Karayılan: PKK’nin kuruluşu bir çağrı oldu

Karayılan: 39’uncu kuruluş yılını büyük bir yürüyüş yılı, Önderliğin ve Kürdistan’ın özgürlük yılı yapmak istiyoruz. Önderliğimizin, şehitlerimizin, halkımızın, analarımızın bizden beklentileri budur.

Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program’da gazeteci Mem Şirwan’ın sorularını yanıtlayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, PKK’nin kuruluş yıl dönümü, Kuzey Kürdistan’daki gelişmeleri değerlendirdi.

PKK’nin kuruluş yıl dönümünü de kutlayan Karayılan 27 Kasım 1978’deki kararlaşmanın esas olarak ‘bir ulusal direniş kararı’ olduğunu belirtti.

“Partimizin kuruluş yıldönümü, başta tüm yoldaşlarımıza, tüm militanlara, komutan ve savaşçılarımıza, tüm çalışanlarımıza, tüm değerli halkımıza, Ortadoğu halklarına ve Kürdistan halkının dostlarına kutluyor, 39’uncu yılda tüm yoldaşlara ve çalışanlara başarılar diliyorum” diyen Karayılan, PKK’nin kuruluşunun Kürdistan’da yeni bir dönemi başlattığını söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yeni bir ideoloji, yeni bir yöntemle ve yeni bir perspektifle başlattığı mücadelenin Kürdistan’da her şeyi değiştirdiğini vurgulayan Karayılan şunlara dikkat çekti: “Her şeyden önce dile getirmemiz gereken bir şey var ki, o dönemde Kürdistan halkı uçurumun kenarında bile değildi; uçurumdan baş aşağı düşüyordu. Özellikle de Kuzey Kürdistan’da asimilasyon ve soykırım siyaseti çok derinleşmişti. Kürt mücadelesi yürüten hareketler her yerde bir daralmayı yaşıyorlardı. 74-75’lerde genel olarak bir inançsızlık gelişmişti. Böylesi bir dönemde PKK’nin kuruluşu bir çağrı oldu. PKK, sömürgeciliğin soykırım siyasetine karşı kuruldu. Esas olarak denilebilir ki, 27 Kasım 1978’de Fis Köyü’nde alınan karar, bir partileşme kararından ziyade, bir ulusal direniş kararıydı. Yani, ‘biz bir ulus olarak var olacak mıyız, olmayacak mıyız?’ Eğer bir ulus olacaksak ve soykırım ile erimeye karşı sessiz kalmayacaksak, o zaman çok çetin bir mücadeleye ihtiyaç var. Bu da ancak nasıl olabilir? Güçlü, bilinçli inançlı, kararlı, iradeli, ısrarlı bir mücadeleyle ancak olabilir. Bunun için partileşme kararı gündeme girdi.”

‘SIRA KURTULUŞTA’

