak bugün Ortadoğu denkleminde güçlü bir aktör olarak yer almaktadır.
Uluslararası Komplo öncesinde hareketimizin örgütlü yapısı daha çok Kuzey’e dayanıyordu ama bugün ulusal boyutta ve her zeminde daha yetkin ve daha örgütlü bir yapılanma söz konusudur. Uluslararası Komplo’nun amacı Önderlik çizgisini tasfiye etmek ve güç olmaktan çıkarmaktı ama bugün Önder Apo’nun çizgisi Ortadoğu bölgesinde ve Kürdistan’ın dört parçasında en etkili çizgi durumundadır. Bundan hareketle biz “Uluslararası Komplo boşa çıkarılmıştır, sonuç almamıştır” ve hatta “yenilmiştir” diyoruz. Açık ki bu tespitler sıradan verilere dayanmamaktadır. Ortada çok güçlü olgular vardır. Komplo amacına ulaşmamıştır; PKK hareketi büyümeyi ve güçlenmeyi sürdürmüştür.
Bunda tabii ki Önder Apo’nun, çok zor koşullarda olmasına rağmen gerçekleştirdiği paradigmasal değişimin ve çağcıl bakış açısını yakalama gücü ile derinliğinin önemli bir rolü vardır. Hem yeni paradigmayı üreterek gündemleştirmesi ve hem de orada sağladığı çok anlamlı, değerli, sabır dolu ve ısrarlı tutumu ile direnişinin bu süreçte belirleyici payı vardır. Tabii ki buna bağlı olarak halkımızın yüksek fedakarlığı, yine kadroların çok yüksek kahramanlık düzeyinde destanlar yaratan direnişi ile büyük bir azimle mücadeleye bağlı kalarak, insan üstü bir biçimde zorluklarla boğuşmasının rolü çok fazladır. Özellikle şehitlerimizin bu konudaki rolü kesinlikle belirleyicidir. Bütün bu emek yoğunlaşması, yani şehitlerin, Önderliğin ve milyonların PKK kadroları öncülüğünde emek vermesi, alın teri ve kan dökmesi neticesinde bugün oluşmuş bir KCK sistem gerçekliği söz konusudur.
‘ULUSLAR ARASI KOMPLO TÜMÜYLE SONUÇSUZ KALMIŞ VE YENİLMİŞTİR’
Önder Apo dışarıdayken 1973 başlangıç hesap edilirse 26 yıllık mücadele süreci içerisinde geliştirdiği felsefe ve düşünce sistemiyle, teorisiyle ve pratiğiyle, duruşuyla ve yaşamıyla, temposuyla ve emeğiyle kendisini kanıtlamış bir halk lideridir. Esir alındı ve İmralı İşkence Sistemi’ne konuldu. Ancak Önderliğimiz İmralı’da bulunduğu bu 14 yıl içerisinde Önderliksel gerçekliğini bir kez daha kanıtlamış ve bunu daha da pekiştirmiştir. Artık sökülmemecesine etki bırakan bir güç haline gelmiştir. Bu anlamda da “Uluslararası Komplo tümüyle sonuçsuz kalmış ve yenilmiştir” demek yanlış değildir. Çünkü bugün artık dost da düşman da şunu kabul ediyor: Önder Apo, milyonlar üzerinde büyük etkisi olan iradi bir güçtür. Bu gerçeklik bugün herkes tarafından kabul gören bir gerçeklik durumundadır. Dolayısıyla böyle gerçeğe dönüşmüş, hakikate ulaşmış bir halk önderliğinin esaret altında tutulması, o toplumun esaret altında tutulması anlamına gelmektedir.
Tarihte benzer örnekler görülmüştür; toplumlar kendi liderlerine sahip çıkarak önderlerini özgürleştirmişlerdir. Bugün Kürt halkı da aynı yolu izlemekte ve aynı şeyi yapmaktadır. Nasıl ki Güney Afrika halkı Nelson Mandela’ya sahip çıkarak 27 yıl ardından onu ve aynı zamanda kendisini de özgürleştirmişse, Kürt halkı da 14 yıldır bu mücadeleyi yürütmektedir ve artık önderliğini özgürleştirme temelinde kendisinin de özgür olmak istediğini her fırsatta ortaya koyar hale gelmiş bulunmaktadır.
