Şiretê digote vê Mihbetê
Were em herin pêşîya vê dewletê
Bila bavême bidin
Xatirê me hirmetê...
Yıl 1934, aylardan Aralık
Süphan Daðının külahı bembeyaz. Van Gölünün yarısı buz tutmuş. Sahildeki Akçıra Köyünden Şükrü Erolun kızları Şöhret ile Muhbet, eşi Nazê birkaç jandarma eşliðinde o buzlar üzerinden Ercişe götürülür. Onları orada 10 kadar aile daha beklemektedir. Yolculuk 3 ay sürer. Son durakları Isparta olur. Bu günü asla unutmayan Şöhret Erol hala yaşıyor. Cumhuriyetin ilk kuşak Kürt sürgünlerinden olan Erol, şimdilerde Ege Denizi sahilinde yer alan Akbük adlı küçük bir tatil beldesinin Kürt ninesi olarak tanınıyor. Akbükün Kürt ninesi, hala Türkçe konuşmuyor.
1930LARDA ADANA ZÝNDANINDA 700 KÜRT TUTSAK
Kızları Şöhret, Muhbet ve eşi Nazê sürgüne gönderildiðinde, Şükrü Erol, Adana Zindanında ölen 700 Kürt tutsaðın yakalandıðı Tifüs hastalıðının pençesindeydi. Önce uzun bir titremeye tutulan tutsaklar sonra terden sırılsıklam olur, bir yudum sudan sonra başını saman yastıða koyan ölürdü. Şükrü Erol ise bütün bu badireleri atlatan 100 kadar mahkûmdan birisi olmuştu. Ýdamla yargılandıðı davada 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aðrı Ýsyanı nedeniyle tutuklanan Şükrü Erol, bir daha Van Gölü sahilindeki köyüne dönemedi. Şükrü Erolla birlikte kardeşleri Yusuf ve Kerem, amcazadeleri Şebab, Kamil ve amcası Osman da Adana Zindanında bulunuyordu. Zindanda kardeşi Kerem ile amcası Osmanı kaybeden Şükrü Erol da, mapustan çıktıðında çok yaşamayacaktı. Tifüsten kurtulan mahkûmların çoðu gibi o da akciðer kanserine yakalanmıştı.
Ýddialara göre Adana Zindanındaki Kürt tutsakların çoðuna zehirli iðneler yapılmıştı. O günlerin tanıklarından biri olan Hasan Gürbüz o günlere dair anılarında, tutsakların çoðuna iðne yapıldıðını, iðnenin etkisiyle bacaklarının, ayak parmak uçlarından gövdelerine kadar, kömür gibi siyahlaştıðını söylüyor.
Şükrü Erol Adana Zindanından tahliye olduðunda Ispartaya eşinin ve kızlarının yanına gider. Devlet Ýskân Yasası gereði kendisine ev ve bahçe verilmiştir. Zindanın bıraktıðı kalıcı etkilerle mücadelesi 2 yıl sürer. Öldüðünde eşi Nazê, yıllar sonra Ege bölgesine Kürt Vahdettin olarak nam salacak olan oðlu Bahattine hamiledir. Eşini kaybeden Nazê ve kızlarına devlet tarafından, Ispartadaki halı dokuma fabrikasında iş verilir. Aylar birbirini kovalar. Nazê Erol ve kızları Ispartada yapamaz. Mecburî Ýskan Yasasından dolayı Vana da dönemeyen Erol ailesine, Devlet Muhacir Komisyonu bir teklifte bulunur: Şark bölgesi hariç, eðer herhangi bir yerde akrabanız varsa, sizi onların yanına gönderelim!
ÝSKAN KANUNUNUN PARÇALADIÐI AÝLELER
Casusluk şüphesi ve buna benzer sebeplerle Doðuda ve bilhassa Birinci Umumi Müfettişlik mıntıkasında doðudan batıya nakillerde, casusluk ve buna benzer sebeplerle birlikte devletin güvenliði de daima göz önünde tutulmuştur. Bu sebeplerle 29 aileye mensup 180 ev, keza 475 nüfus Zeylanlı batıya nakledilmiştir. (Ýdare Mecmuası 1933,fevkalade sayısı, sayfa 61)
Ýşte bu 29 aileden biri de Yusuf Marufun ailesiydi. Milasın Akbük Köyüne sürülmüşlerdi. Akbük o zamanlar Rumlardan boşaltılmış küçük bir sahil köyüydü. Buraya yerleştirilen ilk aile Yusuf Marufun ailesiydi. Rumlardan kalma deðirmen hala çalışır durumdaydı. Zeytin fabrikası ise Kürtlerin pek işine yaramayacaktı çünkü Kürtler daha Zeytinin ne olduðunu bilmiyorlardı. Yusuf Maruf, sahildeki kilisenin yanındaki eve yerleşmişti. Kiliseyi de tandır evi olarak kullanıyordu.
Sahildeki çınarın gölgesinde otururken bir gün, iki jandarma çıkagelir. Yusufa kardeşi Şükrünün vefat ettiðini, ailesini Akbüke getirmesini söylerler.
