Komite’nin tecrit kararı mutlak değil

Av. Ayşe Bingöl Demir, AK Bakanlar Komitesi’nin, tecride ilişkin sadece AİHM ve CPT’yi işaret etmesini, kesin ve üzerine başka bir adım atılamaz bir karar olarak yorumlamayarak, Komite nezdinde girişimlerin devam edebileceğini söyledi.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit konusunda AİHM kararı ve mevcut koşullar bağlamında bir denetim süreci işletmesi gerektiği görüşüne ilişkin bir karar almadı. Tecrit koşullarını konu edinen AİHM önünde süren başvuruyu ve İmralı koşullarını denetleyen CPT’yi işaret etti.

Komite, bu nedenle bu aşamada Türkiye’den bireysel önlemler bağlamında bir talebinin olmadığını ifade etti.

Ancak TOHAV Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ayşe Bingöl Demir’e göre; esasen Komite’nin İmralı tecridine dair de denetim yapması ve bunu sürdürmesi mümkündü.

CPT’nin rolü başka, AİHM’in rolü başka, Bakanlar Komitesi’nin rolü başkadır. Burada Bakanlar Komitesi’nin üstlenebileceği önemli bir rol vardı. Buna rağmen bu kararı kesin ve üzerine başka bir adım atılamaz bir karar olarak yorumlamak istemeyen Av. Ayşe Bingöl Demir, “Bakanlar Komitesi’nin bireysel önlemlere dair kararını kesin ve artık başka bir şey yapılamaz bir karar olarak görmüyorum. Bence tecrit koşullarında bir değişiklik olmaması, AİHM ve CPT’nin süreçlerindeki ilerlemelere göre bu konuda Abdullah Öcalan’ın avukatları ve girişimde bulunmak isterlerse STK’ler, Komite nezdinde girişimde bulunmaya devam edebilir. Bakanlar Komitesi’nin CPT ve AİHM’i hızlandırabilir” dedi.

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), İnsan Hakları Derneği (İHD) ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), PKK Lideri Abdullah Öcalan ile tutuklu Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile ilgili ihlal kararlarını acil gündemine alması için 29 Temmuz’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK) başvuruda bulundu.

Başvuruda, AİHM’in Öcalan, Kaytan, Gurban ve Boltan hakkında verdiği şartlı salıverilme olasılığı olmaksızın, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olmalarının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesine aykırı olduğu yönündeki ihlal kararlarının komite tarafından haftalık ve dönemsel tüm toplantıların gündemine alınması talep edildi.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AK BK), 30 Kasım-2 Aralık tarihlerinde Fransa’nın Strasbourg kentinde toplandı. Üç gün süren toplantıda Komite, Abdullah Öcalan ile tutsaklar Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan ile ilgili başvuruyu da görüştü. 

Toplantı kararlarını açıklayan Komite, Türkiye’deki “Öcalan-2” kararına hali hazırda indirilemez ve inceleme imkanı olmayan müebbet hapis cezasına çarptırılmış olup tutuklu bulunan kişilerin sayısı hakkında bilgi istedi. Komite, Türkiye’deki yetkilileri, genel tedbirlerin uygulanmasında kaydedilen ilerleme hakkında en geç Eylül 2022 sonuna kadar bilgi sunmaya davet etti.

Başvurucu kurumlar arasında yer alan TOHAV Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ayşe Bingöl Demir, aynı zamanda İnsan Hakları Davalarına Destek Projesi Eşdirektörü. Uluslararası insan hakları hukuku, Türkiye'deki iç hukuk ve yargı usulleri konusunda uzman bir hukukçu. Çeşitli ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarında danışman ve ülke uzmanı olarak görev yapıyor. Proje olarak Osman Kavala, OHAL kararnameleri sürecindeki sistemli hak ihlalleri, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması, kayyum atamalarıyla ilgili ihlaller gibi AİHM’e taşınan davalarında destek oluyorlar. Avukat Ayşe Bingöl Demir, Bakanlar Komitesi süreci ve kararı ile olası sonuçlar hakkında ANF’nin sorularını yanıtladı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 2 Aralık’ta “umut hakkı” kapsamında bir karar verdi. Siz de kararına giden süreci yakından takip eden bir hukukçu olduğunuz için şunu sormak istiyorum; öncelikle bu sürece nasıl gelindi?

