KHK’lı Özgün: AİHM karar alsaydı süreç uzamayabilirdi

AİHM’in KHK’lıların ihraç edilmesiyle ilgili iyi çalışmadığını belirten Barış Akademisyeni Yasemin Özgün, “AİHM, bizi 5 yıl oyalayan OHAL Komisyonu’ndan bir şey çıkmayacağını biliyordu. Hukuki bir karar alsaydı, bu süreç bu kadar uzamayabilirdi" dedi.

2016 yılında KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyeni Yasemin Özgün, bu süreci dayanışmayla atlattıklarını belirterek, her şeye rağmen mücadele etmeye ve dayanışmaya devam edeceklerini kaydetti. 

Yasemin Özgün, kamuoyunda Barış Akademisyenleri olarak bilinen ve 2016 yılında “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attıkları için görevden ihraç edilen, açığa alınan, soruşturmaya maruz kalan bin 128 akademisyenden biri. 

Yaşadığı süreci antidemokratik olarak nitelendiren Özgün, ihraç edildikten sonra maddi ve manevi zorlukları dayanışma aracılığıyla atlattığını belirtti. 

Amaçlarının sivil halka yönelik saldırılara ses çıkartmak olduğunu kaydeden Özgün, “Avrupa’nın ‘demokrasi bekçiliği ’rolü de göründüğü gibi değil. Orada da birçok siyaset dönüyor” sözleriyle Avrupa’nın bu süreçte konuya sessiz kalmasını eleştirdi.

Doçent kadrosu olarak Siyasal Bilimler Fakültesi'nde görevini sürdürürken ihraç edilen Barış Akademisyenlerinden Yasemin Özgün, yaşadığı ihraç sürecini, sonrasını ve hukuk mücadelesini anlattı.

Bildirinin siyasi değil vicdani olduğunu söyleyen Özgün, "Kürt illerindeki insan haklarına aykırı uygulamalar, cesetlerin buzdolabında saklanması, yerlerde sürüklenmesi ve sivil halka yönelik saldırılara karşı bir ses çıkarabilmek amacıyla bildiri hazırladık" dedi.

ERDOĞAN HEDEF GÖSTERDİ

Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın imzacı akademisyenleri hedef göstermesi sonucu saldırıya maruz kaldıklarını aktaran Özgün, "Televizyonda ‘aydın müsveddeleri’ gibi birçok hakarete maruz kaldık ve soruşturmalar başladı. Özellikle taşra üniversitelerindeki arkadaşlarımız, haksız gözaltılara, tutuklamalara, linç girişimlerine maruz kaldılar ve hedef gösterildiler. Ben Anadolu Üniversitesi’ndeydim ve bizim de birkaç arkadaşımızın kapısına bir şeyler yazıldı. Gazetelerde ‘hendek akademisyenleri’ denilerek hedef gösterildik" diye konuştu. 

Barış bildirisine imza attıktan sonra 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen 'darbe' girişiminden hemen sonra KHK ile işine son verilen Özgün, ihraç sonrası yaşanan hukuki mücadelesine ilişkin şunları belirtti: "Darbe oldu ve hemen ertesinde açığa alındık. Neredeyse darbe bize yapılmış gibi oldu. Anadolu Üniversitesi'nde 27 arkadaştık; üç ay açıkta kaldık. Dava açtık; bu bildiriye imza atmak işten atma gerekçesi olamaz denildi, davayı kazandık. Daha sonra KHK ile atılınca mahkemeye başvuramadık. Yaklaşık dört, beş yıldır OHAL Komisyonu’nun kararını bekliyorduk. O da geçtiğimiz ay açıklandı; ret aldık. Anayasa Mahkemesi, o bildiriye imza atmanın suç olmadığına, demokratik bir hak kullanımı olduğuna karar vermesine rağmen, OHAL Komisyonu, işe döndürülmemizi gerçekleştirmedi.

AİHM de bu konuda iyi çalışmadı. Biz iç hukuk yollarından bir şey çıkmayacağını biliyorduk ve zaten kullanamıyorduk. OHAL Komisyonu bizi beş yıl oyaladı ama AİHM de OHAL Komisyonu’nun kararını bekledi. AİHM de komisyondan bir şey çıkmayacağını biliyordu ve buna rağmen bize hukuki bir prosedür uygulamadı. İç hukuk yollarını tüketme aşamasına yeni geldik. Ama AİHM hukuki bir karar alsaydı, bu süreç bu kadar uzamayabilirdi."

