ANALİZ

Milli seferberliğe karşı topyekun demokratik direniş

Rusya elçisini vuran katil polis teröristse, üyesi olduğu terör örgütü de Türk Çevik Kuvvet Polis Teşkilatıdır. Bu devleti ve polis teşkilatını yönetenler de Tayyip Erdoğan ile Süleyman Soylu’dur.

Rusya elçisini vuran katil polis teröristse, üyesi olduğu terör örgütü de Türk Çevik Kuvvet Polis Teşkilatıdır. Bu teşkilat TC devletinin bir resmi teşkilatıdır ki, o halde söz konusu terör örgütlüğü TC devletine kadar gider. Bu devleti ve polis teşkilatını yönetenler de Tayyip Erdoğan ile Süleyman Soylu’dur.

Türk Çevik Kuvvet Polisi kadrosu olan Mevlit Mert Altıntaş tarafından Rusya Büyükelçisi Karlov Ankara’nın göbeğinde ve TV kameralarının önünde vurularak katledildi. Şimdi herkes bunu tartışıyor. Bazıları söz konusu olayın Rus-Türk ilişkilerini bozmaya yönelik bir provokasyon olduğunu söylüyor. Özellikle Türk devlet yöneticileri bu savı durmadan dillendiriyorlar. Türk Çevik Kuvvet Teşkilatı üyesi bir polisin bu cinayeti işlediği açıkken, AKP’nin köylü kurnazı yöneticileri bununla bile siyasal karşıtlarını sorumlu tutmaya ve suçlamaya çalışıyorlar. Faşist AKP yönetimi kedi gibi her olayda dört ayağı üzerine düşmek istiyor.

Şimdi burada üzerinde durulması gereken üç önemli husus var. Birincisi, başta Türk İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olmak üzere tüm TC ve AKP yöneticileri, söz konusu olayın bir terör saldırısı ve saldırganın da bir terörist olduğuna dünyayı inandırmaya çalışıyorlar. Sanki dünyada farklı düşünen var gibi. Kendilerine göre, eğer olay terör olayı ve saldırgan da bir terörist olarak kabul edilirse, o zaman güya söz konusu katil polisin bir “Fetö üyesi” olduğu kanıtlanmış olacak! Böylece cinayetin sorumluluğunun AKP karşıtlarına yüklenmesi gerçekleşecek! AKP kafasına göre, kendileri kime terörist derlerse o terörist olur! Fakat bu ancak beyinleri yıkanmış AKP’liler nezdinde böyle olabilir. Ama dünya siyasetinin ve demokratik güçlerin bunu böyle kabul etmediği ve de etmeyeceği açıktır.

Burada AKP yönetimi açık bir tuzağa düşüyor. Evet, Rusya Büyükelçisi Karlov’u katleden kişi bir terörist ve terör örgütü üyesidir. Zaten başka türlü düşünen de yoktur. Ancak katil Mevlit Mert Altıntaş’ın Türk Çevik Kuvvet polisi olduğu da kanıt gerektirmeyecek kadar açıktır. O halde, Rusya elçisini vuran katil polis teröristse, üyesi olduğu terör örgütü de Türk Çevik Kuvvet Polis Teşkilatıdır. Bu teşkilat TC devletinin bir resmi teşkilatıdır ki, o halde söz konusu terör örgütlüğü TC devletine kadar gider. Bu devleti ve polis teşkilatını yönetenler de Tayyip Erdoğan ile Süleyman Soylu’dur. O halde kimin terör örgütü ve terör başı olduğunu Süleyman Soylu anladı mı? 

İkinci husus, Rusya Büyükelçisini vuran katil polis, olay yerinde dakikalarca Halep olaylarına değiniyor ve Halep’teki çetelerin propagandasını yapıyor. Haber ajanslarına düşen bilgiye göre, Rusya Büyükelçisini katletme olayını AKP’nin örgütleyip savunduğu eski adı Cephetül Nusra, yeni adı ise Ehrar El Şam olan örgüt üslenmiş bulunuyor. Buna rağmen, AKP yöneticileri ve yardakçıları hala katil polisin “Fetö üyesi” olduğunu iddia ediyorlar. Yani alemin yüzlerine tüküreceğinden korkmasalar “PKK veya TAK yaptı” diyecekler. Burada Türk MİT’i, Emniyeti ve devleti cinayet işleyen bir kurum olarak suç üstü yakalanmış bulunuyor. Çünkü Ehrar El Şam bir TC ve AKP örgütü oluyor. Başta Süleyman Soylu olmak üzere AKP yöneticilerindeki telaş da buradan kaynaklanıyor.

Üçüncü husus, katil polis olay yerinde dakikalarca kalıp propaganda yapmasına rağmen, ne erken müdahale oluyor, ne de yakalanmaya çalışılıyor. Yani katil polis önce cinayetini işliyor, propagandasını yapıyor, sonra da vurularak susturuluyor. Dikkat edilirse, bunların hepsi önceden planlanmış ve harfi harfine de uygulanmış gibidir. Zaten cinayeti işleyen polisin kendisi propaganda yaparken “Benim buradan ölüm çıkar” diyor. Yani önceden böyle kararlaştırılıp planlandığı açıkça görülüyor. O kadar zaman geçmesine rağmen, cinayeti işleyen polis kaçmıyor, vurulup öldürülmesini bekliyor. Cinayeti işleyen polis başka ateş etmediği halde, olay yerine gelen polisler onu yakalamıyorlar, tersine derhal vurup susturuyorlar. Çünkü yakalanırsa konuşabilir ve suç ortaklarını ele verebilir. Demek ki her şey önceden tüm ayrıntılarıyla düşünülmüş ve planlanmıştır. 