‘AB VE ABD KOMPLO SÜRECİNE SON VERMELİ, KÜRT HALKININ HAKLI DAVASINI TANIMALIDIR’
Sonuç olarak halkımızın bu yıldönümünde Uluslararası Komplo’ya karşı sergilediği tutum ve hareketimizin sağladığı gelişme temelinde gerçekler çok daha iyi bir biçimde açığa çıkmıştır. Kürt toplumuna şiddet uygulama ve devlet terörüne tabi tutma hiçbir biçimde sonuç almayacaktır. Ben burada özellikle başta ABD ve AB olmak üzere bu komploda yer alan tüm uluslararası güçlere şunu söylüyorum: Kürt halkının haklı mücadelesini görmeniz için daha ne kadar zamana ihtiyaç vardır. Bu halkın yürüttüğü haklı mücadelesine karşı, Türk devletinin sömürgeci, baskıcı politikalarını ve Uluslararası Komplo çizgisini sürdürmeyi neye dayandırıyorsunuz? Ekonomik ve siyasi çıkarlarınız uğruna Kürt halkının haklı davasını terörizm olarak görüp Türk devletinin devlet terörünü desteklemekten vazgeçmelisiniz. Bilinmeli ki, eğer bugün Kürt sorunu diye bir sorun varsa bunda Avrupa devletlerinin bu politikasının yeri çok fazladır. Avrupa devletleri bu gerçeği göreceğine, Fransa’da, İspanya’da, vb. yerlerde habire Kürt siyasetçilerini tutuklama peşinde koşmaktadırlar. Bu insanlık gerçeği açısından bir rezalettir. Avrupa ve ABD bu politikadan bir an önce vazgeçmeli, komplo sürecine son vermeli ve Kürt halkının haklı davasını tanımalıdır. Bu rezil pozisyondan ve ikiyüzlülükten kurtulma ancak böyle mümkün olabilir.
‘ÖCALAN’IN ÖZGÜRLEŞMESİNİN ZAMANI GELMİŞTİR’
Aralarında tanınmış bilim adamı ve entelektüellerin de bulunduğu bir grup aydın tarafından The Guardian Gazetesi’ne bir ilan verilerek Öcalan’ın özgürlüğü istendi. Siz bu girişimi nasıl karşılıyorsunuz?
Uluslararası düzeyde tanınmış, önde gelen entelektüellerin ve bilim adamlarının da içinde bulunduğu bir grup aydın tarafından The Guardian Gazetesi’ne böylesi anlamlı bir ilanın verilmesi elbette ki önemlidir. Aynı şekilde daha önce de Irak Parlamentosu’nda da 83 milletvekilinin imzaladığı, “Öcalan’a Özgürlük Çağrısı” vardı. Yine Desmond Tutu’nun da aralarında bulunduğu birçok tanınmış kişinin altına imza attığı “Barış ve Diyalog Grubu” adı altında yapılan çağrı da vardı. Bugün herkes şunu görmektedir: Önder Apo’nun özgürlüğü, Kürt halkının özgürlüğüdür. Önder Apo’nun özgürlüğü, barıştır. Önder Apo’nun özgürlüğü, sadece Türkiye’de değil, Suriye’de, Irak’ta, İran’da ve Ortadoğu’da yeni bir toplumsal uzlaşı sürecinin başlamasıdır ve barışın bölgesel düzeyde gerçekleşmesi için önemli bir kilometre taşıdır. Bu gerçeklik, bugün dünya çapında bakışa sahip olan aydın kesimler tarafından da görülmektedir. Dolayısıyla bu tür çağrılar çok anlamlı, değerli ve yerini bulan çağrılar durumundadır. Artık Önder Apo’nun özgürleşmesinin zamanı gelmiştir. Bu yalnızca bir devleti, sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir durum değildir. Artık bu kendisini dayatan bir gerçekliktir.
Öcalan’ın özgürlüğü amacıyla Kürtlerin de geliştirmiş olduğu süresiz özgürlük nöbeti eylemi ve yine uluslararası çapta imza kampanyası vb. etkinlikler de var. Bu etkinlikler için neler belirtilebilir?
Önderliğimizin özgürlüğü amacıyla Strasbourg’daki Avrupa Konseyi önünde gerçekleştirilen “Özgürlük Nöbeti” ile daha geniş ve kapsamlı olarak uluslararası düzeyde başlatılmış bulunan “Abdullah Öcalan’a Özgürlük İmza Kampanyası” çok yerinde ve değerli eylem biçimleridir. Özellikle “Abdullah Öcalan’a Özgürlük Kampanyası”, bugün yaygınlaşan bir düzeyde gelişmektedir.
Ben bu kampanyaya özellikle yurtdışında bulunan bütün Kürtlerin bir kadro gibi katılım göstermeleri gerektiğini; yani sadece imza atmakla yetinmeyip, kampanyayı örgütlemeyi ve yaygınlaştırmayı kendilerine bir görev olarak görmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum ve tüm yurtseverleri bu göreve çağırıyorum. Her Kürdistanlı yurtsever, yaşadığı sokağında ve mahallesinde en az 50 komşusunun imzasını alabilmelidir. Önder Apo, Kürdistan’daki jenoside ve zalim sömürgeci gerçekliğin 12 Eylül faşizminde geliştirdiği o vahşete karşı başkaldırmış bir önderliktir. İnsanlığına sahip çıkmıştır, insani duygulara ve hislere sahip bir önderlik olarak görevini yapmıştır. O bir suçlu değildir. Bir suçlu varsa, o da bu sömürgeci-faşist sistemi Kürdistan’da uygulayan, Kürdistan’da zulüm ve soykırım yapan, Kürt halkının dilini, kültürünü ve varlığını yasaklayan zihniyettir. Bu zihniyet bu amacına ulaşmak için yüz binlerce Kürdün katliamdan geçirilmesini reva görmüştür.
Şimdi eğer tarih vicdana gelecekse ve tarihsel gerçeklikler açığa çıkacaksa, o zaman kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu gerçekliği de net bir biçimde ortaya konulmak zorundadır. Kürt halkı mazlum ve mağdur bir halktır. Kürt Halk Önderliği, mağdur edilmiş, mazlum bir halkın önderliğidir ve Kürdistan’ı sömürgeleştiren, parçalayan, Kürdistan’da büyük katliamlar ile trajediler yaşatan sömürgeci zihniyet, mevcut sonuçların birinci elden gelen sorumlusudur.
‘KÖKLÜ VE KALICI BARIŞIN ZAMANI GELMİŞTİR’
Artık toplumsal uzlaşma çerçevesinde bölge halklarının, birbirine düşmanca değil kardeşçe yaklaşmasını ve saygı duymasını, yine birbirinin kültürünü yasaklamayı değil, kültürlerin bir arada yaşamasını bir zenginlik olarak görmesi perspektifinden hareketle köklü ve kalıcı barışın gelişme zamanı gelmiştir.
Bu anlamda başta imza kampanyası olmak üzere yürütülen tüm eylem ve etkinliklerin çok büyük bir değeri ve anlamı vardır. Artık bunların hepsi Kürt halkı ve dostları tarafından hem ulusal ve hem de uluslararası düzeyde gündemde tutulması ve mutlaka yapılması gereken görevler durumundadır. Çünkü Önder Apo’nun özgürlüğü, Türkiye’ye, Kürdistan’a ve tüm Ortadoğu bölgesine yepyeni bir imajı ve yepyeni bir perspektifi beraberinde getirecektir. Dolayısıyla diğer halkların da böyle bir şeye ihtiyacı olduğuna göre, herkesin aslında böyle bir çabaya katkı sunması gerektiği de açık ortadadır.
‘AKP’NİN YENİ BİR POLİTİKAYLA SÜRECE YAKLAŞMASI GEREKMEKTEDİR’
İkinci bir BDP-DTK heyetinin İmralı’ya gideceği konusu kamuoyunda sıkça tartışılıyor. Yine aile görüşmelerinin de olacağı söyleniyor. Görüşmeler konusunda önemli bir gelişmenin varlığından bahsetmek mümkün mü?
Bu konuda AKP hükümeti çok planlı bir kamuoyu çalışması yapmakta ve kamuoyunu yönlendirmektedir. Kürt sorunu Türkiye’nin ve bölgenin en ciddi sorunlarından birisidir. Hatta en başta gelen bir sorundur. Bu sorunun çözümü artık olmazsa olmaz bir biçimde kendisini gündeme dayatmıştır. Fakat bu sorunu çözmek için öncelikle çözüm paradigmasına ulaşmak gerekmektedir; ciddi ve tutarlı bir siyasal duruşa ve yine siyasal bir iradeye kesinlikle ihtiyaç vardır. Bu sorun, sıradan yaklaşımlarla, tek bir çağrıyla ya da yapılacak birkaç görüşmeyle çözümlenecek bir sorun değildir. Bu sorun, ciddi yaklaşıma ve siyasal bakış açısına dayanan bir proje temelinde çözülebilecek bir sorundur. “Bunların hiçbiri AKP’de yoktur” demiyorum; olabilir. AKP eğer bu konuda karar verirse ve gerçekten pratikte çözümleyici adımlar atarsa, bu sorun elbette ki çözebilecek durumdadır. Ama bunun için yüzeysel yaklaşımları ve egemenlikçi bakış açısını aşması ve öncelikle şiddeti tümüyle bir tarafa bırakarak yeni bir politikayla sürece yaklaşması gerekmektedir.
‘DEVLET ÖNCE SÖMÜRGECİ BASKI VE ŞİDDET SİSTEMİNİ DURDURMAK ZORUNDADIR’
Bu konuda henüz daha devlet ve hükümet katında ciddiye alınabilecek bir pratik adım atılmadı. Sanki çözüm için her şey yapılmış, gereken ne varsa AKP hükümeti yerine getirmiş ve sorun sadece İmralı’da Önder Apo’nun açıklamasına kalmıştır, gibi bir hava yansıtılıyor. Yine sanki “BDP veya DTK heyeti İmralı’ya giderse sorun çözülecekmiş” gibi gösteriyorlar. Böyle bir durum yok. Sorun çok ağır ve ciddi bir sorundur. Bu sorunun tümünü bir kerede çözelim de demiyorum. Adım adım ilerlemek gerekiyor. Ama bunun için öncelikle hükümetin, parlamentonun ve devletin yapacağı şeyler vardır. Her şeyden önce Kürt halkı ve yanına gidilerek kendisiyle görüşülen Önderliğimiz üzerinde büyük bir baskı sistemi vardır. Her gün KCK operasyonları, askeri operasyonlar, hava saldırıları ve İmralı’daki tecrit devam ediyorken, yine en son olarak gerçekleşen Paris Katliamı ortadayken, sanki kendilerince her şey yapılmış da, geriye Kürtlerin adım atması kalmış gibi göstermeleri büyük bir çarpıtmadır. Devlet önce sömürgeci baskı ve şiddet sistemini durdurmak zorundadır. Eğer Kürt halkıyla diyalog geliştirilip barış yapılacaksa önce bu ötekileştiren, düşmanlaştıran ve hedefleyen baskı sistemini durdurması gerekmektedir.
PARİS KATLİAMI
Mesela AKP, Paris Katliamı’yla ilgili şimdiye kadar bir şey söyledi mi? Hayır. “İç çatışmadır” dediler ve günlerce bunun propagandasını yaptılar. Ama şimdi ortaya çıktı ki öyle değil; Türkiye kaynaklı bir saldırı olduğu kesinleşmiştir. AKP bunu nasıl izah edecek? Bu olayı gerçekleştiren kişi onlarca kere açık açık Ankara’ya gelmiş, görüşmeler yapmış ve oradan yönlendirildiği açıktır. Açık dolaşmış, kredi kartıyla onlarca kez alış-veriş yapmış; Türkiye’de yapmış, Almanya’da yapmış. Yani gizlenemeyecek bir biçimde Türkiye kaynaklı bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu kişi hakkında 25 sayfalık bir dosyayla Başbakan’a bilgi verildiğini bilmekteyiz. Nereye gelmiş, kimlerle görüşmüş, nereye bağlı gibi konuları şu an Başbakan Erdoğan’ın bilmekte olduğunu ben iyi biliyorum. Şimdi bütün bu durumlar netleşmeden ve bir güven ortamı oluşmadan çözüm nasıl gelişecektir?
‘SÜRECİN SAMİMİYETİNE DAİR ÇOK BÜYÜK BİR KUŞKU TAŞIMAKTAYIZ’
Kısaca devletin ve hükümetin yapması gerekenler vardır. Bunları hiç yapmadan ve hiçbir adım atmadan tek taraflı olarak Kürt tarafından -hem de bu baskı cenderesi yürürlükteyken- adım atılmasını istemek ne kadar adil bir şeydir? Şimdiye kadar bir devlet heyetinin İmralı’da Önderliğimizle görüşme yapması ve siyasi bir heyetin İmralı’ya gidişi dışında atılmış tek bir olumlu ve güven verecek adım yoktur. Tersine ha bire fırsat kollayıp bizi imha etmeye dönük çabalar gelişmektedir. Dolayısıyla biz bu sürecin samimiyetine dair çok büyük bir kuşku taşımaktayız. Yoğun bir psikolojik atmosfer içerisinde Kürt tarafını baskı altına alma, güçleri içerisinde çelişkiler yaratma, böylece zayıflatarak darbe vurma ve tasfiye etmeyi ön plana çıkaran bir tablo gözükmektedir. Görülen budur; ezme ve tasfiyeyi hedefledikleri görülmektedir.
“Çözüm istiyoruz, bu süreç çözüm sürecidir” diyorlar ama ortada bir çözüm projesi yok. Türkiye Başbakanı her gün konuyla ilgili konuşuyor ama bu sorunu nasıl çözmeyi düşündüğünü izah etmiyor. Çözüm süreci nasıl gelişecek; PKK tasfiye edilerek mi gelişecek, yoksa bir uzlaşma ve ortak noktada buluşma temelinde mi gelişecek; bu nokta net değildir. Bütün çabaları, silah bıraktırmaya dönük herkesi devreye koymaya çalışmaktır. Ama siz hiçbir adım atmadan bunu dayatırsanız, bu, süreci tıkatır. Önceki hükümetler de sürekli “silah bıraksınlar, teslim olsunlar” demişlerdir ama hiçbir sonuç da alamamışlardır. Şimdi de farklı bir üslupla aynı şeyin dayatılması söz konusudur.
Bu ağır ve köklü sorun, ancak karşılıklı ve belli bir güven temelinde ele alınırsa çözülebilinir. Bu belirttiğim hususlar elbette ki önemli hususlardır. Bu hususları dikkate almadan, AKP’nin mevcut sürdürdüğü tarzın ve tutumun sürdürülmesi halinde sürecin ilerlemeyeceği ve tıkanacağı açıktır. Öncelikle Kürt tarafının zayıflatılmasını esas alan yaklaşımlar değil, karşılıklı birbirini anlama temelinde çözüm yaklaşımları gündemleşmek zorundadır. Bu anlamda güven arttırıcı pratik adımlara ihtiyaç vardır. Ama bunlar yapılmadan, bir taraftan saldırılar devam ediyor, öbür taraftan ise BDP baskılanarak hareketle arasına çelişki sokulmaya çalışılıyor; sürekli bastırmayla sonuç alınmak isteniliyor. Böyle yaklaşılırsa biz bu çözüm anlayışının samimiyetine nasıl güvenebiliriz ki?
‘8 BİN KÜRT SİYASETÇİSİ NEDEN CEZAEVİNDE?’
Şimdi Türkiye Başbakanı, Mardin’e geldi, iki gündür orada konuşuyor. “Silahı gömün” demekte “savaş kolaydır, barış zordur, biz zor olana talibiz”, “silahların susması için çaba harcayacağız”, “silahlar sussun, fikirler konuşsun, siyaset konuşsun” demektedir. Tek başına çıkıyor kürsüye, karşısında duran yok, soru soran yok, kendisi konuşuyor. Peki, silahlar sussun siyaset konuşsun diyorsan neden 8 bin Kürt siyasetçisi cezaevine atılmıştır. Neden suçu sadece ve sadece konuşmak olan siyaset yapmak olan, hayatında eline bir bıçak bile almamış binlerce kişi tutukludur. Neden bu kadar belediye başkanı, belediye ve il meclis üyeleri, seçilmiş insan şu anda tutuklu durumdadır. Van belediye başkanı ne yaptı da tutuklandı. Ortada bu kadar gerçek varken nasıl silahlar sussun siyaset konuşsun sözüne inanacağız. Kürt halkı kulağa hoş gelen bu sözlere nasıl inanacaktır! Halbuki bu sorunun çözümü için önce kendisinin atması gereken adımlar vardır ve bunlardan hiç bahsetmemektedir. Bir taraftan halkı bize karşı tavır almaya, karşı çıkmaya çağırıyor, öbür taraftan “barış yapacağız” diyor. Güzel ama siz barış için ne yapacaksınız? Bu silahlı mücadele durup dururken başlamadı; bir amacı vardır.
Ortada Kürt milleti sorunu vardır. Devleti ve hükümeti temsilen bu sorunu çözmek için üzerindeki sorumlulukların gereğini yerine getiriyor musun? Eğer getiriyorsan pratik adımları görülmelidir. Pratikte hiçbir temeli olmayan bazı sözleri söylemekle bu iş olmaz. Toplumsal barışın koşullarını yaratmak gerekiyor. Bunun için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Siz üzerinize düşeni yaparsanız biz de üzerimize düşeni yaparız. Burada hükümetin de bizim de yapmamız gerekenler vardır. Ama öncelikle egemen olan gücün, yani devletin ve hükümetin bu konuda atması gereken adımlar vardır.
‘ÖNDERLİĞİMİZ YENİ BİR YOL HARİTASI SUNABİLİR’
BDP İmralı’ya gidecek olan heyette kimlerin yer alacağını kamuoyuna duyurdu. Bu konuda bir şey diyor musunuz?
Benim bu konuda diyeceğim bir şey yoktur. Herhangi bir şey söylememe de gerek yoktur. BDP bir iradedir. Kendileri böyle uygun görmüş, böyle belirlemiş; biz saygı duyarız. Hükümetin bu konuda esas aldığı şey BDP’yi bir irade, bir kurum olarak tanımama ve bireyleri esas alma tutumudur. Bu yanlıştır. Bu aynı zamanda BDP’ye inisiyatif tanımama tutumudur. Her şeyi kendi kontrolünde yürütmek isteme olumluya yorumlanamaz. BDP sürece dahil olacaksa kendi belirlediği isimlerle ve kurumsal olarak sürece dahil olmalıdır. Bunun dışında olabilecek yaklaşımları BDP’nin kabul etmeme hakkı vardır. Fakat büyük ihtimalle belirlenen isimler gider. Eğer biraz önce izah ettiğimiz noktalarda Önderlik açısından ikna edici durumlar gelişirse, muhtemelen Önderliğimiz onların istediği gibi tek taraflı bir çağrı değil her iki tarafa çağrı anlamına gelen yeni bir Yol Haritası’nı sunabilir. Önemli olan bunun karşısında hükümetin nasıl tavır alacağı ve ne gibi pratik adımları atacağı hususudur.
Bu konuda herkes şunu bilmeli; biz Kürt tarafı olarak çözüm için yapılması gerekenleri yapıyoruz. Önemli olan AKP hükümetinin ne yapacağıdır. Bu diyalog sürecinin bir çözüm sürecine dönüşmesi ve hakiki bir barışın gelişmesi için Türk devletinin ve hükümetinin tutumu belirleyici olacaktır.
Peki, sorunun gerçekçi çözümü için anayasal bakış açısı nasıl olmalıdır?
Bu ülkenin ve bu Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürt halkının büyük katkıları vardır. Çokça söyledikleri Çanakkale’de elbette ki Kürtlerin güçlü katılımı yaşanmış ve şehitler verilmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşunda Kürtler kurucu bir öğedir.
Ancak Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından, 1924’ten sonra iki kesim dıştalanmıştır: Bu kesimlerden birincisi Kürtlerdir. Kürtler, Cumhuriyet’ten tümden dışlanmışlardır, karşıya alınarak teslim alınması öngörülmüştür. Dıştalanan ikinci kesim ise, mütedeyyin-muhafazakar kesimlerdir. Onlar da dıştalanmışlardır. Cumhuriyet tarihi boyunca mütedeyyin-muhafazakar kesim üvey evlat muamelesi görürken, Kürtler ise ismi bile yasaklanarak, bahsi bile edilmemesi gereken bir varlık olarak telakki edilmiştir.
‘YENİ ANAYASADA KÜRTLERİN YER ALMASI GEREKİYOR’
Bu tarihsel gerçeklikten günümüze geldiğimizde, bugün muhafazakar kesim iktidarda bulunmaktadır. Devlette ve hükümette etkili bir güç haline gelmiştir. Bunda da Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin rolü vardır. Bizim mücadelemiz derin devleti, Ergenekon’u ve katı Kemalist bakış açısına dayanan kesimleri başarısız kılmış, yıpratmış, teşhir edilmesine ve iktidardan düşürülmesine zemin sunmuştur. Bundan yararlanan muhafazakar kesim bugün iktidara çok rahat bir biçimde hakim hale gelmiştir. Fakat nankörlük yapılmadan şu bilinmeli ki, bugün gelinen düzeyde Kürt halkının direnişinin yeri fazladır. Bugüne kadar tersine çevrilmiş toplumsal gerçeklik, ayakları üzerine oturtmaya uygun bir zemin oluşmuştur. İnsanları zorla kalıba sokma, kılık kıyafetten, dil ve kültüre kadar tek düze bir tip yaratmak isteyen paradigma sonuçsuz kalmıştır. Gelinen bu aşamada artık kırgınlıkları giderecek gerçek bir toplumsal uzlaşmayı sağlayacak yeni bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Bu anlamda toplumsal sözleşmenin diğer bir adı olan Anayasanın bu gerçekliğe oturtulması büyük önem taşımaktadır. Yeni toplumsal sözleşmede Kürtlerin eskisi gibi dışlanması değil, artık yer alması gerekiyor. Ve Türkiye’de yaşayan tüm farklı kesimlere yer veren yeni bir anayasal bakış açısıyla Türkiye toplumu kendini yeniden biçimlendirmek zorundadır. Kimsenin kimseyi dıştalamadığı, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü, uzlaşı içerisinde bir arada yaşamanın zemini böyle geliştirilebilir.
Eğer AKP liderliği gerçekten insani ve vicdani yaklaşıyorsa, Kürt halkının 90 yıldan bu yana çektiği acıları gözeterek soruna yaklaşmalıdır. Biz çözüm perspektifinin Cumhuriyet’in ilk kuruluşunda Meclis tarafından kabul edilen perspektif olduğunu söylüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yaşayan herkesin kardeşçe ve eşitçe yaşaması için 1921 Anayasası temel alınabilir. Ve özellikle 9 Şubat 1922’de Meclis’in 63’e karşı 374 oyla kabul ettiği 20 maddelik Kürt reformu, sorunun çözümünde temel referans alınabilir. Biz bunu söylüyoruz. Eğer AKP samimiyse demagoji yapmadan, 1921 Anayasa taslağını önüne koyup ona göre yeni bir anayasa çerçevesinde Kürt sorununun kalıcı bir biçimde çözümüne dönük adım atarsa biz buna sonuna kadar katkı sunar ve karşılık veririz. Önder Apo bu çerçeveyi esas almaktadır.
‘KÜRTLERİ MİLLET OLARAK TANIMAYAN, ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ HEDEFLEMEYEN HERHANGİ BİR PROJE BARIŞ GETİREMEZ’
Kürtler de bir millettir. Bu milletin millet olmaktan kaynaklı hakları vardır. Bunlar doğal ve insani haklardır. Daha başka bir şey istenilmiyor. Haksızlığa uğramış bu halkın tarihsel süreç içerisinde yoğunlaştırarak ortaya çıkardığı bir önderliği vardır. Bu önderliğin bugün çözüm gücü olma misyonu varsa, onun tecrit altında ve esaret altında tutulması ne ile izah edilecektir? Biz açıkça söylüyoruz; bizi millet olarak tanımayan ve Önder Apo’nun özgürlüğünü hedeflemeyen herhangi bir proje barış getiremez. Bir projenin bu topraklarda toplumsal uzlaşmayı sağlaması için bu iki faktörü eksen alması gerekmektedir. Kürtlerin bir millet olma gerçekliğini ve Önder Apo’nun özgürleşmesi gerektiğini dışlayan, bunu görmeyen ve teğet geçen herhangi bir proje, bu sorunu köklü bir biçimde çözemez ve barışı geliştiremez. AKP bu konuda samimiyse, bu çerçevede yaklaşım geliştirerek sorunun köklü ve kalıcı çözümünün önünü açabilir. Bundan herkes kazanır; Türkiye de kazanır, Kürt halkı da kazanır. Bununla Türkiye parçalanmaz, daha da güç kazanır ve daha da zenginleşir.
‘MHP, PKK’YE KARŞI MÜCADELE DAİRESİ GÖRÜNÜMÜNDE’
Bu süreçte dikkat çeken diğer bir şey ise MHP’nin açıklamaları. Her yaptıkları açıklamada Kürt halkını hedefleyen bir çizgi izleniyor. Siz bu açıklamaları nasıl karşılıyorsunuz?
Şimdi dikkat edilirse biz şuana kadar MHP’ye hiç cevap vermiş değiliz; muhatap almıyoruz. Ama sonuçta o da bu ülkenin bir gerçeğidir ve dayandığı belli bir taban vardır. Fakat kendisine TBMM’deki bir parti değil de “PKK’ye Karşı Mücadele Dairesi” gibi bir görüntü verdiriyor. Evet, bütün açıklamaları Kürt halkına karşı yapılan açıklamalardır. Halbuki sen bir partisin, önce bu ülkenin sorunlarına ilişkin çözüm perspektifin nedir, onu ortaya koyman gerekiyor.