AKBÜKÜN KÜRT NÝNESÝ HALA TÜRKÇE KONUŞMUYOR
Şöhretin Akbükteki yaşamı böylece başlar. Kendisiyle 2012nin Haziranında Zilan Katliamı belgeselinin çekimleri sırasında Akbükte görüştüm. Bozulmamış, sade Kürtçesiyle beni şaşırtan bu 100 yaşına merdiven dayayan yaşlı çınar, dönemin yaşayan birkaç tanıðından biri:
Babam Adana Hapishanesindeyken bir kış günü bizi alıp götürdüler. 20 kadar aile idik. Bizi karakol karakol, Diyarbakıra kadar atlarla getirdiler. Orada arabalara bindirdiler. Elazıðda kardeşim hastalandı. Asker hastanesine kaldırdılar. Kardeşimin pencerelere yaklaşmasına bile izin vermiyordu askerler. Korkuyorlardı. Sonra tekrar yola düştük. Aramızda, nişanlısı daha önce Anadoluya sürülmüş bir genç kız da vardı. Düşünün onun geride kaldıðını öðrenen devlet, onu da batıya sürüyordu. Akşamları kaldıðımız yerler genellikle yol üstü bir köy evi oluyordu. Hepimizi bir yere topluyorlardı. Akşam kapıyı üzerimize kilitleyip sabah açıyorlardı. Ispartaya geldiðimizden bir süre sonra babam vefat etti. Amcam Yusuf gelip bizi Akbüke götürdü. Rumların evleri hala duruyordu. Kuyularda su vardı. O suları içtik hastalandık. Çoðumuz öldü. Kalanlar yaşadı.
Yazının girişindeki dörtlük işte, Zilandaki Kürtlerin, Şöhret ve Mihbet kardeşlerin babalarına olan özlemleri için söyledikleri strandan. Kafiyesini bozarsak,
Şöhret Mihbete diyordu ki
Gel bu devletin önünü keselim
Belki babamızı bize baðışlarlar (bize saygı gereði, kadın olmamızın hatırına verirler) aşaðı yukarı bu anlama geliyor.
KÜRTLERE MAREŞAL YOLU, YUNANLAR VE RUMLAR
Akbük, deyim yerindeyse o yıllarda mahrumiyet bölgesidir. Ne yolu ne de herhangi bir hizmet kurumu vardır.1937de Dersim Katliamı öncesi, Türk ordusu Ege Tatbikatı çerçevesinde Akbük dolaylarında büyük bir askeri manevra gerçekleştirir. Dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmaktır. Aðrı Ýsyanı sürecinde de Aðrı Daðındaki iki operasyonu bizzat yöneten ve Ege tatbikatına katılacak olan Fevzi Çakmak için Akbüke stabilize yol yapılır. Yol yapımında da sürgün Kürtler çalıştırılır. Kaderin cilvesi mi denilir bilinmez ama, Aðrı Ýsyanının direnişçisi Yusuf Maruf, Ege Denizi sahilinde bir zamanlar karşısında savaştıðı general için yol yapar.
Ýki yıl sonra devlet Akbüke bir gümrük şubesi yapar. Bunun için de iki jandarma görevlendirir. Ýkinci Dünya Savaşı patlak verir, Naziler Yunanistanı işgal eder, Yunanistandan kaçan mülteciler motorlarla Akbüke çıkarlar. Akbükte iki gün boyunca Kürtlere misafir olurlar. Daha sonra bu iki gümrük jandarması eşliðinde Akbükten ayrılırlar. Aynı günlerde iki Ýngiliz bombardıman uçaðı Akbük dolaylarını iki saat boyunca bombalar. Şükrü Erolun en küçük oðlu kolundan yaralanır. Ankara hükümetinden ikinci gün gazetelere bir açıklama düşer: yanlışlıkla oldu!
RUMLAR GÝDENLER, KÜRTLER GELENLER
Şöhret Şam aslında Cumhuriyet tarihinin tanıðı
Öyle ki 1926da mübadele ile Yunanistanda gönderilen Akbüklü Rumlardan biri yıllar sonra çıkıp gelir. Şöhret Şamın oturduðu evin eski sahibi olan bu yaşlı adam bahçedeki çınar aðacına sarılıp aðlar, sonra zeytinliðe çıkıp, kendi elleriyle diktiði zeytin aðaçlarına uzun uzun bakar. Ölünceye kadar da Akbükü her yıl ziyaret eder.
Yöre halkı Rumlara Gidenler, Kürtlere ise Gelenler der. Gidenler ile gelenler aslında aynı ortak acıları yaşamışlar. Onun için birbirlerini çok iyi anlamışlar ne kadar farklılıkları olsa da. Yaşlı Rum zeytin aðacına sarılıp aðladıkça Nazê Erol, Zilan daðlarındaki köylerini düşünüp aðlarmış. Bunun aktarıcısı da Şöhret Şam. Yaşlı Rumun sarıldıðı aðaçtaki zeytinler için de Kürtler ilk başta biz bu siyah bücekleri yemeyiz demişler. Kısacası Gelenler ile Gidenlerin acıları ortak, sadece alışkanlıkları farklıymış.