PKK’nin 38 yıllık mücadelesi sonucu Kürdistan toplumunda önemli devrimi gerçekleştirdiğine işaret eden Karayılan, bu devrimin soykırımın önünü aldığını ancak artık sıranın kurtuluşa geldiğini de söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çalışmaları olmasaydı, Amed Zindanı’nda Mazlum Doğan, Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş ve Ferhat Kurtayların çelikten iradesinin de gelişmeyeceğini kaydeden Karayılan, “Eğer Önder Apo’nun bu çalışmaları olmasaydı, Egîd yoldaşın öncülüğündeki 15 Ağustos Hamlesi gerçekleştirilemezdi. Bunun temelini ideolojinin oturtulması atmıştır. Yine bu derin ideolojik ve felsefi çalışmalar olmasaydı, o kadar zayıflamış olan Kürt güçlenemezdi; Kürdistan’da toplumsal devrim gelişmezdi; kadın iradeleşmesi oluşmazdı. Beritanlar, Zilanlar, Şilanlar ve Çiçekler oluşmazdı. Özgür kadın, bu temel üzerinden oluşmuştur. Yani bu Kürt toplumu için gerçekten çok çok önemli ve gerekli bir çalışmaydı. Zayıf Kürdü güçlendirdi. Kürt devriminin stratejisini, özgürlük davasını güçlendirdi. Kürt insanının elini güçlendirdi. Her şeyden önce Kürtlerin kendi kendisinin olmasını sağladı. Başkasının değil, kendisinin Kürdü. Kendisine sahip çıkan, kendisi düşünen, kendisi yolunu belirleyen, kendisi karar veren. Böylesi bir kadrolaşma ve mücadele, işte bu 38 yıllık mücadeleyi yarattı. Tabi bu mücadele birçok aşamadan geçti. Soykırımın, erimenin, yok olmanın önünü aldı. Şimdi sıra kurtuluşa geldi. Bu mücadele, yani Kürt halkının davası bugüne kadar birçok aşamadan geçti, bugün çözüm ve başarı aşamasına gelmiş durumda. Tabii bir düşünce devrimi, bir toplumsal devrim, bir demokratik devrim geliştirdi. Kürt toplumunda temelden bir dönüşüm yarattı. Katılan insanlar bundan çok etkilendiği gibi; katılmayan, dışımızda kalan ve diğer partilerden olan insanlar da bundan çok etkilendiler. Çünkü bir sel gibi aktı ve bir güç yarattı. Tabi herkes bu gücü kendi çapında yorumladı ve o temelde faydalandı; bu şekilde genel olarak Kürtlerde bir güçlenme yaşandı. Kürtler artık bugün Ortadoğu bölgesinde bir aktördür ve Kürt artık ülkesine, şahsına sahip çıkabilir. Bu da zaten savaş meydanında açık bir şekilde ortaya çıkıyor, siyasette de açık bir şekilde görülüyor” diye konuştu.

‘1925’LERE GERİ GELİNMİŞTİR

Türk devletinin 1925’lerdeki siyasetine geri döndüğüne belirten Karayılan Kürt halkına yönelik seferberlik temelinde topyekün bir savaş ilanı gerçekleştiğini belirtti.

“Bugün bölgede de bir savaş yaşanıyor. Sömürgecilik korkmuş durumdadır. Kürtlerin bu savaşta önde gelen bir aktör durumunda olduğunu gördü. Bu savaştan sonra bölgede yeni bir dizaynın gerçekleşeceğini ve Kürtlerin de bu yeni dizaynda yer alacağını gördü. Çünkü şimdiye kadar iki sefer dünya savaşı yaşanmış; her iki sefer de Kürt halkı bundan zarar etmiş. Ama 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı bu seferde Kürt halkı da bölgenin diğer halkları ve komşu halklar gibi kendi yerini oluşturacak. Bundan dolayı sömürgecilik büyük bir korku yaşamaktadır” diye konuşan Karayılan, Türk sömürgeciliğinin AKP ve Erdoğan’ın öncülüğünde bugün Kürt halkına dönük bir seferberlik, saldırı ve topyekün bir savaş ilan ettiğini söyledi.

“Öncelikle kendi aralarındaki çelişkileri bir tarafa bıraktılar. Bundan bir süre öncesine kadar AKP’liler, MHP’lilere kafatasçı diyorlardı ama şimdi AKP’liler ve MHP’liler birleşmiş durumdadır. Bundan bir süre önce Ergenekoncuları yakaladılar ve hapsettiler. Ancak şimdi bıraktılar, onlara rütbe verdiler ve birleştiler” de devam eden Karayılan, söz konusu kesimlerin bir ittifak yaptıklarını belirtti.

