“Katır” marka kamyon zafere; “Reis” marka kamyon nereye?
Erdoğan rejimi sona erdirilemezse, Türkiye’nin başına böyle büyük bir felaket gelecek. İran-Türk savaşı Türkiye’yi bitirir.
Erdoğan rejimi sona erdirilemezse, Türkiye’nin başına böyle büyük bir felaket gelecek. İran-Türk savaşı Türkiye’yi bitirir.
Batı’da hapı yutmakta olanlar için, “çanlar kimin için çalıyor” deniyor ya, bizde de “sala kimin için okunuyor?” aynı anlama gelmekte.
Kimin için okunuyor?
Erdoğan rejimi için.
Ben uydurmuyorum. Erdoğan’ın kendisi söylüyor. Şöyle:
“15 Temmuz'da öz yurdumuzda parya durumuna düşmektense aslanlar gibi mücadele edip adam gibi ölmeyi tercih ettik, edeceğiz”
Ölmeyi tercih eden adama, müezzin sala okumayıp da ne yapsın…
Bu rejimin işi aslında bitti. Erdoğan, yaşadığı sürece iktidarını korumak, bu arada “ailesini” güvenceye alacak önlemleri pekiştirmek için, “zaman kazanmaya” çalışıyor.
Almanya’nın İncirlik’ten askerlerini çekme kararı, Türkiye’nin NATO üyeliğini tartışmalı hale getirdi.
AB üyeliği ise çoktan Kaf Dağı’nın arkasında uykuya yattı.
Elbette Türkiye, bu iki büyük “küresel” ilişki yerine Şanghay Beşlisi’nden de umutvar olamaz.
Ya İran? “İhvancı” Erdoğan ile “mollalar” arasında kan uyuşmazlığı ve Ortadoğu’da “hegemonya” rekabeti var.
Ve nihayet, bozulan ekonomik dengeleri korumak için sırtını yasladığı Katar az sonra “terörist devlet” olarak ilan edilecek.
Trump Katar Kralı’yla “Beyaz Saray’da görüşebilirim” dedi ya, Kral bu çağrıya uyduğu anda kendini CİA’in bir odasında, taht yerine kuru bir sandalyede bulabilir.
Şu sıralar ABD’de, Erdoğan’ın “korumaları” hakkında “hukuki bir süreç” sürüyor. Barışçı gösteri yapan ve çoğu ABD vatandaşı olan insanlara karşı yapılan saldırıda, Erdoğan’ın “rolü” de bu arada araştırılıyor.
Ama daha önemlisi, ABD yargısının kürsüsünde Zarrab ile Halk Bankası Genel Müdür yardımcısının dosyası duruyor ve dosyanın içinde Erdoğan ailesiyle ilgili pek çok belge bulunuyor.
Şimdi bütün bunları alt alta koyup, Erdoğan rejiminin içine düştüğü çok tehlikeli bataklığa baktıktan sonra, aşağıdaki haberi nasıl değerlendireceğiz? Ama önce haberi okuyalım:
“AK Parti ve MHP Grup yetkililerden edinilen bilgiye göre, halen Genel Kurul gündeminin 101. Sırasındaki "Türkiye ile Katar arsında Katar topraklarında Türk Kuvvetlerinin konuşlandırılmasına ilişkin uygulama anlaşması" ile "102. Sıradaki "Türkiye ile Katar arasında Jandarma eğitim ve Öğretimine ilişkin işbirliği protokolü" ön sıralara çekildi. Katar ile Jandarma Eğitimi için işbirliği anlaşması kabul edildi.’’
Aynı gün Türkiye’ye gelen İran Dışişleri Bakanı Başbakan ile görüşecekken, Saray bu randevuyu iptal etti ve İran Dışişleri Bakanı’nı Erdoğan Saray’a çağırdı. Konuşulanlar “Top Secret” olmalı ki, Türk Başbakan devre dışı bırakıldı. Gizli olarak ne konuşuldu? Bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Katar operasyonu bugün için İran’a karşı başlatılan kampanyanın bir adımıdır ve gelecekte bu kampanya Erdoğan rejimini de hedef tahtasına koyacak.
Siz, yukarıda sıralanan açmazlara düşmüş bir “tek adam” olsanız, ABD’ye ve belki de “Sünni Arap NATO’sunun” ilk adımını atan Suudi blokunun karşında Erdoğan’ın yaptığı gibi “meydan mı okursunuz” yoksa “Müslüman Kardeşlerle” ilişkiyi kesip, Katar’la aranıza mesafe mi koyarsınız? Elinizdeki NATO silahlarıyla, ki envanterde nükleer silahlar da var, “düşman kampına” mı sığınır, alacağınız S-400 füzelerini size Moskova’yı vurasınız diye vermeyen Rusya’yla, mı anlaşırsınız, yoksa hem içinizdeki, hem de bin kilometrelik Suriye sınırınızdaki Kürdistan siyasi ve askeri güçleriyle mi ittifak kurarsınız?
Gerçekçi bir insanın yapmayacağı işleri Erdoğan’ın yapıyor olmasının biricik sebebi şudur: Türk rejimi kendi ömrünün Erdoğan’ın ömrüyle sınırlı olduğunu artık kesin olarak biliyor ve Erdoğan da sağken iktidardan düşmemek için ve sağlığında ailesini güvenceye almak için, son kozlarını oynuyor.