YÖRÜK YUSUFLA KÜRT YUSUFU KARŞI KARŞIYA GETÝRÝRLER
Akbük resmen köy statüsüne kavuşunca, devlet, Milastaki topraksız yörükleri de Akbüke yerleştirir. Yörüklerle Kürtleri karşı karşıya getirir. Topal Yusufu ,Yusuf Marufa onlar takıştırır.
Günlerden bir gün Yörüklerden biri köy kahvesinde, Topal Yusufu ayaðından ben vurdum. Dersimde askerdim. Yusuf o zaman eşkıya idi. Ben vurdum ayaðından der. Söz Yusufun kulaðına gider. Yusuf, yörüðü döver kahvenin ortasında baðırır; Aðrı Ýsyanında keşke bu kurşunu yemeseydim. Çünkü o zaman Dersimde de savaşırdım.
Yusuf Maruf, Akbükte okul açılacaðını öðrenince Rum kilisesini boşaltır. Kilise okul yapılır. Okulun ilk öðretmeni de Ýzmirden idealist bir gençtir, Kemalizme gönülden baðlı
Kilisenin hemen yanında röportajımı bitirdikten sonra, limana yürüyorum. Celalettin Erolun restoranında o ilk öðretmen ile karşılaşıyorum. 80 küsur yaşında. Her yıl yaz mevsiminde Akbüke tatile geliyormuş. Yusuf Marufu bir de ondan dinliyorum: yaşlı, suskun bir insandı. Evi hemen kilisenin yanındaydı. Bazen başıyla selam verirdi. Denize bakar bakar dalardı. Bir tosunu vardı. Ýsmini şaban koymuştu. Bana bir gün dedi ki Hoca efendi şu sürgünlük bir bitsin vallahi Şabanı keseceðim. Gülüştük. Sonra sürgün yasası kaldırıldı. Yusuf Şabanı kesti mi bilmiyorum.
YILLAR SONRA KÖYE DÖNER AMA
Aynı yıl Yusuf, Eşi Seyroyu kaybeder. 1948de iskân kanunu kaldırılınca Yusuf Maruf, Van Gölü sahilindeki köyüne döner. Artık hiçbir şey eskisi gibi deðildir. Aşiretler sisteme eklenmiş, bir dönemin Yusuf Marufunu tanımaz olmuşlardır. Bütün arazisi haraç mezat satılmıştır. Ýmdadına Aðrı isyanındaki eski arkadaşları yetişir. Hesenilerden tutun, Halis Öztürke, Nadir Süphandaða kadar dönemin önde gelen Kürt beyleri Yusuf Maruf için bir şeyler toplar. Ýki yıl köyde kalır. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacaðını anlayan Yusuf Maruf, Bu Köyü Hamidiye Alayları zamanında Osmanlıdan ben almıştım. Sizlere baðışladım. Yıllar sonra geldim, bana sereceðiniz bir minderiniz yok muydu? diye sitemde bulunur. Tekrar Akbüke dönen Yusuf Maruf, burada yaşamını yitirir. Sonra Akbükte bulunan Kürtler kardeş kavgasına tutuşur, kan davasına bulaşır. Çoðu hapse düşer. Nazê Erol, Söke Cezaevinden bir görüş gününden dönerken Söke- Milas kavşaðında bir otobüsün altında can verir. Geride kalanlar birbirlerini vurmaya devam ederler. Bu böyle sürer gider.
ASÝMÝLASYON NEDÝR BÝLÝYOR MUSUN?
Bu gün Akbükün Kürtleri zengin, hepsinin lüks restoranları, arazileri ve villaları var. Son Belediye Başkanı Halil Ýbrahim Şam, Yusuf Marufun torunu
Zilan Katliamında dedelerinin neler yaşadıklarından habersiz deðiller. Ama sisteme entegre olmuş durumdalar.
Sahile düşüyor yolum. Dedelerimi düşünüyorum. Ýçimde tarifsizlikler
Akbüklü bir akrabam bana durmadan Kemalizmi anlatıyor. Dedelerini Zilan vadilerinde boðazlayan kemalizmi
Tekrar Şöhret Şamın yanına uðruyorum. Bana yüzyıllık insanları soruyor. Örneðin annemin ninesini, anlaşılan sürgün yıllarını yaşanmamış sayıyor ömründen. Her soruşuna nene onlar çoktan öldü diyorum. Bana sarılıyor, beni hatırlıyor. Gözleri keskin bakıyor. Hepimizin gözleri zaten birbirine benziyor. Bütün akrabalarımı görüyorum o gözlerde, sanki bin yıldır onların yanındayım.
Akbükten ayrılırken bir arkadaş, sence asimilasyon nedir? diye soruyor. Yol boyunca aðzımdan dökülen tek cümle: Asimilasyon nedir biliyor musun? 80 yıl sonra gidip Türkiye'nin öbür ucundaki dedenizin kardeşlerinin torunlarını bulduðunda, hepsinin cellâtları CHP'ye oy verdiðini görmektir