Bu ittifakın neden yapıldığı sorusunu da soran Karayılan şöyle devam etti: “Çünkü ‘Eğer iç çelişkilerimizi bir tarafa bırakmazsak, işte Kürtler Rojava’da statü sahibi oluyorlar; Güney Kürdistan’da zaten önceden statü vardı; işte Kuzey Kürdistan’da da bir mücadele var, büyük bir güç oluşturmuş durumdalar; bu, büyük bir tehlikeye işaret ediyor; çelişkilerimizi bir yana iterek birleşmemiz ve zor kullanarak da olsa Kürt özgürlük dalgasının büyümesine izin vermemeliyiz’ dediler. İşte bunun için ne kadar Kürt kurumu varsa, nerede Kürt kimliğini savunan birisi varsa, onu hedeflemeyi kararlaştırdılar. Dikkat ederseniz, bütün Kürt kurumları, Kürt dilinin gelişimi için çalışan, barış için çalışan, fakirlere yardım için çalışan, yani Kürdün herhangi bir şeyi için çalışan her kurumu ve faaliyeti yasakladılar. Kürt siyasetçilerini tutukladılar. Milletvekillerini tutukladılar. Bölgenin tüm temsilcileri şu anda zindandadırlar. Kürt belediyelerinin eş başkanlarını her gün tutukluyorlar. Bugün de Kızıltepe’nin eş başkanını tutukladılar. Bakıyorlar, herhalde tepki oluşmasın diye; büyük bir baskı da var; zaten internet ve diğer iletişim kanallarını da kesiyorlar; her yerde bu şekilde tedbirler alıyor ve parça parça her yeri hedef alıyorlar. Yani parlamenterler, belediye başkanları, Kürt yetkilileri, Kürt aydınları, gazeteciler; zaten gazetecileri ortadan kaldırdılar; zindanlara attılar ve yasakladılar. Yani Kürtlere ait ne varsa yasakladılar. Sadece işbirlikçi Kürtler; o da bir zamana kadar.

Bu konuda şunu da söyleyeyim: Türk devletinin bir geleneği var. Önce başkaldıranları karşısına alıyor ve onları tasfiye ediyor; onları tasfiye ettikten sonra kölelik yapan işbirlikçilerini de tasfiye ediyor. Örneğin esas olarak içinde olmalarına rağmen, Şêx Said davasına Serhat tarafındaki bazı aşiretler katılmıyorlar. Ama sonrasında onlar da sürgün ediliyorlar. Onlar, ‘biz ayaklanmaya katılmadık, bu devlet için Ruslara karşı savaştık; buna rağmen bizi sürgün etmek istiyorlar. Biz bunu kabul etmeyiz’ diyorlar. Broyê Heskî Têlî bunu diyor ve silahı eline alıyor. İşte bu, Ağrı İsyanı’nın başlangıcı oluyor. Böyledir. Bir plan dahilinde üzerine gidiyorlar. Önce Amed, Garzan bölgesine yönelip tasfiye ettiler; sonrasında Serhat’a yöneldiler. Daha sonra ise Dersim’e yöneldiler. Dersim’de ne yaptılar? Dersim’de önce ayaklanan aşiretlere yöneldiler; katliamlar gerçekleştirdiler, on binlerce insanı öldürdüler; kalanları ise topladılar ve sürgüne gönderdiler. Sonrasında ise onlarla işbirliği yapanları sürgüne yolladılar. Yani Kürtlerin hepsini karşılarına alıyorlar. İşbirlikçi Kürtleri de tanımıyorlar. Şimdi bazı korucu çevreleri var; bu gerçekleri göz önünde bulundurmalıdırlar. Mesela bu devletin tarihine baksalar; bugün ne yapacaklarını anlarlar. Şimdi belki Erdoğan bazılarının sırtını sıvazlıyor ama yarın bizi zayıflatabilirse, sıra onlara da gelecek. Bu çevreler bunu bilmeliler. Türk devleti tekrardan 1925 siyasetine gelmiştir. Şimdi bazıları ’94 filan diyorlar; öyle değildir. Şimdi Erdoğan öncülüğünde AKP-MHP ittifakıyla ’25-’38 yılları arasındaki siyaset yürütülmektedir. Yani Kürtleri zayıflatmak ve teslim almak istiyorlar. Dikkat edin; Önder Apo 67 yaşında bir insan ve 24 yıldır barış ile kalıcı bir çözüm için çalışıyor. 1920’lerdeki gibi bir Kürt-Türk ittifakının gelişmesi için çalışıyor. Ama buna rağmen onlar ne yapıyorlar? Tecride alıyorlar. Bu devlet, bu cumhurbaşkanı demek bu kadar vicdansız ve namerttir. Halbuki AKP, bu düzeyi biraz da Önder Apo’nun çabalarıyla oluşan zeminden kazanmıştır. Çünkü birçok sefer ateşkes ilan etti; barışçıl adımlar attı; diyaloglar yaşandı; AKP’ye de zemin oluştu, toparlandı, kendisini güçlendirdi. Biz orduya karşı savaştık; ordu zayıfladı; onlar da kendilerini iktidar haline getirdiler ve her şeyi ele geçirdiler. Bunu tek başlarına yaptıklarını söylüyorlar ama öyle değildir. Yani bunlar böyle vicdansız ve merhametsizdirler.”

‘AHMET TÜRK’TEN NE İSTİYORLAR?’

Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk’ün Kürt kimliği ve değerlerini savunduğu için hedef seçildiğini vurgulayan Karayılan, “Mesela Sayın Ahmet Türk. Bir Kürt siyasetçisi. 50 yıldır Türkiye siyasetinde tanınan bir insan. Bütün Türkiye, bütün Kürdistan onun barışçıl bir insan olduğunu biliyor. 74 yaşında ve kalbinde pil var. Kalkıyor, oturuyor, ‘barış’ diyor. Yine de zindana attılar. Peki Ahmet Türk’ten ne istiyorlar? Neyle suçluyorlar! Suçu Kürt olmaktır Kürt! Kürt kimliğine sahip çıkıyor. Başka ne yapmış? Daimi barış istemiş. Niye? Çünkü Kürt kimliğine sahip çıkıyor” dedi.

‘VARSA, HDP’NİN SUÇU BU SİSTEME ÇOK İNANMALARIDIR’

Belediye Eş Başkanları’nın öz yönetim direnişlerine katıldıkları gerekçesi ile tutuklandığını hatırlatan Karayılan şunları söyledi: “Eğer HDP’liler demokratik özerklik direnişine katılmış olsaydılar, muhtemelen bugün bunlar olmazdı. Hakikat budur. Katılmadılar; hatta tereddüt oluşturdular.

Şunu da söyleyeyim: Hangi belediye başkanını yakalasa, ‘terör operasyonu’ diyor. HDP’lilerin de hepsini bu ad altında tutukladılar. HDP’liler Türkiye’nin kanunları karşısında suç işlemediler. Açık söyleyeyim; eğer bir suçları varsa, o da bu sisteme çok inanmalarıdır. Mahallelerde gençler tarafından demokratik özerklik direnişleri başlatıldığı zaman bunlar desteklemediler. Eğer HDP’liler demokratik özerklik direnişine katılmış olsaydılar, muhtemelen bugün bunlar olmazdı. Hakikat budur. Katılmadılar; hatta tereddüt oluşturdular. Bakın; devlet o gençlere karşı savaştı; Kürt şehirlerini yıktı; şimdi de tek tek HDP’lilere yöneliyor. Aynı Alman papaz meselesi. Bugün tutuklamadıklarının kapısına da yarın gidecekler. Şimdi bu belediye başkanlarını tutukladıkları zaman onlara, ‘siz hendek siyasetine yardım ettiniz’ diyorlar ama o direnişlere dönük bir çok belge ve günlükler var; bu çevrelerden kimse onlardan razı değil. Yani onlar tereddütlü bir şekilde sürece yaklaştılar ve katılmadılar. Bu suçtur demiyorum; ama bu insanları da eleştirmeli. Denilmeli ki, ‘siz zamanında bu sisteme fazla inandınız, onlara olan umudunuzu yitirmediniz ve gençlerin kalkışına gerekli düzeyde arka çıkmadınız. Onların eksikliği buydu. Eğer o zaman herkes birbirine destek olsaydı, belki bugün AKP ortalıkta bu kadar cirit atamazdı. Durum farklı olurdu. Biz böyle düşünüyoruz.”

‘MİSAK-I MİLLİ’NİN GERÇEK SAHİPLERİ VAR’

AKP’nin bu saldırılarının zayıflıklarından kaynaklandığını belirten Karayılan “Halkımız da bunu bilmeli ve teslim olmamalıdır. Biz bu halkın köleliği kabul ettiği bir dönemde değiliz. Hayır. Biz isyan dönemindeyiz. Kimse bunların bu siyasetinin önünde boyun eğmeyecek.

Kürtleri ortadan kaldırmak istiyorlar. Çünkü karar almışlar; ‘içeride ezeceğiz ve halsiz düşüreceğiz; Rojava’ya, Güney Kürdistan’a, Irak’a, Suriye’ye asker göndereceğiz” diyorlar. Erdoğan demiş ya, ‘ya Türkiye büyüyecek, ya da küçülecek; böyle kalmaz’ diye. İşte büyük olması için karar almışlar. Lozan’ı tartışmaya açıyorlar. Lozan zaten bizi yok saydı. Biz de Lozan’ı tanımıyoruz. Ama onlar da tanımadıklarını söylüyorlar. Diyorlar ki, ‘Misak-ı Milli’nin hepsi bizimdir.’ Doğru, ama Misak-ı Milli sınırları nasıl belirlenmiştir? Kürt ve Türk halklarının yaşadığı topraklarda Türkler ve Kürtlerin ittifak yapması temelinde, Misak-ı Milli sınırları belirlenmiştir. Bugün Kürtleri ayaklar altına almak, ezmek, tasfiye etmek, boğmak ve bu temelde tek başına Misak-ı Milli sınırlarına hakim olmak istiyorlar. Siyasetleri nedir: ‘Tek ülke, tek millet, tek bayrak, tek dil’dir. Yani her şey tek. Teklikle Misak-ı Milli’yi alamazsın. Misak-ı Milli’nin gerçek sahipleri var.

Şimdi bunların çabaları budur ama halkımız bilmeli ki bunların bu saldırıları güçlü olmalarından değil, zayıf olmalarından ileri gelmektedir. Bizden korktukları için bu şekilde bize saldırıyorlar. Peki sonuç alabilirler mi? Alabilselerdi ‘80’lerde alırlardı. ‘80’lerde de bize karşı yine böyle yaptılar. Yine Ahmet Türk’ü zindana attılar; dayak, işkence, her yöntemi uyguladılar. Yapabildiler mi? Yapamadılar. Biz o zaman PKK olarak 250 kişiydik; bizi tasfiye edemediler. Ama şimdi on binleriz; halk olarak milyonlarız. Bize karşı başaramazlar. Düşecekler. Ama halkımız, gençlerimiz ve de hiç kimse kendisini psikolojik savaş propagandalarının rüzgarına kaptırmamalı; herkes kendisini korumalı, örgütlemeli. Eğer Ahmet Türk’ü, Selahattin Demirtaş’ı, Figen Yüksekdağ’ı tutuklamışlarsa, diğer parlamenterleri tutuklamışlarsa, her gün gazetecileri ve belediye başkanlarını tutukluyorlarsa, bunun nedeni bu halkı kör, sağır, dilsiz ve iradesiz yapmak, teslim almak istemelerindendir. Halkımız da bunu bilmeli ve teslim olmamalıdır.

Biz bu halkın köleliği kabul ettiği bir dönemde değiliz. Hayır. Biz isyan dönemindeyiz. Kimse bunların bu siyasetinin önünde boyun eğmeyecek. Bunlar halkımızın diz çökmesini istiyorlar. Bunun için onların yasalarının dışında hiçbir şey yapmamış olan siyasetçileri suçluyorlar ve hapse atıyorlar. Adaletsiz ve hukuksuz bir biçimde bunu yapıyorlar. Önce şehirleri yıktılar. Bakın; şehirlerde savaş yaşandı; savaşçılar şehirden çıkmalarına rağmen bunlar şehirleri yıkmaya devam ettiler. Bunlar o Kürt evlerini cezalandırdılar. Mesela Şırnak’ta insanlar şehirlerine geri dönmesinler diye Şırnak’ı cezalandırdılar. Niye? Çünkü Şırnak Botan’da merkezi bir rol oynadı; Şırnak halkı boyun eğmedi; savaşçıları da savaşın hakkını verdiler; bunlar da intikam almak istediler. Bu şekilde Şırnak’a yöneldiler. Cizre’ye, Silopi’ye, Nusaybin’e, Gever’e, İdil’e, Derik’e, hepsine bu temelde yöneldiler. İrade gösteren her yere haşmetli bir şekilde yöneldiler ki kimse bundan sonra başkaldıramasın” dedi.

