Öcalan’ın girişimleri ile boşa çıkarılan 15 Şubat komplosu

Öcalan’ın girişimleri ile boşa çıkarılan 15 Şubat komplosu

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük komplonun üzerinden 14 yıl geçti. Türkiye’ye geldiği ilk günden itibaren Kürt sorununu çözümü için çaba harcayan Öcalan komployu boşa çıkardı. Komploya karşı mücadelenin 15. yılına ise ‘Öcalan’a özgürlük’ talebiyle giriliyor.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslar arası bir komplo sonucu Türkiye’ye getirilişinin üzerinden 14 yıl geçti. 9 Ekim 1998 günü uluslararası güçler tarafından uygulamaya konan tasfiye konsepti ile Suriye’den çıkan Öcalan sırasıyla Yunanistan, Rusya, İtalya, Yunanistan ve Kenya’ya geçti. 9 Ekim 1998’den 15 Şubat 1999’a kadar geçen süreç, Kürt halkının komploya karşı Öcalan etrafında kenetlendiği dönem oldu.

ADIM ADIM İLERLEYEN KOMPLO SÜRECİ

Öcalan’a dönük uluslar arası komplonun ilk işareti 6 Mayıs 1996’da Şam’da düzenlenen suikast girişimi ile verildi. 1 ton C4 patlayıcı Öcalan’ın bulunduğu evin yanındaki bahçede patladı, Öcalan suikastten yara almadan kurtuldu.

1998 yılına gelindiğinde Kürt Halk Önderi Öcalan demokratik çözüme bir şans tanımak için 3. kez ateşkes ilan ediyor, Türkiye ve uluslar arası güçler ise büyük bir komplonun hazırlığını yapıyordu.

16 Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Suriye sınırında yaptığı açıklamalar ile Öcalan'ın sınır dışı edilmesini veya teslim edilmesini istedi. Ateş’in açıklamalarının ardından uluslararası komplo devreye sokuldu ve Suriye üzerinde birçok merkezden baskı oluşturulmaya başlandı. Komplonun ayakları birer birer yürürlüğe konulmaya başlanırken, yaşanacakların farkına varan Öcalan 9 Ekim’de Suriye’den ayrıldı. Önce Atina’ya hareket eden Öcalan, orada verilen sözlerin tutulmaması üzerine Rusya’ya hareket etti. Türkiye’nin girişimleri ile Duma Meclisi’nin kararı bulunmasına rağmen Rusya, Öcalan’a sığınma talebini kabul etmedi; ardından da Öcalan’ın ülkeden ayrılmasını istedi. Bunun üzerine Belarus (Beyaz Rusya) yetkilileri (Dışişleri Bakanı, Parlamento Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Juri Aleseviç ve Devlet Başkanı Aleksander Lukaşenko'nun Özel Kalemi'nden bir yetkili) ile Ekim ayının sonlarına doğru bir görüşme yaptı. Öcalan'ın sığınma talebini içeren mektup iletildi. İlk etapta Devlet Başkanı Lukaşenko talebe olumlu yaklaşım gösterdi. Ancak 10 Kasım'da İçişleri eski Bakanı İsmet Sezgin'in Belarus'u ziyaret etmesi üzerine; Rusya’nın kararlarını uygun bulmadığını ileri sürerek Öcalan’a kapıyı kapattı.

İTALYA’YA BASKILAR VE CIA MERKEZLİ KENYA SEÇENEĞİ

Öcalan’ın Moskova’da bulunduğu sırada, Yunanistan Parlamentosu'ndan 109 milletvekili, Kürt Halk Önderi’ni Yunanistan'a davet eden bir bildiri yayınladı. Bildiriyi imzalayan kişiler arasında 1997 yılında bir grup milletvekili ile birlikte Öcalan'ı Şam'da ziyaret eden ve Yunan Parlamentosu başkan yardımcılığına gelmiş olan Panoyotis Sguridis de vardı. Ancak bu girişimden daha önceki adım İtalya’dan geldi. İtalya'da Massimo D'Alema Hükümeti Öcalan’ın ülkelerine gelmesini kabul etti.

Öcalan, Yeniden Yapılanma Komünist Partisi milletvekili Romana Montavani’nin de bulunduğu bir grupla 12 Kasım 1998 günü uçakla Roma'ya gitti. Öcalan’ın İtalya’da olduğunun anlaşılmasından kısa süre sonra CIA ve MİT’in baskıları da başladı. İtalya Öcalan’ın Türkiye’ye iadesine karşı çıkınca, uluslar arası güçler bu defa ekonomik ambargo devreye girdi. İtalya’daki sığınma talebinin uluslar arası baskılar nedeniyle karşılık bulmaması ardından perde arkasında CIA’nın olduğu Kenya seçeneği yürürlüğe kondu.

ULUSLAR ARASI GÜÇLERİN KORSAN OPERASYONU

Kürt Halk Önderi Öcalan kendisine kapıyı açan İtalya’yı zor durumda bırakmayacak ve 16 Ocak 1999’da Yunanistan’a geçecekti. 2 Şubat’ta Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gönderilen Öcalan’a Yunanistan devlet güvencesi vermişti.