Bu olay, söz konusu yönleriyle, 9 Ocak 2013 günü Paris’te üç Kürt kadın devrimci Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i katleden Ömer Güney’in, mahkemenin bir ay sonra başlayacağının açıklanması üzerine hemen Fransa cezaevinde öldürülmesi olayına ne kadar çok benziyor. Belli ki konuşma olasılığından korkularak Ömer Güney de susturulmuş bulunuyor. Buradan AKP’nin ve MİT’in dış alanlara yönelik taktiği ortaya çıkıyor: Önce katliam yaptır ve cinayet işlet, sonra da vur ve sustur! Gizli MİT elemanı Ömer Güney ile Çevik Kuvvet Polisi Mevlit Mert Altıntaş olayları birbirine ne kadar benziyor!

Faşist AKP terörü dış alanlarda ve yabancı güçlere yönelik bu tarzda işlerken, Türkiye’nin içinde bu tür gizlemelere de ihtiyaç duymuyor. 30 Ekim 2014 tarihli MGK kararı temelinde hazırlanan faşist İç Güvenlik Yasası çerçevesinde zaten polise insan vurma yetkisi verilmiş bulunuyor. Örneğin, Gezi Direnişi sırasında Ethem Sarısülük’ü göz önünde vuran polis memuruna on bin lira “Ceza” verilmiş bulunuyor. Cizre, Sur, Yüksekova, Nusaybin ve Şırnak katliamlarının ise hiç soruşturması bile yapılmıyor. Faşist AKP-MHP terörü Kürdistan’da tam bir soykırım, Türkiye’de ise toplum kırım düzeyine ulaşmış bulunuyor.

Şimdi bu katliamları uygulayanların Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP Hükümeti ve TC devleti olduğu açıktır. Geçmişte yapılmış olan bu tür olayların “Fetö yaptı” denerek başkalarına yüklenmeye çalışılması anlamsızdır. Zira Hrant Dink katliamı öncesinde dönemin başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın haberinin olduğu gerçeği açığa çıkmıştır. Son on dört yılda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ne yapılmışsa hepsi Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilindedir ve sorumluluğu altındadır. Nitekim Tayyip Erdoğan kendini hep “Baş kumandan” olarak görmüş ve ifade etmiştir. 

Şimdi kendine baş kumandan diyen bu tekçi diktatör, Kürtlere karşı “Milli Seferberlik ilan etmiş” bulunmaktadır. Yani yüz yıldır sürdürülen Kürt soykırımını, milli seferberlik ile sonuca götürmek istemektedir. AKP ve TC tarafından yapılan her şey, Kürtlere karşı ilan edilmiş olan bu milli seferberlik kapsamındadır. Ömer Güney’in Fransa’da susturulması da, Rusya Büyükelçisinin Ankara’da katledilmesi de, Türk ordusunun Cerablus-Bab-Minbic hattında katliam yapması da, Başika’da asker tutulup Şengal’in sürekli tehdit edilmesi de, Kuzey Kürdistan’ın kent ve kasabalarının yakılıp yıkılması ve halk üzerinde tam bir katliam uygulanması da, DBP belediyelerinin AKP tarafından işgal edilmesi de, HDP Eşbaşkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması da, her şey söz konusu “Milli Seferberlik İlanı” çerçevesinde yapılmaktadır.

Kürtlere karşı milli seferberlik açık bir soykırım çağrısıdır. Bu çağrının dayandığı zihniyet ve siyaset İttihat ve Terakki Cemiyetinin zihniyeti ve siyasetidir. Yani başka halkların katliamı ve soykırımı üzerinde faşist bir Türk devlet ulusu yaratma çizgisidir. Bu çizgi Birinci Dünya Savaşı içerisinde Ermeni, Rum, Süryani ve Kürt soykırımı temelinde uygulanmaya başlanmıştır, bugün Üçüncü Dünya Savaşı içerisinde Kürt soykırımı gerçekleştirilerek sonuca götürülmek ve uygulanması tamamlanmak istenmektedir. Bugün AKP, MHP ve CHP faşist ittifakı aslında bir İttihatçı birliktir. MHP zaten hep İttihatçı çizginin savunucusu olmuştur. CHP ise söz konusu İttihatçı çizginin bir versiyonudur. AKP ise iktidarını yaşatma arzusuyla söz konusu İttihatçı çizgi ile uzlaşmış, bu çizgiye kayarak onun sadık temsilcisi haline gelmiştir.

O halde günümüz İttihatçı faşist blokunun Kürt düşmanı “Milli Seferberlik İlanına” karşı, tüm demokratik güçlerin de Kürt özgürlüğünü esas alan bir topyekün demokratik direniş bloku örgütlemesi ve yürütmesi gerekli ve zorunludur. Türkiye faşizmden ancak bu biçimde kurtarılabilir ve bir özgürlük ve demokrasi ülkesi haline getirilebilir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin söz konusu soykırımcı politikalarla Osmanlı’yı yıkıma götürüp sonunu getirdiği bilinmektedir. Eğer demokratik direnişle önü alınmazsa, günümüzün Yeni İttihatçı güçleri olan AKP-MHP-CHP ittifakının da mevcut Kürt düşmanı soykırımcı zihniyet ve politika ile Türkiye’yi yıkıma götürüp sonunu getireceği açıktır. O halde mevcut Kürt düşmanı faşist-soykırımcı zihniyet ve politikaya karşı demokratik direnişi geliştirerek buna izin vermemek gerekir. Yani Türkiye’nin varlığı ve geleceği demokraside ve Kürtlerin özgürlüğündedir.  


KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA