Kürt düşmanlığı iktidarın sonunu getirecek
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, AKP’nin Kürt düşmanlığının iktidarının sonunu getireceğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, AKP’nin Kürt düşmanlığının iktidarının sonunu getireceğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Şengal ve Qereçox'a saldıracak kadar 'çılgınlaşan' Türk devletinin yeni iktidar bileşenlerinin, kendilerini Kürt düşmanlığına mahkum ettiklerini söyledi. Altun, bu düşmanlığa dayalı iç ve dış dayatmanın, mevcut iktidarın da sonunu getireceğini söyledi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, dış siyasetinde var olan bütün güçlere kendini dayatma, içeride faşist ulus-devletçi zihniyetin Kürt düşmanlığını kullanarak toplumu rehin alma siyasetinin kolay kolay değişmeyeceğini belirtti. Rıza Altun, "AKP hükümeti, geliştirmiş olduğu ittifaklarla dayattığı referandum, referandumda ortaya çıkan anayasa gerçeği ve bu anayasaya dayalı kurmak istediği yeni sistemle Türkiye’yi artık geri dönülmez bir noktaya getirdi" dedi.
Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Şengal ve Qereçox saldırılarıyla başlayan yeni dönemi ve aktörlerinin pozisyonları; Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin temel parametre ve yansımaları; öncesi ve devam eden haliyle Musul operasyonu ve sonuçları; İran’da 19 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri ve tarafların yaklaşımı ile ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı. Geniş ve kapsamlı söyleşinin ilk bölümünü, bugün paylaşıyoruz.
İşgalci karakterini güncelleyen Türk devleti, Rojava'yı da kapsayan Kuzey Suriye ile Güney Kürdistan'a saldırılarını, neden bir üst perdeye çıkarıp Şengal ve Qereçox'a bombardıman yaptı, neyi amaçladı?
Türkiye, DAİŞ ortaya çıkışıyla oluşan krizi daha çok fırsat bilerek, Ortadoğu hakimiyeti ve hegemonyası yönünde bir politika geliştirdi. Bu politika çok fazla tutmadı. Bütün gücünü ortaya koymasına rağmen Ortadoğu’daki gelişmelerden izole oldu. Siyaseti, diplomasisi iflas etti. Kötü bir duruma düştü.
Son bir iki yıldır da politikasında bir değişikliğe gitti. Temel olarak son iki yıldır bütün politikasını Kürt düşmanlığı üzerinden geliştiriyor. Artık eskisi kadar Ortadoğu’ya hakim değil. Oradan elini tam olarak çekmedi, fırsat buldukça onu oynayacak ama esas olarak bütün gelişmeleri değerlendirerek durumun aleyhine olduğunu görüp meseleyi Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı temelinde bir siyaset yapmaya getirdi. Bu, Türk devletini yöneten AKP ve Erdoğan hükümeti için çok önemli ve stratejik bir durumdur.
Neden bütün politikasını Kürt düşmanlığı üzerinden geliştirmeye gitti, bunun parametrelerini izah eder misiniz?
Hem bölgedeki hem de Kürdistan’ın dört parçasındaki gelişmeler, önemli sonuçlar ortaya çıkardı:
* Rojava’da Kürtler ciddi bir direniş ortaya koydu; bir statüye ulaştı, hatta federatif bir bölge ilanına kadar vardı.
* Güney Kürdistan’daki gelişmeler yine Kürtlerin statü kazanması temelindedir.
* Doğu Kürdistan’da belirli bir kıpırdanma var.
* Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de ise 40 yıllık mücadelemiz, Ortadoğu ve Kürdistan’ın dört parçasındaki son gelişmelerle birlikte yeni bir boyut kazandı.
Kuzey'deki toplumsal örgütlenme, devrime katılım, direniş ve askeri eylemlilik, AKP hükümeti ve Türk devleti için gerçekten de ciddi bir sorundur. Önünde iki seçenek var;
* Ulus devlet politikasını gözden geçirerek yeni bir Kürt politikası geliştirmek.
* Ortadoğu çapında Kürt özgürlüğünün gelişmesini engellemek, özellikle de kendi Misak-ı Milli sınırları içerisinde gelişen Kürt Özgürlük Hareketi'ni yok etmek
Hangisini tercih ettiler?