Kürt halkı da bu ülkenin bir gerçeğidir. Kürt sorununu bu halk yaratmamış, TC’nin kuruluşu ardından, egemenlerin yaklaşımıyla bu sorun yaratılmıştır. Başta 1921 Anayasası konulmuş, herkes bunda mutabık olmuş. Ancak Lozan Antlaşması’ndan sonra Kürtlere sırt dönülmüş, verilen sözler tutulmamış. 1924 Anayasası’yla Kürtler inkar edilmiştir. Bu bir haksızlıktır ve sen MHP’li de olsan, milliyetçi de olsan bu haksızlığı göz ardı edemezsin; üstünü de kapatamazsın. Kürtler bu haksızlığı kabul etmiyor. Eğer sen bu ülkenin bir partisiysen senin de bu gerçeği görmen gerekiyor. Karşıt da olsan, milliyetçi de olsan bu bir gerçektir. Peki, senin bu soruna çözümün nedir?
‘SÖMÜRGECİ, FAŞİST VE IRKÇI ZİHNİYET’
Ama bırakın çözümü, sürekli Önderliğimize hakaret, Kürt halkına hakaret ve hareketimize hakaret söylemleriyle gündem oluşturmaya çalışmaktadırlar. Biz insafa gelmelerini diliyoruz, başka da söyleyecek bir şey yok. Sömürgeci, faşist ve ırkçı zihniyet olur da bu kadarı olmaz. Yaşadığımız bu çağda böyle bir zihniyetle hiç kimse hiçbir yere varamaz. Bu Türkiye’nin birliğini sağlayan değil, Türkiye’yi parçalayan ve birliğini dinamitleyen bir bakış açısıdır. Bugün MHP’nin Türkiye’nin birliğini savunduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bugün Türkiye’nin halklar mozaiğinin nasıl kalıcı bir birliğe dönüşebileceğinin teorisini biz gündeme getiriyoruz. Ama eğer bu kabul edilmezse, işte o zaman birliğin parçalanma olasılığı gündeme gelecektir.
Kısaca ben fazla cevap vermek istemiyorum fakat toplumumuz da, Türkiye toplumu da bunları bilsin. Kürt halkına karşıtlık eksenine dayalı bir siyasal organizasyonun nasıl bir siyasal organizasyon olduğunu varsın kamuoyu belirlesin. Eğer Türkiyeli bir partiyse, bu partinin Türkiye’nin temel sorunlarına dair bir çözüm formülüne sahip olması gerekiyor. Ama bu siyasi bakış açısında böyle bir formül yok; sadece yok etme ve öldürme var. Onu da 90 yıldır yapamadınız, peki bundan sonra ne yapacaksınız? Eğer öldürme derseniz Kürtler de kendini savunabilecek askeri bilgiye, ideolojik-teorik birikime sahip hale gelmiş bir halktır. Kaldı ki zaten 30 yıldır savaşıyorsunuz; buna rağmen yenemediniz. Bu bir gerçektir ve bu temelde bir yaklaşımı geliştirmeleri gerektiği açık ortadadır. Gerçek anlamda Türkiye’yi seven, yurtsever olan tüm kesimlerin öncelikle Kürt sorununu doğru çözmeye yönelmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Türkiye geleceğinin Kürt halkının yok edilmesine dayandırılması Türkiye’yi daha büyük felaketlere sürükleyeceği açıkça ortadadır. Bu açıdan ben herkesi bu gerçekleri daha doğru görmeye çağırıyorum.
‘HAREKETİMİZ ÖNDERLİĞİMİZİN ÇİZDİĞİ ÇERÇEVE TEMELİNDE BİR ÇÖZÜM MODELİNE AÇIK OLACAK, KATILIM GÖSTERECEKTİR’
Geçtiğimiz hafta yaptığınız bir açıklamada yakın geçmişte PKK Yürütme Komitesi ve KCK Yürütme Konseyi Toplantılarını yaptığınızı ifade etmiştiniz. Bu toplantılarda sürece ilişkin almış olduğunuz yeni kararlar var mı? Eğer varsa bizimle paylaşmanız mümkün mü?
Evet. Hareket olarak PKK Yürütme Komitesi ve KCK Yürütme Konseyi Toplantılarını gerçekleştirmiş bulunmaktayız.
Bu toplantılarda öncelikle 2012 yılı pratik süreci değerlendirilmiştir. 2012 yılında kat edilen mesafe nedir, ne değildir, yine bu mücadele süreci içerisinde ortaya çıkan yetersizlikler nelerdir; bunlar tespit edilmiştir. Yetersizlik yaşayan ve yetersizliği bilinen kimler ise onlara dönük eleştiriler yapılmış, özeleştiriler alınmıştır. Kısacası yıl pratiğini etraflı bir biçimde değerlendirmeye tabi tutan ve bu temelde önümüzdeki mücadele yılının perspektifini netleştiren bir toplantılar dizisi gerçekleşti. Elbette ki siyasal süreç çok etraflıca değerlendirildi. Çok yönlü bir biçimde bölgenin durumu tartışıldı. Mücadelenin gelip dayandığı süreç ve taşıdığı özellikler etraflıca analize tabi tutuldu. Yine Önderliğimizin, giden DTK heyetiyle yaptığı görüşmenin yansıyan kısımları gündemleşti ve Önderliğin çözüm için her iki tarafın atması gereken adımlar hakkında çizdiği çerçeve-perspektif uygun görüldü. Yani Önderliğin orada çizdiği çerçeve temelindeki bir çözüm modeline hareketimizin açık olacağı ve katılım göstereceği kararlaşması gelişti. Fakat AKP’nin çözüme dair güven vermediği de ortak bir görüş olarak belirlendi.
