Kubilay: Pakette özgürlük yok, yargı Saray’dan kopmalı!

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, "Demokratik bir yargıdan söz edilecekse önce yargıyı Saray’dan bağımsızlaştırmak gerekir" dedi. İşgal saldırılarına da değinen Kubilay, "İktidar savaşsız, şiddetsiz bir şekilde iktidarını sürdürmekte zorlanıyor" diye konuştu.

HDP Sözcüsü Günay Kubilay, parti genel merkezinde yaptığı basın toplantısında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

'SARAY, KENDİSİ İÇİN STRATEJİ BELGESİ HAZIRLADI'

Yargı Strateji Belgesi, Türk ordusunun saldırılarına da değinen Kubilay'ın konuşmasından satır başları şöyle:

"(...) İktidar da bu ihtiyaçları tespit etmiş olmalı ki bu değişim ihtiyacını bir yargı paketi ile karşılamak yerine bir strateji belgesi ile 2023’e bir zemin hazırlamak için kendince bir karşılık vermiş oldu.

Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki bu demokratik bir yargı paketi değil, bu bir ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan, zamana bağlı bir strateji belgesi. Bir perspektif metni. Eğer Türkiye’de demokratik bir yargıdan söz edilecekse her şeyden önce işe Saray’ın yargısı haline gelmiş olan mevcut yargıdan başlamak gerekir. Yargıyı Saray’dan bağımsızlaştırmak, yargıçları Saray’dan özgürleştirmek yargıdaki demokratikleşme sürecinin başlangıcı olacaktır. Bu temelde atılmayan hiçbir adım yargıda demokratikleşme adımı anlamına gelmeyecektir. Bunların her biri birer yapay yüzeysel düzenleme olmanın ötesine geçmeyecektir.

Saray strateji belgesini kendi ihtiyaçlarını dikkate alarak parlak cümlelerle sundu.

Adalet küçüldü, zulüm arttı; yargı yerine polis infaz gerçekleştiriyor

'ZULMÜN ARTTIĞINI HALFETİ'DE GÖRDÜK'

Erdoğan, dünkü açıklamasında 'adalet küçülürse zulüm artar' diyor. İnsan şaşırıyor, bunu kimin için söylüyor? Evet, Türkiye’de adalet küçülmüş, zulüm artmıştır. Zulmün ne kadar attığını biz Halfeti’de gördük. Halfeti’de '90’lı yıllara çağrışım yapacak şekilde, açık bir işkencenin yapıldığını kamuoyu ile birlikte görmüş olduk. Yere yüzüstü yatırılmış, elleri ters kelepçe ile bağlanmış insanlar... Gözaltı olur mu, olur. Yargı önüne insanlar çıkarılır mı, çıkarılır. Şüpheli görülür mü, görülür. Ama bütün bu olguların her biri artık yargının yerine polisin infaz gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor. Yargıya yardımcı olması gereken kolluk kuvvetleri, yargının yerine kendilerini geçirmiş ve bizatihi kendileri yargılıyor. Bunu da fiziki işkence ile gerçekleştiriyor.

Halfeti’deki insanlık dışı olguyu Ankara’daki işkence realitesi ile birleştirdiğimiz zaman Türkiye’nin çok vahim bir noktaya doğru sürüklendiğini görmekteyiz. Ankara Emniyeti’ndeki işkence vakasını Kocaeli milletvekilimiz Sayın Ömer Hocamız açığa çıkarmamış olmasaydı, Ankara Barosu’nun, insan hakları kuruluşlarının yaptığı çalışma olmasaydı Ankara Emniyeti’nin derin dehlizlerindeki bu insanlık dışı uygulamayı hiç kimse bilmeyecekti.

'İŞKENCEYE KARŞI HAREKETE GEÇİLMELİ'

İşkence görmezden, duymazdan gelinebilecek bir konu değildir. Biz Türkiye’deki tüm demokratik kamuoyunu, sendikaları, insan hakları kuruluşlarını bugün demokrasiden, özgürlükten yana olan, işkencenin bir insanlık suçu olduğunu düşünen herkesi bu konuda tepki göstermeye ve harekete geçmeye çağırıyoruz.