Türk devleti şunu da artık çok iyi biliyor: Klasik darbe olanağını, “önleyici karşı darbe” nedeniyle kaybeden Küresel güçler, Erdoğan rejimini adım adım “intihara” doğru sürüklüyor. Erdoğan işte bu sürüklenişten kurtulmak için çabalıyor.
Arap Baharı ile birlikte bölgesel güç merkezi olmak için İran’ın öncülüğündeki Şii cephesine karşı Sünni cephesinin başına geçmeye kalkan Türkiye, Rojava güçleri karşısında yenildikten sonra, İran’a karşı yürüttüğü “yayılmacı hegemonya” savaşını da kaybetti.
Ve şimdi Erdoğan bölgedeki baş rakibi karşısında ne kadar geri adım atarsa atsın, Trump yönetimi tarafından, son Katar hamlesiyle birlikte İran’a karşı “cepheye” tekme tokat sürüklenmekte. ABD karşısında hemen hemen hiçbir direnme imkanı kalmayan Erdoğan ekibi, İran’a karşı cephe almanın artık “rejim için intihar” olacağını biliyor olsa bile, yakasını bu sonuçtan kurtaramayacak. Erdoğan en sonunda “bir gün daha fazla iktidarda kalmak” için, ABD adına İran’a karşı “vekalet savaşının başçavuşu” olmak zorunda kalacak. Bu elbette iki ülke arasında mutlak bir savaş durumunun ortaya çıkacağı anlamına gelmiyor. Ama ABD Erdoğan’ı er ya da geç İran’ı “çökertmek” üzere Türkiye’yi büyük bir askeri tehdit aracı olarak kullanacak.
Erdoğan rejimi sona erdirilemezse, Türkiye’nin başına böyle büyük bir felaket gelecek. İran-Türk savaşı Türkiye’yi bitirir. Vaktiyle İran-Irak savaşının sonunda Iran ve son Basra savaşlarına kadar da Irak’ın ayakta kalması her iki ülkenin “petrolü” sayesinde oldu. Türkiye böyle bir savaşın yıkımından yeni bir Marshall yardımı ve Truman Doktrini olmadan kurtulamaz. Kurtulduğu gün ise, Humeyni ve Saddam rejiminden farklı olarak Erdoğan kendisini Silivri’de bulur. Fiili bir savaş değil de iki ülkenin düşmanlaşarak karşı karşıya gelmesi de, bu ülkelerde, özellikle Türkiye’de “mezhebi ve etnik iç savaşları” kaçınılmaz kılarak, hemen hemen aynı sonucu verir.
Türkiye Erdoğan’ın “kaptanlığında”, freni patlak, geri vites kutusu çatlak bir kamyon gibi, sağa sola sapma imkanı olmayan giderek daralan bir yolda yokuş aşağı büyük bir hızla gidiyor. Reformlarla manevra imkanı kalmamıştır. Hele ondan “çözüm” beklemek, ölü gözünden yaş beklemekle aynı şeydir.
Böyle bir rejim altında 2019 yılında yapılacak seçimlere bel bağlamaya gelince...
Eğer şimdi bu rejime “dur” denemezse, Kılıçdaroğlu 2019’u “göremez”. Erdoğan’ın medyadaki adamları şu son günlerde Kılıçdaroğlu’nu “FETÖ’cü” ilan etmekte yarışıyorlar. Bunu da Saray’dan aldıkları talimatla yapıyorlar. Nitekim Erdoğan HDP’li vekilleri vatandaşlıktan çıkartarak hazırladığı “Türkiye’den kovulacaklar listesine” Kılıçdaroğlu’nu aldı bile. Şöyle konuştu:
“Muhalefet partisinin başındaki zat Rabia işaretinden rahatsız olmuş. Tek millet, tek bayrak söyleminden mi rahatsız oldun? Sen bu ülkede tek millet değil de çok millet mi istiyorsun? Ondan mı rahatsız oldun?
Hakkari'de bir tek Türk Bayrağı dalgalandıramadın. Tek bir devlet diyoruz. Eğer senin başka bir devlet düşüncen varsa buyur git.”
Bu gidişin sonunda, damadı hapse düşen Arınç ve AKP içi muhalefet de, MHP içi muhalefet de, “Ana Muhalefet” de, “beka sorunu” tamtamlarının gürültüleri arasında “ya biat edecekler”, “ya da tasfiye edilecekler”.
Erdoğan’ı “sürücü” koltuğundan uzaklaştırmadıkça, “Türkiye” plakalı “kamyon” ölümcül bir kazaya uğrayacak.
Kandil’den peş peşe uyarılar geliyor. En son Besê Hozat “tekçi” rejime son verme dışında yol kalmadığını ilan etti. “Türkiye kamyonunun” içindeki “Türk muhalefeti” eğer kamyonun dümenine el atmaz, kamyonun kasasını iki yandaki bariyerlere sürte sürte, bedel ödeyerek yavaşlatıp durdurmazsa Türk tarafının hiç bir perspektifi kalmayacak.
Kürt tarafına gelince...
Onlar çoktan beri “dünya kamyon rallisinde” birinciliği elde tutuyorlar. Ustalıklarını “duble yollarda” değil, Cudi uçurumlarında kazandılar.