Bülent Arınç, Paris katliamı ile ilgili ya çok ciddi bilgiye sahip, ya da derin bir“sezgiyle” konuştu. Lütfen Başbakan Yardımcısının aşaðıdaki sözlerini büyük bir dikkatle ve ciddiyetle okuyunuz:
''Fransa'da meydana gelen olayı vahşet olarak nitelendirmiştim. Üzüntü duyduðumu ifade etmiştim. Ýnternet medyasına girdiðimizde bu sözlerimin nasıl çarpıtıldıðını, ne kadar kötü amaçlar için kullanıldıðını gördüm ve üzüldüm. Ama onları bir kez daha üzmek istiyorum. Yaşanan olay bir vahşettir. Kim yaparsa yapmış olsun, bu ölen kişiler hangi vasıflarla hangi suçlamalarla anılıyor olurlarsa olsun insan hayatına buşekilde son vermek kimsenin hakkı deðildir. Onlar böyle bir ölümü hiçbir zaman hak etmemişlerdi. Suçlu olan insana yapılacak tek şey yargı önüne çıkarılmasıve adaletin vereceði cezaya razı olmak gibi bir keyfiyet. Yoksa kimse kimsenin hayat hakkını böylesine hoyratça, böylesine vahşice elinden almak tasvip edilir bir davranış deðildir.”
Bu konuşma, Başbakan’ın ve AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın “iç infaz”iddialarını ortadan kaldıran ve devleti ya da bizzat AKP hükümetini şüphe altına sokan bir konuşmadır.
Arınç belli ki, cinayetin bir “iç infaz” olduðunu söylemiyor. Eðer böyle düşünseydi, “suçlu olan insana yapılacak tek şey yargı önüne çıkarılması ve adaletin vereceði cezaya razı olmak” diye konuşmazdı. Arınç’ın “iç infaz” yapan PKK’ye “yargı önüne çıkarması gerekirdi” demeyeceði açık olduðuna göre, burada“suçlu olduðu düşünülen PKK’li siyasetçilerin yargı önüne çıkarılmak yerine katledildiði” iki anlama gelmeyecek bir şekilde dile getirilmiştir.
PKK’lileri “suçlu” sayanlar belli: “PKK terör örgütüdür” diyen ABD, AB ülkeleri ve Türkiye. O halde, Arınç PKK’lileri “suçlu sayanların” Paris’te “suçlularıyargı önüne çıkarmak yerine, katlettiðini” söylemiş olmaktadır.
Bülent Arınç’ı kendi partisi önünde zor duruma düşürmek istemem. Ancak onun konuşmasını başka türlü yorumlamak mümkün deðildir.
Başka olgular, Arınç’ın “bilgisini” ya da “sezgisini” destekliyor.
Dün Nuçe Tv programcısı, Özgür Gündem ve Özgür Politika gazetesi köşe yazarıBaki Gül, Taraf gazetesinin “ünlü” muhabiri Mehmet Baransu’nun twitter hesabında yazdıðı canavarca cümleleri ANF bülteninde bir yazıyla kamuoyuna duyurmuştu. Baransu, “barışın saðlanması için PKK’nin yöneticilerinin suikastlerle öldürülmesi” gerektiðini yazmıştı.
Baransu elbette bir “suikastçı” deðil. Ama “istihbaratçı”. O boşboðaz bir“istihbaratçı” olduðu için, “derin devletin” gizli koridorlarında işittiði“entegre planın” “suikastlarla ilgili bölümü”nü, twitter hesabında kabadayıca bir tavırla dillendirmiş olmalıdır. Ýster öyle, ister böyle. Baransu, kendi kafasından devlete “suikast tavsiyesinde” bulunacak bir kimse deðil. O, çok büyük bir ihtimalle, bu tür suikastların gündemde olduðunu, malum yöntemlerle öðrenmiştir. Bir “istihbaratçı”, böylesine tehlikeli bir işin sorumluluðunu, kendi başına asla yüklenme cesareti gösteremez. O twitter hesabında Baransu konuşmuyor; birileri Baransu aracılıðı ile ya “tehdit” ediyor, ya da tam tersine, “rakip” bir odaðın planlarını “deşifre” ediyor.
Ama sonuçta, bu “tehdit” ya da “uyarı” gerçek oldu. Paris’te PKK’nin Fis köyündeki Birinci Kongresine katılan Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doðan ve onlarla aynı anda büroda bulunan Leyla Şaylemez tam da Baransu’nun“duyurduðu” yöntemle katledildi.
Ve işte şimdi TC Hükümetinin Başbakan Yardımcısı, hiçbir şekilde bir “iç infazdan” söz etmeden, Türkiye’nin “suçlu” saydıðı bu insanların “yargı önüne çıkarılmak” yerine “yargısız bir şekilde öldürülerek infaz edildiðini”söylüyor.
Dediðim gibi, Arınç’ın ya bu kanlı suikast hakkında “derin devlet”le ilgili çok ciddi bilgisi var ya da tecrübelerine dayanarak edindiði “izlenimi” dile getiriyor.