‘ÇOK BOYUTLU ENTEGRE STRATEJİSİ’
Yani yönetimimiz, AKP’nin daha çok 2011-2012 süreci içerisinde amaçlarına ulaşamaması, hareketimizi geriletememesi, tersine hareketimizin bir yükselişi kazanması ve Türk devletinin Ortadoğu bölgesinde misyonuna dönük rolünü oynayamaması ile bu konuda belli bir tıkanmayı yaşaması sonucu “çok boyutlu entegre stratejisi” adını verdiği çerçevede İmralı’da Önderliğimizle görüşme sürecini başlattığı tespitini yapmıştır. Samimi, ciddi ve tutarlı bir yaklaşımı görülmemektedir. Toplantımız, AKP’nin bu tutumunun daha çok oyalama, zaman kazanma ve darbe vurmaya dönük bir manevra olduğu yönündeki tespitlerle birlikte, Önderliğimizin süreci çözüme dönüştürmek ve Türk devletini çözüme zorlamak yönünde çabalar sergilediğini belirledi. Önderliğimizin çözüme dönük geliştireceği yeni perspektiflere de açık olacağımızı kararlaştırdı. Bu temelde iki eksen üzerinde bir çalışma perspektifi somutlaştırılmıştır:
‘2013 YILI BÜYÜK HAMLE YILI OLARAK PLANLANDI’
Öncelikle 2013 yılı büyük bir hamle yılı olarak planlanmıştır. 2012 yılında geliştirilen hamle, bir ölçüde yarım kalan bir hamle yılı oldu; zaman yetmedi ve çeşitli daha farklı nedenlerden dolayı başarılı bir hamle süreci olmasına rağmen tam sonuç elde etme bakımından eksikleri bulunan bir mücadele süreci oldu. Bu açıdan 2013 yılında bunu tamamlama, hem savunma alanında, hem siyasi ve örgütsel alanda, hem de diplomatik alanda ve uluslararası düzeyde süreci doğru değerlendirmek ve mücadeleyi başarıya taşımak için şimdi daha güçlü verilerin bulunduğunu, bu verilere dayanarak hareketimizin 2013 yılını başarılı bir hamle yılına dönüştürmesi çerçevesinde bir planlama ve kararlaşma geliştirilmiştir. Bu temelde tüm güçlerin yoğun çalışma ve hazırlık içinde oldukları vurgulanarak daha güçlü ve kesin başarıya kilitlenmiş bir düzeyin yakalanması için yapılacakların çerçevesi çizilmiş, ideolojik, siyasi, sosyal, örgütsel ve gerilla alanlarında netleşen bir mücadele perspektifi ve planı somutluk kazanmıştır.
Ancak ikinci eksen olarak ise, Önderliğin yürüttüğü diyalog süreci eğer gerçekten bir çözüm sürecine dönüşürse, bu çerçevede Önderliğimizin bizlere dönük olabilecek perspektiflerinin de olması halinde buna göre çalışmaların düzenleneceği de belirlenmiştir.
Kısaca biz bu konuda netiz, mücadele perspektifimiz netleşmiştir; hareketimiz direnişi yükseltme kararlılığını ortaya koymuş ve bunun gerekli hazırlıklarıyla birlikte planlamasını netleştirmiştir. Ama eğer savaşla değil de barışçıl yollarla çözüm durumu gelişirse hareketimizin buna da açık olacağı çerçevesinde bir planlama anlayışı uygun görülmüştür. Yani biz gücümüzle direnerek sonuca gitmeyi önümüze koymuşuz ama eğer çözüme gelirlerse çözüme de açık olacağız. Halkımızın meydanlarda haykırdığı, “direnişe de çözüme de varız” sloganı biçiminde de ifade edilebileceğimiz bir yaklaşımımız söz konusudur.
Bu nedenle toplantılarımızda, güçlerimizin bu konuda tereddüde girmemesi ve gözle görülür pratik adımlar olmadan herhangi bir biçimde beklentiye girmesinin yanlış olacağı vurgusu da yapılarak sürecin dikkatle ve özenle takip edileceği belirlenmiştir.
Hareketimiz Önderliğin arkasındadır demiyoruz; hareketimiz Önderliğimizin hareketidir ve Önderlikle bir bütündür. Elbette ki Önderlikle yürüyecektir. Ancak toplantımız, sürecin köklü bir değişime uğratılması için Önderliğimizin bizzat hareketimizin mensuplarıyla ve temel organlarıyla diyaloga geçme zorunluluğunu da vurgulamıştır. Yani Önderlik devreye girmeden ve çeşitli yerlerde mevzilenmiş bulunan güçlere dönük bizzat ikna çalışmasını yürütmeden öyle bahsedildiği gibi bir sürecin kolay kolay gelişmesi de zordur; hatta mümkünatı yoktur. Bunun için yönetimimiz yapmış olduğu bu tespiti önemli görmektedir.