AİHM, Türkiye’de uygulanmakta olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan kişilere “umut hakkı” tanınmamasını; bu cezanın belirli suç tipleri bakımından koşullu salıverilme imkanı olmadan infazını AİHS’nin 3. maddesindeki “kötü muamele, insanlık dışı muamele yasağına aykırı olduğu” tespitinde bulunmuştu. Bu kararların ilki 2014’te verilen Öcalan kararıydı. Ondan sonra da Kaytan, Gurban ve Boltan başvurularında benzer kararlar verdi. Bu kararların sonuncusu 2019’da verildi.

Türkiye tarafından Öcalan kararı ve diğer kararların gereğinin yerine getirilmediğini görüyoruz. Halbuki AİHS’nin 46. maddesine göre kararın gereklerini yerine getirme, uygulama yükümlülüğü var. Bu yükümlülük sadece ilgili başvurudaki başvurucuya ilişkin bireysel önlemlerin alınmasını kapsamıyor; söz konusu ihlalin tekrar etmemesi, ortadan kaldırılması, bir daha gerçekleşmemesi ve sona ermesi için gerekli genel önlemlerin de alınmasını kapsıyor.

Genel önlemler derken ne kastediyorsunuz?

Örneğin, yasa değişikliği yapmak gerekiyorsa yasa değişikliği yapmak, uygulama değişikliği yapmak gerekiyorsa uygulama değişikliği yapmak, politika değişikliği yapmak gerekiyorsa bunu yapmak gibi. Genel olarak bir daha o ihlalin gerçekleşmemesi, başkalarının sorunlu uygulamalardan etkilenmemesi için gerekli adımları atmak.

Bakanlar Komitesi tarafından Gurban grubu olarak adlandırılan bu karar grubu ile ilgili atılması gereken adımların atılmadığını görüyoruz.

Mahkemenin bundan 7 yıl kadar önce verdiği bir karardan sonra da Türkiye tarafından hala ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası belirli suç tipleri bakımından ölünceye kadar infaz ediliyor ve bu kişilere tanınan bir umut hakkı yok.

Bakanlar Komitesi hangi aşamada devreye giriyor?

AİHM bir karar verdiğinde, bu kararın ilgili ülke tarafında uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için bir mekanizma var. Bu mekanizma, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kararlarının yerine getirilmesinin denetlenmesi sürecidir. İHD, TOHAV, ÖHD ve TİHV’in bir araya gelerek ilkini Temmuz’da, daha sonra hükümetin verdiği cevap üzerine ikincisini Ekim’de Bakanlar Komitesi’ne sundukları görüş de Bakanlar Komitesi’nin bu denetim sürecini ilgilendiren bir girişim. Bu dosyalar, bir  süredir Bakanlar Komitesi’nin önünde denetim sürecinde. Bu sürecin daha etkili ve aktif yürütülmesi için ilgili STK’lar Komite nezdindeki girişimde bulundu ve bu görüşler sunuldu.

Bu girişim mi etkili oldu?

Komite tarafından 2 Aralık’ta verilen karardan görüyoruz ki bu girişim etkili oldu. Komite, daha önce bu karar grubunu toplantı gündemlerine almamıştı. STK’ların bildirimleri sonrası 30 Kasım-2 Aralık toplantı gündemine aldı. STK’ların ortak beyanlarındaki görüşlerini değerlendirdi. Hükümetin karşı görüşlerini aldı. Şunu da unutmamak lazım; gerek Öcalan başvurusunda, gerek diğer başvurularda başvurucuların avukatlarının da Komite’ye sundukları görüşler var. Avukatların emekleri ve çabaları önemli. Sivil toplumun da dahil olması,  Komite’nin süreçte daha aktif bir rol almasında etkili oldu. Bunların hepsinin bir araya gelmesiyle beraber Komite, bu dosya grubunun uygulanmasının denetimiyle ilgili bir adım atmış oldu.