İkincisini tercih ettiler. Mevcut Erdoğan iktidarı veya geleneksel ulus devlet erkanı, zevahiri kurtarmaya yönelik taktiklere rağmen Kürt inkarından vazgeçmedi. Türk devleti ve bugün onu yöneten AKP ve Erdoğan, geleneksel politikanın özüne dokunmadı. Dolayısıyla Kürt düşmanlığı ekseni üzerinden temel siyasetlerini kurgulamaya, uluslararası siyaseti de buna dayandırmaya kendilerini mahkum etti. Bakınız, içeride uyguladığı politika, giderek daha çok merkezileşiyor, otoriterleşiyor ve faşistleşiyor.
Bunu hangi argümana dayandırıyor?
Kürt karşıtlığı argümanına dayandırıyor; 'terör' kavramını, gelişen devrimci eylemlilikleri kullanarak yürütüyor. Siyasetini, ilişki ve ittifaklarını milliyetçi, ırkçı, şoven söylemler üzerinden geliştiriyor.
AKP-MHP ittifakı bunun gereği mi?
Elbette, AKP-MHP ittifakı sıradan değildir. Sadece bir anayasa değişikliğiyle izah edilemez. Temelinde Kürt düşmanlığı vardır. Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı, iki şeyi belirliyor:
* Anayasanın nasıl olacağını belirleyen zihniyet
* Bunun siyasal iktidarının yapısı.
Eğer Kürtler ve Kürtlerin özgürlük mücadelesi olmasaydı siyaset böyle gelişmeyecekti. Paralel devlettir, yok darbedir, yok yeni darbe potansiyelleri… Bunlar aslında Kürt meselesini, Kürt karşıtlığını gizlemeye yönelik şişirilmiş sosyal durumlardır. Esas mesele Kürt meselesidir. Ulus devlet, kendisini Erdoğan ve Bahçeli şahsında faşistleştirirken Erdoğan’ı da tekleştirip totaliter bir düzeye getirdi. Tekrar vurguluyorum; bunu, Kürt düşmanlığı ve Kürt karşıtlığı üzerinden geliştiriyor. Türkiye’deki mevcut baskıların tümü buna dayanıyor. Doğal olarak uluslararası siyaseti de bu eksende yürüyor.
Mesela bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da geliştirmek istediği ilişkiler neye dayanıyor?
Dikkat edilirse Türkiye’nin somut olarak nasıl bir Ortadoğu istediği yönünde herhangi bir argümanı ve talebi yoktur. Çok genel, muğlak ve her anlama gelebilecek söylemlerle bir Kürt karşıtlığı yapıyor. Demokrasi, özgürlük, devletlerin ve ülkelerin bölünmezliğinden bahsediyor. Aslında bunları, Kürt özgürlük mücadelesinin ortaya çıkardığı gelişmeleri yok sayma kabilinde söylüyor. Ortadoğu ve pek tabiki Suriye politikasında temel esas budur. Suriye’de istediği tek şey var; Kürtlere herhangi bir hak ve statü verilmemesi. Bunu yerine getirebilecek bütün siyasi odaklarla ilişkide olup her türlü tavizi vermek gibi bir siyaset güdüyor. İşte bir süre önce İran, Suriye rejimi ve Rusya ile geliştirdiği ilişkiler bunun ifadesidir. Yeterki Kürtlere bir şey verilmesin gerisi umurlarında değil. Öbür tarafta Avrupa ve ABD iile geliştirdiği ilişkilerde de temel eksen budur. Bütün dünyaya, 'Ya Kürtler ya ben' ikilemini dayatıyor.
Bu ikilemin dayatıldığı güçler ne karşılık veriyor, bu güçlerden beklediği cevabı alıyor mu?
Kürt inkarı üzerine kurulan ulus devlet, mevcut karakterini sürdürdükçe her türlü tavizi vermeye hazırdır, bu kaçınılmaz. Erdoğan’ın Uluslararası Koalisyon'a yaptığı çağırlarda bunu çok rahat görebiliriz. İşte 'ne dediler de yapmadık, Rakka’ya biz de gidebiliriz, biz de Rakka’da savaşabiliriz ama şartımız YPG ya da QSD ile gitmemek'... Burada temel amaç; DAİŞ’e karşı mücadele değil, Kürtlerin ortaya çıkardığı YPG’nin geliştirdiği özgürlük mücadelesinin geldiği boyut ve sonuçları durdurmaktır. Bu da çok tutmadı, karşılık bulmadı. Özellikle de son Rakka operasyonunda ortaya çıkan bazı sonuçlar ve Koalisyon'un aldığı bazı operasyon kararları, Türkiye’nin giderek çılgınlaşması gibi bir sonuç çıkardı.