AVRUPA'NIN 'DEMOKRASİ BEKÇİLİĞİ' ROLÜ GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL

AİHM'in ihraç ve hak gaspları ile ilgili davalara etkin müdahale etmediğini belirten Özgün "Avrupa’nın ‘demokrasi bekçiliği’ rolü de göründüğü gibi değil. Orada da birçok siyaset dönüyor" diyerek AİHM'in tutumunu eleştirdi. 

İhraç edildikten sonra ekonomik olarak zorlandıklarını da aktaran Özgün, “Bu imzayı attığımızda her birimizin statü, pozisyon ve yaş farklılıkları vardı. Dolayısıyla etkilenme durumlarımızda farklı oldu. Kimi arkadaşımız yurt dışına gidebildi, burs bulabildi, kimileri iş bulabildi, kimileri bulamadı. 

O süreçte çok zorlandım; çeviri yaptım, parça başı iş dediğimiz pek çok iş yaptık. Hala da sürdürüyoruz, çünkü bütün birikimlerinizi kaybettiğiniz için çok kolay değil. Çok daha kötü durumda olanlar vardı; çocukları olanlar, iki eş olarak ihraç edilenler ya da mesleğinin başında olan genç arkadaşlarımız vardı. Hala da çok zorluk çekenler var; güvenceli bir iş bulmak çok zor" diye konuştu. 

ZORLU SÜRECİ DAYANIŞMA İLE ATLATTIK

Bu süreci dayanışmayla atlattıklarını vurgulayan Özgün, dayanışmanın çok önemli olduğunun altını çizdi.

Bütün bu zorlukları yaşamanın kendilerini derinden etkilediğini vurgulayan Yasemin Özgün, şöyle devam etti: “Yalnız olan anneler vardı; bir yandan çalışıp çocuğuyla tek başına ilgilenmek zorunda kalan. Kendi başına ayakları üzerinde durmayı becermiş pek çok kadın arkadaşımız ailelerine dönmek zorunda kaldı; maddi olarak kimi zorlukları tekrar yaşamak zorunda kaldı. Bağımlı olmak dediğimiz şey herkes için zor ama kadınlar için çok daha zor. Bunu hepimiz biliyoruz.

Ben de ilk atıldığım dönemlerde annemden tekrar harçlık almaya başladım. Bunlar çok ağır şeyler. Hiçbir zaman pişman olmadık; hiçbir zaman niye imzaladık, demedik. Keşke daha da fazla bir şeye yol açsaydık. Keşke yaptıklarımız barışı getirebilseydi ama olmadı. Herkes için zor bir süreçti ama her şeye rağmen mücadele etmeye ve dayanışmaya devam edeceğiz. Dayanışma olmasaydı bu sürece katlanmak çok daha zor olurdu. Dayanışma koşullarının çok daha iyi örülmesinin önemini de çok iyi anladık" diye konuştu.

KORKUNÇ GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

Ülkenin yaşadığı ekonomik ve siyasi sıkıntıların korkunç düzeyde olduğunun altını çizen Özgün, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: "Korkunç günlerden geçiyoruz; dövizin bu kadar yükselmesi, ekonomik olarak krizin içinde olmamız… Asgari ücretle geçinen ya da geçinmeye çalışanlar için çok daha kötü. Aynı zamanda otoriter bir düzen içerisindeyiz. Faşizme varan bir yönetim var. Dün 3 Suriyeli genci bir ırkçı yakıp öldürüyor ve hiçbir şey olmuyor, yer yerinden oynamıyor. Hayat hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Bunlar çok acı. 

Aysel Tuğluk, çok kötü koşullarda ve içler acısı bir durumda cezaevinde tutuluyor. İnsanlık dışı diye nitelendirilebilecek pek çok şey yaşanıyor. Antidemokratik demenin yetersiz kaldığı, hafif kaldığı bir dönemden geçiyoruz maalesef. Bir yandan ekonomik kriz, ama diğer yandan da sesinizi çıkarmanızı engelleyen otoriter, baskıcı bir rejim altındayız. Umarım bir yerlerden bir umut ve bir arada olacağımız mücadele olanakları ortaya çıkar."