Komite, Eylül 2022’ye kadar Türkiye’ye süre tanıdı. Bu noktadan sonra da söz konusu kurumlara, sivil topluma görev düşüyor mu?

AİHM kararlarının uygulanmasını denetleme sürecine sivil toplum örgütlerinin bu şekilde görüşler sunması, Bakanlar Komitesi’nin kendi iç işleyiş kurallarında öngörülüyor. Bakanlar Komitesi denetim sürecine dair 9. kuralı, hem ilgili başvurucuların avukatlarının ve STK’ların hem de Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri gibi başkaca uluslararası kurumların, bu konuda görüşler sunabileceğini öngörüyor. Dolayısıyla bu, STK’ların denetim sürecinde aktif olarak yer alabilmesinin önünü açıyor.

Türkiye’deki STK’ların geçmişe nazaran Bakanlar Komitesi önündeki sürece daha aktif bir şekilde katıldığını görüyoruz. Üzerinde tartıştığımız dosya grubu açısından da daha önce bahsettiğimiz gibi Türkiye’den olan STK’ların iki tane bildirimi oldu Komite’ye. Yönetiminde olduğum TOHAV da bu çalışmanın bir parçası. Şunu söylemek gerekir ki; STK’lar tarafından bu konuda yapılan çalışma, Bakanlar Komitesi tarafından alınan 2 Aralık kararıyla son bulmayacak. STK’ların, Türkiye tarafından atılacak ya da atılmayacak adımların Komite önünde tartışılmasında çok önemli bir rolü var. Gerek şu ana kadar bu dosya grubu üzerinde çalışan STK’ların gerekse yine Türkiye’de cezaevlerindeki hak ihlalleri, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüleri ile ilgili çalışan kurumların da bu sürece dahil olması, dahil olmaya devam etmesi sağlıklı bir denetim sürecinin işletilmesi açısından önemli. Bakanlar Komitesi kararında STK’lara bunu yüklemiyor, ancak insan hakları alanında çalışan STK’ların üzerine çalıştıkları konularla ilgili olarak devam eden AİHM kararlarının yerine getirilmesinin denetlenmesi süreçlerine Komite’ye bilgi ve görüşlerini iletmek yolu ile dahil olmalarının önemli bir çalışma alanı olduğunu düşünüyorum.

Bu kararı okuduğunuzda ilk bakışta dikkatinizi hangi madde çekti?

Bakanlar Komitesi’nin 2 Aralık kararını iki bölüme ayırabiliriz. Bunlardan birisi bireysel önlemler başlığı olarak değerlendirdiğimiz başvuruculara ilişkin atılması gereken adımların değerlendirildiği başlık. Bakanlar Komitesi, bu başlığı Öcalan kararı kapsamında değerlendirmiş. Bir de genel önlemler dediğimiz bu kararlar kapsamında az önce de değindiğimiz Türkiye tarafından atılması gereken genel önlemler; politik, yasal vs. adımları kapsayan ikinci bölüm.

İkinci bölümden başlamak gerekirse; genel önlemler başlığı altında Komite’nin, STK’ların ve başvurucuların avukatlarının yaptığı sunum ve görüşleri dikkate aldığını görüyoruz.

Tam olarak niçin böyle gördüğünüzü özetler misiniz?

Çünkü Türkiye’nin Komite’ye yaptığı sunumlarda açık bir şekilde şu anda ülkede belirli suç tipleri bakımından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infazı rejiminin geçerli olduğu ve bunlarla ilgili umut hakkının tanınmadığı gerçeği açıkça kabul edilmiyor. Diğer ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları bakımından şartlı salıverilme hakkının varlığı vurgusuyla konu geçiştiriliyor. Olmayanlar için devlet tarafından bir açıklama yapılmıyor.