Şengal ve Qereçox saldırıları, bu çılgınlığın sonucu mu?
Evet. Ulus devletin kuruluşunun ana modeli olan Avrupa’ya dayalı sistemi bile sorguladı. Bunu, Rusya’ya kaydırmanın şantaj ve adımlarına kadar götürebildi. Çok riskli olmasına rağmen bunu can havliyle denedi. Buradan da istediği sonucu devşiremeyince daha çılgınca seviyeye tırmandırdı. İşte Qereçox ve Şengal saldırısını böyle geliştirdi.
Bu son saldırının önemi nedir?
Bu saldırının iki açıdan analiz edilmesi gerekir:
* Uluslararası güçlerin bölge politikaları açısından çok önemli ve iyi analiz edilmeli.
* İç politikadan, özellikle de Türkiye’deki iktidarın iç politikası bakımından değerlendirilmeli.
İsterseniz önce uluslararası boyutundan başlayalım...
Tamam, öyle yapalım. Şimdi dikkat ederseniz şöyle bir tablo var:
* Denenmiş olan bütün yöntem ve taktikleri boşa çıkmış
* Peş peşe yenilgilere uğramış
* Giderek diplomaside marjinalleşmiş
* Tıkanmış
* Bölgesel ya da uluslararası aktörlerle bölgede siyaset yapamaz duruma gelmiş.
ABD bazında somutlaştırmanız mümkün mü?
ABD ile ilişkilerine bakalım. Amerika ve Türkiye’nin 1952’lerden beri stratejik ilişkisini dikkate alalım. Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın yeni ABD Başkanı seçilip iktidara gelmesinden umduğu medeti bulamayışı, onu en çok zorlayan bir nokta olarak ortaya çıktı. Trump uzun bir süre aramadı bile. Hatırlarsanız ABD başkanlarının iktidarlarının ilk günlerinde aradıkları ilk yerlerden biri Türkiye idi. Hatta Barack Obama, ilk olarak Türkiye'ye gelmekle kalmayıp dünya siyasetini Türkiye’de açıklamıştı. Şimdi benzer bir durumu Trump’tan da bekliyorlardı. Ancak Trump, uzun bir süre görüşmedi. Körfez ülkelerinin emirleri, Suudi Arabistan, Mısır ve birçok devlet başkanı ile görüştü ama Türkiye gibi bir ülkenin başındaki Erdoğan’ı dahil etmedi. Görüşme taleplerini de karşılamadı.
Buna karşın ne yaptılar?
Dayatmada bulundular. Amerika ve Avrupa'ya provokatif bir dayatmada bulundular.
Provokatif dayatmaları ne üzerineydi?
İşte 'ya Suriye politikasını benimle ya da YPG ile götürürsün' tercihine zorladılar. Bunun için Amerika ve Avrupa ile Türkiye arasında büyük krizler çıktı. Türk bakanların Avrupa’ya gidip gitmemelerine dair kotalar bile konuldu. Bu gerginlik sadece referandumla ilgili değil. Bunun üzerinde böyle bir tıkanıklık ortaya çıktı. O zaman ulus devlet, kurulduğundan beri dayanmış olduğu Batı sistemiyle ipleri koparma noktasına kadar getirdi. Taktik olarak da Rusya’ya kayma şantajıyla onları kendine çekmeye çalıştı ama pek başarılı olamadı.
Rusya nasıl bir karşılık verdi?
Rusya bunu çok iyi kullandı. Sürekli kendi alanına çekip bir piyon olarak kullanma siyaseti yürüttü. Suriye’de, hatta Rojava’da onu hem Batı sistemine karşı hem de Kürtlerin özgürlük mücadelesini adeta frenlemek veya rejime entegre etmek için bir taktik piyon olarak kullandı.