'PAKETTE ÖZGÜRLÜK YOK'

Kendini yargının yerine koyan kollukla ilgili bu pakette herhangi bir düzenleme yok.

Pakette tutuklu siyasetçilere, akademisyenlere, gazetecilere ilişkin hiçbir şey yok.

Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler 'terör' suçlusu olarak damgalanmış, tutuklanmış ve hapse gönderilmiştir. Bu belgenin içerisinde düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğü, akademik özgürlüğün bir terör suçu olmanın ötesine geçtiğine dair herhangi bir emare yoktur.

Demokratik siyaset üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanan yargıya ilişkin düzenleme yok.

Strateji belgesi demokrasiyi ve adaleti tesis etme projeksiyonunu sunmuyor.

'SERMAYEYE GÜVEN VERMEK İSTEDİLER'

Yargı paketi sermayeye güven vermek amacıyla hazırlandı.

Krizin Erdoğan’ın fırçası, damadın cilası ile çözülemeyeceği anlaşılınca bir cila yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Kriz zaten derinleşti. 1 yıl içinde 190 milyar dolar ödenmesi gereken kısa vadeli bir borç var. Bu kısa vadede ödenecek borçlar için Hazine'de bir kaynağın olmadığı çok belli. Bu zamana kadar kriz zaten emekçinin, işçinin boynuna yıkıldı. İnsanlar büyük bir umutsuzluk içine sürüklendiler, Antep’te iş bulamayan genç insanın nasıl canına kıydığını görelim. Köprüden atlayan insanları görelim. Yüzde 1’in ihtiyacını karşılamak için yüzde 99’a yönelik yapısal düzenlemeler içine de girilecek. Dolayısıyla hukuk bunu normalleştiren, buna bir toplumsal meşruiyet kazandıracak bir zemin oluşturmaya çalışıyor.

'Kırk katır mı kırk satır mı' politikasına hukuksal makyaj yapılmak isteniyor.

TÜRK ORDUSUNUN SALDIRILARI

Türkiye bugün borçlarını ödemekte zorlanırken dün MGK toplantısında askeri operasyonları yoğunlaştıracaklarını açıklıyorlar. Bildiğiniz gibi çeşitli adlar altında operasyonlar yapıyorlar, Güney’e de bir operasyon yapılmış oldu. Orta yaş kuşağında olan her insan, aynı nakaratlarla tekrarlanan bu ezberi biliyor. Defaatle yani 20-25-30 kez bu operasyonlar yapıldı. Bu operasyonlar ülkenin kaynaklarını tüketmekten, can kayıplarını artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ama bu aynı zamanda başka bir ülkenin topraklarına yönelik askeri operasyon olduğu için o ülkenin egemenliğine karşı da bir ihlaldir. Uluslararası hukukta bu bir ihlaldir, sorgulanması gereken bir durumdur.

İktidar savaşsız, şiddetsiz bir şekilde iktidarını sürdürmekte zorlanıyor.

Madem yargının demokratikleşmesinden söz ediyoruz, o zaman bölge barışına da katkı sunacak, içeride ülke halklarının barışına da katkı sunacak; hakkı, hukuku ve adaleti tescil edecek bir düzenleme yapmamız lazım. Sadece Türkiye halklarının ihtiyaçlarını gözeten değil demokratik Orta Doğu perspektifi ile bütün halkların çıkarlarını gözeten bir düzenlemeye ihtiyacımız var. O yüzden de iktidarı bu operasyonlardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Bölgede barışçıl bir politikaya dönüşün tam zamanı olduğunu düşünüyoruz.

Bakınız altını çiziyorum. Suriye’de 8 yıllık iç savaş kritik bir eşiğe dayandı. Türkiye’nin yoğunlaşmış askeri operasyonları olduğunu biliyoruz. Askeri yığınak yaptığını biliyoruz ama öte yandan ne hikmetse Kürtler şu ya da bu düzeyde yeni Suriye’de bir statü elde etmesin diye dün “katil Esed” dedikleri Suriye rejimi ile bugün “kardeş Esad” olarak görüşme yaptıkları basına yansıyor. Siz şimdi “katil Esed” dediğiniz bir rejim lideri ile kendi çıkarlarınız için görüşmeyi meşru görüyorsunuz da o ülkenin artık vazgeçilmez halkı olan Rojava halkları ile neden görüşmüyorsunuz? Onların temsilcisi olarak gördükleri demokratik bir siyasi parti olan PYD ile neden kamuoyu ve bölge halklarının önünde açık bir görüşme yapmıyorsunuz? Bu görüşmelerin hiçbiri kapalı kapılar ardında görüşmeyi gerektirmiyor.