Komite, hem AİHM’in kararlarında yaptığı tespiti hem de STK’ların görüşlerinde yaptığı tespiti doğrular bir yerden, Türkiye’de Ceza İnfaz Kanunu, TMK’da ve ilgili mevzuatta, devlete karşı işlenen suç, anayasal suç ya da terör suçu olarak nitelendirilen suçlar kapsamında verilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının ya da geçmişte yürürlükte olan ölüm cezasından dönüştürülen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının ölünceye kadar infazının hala uygulanmakta olduğunu tespit ediyor. Bu kişilere Türkiye’de herhangi bir koşullu salıverilme hakkı tanınmadığının da altını çiziyor. Türkiye’ye çok net bir şekilde bunun değişmesi gerektiğini söylüyor. Bunun değişmesi için de somut olarak hangi adımların atılması gerektiğine dair de görüş bildiriyor.

Ne diyor?

Diyor ki; bu konuda yasal değişiklikler yapmalısın ve gerekli diğer önlemleri almalısın. Örneğin idari olarak değişiklik sonrası yasaların uygulanması için gerekli adımları atmalısın. Bu çok somut ve net!

Başka başvurulardaki hangi noktayı dikkate aldığı görülüyor?

STK’ların bildirimlerinde önemle vurguladığı bir şey de Türkiye’de özellikle mevcut koşullarda saydam/erişilebilir olmayan devlet anlayışı. STK’lar kaç kişinin ölünceye kadar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infaz rejimine tabi olduğuna ilişkin verilere ulaşamıyor. STKların, bu konuda çalışan kişilerin ya da avukatların elinde bu veri yok. Komite de bu konuda Türkiye’ye “istatistiki verileri Komite ile paylaşmalısın” diyor.

Bir süre veriyor ama ‘bu tarihe kadar’ çöz mü diyor?

Benim yorumum şöyle; Komite, Eylül 2022’ye kadar bu konuyu çöz, demiyor. Türkiye’den ilgili AİHM kararlarını uygulamak için hazırlayacağı planlara, ne yönde değişiklikler yapacağına, hangi adımları atacağına ilişkin somut bir yol haritası sunmasını istiyor. Tabii Türkiye’nin aradan geçen zamana rağmen somut hiçbir adım atmamasını da eleştiren bir yönü var.

Bir diğer önemli boyut da Avrupa Konseyi’nin bu konuyu çalışmış, bu konuda değişiklikler yapmış devletlerinden iyi örnekleri gözetmesini tavsiye etmesi.

Şimdi buraya kadar üzerine konuştuğumuz kısım, Komite kararının genel önlemler bölümü ile ilgiliydi. Diğer bölümü?

Kararın bir diğer bölümü, Komite tarafından AİHM’in Öcalan kararının tecrit koşulları bağlamında değerlendirilmesi. STK’lar ortak görüşlerinde buna değinmişti. Öcalan’ın avukatları da bu konuda çeşitli bildirimlerde bulunmuştu. Bunların ortak noktası şu; şu anda İmralı’da devam eden hiçbir şekilde yakınlarla ve avukatlar görüştürülmeme, mutlak tecrit ve bilinen diğer benzer uygulamaların yine AİHS’nin 3. maddesindeki işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğu. Esasen AİHM’in 2014’teki kararında bazı tespitler var. STK’lar, AİHM kararı ve mevcut koşullar bağlamında Komite’nin bu yönden de bir denetim süreci işletmesi gerektiği görüşünü iletmişti. Komite kararında diyor ki; öncelikle Öcalan’a ilişkin tecrit koşullarını konu edinen AİHM önünde süren bir başvuru var. İkinci olarak da CPT, İmralı koşullarını düzenli olarak denetliyor. Komite, bu nedenle bu aşamada Türkiye’den bireysel önlemler bağlamında bir talebinin olmadığını dile getiriyor.