Bütün bu çıkmazdan fiili bir dayatmayla sonuç almaya yöneldi. Her şeyi göze alarak özellikle de Rusya ile ilişkilerinden aldığı psikolojik destekle, -başka destekler varsa bilemiyorum- Şengal ve Qereçox saldırıları gerçekleştirdi. Bu dayatmadan lehine bir sonuç bekledi. 'Geleneksel bir devletim, Batı ile stratejik ilişkilerim var, Ortadoğu’nun en büyük ülkesiyim, NATO’nun en büyük ikinci askeri gücüyüm, benden başkasını tercih edemezler' mantığıyla hareket etti. Bütün itirazlara rağmen kendi bildiğini yaparak karşısındakini istediği noktada uzlaşmaya çekeceği zehabına kapıldı. Dış ilişkileri açısından durum bu. Böyle bir siyaset güttü. Bu vurmanın altında bu gerçeklik var.
Türkiye’deki iktidarın iç politikası açısından da analiz eder misiniz?
Şimdi ona bakalım. Bu saldırıyı referandumdan sonra yapması gerekiyordu. Referandum süreci, ittifakları, anayasanın şekli ve içeriği ile taahhütlerini mercek altına alalım:
* MHP’nin en gerici kanadı,
* BBP'nin en gerici kanadı,
* Ergenekon ve ulusalcıların en gerici kanatları.
Hepsinin ortak paydası Kürt düşmanlığıdır. Erdoğan ve AKP, Kürt düşmanlığı üzerinden bu koalisyonu geliştirdi. Kürt düşmanlığı temelinde gelişen bu koalisyonla referandumda 'Evet' çıkması için devletin bütün gücü kullanıldı. O halde alınan sonuçtan sonra içeride ve dışarıda Kürtlere yönelmek, bu ittifakın bağlayıcı taahhüdüdür. Bu tür saldırılarla iktidarını ve ittifaklarını sağlam tutmak istiyor. Yapmak istediği budur.
Referandum sonuçları, hem uluslararası gözlemciler hem de toplum tarafından şaibeli bulundu. 'Hayır'ın dinamosu durumundaki siyasi hareketler, gayrimeşru ilan etti. İçeride homojen bir Türkiye yok. Bu karmaşa ve kutuplaşma onu frenleyecek düzeyde değil mi?
Özellikle Haziran ve Kasım seçimlerinden sonra hızlı bir kutuplaşmaya doğru gitti. İktidar bloku ile toplunun geri kalanı karşı karşıya. Kutuplaşmanın boyutu çok keskin. Hatta toplumun sosyal karakterine çok da uymayan ilginç bir bölünme yaşanıyor. Genelde toplumdaki farklılıkları gözeterek, ciddi bir toplum analizine dayalı olarak farklı toplumsal kesimlerin ekonomik, sosyal ve siyasal durumlarına bakarak siyaset yapılır. Türkiye’deki mevcut iktidar ise 'Ben ve benimle birlikte olanlar ile olmayanların karşıtlığı üzerinden bir siyaset' yürütüyor. Bu çok keskin bir bölünmedir. Aslında 'devrimci durum' dediğimiz bir duruma tekabül ediyor.
Bu çok belirgin midir?
Belirgindir. MHP’nin Devlet Bahçeli kanadını düşünün; çok aşırı ulus-devletçi, milliyetçi ve faşist bir karaktere sahiptir. Ona göre her tarafı dümdüz etmekle Türkiye’deki mevcut sorunları çözersin. Kürtler mi, Kandil mi? Vur, dümdüz et. Kim nerede konuşursa bin tepesine. Onun kavramlarını kullanıyorum.
BBP'ye baktığın zaman zaten bütün faili meçhullerin, tetikçiliğin merkezi haline gelmiş; farklı mezheplere, dinlere, düşüncelere saldıran, mensupları katleden bir şebeke.
Erdoğan ve AKP bunlarla rahatlıkla örtüşebilecek bir noktadadır. Özellikle de Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablonun vermiş olduğu korku ve panikle tamamen BBP ve MHP'nin Bahçeli kanadına dayanarak var olabileceğini düşünüp o noktaya geldi. İşte tek devlet, tek millet, tek bayrak vs... O zaman iktidarı elinde tutan çok dar bir kesim, sürekli bütün değerleri kendisinde merkezileştirerek yeni bir anayasa, buna dayalı yeni bir devlet ve devlet organlarıyla yetiniyor. Geriye kalan Kürtler, farklı inançlar, dinler, mezhepler, kültürler, anlayışlar, iktidarın hedefidirler. İktidar 'ya beni kabul edip benim çatım altında bana biat edersiniz ya da hepinizi darbeci, vatan haini, paralelci, halk düşmanı ilan ederek yok ederim' diyor. Bunu yaparak bütün devlet kurumlarında biat etmeyen herkesi tasfiye etti. Baskı, tutuklama, işkence, itham altında bırakmayla toplum teslim alınmak isteniyor. Toplum adeta bloke edilmiş durumda.