‘GELSİNLER DE GÖRSÜNLER’

Türk devletinin Medya Savunma Alanları ve Şengal’e girmeye niyeti olduğunu ancak kolay giremeyeceğini vurgulayan Karayılan şöyle konuştu: “Rakka’ya gitmek istediler, uluslararası güçler ‘dur’ dediler. Musul’a gitmek istediler, ‘dur’ dediler. ‘PKK’ye karşı savaşmak istiyorum. PKK Şengal’dedir, Kandil’dedir’ dediler. Uluslararası güçler de; ‘tamam, PKK’nin olduğu yerlere gidebilirsin’ dediler. Uluslararası güçlerden olumlu bir cevap aldıkları anlaşılıyor. Ama kolay kolay bunu yapamazlar. Arkadaşlarımız önceden bu konuda biraz konuştular. Ondan dolayı ben fazla bir şey söylemek istemiyorum. Öyle hemen olacak bir şey değildir. Eğer olursa gereken cevabı alacaklardır. Bu söylemleri yeni değildir. 30 yıldır bunu yapmak istiyorlar. Bu alanlar onlara açık değildir. Eğer gelirlerse gereken cevabı alacaklardır. Ben böyle bir ihtimali şimdilik çok olası görmüyorum. Tabi eğer önleri açılırsa bunu yapmak isteyecekler. Mesela Şengal’i tehdit ediyorlar. Şengal kolaydır düşünüyorlar. Êzidî halkına karşı 74 ferman olmuş. Bunlardan 70’i Türk devletine aittir. Zaten çetelerini, DAİŞ’i göndermediler mi Şengal’e! DAİŞ orada ne cevap aldıysa Türk devleti de bir dakika da aynı cevabı alacaktır. Erdoğan efendi oraya girmeyi kolay mı zannediyor!

O her şeyi peynir gibi zannediyor; nasıl bıçağı vurursa içinden geçeceğini düşünüyor. Gelsin de görsünler. Bu tehditleri çok abartmamak lazım. Ben bu konularda bir sonuç alacaklarını düşünmüyorum. Girişimleri olabilir ama bu halkın, bu hareketin de hazırlıkları vardır. Kürdistan Özgürlük gerillalarının 33 yıllık tecrübesi vardır. Neyi, nerede ve ne zaman yapacağını biliyor. Nerede kime karşı ne cevap vereceğini biliyor. Gereken cevabı verecektir. Ama Türk devletinin bu söylemleri öyle hemen olacak şeyler de değildir.”

‘DÜNKÜ ÇOCUKTUR GELMİŞ TASFİYE EDECEĞİM DİYOR’

Önlerinde önemli bir süreç olduğunu, kış mevsiminde olunduğunu ama bu kışın olağanüstü bir kış süreci olduğunu belirten Karayılan, “Yani hem Bakur’daki direniş var, hem Türk devletinin Rojava’daki kazanımlara el uzatması var, hem Başur’a yönelik, Irak’a yönelik Türk devletinin işgal girişimleri var, hem de Kürt siyaseti, kültürü ve Kürt halkının bütün kazanımları üzerindeki baskısı var. Bu yeni dönemde Türk devleti Kürtleri siyasi, kültürel ve her anlamda ortadan kaldırmak istiyor. Buna karşı tek bir yol vardır: Bölgedeki halk, özellikle de Türkiye’de Kürt halkı ve demokratlar ortaklaşmalı, kendi yollarını çizmeli ve o eksende mücadele yürütmelidir. Çünkü şu an Türk devletinin hedefi sadece Kürtler değildir; Türkiye devrimci hareketini, demokratları ve sosyalistleri de hedef yapmış durumdadır.

Nasıl ki 1925 yılında o dönemin iktidarı önce Kürtleri sonra da bütün muhalefeti hedef yaptıysa; İstiklal Mahkemeleri nasıl ki önce Kürtleri sonra da bütün muhalefeti yargılayıp tasfiye ettiyse; şimdi de AKP aynı yöntemi uyguluyor. O dönem muhafazakarlar hedef alındı. Hem Kürtler tasfiye edildi hem de muhafazakarlar tasfiye edildi. Şimdi de AKP, ‘ben de muhafazakarım, iktidara geldim’ diyor. Kendisini devletin içinde güçlendirmek istiyor. Zaten devleti yeniden dizayn ediyor. O da o dönemlerde yapılan her şeyi kendi yöntemleri ile yapmak istiyor. Kürtleri, demokratları, sosyalistleri hatta Kemalistleri hedef yapmak istiyor. Belki ittifak halinde olduğu Ergenekon, vb. kesimlere karşı şimdi böylesi bir yönelim içinde olmayabilir ama esasta bütün muhalefeti hedef yapmak istiyor” dedi.

Şu anda öyle bir politikanın yürütüldüğünü vurgulayan Karayılan, bundan dolayı bu faşizan saldırılara karşı Kürt halkının geniş bir çerçeveden yaklaşması, Türk halkı ile sosyalistleri, demokratları ile ittifaka açık olması gerektiğini söyledi.

“Ama her şeyden önce kendisine ve yürüttüğü mücadeleye güvenmelidir. Kürdistan’ın bütün parçaları birbiriyle ortaklaşmalıdır. Bu hususta mücadelemizin tecrübesi vardır. PKK kuruluşunun 39’uncu yılına giriyor. PKK’nin tecrübesi vardır. PKK kadrolarının askeri, siyasi, diplomatik ve örgütsel tecrübeleri vardır. Şimdi Türk devleti, ‘Nisan ayına kadar tasfiye edeceğim’ diyor. Bu hayaldir. Ondan önce de öyle söylediler. 1980’lerde Kenan Evren söyledi, 1990’larda Tansu Çiller söyledi. Şimdi de Erdoğan söylüyor. Dünkü çocuktur, gelmiş, ‘tasfiye edeceğim’ diyor. Senden öncekiler yapamadı, sen nasıl yapacaksın? Yani bu mümkün değildir. Ama öyle görünüyor ki savaş olacak. Çünkü saldırı var. Bu saldırıya karşı direneceğiz. Her yerde direneceğiz. Nerede nasıl gerekiyorsa o şekilde direneceğiz. Mesela Avrupa’daki Kürtler bu faşizan uygulamalara karşı demokratik yöntemlerle karşı durmalıdırlar. Mesela halkımız, sokaklarda mahallelerde örgütlenmelidir. İradesini korumalıdır. ‘Herkes sokaklara çıksın’ demiyorum. Her şeyden önce örgütlenmek gerekmektedir” diyen Karayılan herkesin örgütlenmesinin önemine dikkat çekti.

Bu saldırıların faşist bir saldırı olduğunu, sonuç alamayınca, PKK’nin bir temelinin olduğunu, bu kadar yol aldığını ve kazanacağını da herkesin bilmesi gerektiğini vurgulayan Karayılan şöyle devam etti: “Bizim gücümüz toplumumuzdur, halkımızdır. Halkımız kesinlikle tereddüde düşmemelidir. Gereken yol ve yöntemler ile örgütlenmelidir. Mesela Kürt gençleri; kahvelere gidip gece gündüz oyun oynuyorlar zamanlarını boşa harcıyorlar. Öyle olmaz. Gelecek gençlere bağlıdır. Gençler ne yapılacağını, nasıl yapılacağını düşünmelidirler. Öyle hemen devletin psikolojik savaş söylemlerine inanıp morallerini bozmamalıdırlar, umutsuzluğa kapılmamalıdırlar. Umudumuz büyüktür. Tam sonuca gideceğimiz zaman devlet çıkıp masayı devirdi, Dolmabahçe Mutabakat’ını reddetti. Biz son aşamadayız. Onlar bizi bu son aşamadan geriye çekemezler. Hayır. Onlar bizi geriletmek istiyorlar ama bunu başaramazlar. Çünkü bu hareket bir temel kazanmıştır. Onlar Kürt halkını tekrar birbirine düşürmeyi, birbiriyle savaştırmayı başaramayacaklar. Psikolojik savaş yürütüyorlar. Şu an AKP, istihbarat, teknik ve özel savaş yöntemleri ile savaşıyor. Halkımız bunlara karşı dikkatli olmalıdır. Özellikle korucular devlete dedektörlük yapmamalıdırlar.