Kararda CPT’nin düzenli aralıklarla İmralı’ya gidip incelemeler yaptığı söyleniyor. CPT en son 2021’in başında Türkiye’ye gitti ancak İmralı’ya gitmedi. CPT’nin İmralı’daki gözlemlerini kamuoyu ile paylaşmadığı da malum. Bu kararda CPT’ye görevini tam anlamıyla yapıp yapmadığına ilişkin bir rol ya da görev de biçiliyor mu?

Komite, bu konuda AİHM ve CPT gibi diğer aktörlerin devrede olduğunu tespit ederek, bu aktörlerin denetim sürecine inisiyatifi bırakma eğilimi gösteriyor. Kararındaki bir diğer dayanak da AİHM’in Öcalan kararında 3. maddeye aykırı bulmadığı bir dönem olması. Ancak STK’ların görüşünde de tartışıldığı gibi şu anda İmralı’da süren tecrit uygulamaları, AİHM’in ihlal vardır dediği döneme benzer uygulamalar. Dolayısıyla esasen Komite’nin bu gerekçeyle İmralı tecridine dair de denetim yapması ve bunu sürdürmesi mümkündü.

Bu süreçte CPT’nin rolü başka, AİHM’in rolü başka, Bakanlar Komitesi’nin rolü başkadır. Burada Bakanlar Komitesi’nin üstlenebileceği önemli bir rol vardı. Buna rağmen ben bu kararı kesin ve üzerine başka bir adım atılamaz bir karar olarak yorumlamak istemiyorum. Bence tecrit koşullarında bir değişiklik olmaması, AİHM ve CPT’nin süreçlerindeki ilerlemelere göre bu konuda Öcalan’ın avukatları ve girişimde bulunmak isterlerse STK’lar, Komite nezdinde girişimde bulunmaya devam edebilir.

Bakanlar Komitesi tarafından CPT’ye ve AİHM’e yapılan bir davet olarak da okunabilir. Buralarda oynadıkları rollerin gereğini yapmaya davet. Dolayısıyla bu mekanizmalar önündeki süreçleri hızlandırmakta kullanılabilecek bir karar olarak okunabilir Komite’nin vurgusu. Belki o mecraları daha etkili hale getirebilecek bir karar olarak da görülebilir.

Tabii ki CPT’nin, Türkiye’de işkence ve diğer Konsey üyesi ülkelerde işkencenin önlenmesinde üstlendiği çok önemli bir rol var. İmralı için de geçerli bu.

Bu rolünü yeterince oynuyor mu?

CPT’nin kendi iç işleyişine ilişkin kuralları var. Raporlarını anlık olarak açıklayamıyor, belirli bir zaman geçmesi ya da devletlerin izni gerekiyor. Net kurallar çerçevesinde işleyen ama son derece etkili bir kurum.

Bireysel önlemlere ilişkin karar artık kesin mi, yani bir şey yapılabilir mi?

Bakanlar Komitesi’nin bireysel önlemlere dair kararını kesin ve artık başka bir şey yapılamaz bir karar olarak görmüyorum. O konuda koşulları oluştuğunda Komite nezdinde girişimde bulunmaya devam edilebilir. Komite, AİHM ve CPT’ye bir davet iletmiştir. Onların denetiminin öneminin altını çizen bir davet.

Türk tarafı hem Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Başkanvekili Mehmet Uçum’un ağzından hem de bizzat Cumhurbaşkanı kendisi, kararın bağlayıcı olmadığını hatta yok hükmünde olduğunu açıkladı. Türkiye, Eylül 2022’ye kadar herhangi bir değişiklik yapmaz veya sizin dediğini gibi bir ‘yol haritası’ sunmazsa Komite/Avrupa’nın ilgili kurumlarının Türkiye ile ilişkilerinde ne beklenebilir?

Mehmet Uçum’un, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanı’nın daha önceki dönemlerde AİHM kararlarına ve Komite’nin denetim sürecine ilişkin yaptıkları açıklamaların hukuki hiçbir dayanağı yok. Uuslararası hukukta da TC Anayasası’nda da çok tartışmasız net bazı hükümler, kurallar, prensipler var. AİHS 46. maddesinin 1. fıkrası çok net bir şekilde taraf devletlerin AİHM  kararlarını yerine getirmekle yükümlü olduklarını dile getiriyor. Uluslararası hukuk kapsamında bir sözleşmeye taraf olan ülkeler bu sözleşme hükümleri ile bağlı olduklarını da beyan etmiş oluyor. Ahde Vefa ilkesi kapsamında altına imza attığınız hükümlerle bağlı olacağınız son derece açık.

TC Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrası diyor ki usulüne uygun taraf olunmuş uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle iç hukuk arasında çelişki olduğunda sözleşme hükümleri esas alınır. Anayasa, uluslararası insan hakları sözleşmelerini iç mevzuatın üzerinde konumlandırıyor.

Bu saydığım hükümlerin hiçbirinde iddia edildiği gibi, AİHM kararları sadece usul bakımından bağlayıcıdır, esas bakımından bağlayıcı değildir ya da tavsiye niteliğindedir gibi bir düzenleme içermiyor. AİHM kararları, bağlayıcıdır ve haklarında karar verilen ilgili ülkeler kararların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Yerine getirmedikleri zaman da bunun sonuçlarına katlanmaları gerekir.

Özellikle Komite’nin, Türkiye’nin AİHM’in Osman Kavala kararının uygulanmamasındaki ısrarı nedeniyle verdiği, yine 2 Aralık tarihli ihlal prosedürünün başlatılacağına dair resmi bildirim kararı sonrası Mehmet Uçum bazı açıklamalar yaptı. Örneğin, AİHM kararlarının sadece şekil bakımından bağlayıcı olduğunu ve Komite kararının politik olduğunu iddia etti. Bu doğru değil.

Komite’nin 2 Aralık 2021 tarihli Osman Kavala kararı, AİHM kararının uygulanmasının denetlenmesi sürecinde attığı çok sayıda adımın sonuncusu. AİHM’in Kavala kararı, Mayıs 2020’de kesinleşmiş. Bir buçuk yılı aşkın süredir Komite tarafından bu konuda sürekli adımlar atılıyor, kararlar alınıyor, derhal serbest bırakılması çağrısı yapılıyor, ara kararlar oluşturuluyor. Komite’nin Sözleşme kapsamında, Avrupa Konseyi statüsü kapsamında ve kendi kuralları içerisinde takip etmesi gereken bir süreç var. Bu süreçte Osman Kavala’nın hukuksuz tutukluluğunun sürdürülmesinin sonucunun ihlal prosedürünün başlatılması olacağı belliydi. Zaten Komite son birkaç kararında ihlal prosedürünün başlatılacağının altını özellikle çiziyordu. Dolayısıyla Komite’nin kararı ve aldığı tutum politik değil.

Komite’nin yapabileceklerine dönersek; Gurban grubu kararları konusunda ilerleyen süreçlerde ne yapabilir?

Komite denetimini sürdürdüğü bütün kararlarda, kararların uygulanmaması halinde Osman Kavala kararında başlatacağını çok net söylediği ihlal prosedürünü işletmeyecektir. İhlal prosedürü son derece istisnai durumlarda, son çare olarak başvurulması gereken bir yol olarak dizayn edilmiş. Sözleşme kapsamında ve Komite’nin kendi iç kuralları kapsamında durum böyle. İhlal prosedürü şu ana kadar sadece bir kere Azerbaycan’a karşı işletilmiş ve o da yine politik nedenle tutukluluk, mahpus edilme sorunu üzerine.

Şu an Türkiye bakımından denetim süreci devam eden Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarında da sürdürülen tutukluluk durumu var. Mahkeme bu tutuklulukları hukuka aykırı bulmuş, politik amaçlar güdüldüğünü tespit etmiş ve Türkiye’ye onları çok net bir şekilde serbest bırakmalısınız demiş. Buna rağmen Türkiye’nin hala Kavala ve Demirtaş’ı politik saiklerle parmaklıklar arkasında tutması, Mahkeme kararının yerine getirme yükümlülüğünün doğrudan bir ihlali. Kavala ve Demirtaş’a yönelen hak ihlallerinin niteliği itibarıyla da çok ağır. Bir kişinin parmaklıklar ardında politik amaçlarla tutulduğu her saat o kişinin özgürlüğüne çok ciddi bir müdahale. Dolayısıyla Komite, bu tür başvurularda, kararlarda ihlal prosedürünü daha önce bir kere işletmiş. Şimdi Türkiye ile ilgili ikinci defa işletecek. Demirtaş kararı üçüncü olabilir. Rusya’ya ilişkin de benzer bir süreç devam ediyor Navalny dosyasında. O karar bakımından da ihlal prosedürü başlatılabilir.

Üzerinde konuştuğumuz Gurban grubu kararlarında Komite’nin ihlal prosedürünü işletmeye gidebilecek bir yere varacağını öngörmüyorum. Komite’nin elinde denetim sürecinde başvurabileceği çok sayıda mekanizma var. Komite en nihayetinde Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkenin bir araya gelip oluşturduğu çok etkili, politik ve diplomatik bakımdan ağırlığı olan bir mekanizma. Komite’de Türkiye’nin Gurban grubu kararlarını uygulaması için adım atması gerektiğine ilişkin görüş oluşmuş. 2 Aralık kararından bunu görüyoruz. Komite, bu kararı temel alarak Türkiye tarafından kararların uygulanması için gerekli her türlü adımı atacaktır. Kararlar oluşturacaktır, ara kararlar verecektir, üye devletler girişimde bulunacaktır. Komite’nin elindeki uygun gördüğü bütün zorlayıcı mekanizmaları işleteceğini öngörüyorum. Türkiye’nin de buna ilişkin atacağı adım da politik atmosferle doğrudan bağlantılı. Gelişmeleri hep beraber göreceğiz ama hemen gerçekleşecek bir değişiklik olmayacaktır. Belirli bir zaman gerektirecektir. Nihayetinde Türkiye’de önemli politik hassasiyetlere dokunan ve mevcut politik durumla doğrudan ilgili bir sorundan bahsediyoruz. Bu karar grubunun uygulanmasına sürecindeki olumlu gelişmeler, politik atmosferle de yakından bağlantılı ve eşgüdümlü olacaktır.

Sizin çizdiğiniz tabloya göre Türk hükümetinin adım atması zor, peki böyle kararların içeriyi etkileme gücü nedir?

Türkiye’nin, AİHM’in Gurban grubu olarak adlandırılan Öcalan, Kaytan, Boltan, Gurban kararlarını uygulamak için Komite kararı doğrultusunda adım atmasına yol açacak politik atmosfer şu anda mevcut görünmüyor. Şu an ülkede çok derin bir insan hakları krizi, çok derin bir hukuk devleti krizi yaşanıyor. Böyle bir ortamda Türk hükümetinden bu konuda bir adım atmasını beklememiz zor. Ancak ben Komite’nin attığı adımların, içeride var olan değişime zorlayıcı dinamiklere katkı sunan bir araç olduğuna inanıyorum. Bunun en nihayetinde hükümetin insan hakları ve hukuk devleti bakımından problemli politikalarının değişmesi için itici bir güç olduğunu düşünüyorum. Bu dinamikler, önümüzdeki seçimlerde bir hükümet değişikliği söz konusu olması halinde, bir sonraki hükümetin bu konularda atacağı adımlarda da belirleyici olacaktır.

Bu kararların uygulanması süreci ile ülkedeki politik atmosfer arasında çok ciddi bir bağ var. Bunun mevcut atmosferde nereye evrileceğini öngörmek zor, çünkü ülkedeki politik atmosferin nereye evrileceğini bilmiyoruz. Komite’nin etkili denetim sürecinin, problemli uygulamalara karşı içeride yürütülen mücadeleye önemli bir destek noktası olduğuna inanıyorum. Bütün bunlar bir arada uzun vadede sonuç alıcı olacaktır ve arzu edilen değişim gerçekleşecektir.