Bülent Arınç’ın konuşmasından ve Baransu’nun “tehdide” ya da “uyarılara”aracılık ettiði twitter hesabındaki notların yayınlanmasından sonra, artık Paris cinayetinin yalnızca Ýmralı sürecini baltalamak amacıyla işlenmediðini söylemek gerekli olmuştur.
Şimdi şu olasılıðın üstünde durmalıyız: Türk “derin istihbaratı”, yıllar boyu birlikte çalıştıðı CÝA ve Mossad’ın “sınırötesi suikast” metotlarından öðrendiklerini vaktiyle Abdullah Çatlı gibileriyle yüzüne gözüne bulaştırdıktan sonra, şimdi “başarıyla” uygulamaya koymuş olamaz mı?
Bilindiði gibi Türk hükümeti, yıllardan beri ABD’den, Kandil’deki PKK yöneticilerine karşı “ortak operasyon” talebinde bulunmakta, ama medyaya yansıdıðı gibi, ABD böyle bir “operasyona” yanaşmamaktadır. Ýsrail devletinin, Türkiye’yle yeniden “ortak çalışma” yapmak için AKP’yi böyle bir “cinayetle” “memnun etmiş olma ihtimali”ni bir yana koyalım. Bu durumda ya CÝA, Fransız istihbaratı ile birlikte Paris cinayetine yolu açmıştır; ya da Türk derin devleti, kendisine yardım etmeyen Batılı hükümetlere raðmen harekete geçmiştir.
Başbakan ve Bakanlar, bunların medyadaki sözcüleri, özellikle son zamanlarda, Batılı hükümetleri, “ülkelerindeki PKK’lileri kendilerine teslim etmedikleri için” her fırsatta suçlamaktaydılar. Bu suçlamalar, yazılmasında öldürülen“Kürt diplomasi emekçilerinin” de rolü olduðu bilinen AB’nin Türkiye’yi aðırşekilde eleştirdiði rapordan sonra daha da yoðunlaşmıştı. AB ülkelerinin PKK’ye“yardım ettiðine” dair yürütülen propagandayla en sonunda Paris katliamı için elverişli bir ortam ve atmosferin yaratıldıðı açıktır.
Bu durumda Türk Hükümeti’nin, son zamanlarda PKK’nin “şahin kanadı” olarak tanımladıðı “Avrupa kanadına” karşı harekete geçtiðini düşünmek aşırı bir spekülasyon olmayacaktır. Şu anda Avrupa’daki bütün Kürt siyasetçileri, sivil toplum örgütlerinin çalışanları, Kürt özgürlük hareketini destekleyen bütün medya mensupları tehdit altındadır. Ama daha önemlisi şudur: Fis köyünde PKK kuruluş kongresine katılan Sakine Cansız’ın katledilmesi, bilinmeli ki, Fis köyü kongresinde “açlış konuşmasını” yapan insana da yöneltilmiş, alçakça bir tehdittir. Cinayeti işleyenler kesin olarak bilinmiyor olsa da, bu cinayetin verdiði mesaj şudur: Ya tasfiye, ya ölüm!..Paris katliamının iç yüzünü açıða çıkarmak, “ya tasfiye ya ölüm” entegre stratejisini yenilgiye uðratmak açısından büyük önem taşımaktadır.
Ama yine de bu yazdıklarımız, -cinayetin ilk dakikasında Hükümetin “iç infaz”laflarıyla gösterdiði “telaş”, Arınç’ın konuşması, Baransu’nun tiwitleri ve Hükümet’in Kandil’deki PKK yöneticilerine “suikast” yapmak için ABD’den “destek” istemesi ve Avrupa devletlerine karşı yöneltilen “PKK’ye yardım”suçlamaları gibi ikna edici olgulara ve Hükümet’in Avrupa’daki Kürt diplomatik faaliyetlerine karşı yürüttüðü propagandanın analizine dayansa da, bütün bunlar- bir varsayımdır. Henüz kanıtlanmış olmaktan uzaktır. Ancak kolayca anlaşılacaðı gibi, bu varsayım Paris katliamıyla ilgili Hükümetin “iç infaz” iddialarıyla kıyaslanmayacak ölçüde “akla yakındır”.
Bu yazdıklarımızın varsayım olmaktan çıkıp, kanıtlanması için fazla beklemeyeceðiz. Yakın bir gelecekte, eðer Fransız makamları, 24 saat gözetledikleri bir yerde işlenen cinayet hakkında hiçbir sonuca varamadıklarını iddia ederlerse, biz, bu katliamın Öcalan’a karşı uygulanan “devletlerarası komplo” sürecinde yeni bir halka olduðu kanısına varacaðız. Ve, vaktiyle Paris’te Ermeni cemaatine karşı Türk istihbarat elemanı Abdullah Çatlı’nın yaptıðı bombalama, suikast eylemlerine Fransız istihbaratının nasıl göz yumduðunu, Çatlı’yı yakaladıðıhalde tutuklamak yerine Ýsviçre’ye, oradaki hapishaneden kaçacaðını bilerek iade ettiðini, bunun bir “NATO dayanışması” ve “NATO gladioları” arasında bir“işbirliði” olduðunu hatırlayacaðız.
Paris katliamı, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın dediði gibi, “Öcalan’a karşı bir suikasttir”. Tetiði çeken kim olursa olsun, deðişmeyecek olan gerçek budur.