‘KORUCULAR TAVIR ALIRSA DEVLET ONLARA BİR ŞEY YAPAMAZ, ÇÜNKÜ BİZ VARIZ’

Eğer korucular devlete karşı tavır alırlarsa devlet onlara bir şey yapamaz. Çünkü biz varız. Bizim devlet ile oluşturduğumuz dengeye dayanarak ‘ben koruculuk yapmıyorum’ diyebilirler. Eğer biz olmazsak herkesi hedef yapar. Yani bizi bir tarafa bırakırsa onları da hedef yapacak. Bundan dolayı herkes bu dönemin önemini bilmelidir. Bu dönem tarihi bir dönemdir. Bu dönemde alınacak tutumlar halkımızın geleceğini belirleyecektir. Böylesine önemli bir süreçte herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Fedakarlık gerekmektedir. PKK halkın emeğiyle bugünlere gelmiştir. Başta sadece Önder Apo vardı. Halkın evlatlarından kadro oluşturdu, güç oluşturdu. Mücadeleyi geliştirdi. Şimdi de gücü halktır, tecrübesidir, derin ideolojisidir, doğru yoludur, Önderliğidir, şehitleridir. Gücümüzün kaynağı bunlardır. Herkes bu değerlere yakın olmalıdır. Bu değerlere yakınlaşanlar o kadar irade olurlar, güç kazanırlar. Çünkü gücümüzün kaynağı bu değerlerimizdir. Bundan dolayı her yerde kendi gücümüze güvenmeliyiz, kendimizi savunmalıyız. Psikolojik savaşa inanmamalıyız. Kendimizi daha fazla örgütlemeliyiz. Gereken yerde makul eylemler gerçekleştirmeliyiz. Bu şekilde düşmanın oyunlarını, planlarını bozabiliriz. Eğer herkes bu şekilde davranırsa, hareketimiz de özgürlük gerillalarımız da üzerine düşen görevi yerine getirecektir, zaten getirmektedir de. Bu şekilde biz 2017 yılını büyük bir yıl haline getirmek istiyoruz. Onlar bize darbe vurup bizi geriletmek istiyorlar. Bu şekilde Kürt halkının yeni dizaynda yer almamasını istiyorlar.

Biz de yeni ve büyük bir hamle yapıp zaferi kesinleştirmek istiyoruz. Çabalarımız bu yöndedir. 39’uncu kuruluş yılını büyük bir yürüyüş yılı, Önderliğin ve Kürdistan’ın özgürlük yılı yapmak istiyoruz. Önderliğimizin, şehitlerimizin, halkımızın, analarımızın bizden beklentileri budur. Her Kürt genci kendisini bu konuda sorumlu görmelidir. Hiç kimse böylesine tarihi bir süreçte kendisini çaresiz görmemelidir. Herkes olduğu yerde örgütlenmeyi geliştirmelidir. Eğer imkanı varsa gerillaya katılmalıdır. Bu dönemde bu şekilde cevap olabiliriz. Halkımız her yerde örgütlülüğünü oluşturmalıdır. Kürt siyaseti de bu süreçte sorumlu davranıp ulusal birlik temelinde siyaset yapmalıdır. Eğer böyle olursa gelecek Kürt halkının olacaktır. Başarı Kürt halkının olacaktır. PKK’nin 39’uncu kuruluş yılı büyük bir yıl olacaktır. Umudumuz ve inancımız bu yöndedir.”