Görüşmeler, Suriye halklarının önünde açık, meşru demokratik müzakereyi esas alan yöntemlerle yapılmalıdır. İktidar PYD ile demokratik dönüşüm için görüşme yapmalıdır.

Eğer eski rejimle görüşüyorsa oradaki bütün halklarla görüşülmelidir. Yeni Suriye’nin inşasına barışçıl ve demokratik bir katkıda bulunulmalıdır. O yıkıntının içinde olan bölge halklarına gerekli desteği yapmalıdır. Türkiye ancak böyle Orta Doğu’da büyük bir ülke olabilir, bölge halklarının vicdanında saygın bir yeri o zaman alabilir.

'BELEDİYELERİMİZE YÖNELİK YAĞMA VE TALAN VAR'

31 Mart’tan sonra HDP belediyelerine doğrudan kayyım atamadılar ama kazanımları bertaraf etmek için her türlü yolu denediler. Önce KHK’li diye 6 belediye başkanımızın, 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koydular. Yetinmediler, tekrar birkaç ilçemizde çoğunlukta olan belediye meclis üyelerimize soruşturma açtılar. AKP’li belediye meclis üyelerini çoğunluk hale getirmek için ilginç yöntemlere başvurdular. Arkasından ise görevi devralan arkadaşlar inanılmaz borçlar açıkladılar. Belediyeler dudak uçuklatacak kadar borç batağına sürüklenmiş. Sanki düşman malı; bir savaş sonrasında bir ganimet var ortada ve bir yağma ve talan bakış açısı var.

Bu anlayışın bir devamı olarak Kayapınar Belediyesi’ndeki kreşi işgal etmişler. İnanamazsınız, Kayapınar’daki kayyım 19 Mart 2019’da yani seçimden iki gün önce belediyenin kreşini Diyarbakır Müftülüğü’ne 25 yıllığına vermiş. Yeni belediye geldikten sonra belediye meclisi oturmuş karar almış ve bu kararı iptal etmiş. Kaymakam polis gücünü yanına alarak kreşi çocukların önünde basıyor.

Cizre’de de benzer şeyler oldu. Çok utanç verici. 15 günlük ücreti kalmış diye belediyeyi icraya veriyor. Ama kendisi giderken Cizre gibi küçük bir ilçede 220 milyon 793 bin borç bırakıyor. Yüksekova’yı da bir daha hatırlatmak isterim, tarihe kara leke olarak düşsün. 22 milyon bütçesi olan bir ilçeye 650 milyon borç bırakılmış. Nerede yargıçlar, nerede yargı, niye harekete geçmiyorlar? Tam da bunların her biri, bizim ne kadar da yakıcı bir şekilde demokratik, bağımsız ve tarafsız bir yargıya ihtiyacımızın olduğuna dair bulgulardır.

Aynı şey Derik Belediyesi’nde de oldu. Daha önce belediyenin kadın merkezi varmış. Kadınlarla Dayanışma diye kurdukları merkeze bir müdür atanmış. Daha önce 180 bin TL’lik çeşitli demirbaşlar alınmış, müdüre hanım seçimden sonra görevi bıraktığında bu demirbaşları almış evine götürmüş. Yani burası bunların tapulu özel mülkü gibi. Nasıl bir anlayıştır bu? Savcılar nerede, niye harekete geçmiyorlar? Mardin’de ortaya çıkan 1,5 milyar liralık borcu Kızıltepe Belediyesi billboarda asmış halk görsün diye. “Bu sakıncalıdır” diye kaymakamlık apar topar kaldırıyor.

Cizre’de de 250 milyon nereye gitmiş, bunu göstersenize..."