Böyle bir toplumsal düzen olabilir mi?
Böyle bir toplumsal düzen olamaz. En kötü diktatörler, ceberrut devletler bile böyle yönetmemişlerdir. İşte 60’ların Latin Amerika diktatörlükleri bile böyle değildi. Ortadoğu’daki Saddam, Hafız Esad, Mübarek rejimi böyle, bu kadar değildi. Erdoğan çok daha geri bir durumdadır. Kastlaşmış, bölünmüş, kutuplaşmış toplum. Birazcık tarih, sosyoloji ve siyaset bilinci olan biri, böyle bir yapılanmanın nereye gidebileceğini anlayabilir. Bu çok zor değildir. Bu tür yapılanmalar, devlet sistemleri, siyasal yapılar belki bir süre iktidarda kalmış olabilirler ama kesinlikle büyük bir sonla devreden çıkmışlardır. Erdoğan’ın oluşturduğu mevcut durum, tarih boyunca görülmemiş. Tekleşmiş toplum yoktur. Toplum, çoğulcu sosyaliteye sahiptir. Erdoğan, itaatkar benzeşenler kümesinden müteşekkil bir toplum yaratmak istiyor. Hiçbir insanın gücü buna yetmez. Toplum, dinamiktir. Kendisini var edebilmek, üretebilmek, bloke edici bütün faktörlerden kurtulmak için itiraz eder, karşı çıkar.
O zaman Türkiye’nin geleceğini nasıl formüle edeceğiz, Erdoğan iktidarının iç ve dış siyasette bir değişiklik yapması mümkün mü?
Ya Erdoğan’ın hızla değişip gerçeklere gelmesi gerekiyor ya da kendi gerçekliğini bugünkü haliyle sürdürmesi gerekiyor. Kendi gerçekliğini sürdürüyor. Rojava’ya ve Şengal’e dönük saldırılar, içerideki baskılar, anayasa çıkar çıkmaz KHK’lerle hemen toplumdaki elemeleri dikkate aldığımızda Erdoğan hükümetinin hem iç hem de dış siyasetinde bir değişiklik yapması söz konusu değil. Hem toplum üzerinde hem de dış siyaset alanları üzerinde baskılarını arttırarak sonuç alma politikası güdecek. İşte Şengal ve Qereçox saldırısı, bunun en bariz ve somut örneğidir. Dış siyasetinde var olan bütün güçlere kendini dayatma, içerde faşist ulus-devletçi zihniyetin Kürt düşmanlığını kullanarak toplumu rehin alma. Türkiye, bundan sonra bu siyaseti kolay kolay değiştiremeyecek bir duruma geldi. AKP hükümeti, geliştirmiş olduğu ittifaklarla dayattığı referandum, referandumda ortaya çıkan anayasa gerçeği ve bu anayasaya dayalı kurmak istediği yeni sistemle Türkiye’yi artık geri dönülmez bir noktaya getirdi. Erdoğan, bu zemin üzerinde kendi diktatörlüğünü, tekliğini ilan ederek bunu bir biçimiyle de topluma kabul ettirmenin bütün araçlarını kullanarak sürdürmek zorunda, kendisini buna mahkum etti.
Bundan sonra toplumu neler bekliyor?
Türkiye ve Kürdistan'da çok yoğun faşist uygulamalar; baskılar, saldırılar, faili meçhuller, katliamlar, inkârlar beklemeliyiz. Aynı zamanda bölgesel ve uluslararası düzeyde bugünkü çelişkilerin çok daha yoğunlaştığı, hatta gözü kara bir şekilde kendisini ülke dışında savaşlara sürükleyebilecek yeni politikalar ve gelişmeleri beklememiz gerekiyor.
Erdoğan'ın siyasetini değiştirmez çok zordur. Değişimi, ancak şimdiye kadar yaptıklarının hesabını vermeyi göze alarak yapabilir. Bunu göze alamayacağına göre, yaşayabilmek için her türlü pisliği yapmak zorundadır. Bu çizgi, iktidardan düştüğü an iflas eder. Bağlaşıkları olan Bahçeli, BBP ve Ergenekoncular da aynı durumda. Türkiye’nin gerçeği biraz böyledir.