15 Şubat günü Kenya sınır dışına çıkmasını talep ederken Öcalan Hollanda’ya gitme koşuluyla binadan ayrıldı. 15 Şubat akşamı Nairobi Havaalanı’ndan uluslararası istihbarat örgütlerinin ortak operasyonu ile korsanca kaçırıldı. 16 Şubat günü kameralar karşısına geçen dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğini açıkladı. Bu açıklama Kürtler için de bedenlerini ateşe verecek kadar büyük eylemlerin startını verdi

GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ EYLEMLERİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Suriye çıkışından İmralı’ya getirilişine kadar olan 4 aylık süreçte Kürtler kendini yakma, konsoloslukları işgal etme, açlık grevlerine girme başta olmak üzere çok çeşitli eylemlere imza attı. “Güneşimizi karartamazsınız” şiarıyla yapılan eylemlerde 63 kişi hayatını kaybetti.

15 Şubat 1999’da Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesiyle Maraş Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mehmet Halit Oral başta olmak üzere çok sayıda kişi bu amaçla bedenini ateşe verdi ve kısa bir süre içerisinde bedenini ateşe verme şeklindeki protesto eylemleri yayıldı. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin ilk haftasında aralarında 11 yaşındaki Zehra Çelik’in de bulunduğu 63 kişi kendisini yaktı. Aynı şekilde Öcalan’ın Suriye’den çıkmasından sonra da çok sayıda kişi kendini yaktı. 17 Kasım 1998 tarihinde Rusya’da Duma’nın önünde kendini yakan Ahmet Yıldırım (Tayhan) ve Remzi Akkuş (Jehat) isimli iki kişi, “Öcalan’ın etrafında ateşten çember olalım. Güneşimizi karartmasınlar” şiarıyla bu eylemleri yaptıklarını belirtti. Bu nedenle kendini yakma eylemlerinin adı “Güneşimizi karartamazsınız” oldu.

‘BENİM ŞAHSIMDA YARGILANAN BİR TOPLUMDUR’

Öcalan önce Bandırma’ya oradan da İmralı Adası’na getirildi. Öcalan’ın getirilişi ardından Ada güvenlik bölgesi ilan edilirken, sorumluluğu da Başbakanlığa bağlandı. 

Asrın davası olarak da adlandırılan dava 29 Haziran 1999’da başladı. Öcalan yazdığı ilk dilekçede, davanın tarihsel özünü şu sözlerle anlatıyordu: “Benim şahsımda yargılanan, acılı bir tarih ve yaralı bir toplumdur. 21. Yüzyıl artık barış içinde birlik ve gelişme yüzyılı olmalıdır.”

ŞEYH SAİT’İN İDAM EDİLDİĞİ GÜN ÖCALAN’A İDAM KARARI

29 Haziran 1999 tarihinde Öcalan Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından oybirliği ile idama mahkûm edildi. Şeyh Sait’in idam edildiği 29 Haziran 1925 tarihi ile denkleşen idam kararı o dönem dikkat çekici olarak gündeme gelmişti. İdam kararının ardından Almanya, İtalya, Yunanistan, Fransa ve İngiltere dışişleri bakanları açıklama yaparak idam kararının infaz edilmesinin Türkiye’nin AB yolundan uzaklaşması anlamına geleceğini vurguladılar. Kararı değerlendiren dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris, “Öcalan adil bir yargılama sürecinden geçti. Türk yargısının aldığı karara müdahale edilemez. ABD’nin yargılamayla ilgili şüphesi yok” sözleri ise komploda ABD’nin ortaklığını bir kez daha gözler önüne seriyordu.          

ÖCALAN: BARIŞIN ATEŞLEYİCİSİ OLMAK İSTİYORUM

Öcalan idam kararının ardından o dönem avukatları ile yaptığı görüşmede kararı şöyle değerlendirmişti: “Türkler ve Kürtler bu olaya sağlıklı yaklaşsın. İnfaz olmaz demiyorum, ama bana göre zayıf ihtimal. Bir barış süreci başladı. Bu süreçte benim oynayacağım rol biliniyor. İnfazım Türkiye’yi Avrupa Birliği sürecinde de çok zor durumda bırakacaktır. İnfaz ihtimalini zayıflatan bir diğer şey de gerginliğin artacak olmasıdır. Bu gerçekten beni üzer. Ben barışın ateşleyicisi olmak istiyorum.”

İdam kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından da onandı. İdam kararından beş gün sonra, 30 Kasım 1 999’da Türkiye’yi temsil eden yargıç Rıza Türmen’in de aralarında bulunduğu 10 yargıçtan oluşan AIHM 1. Dairesi, özel bir oturumla Öcalan’ın durumunu değerlendirdi. Mahkeme, dava sonuçlanana kadar cezanın infaz edilmemesini istedi. Bunun üzerine Yargıtay’ın onay kararı, yargılamayı yapan Ankara 2 No’lu DGM’ye gönderildi. DSP-ANAP-MHP koalisyonu döneminde, idam cezası 162 ret oyuna karşılık, 256 oy ile AB uyum yasaları çerçevesinde kaldırıldı.

BÜTÜN HAKLARI ENGELLENMEYE BAŞLANDI

İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nin sisteminin oturtulması ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a tecrit uygulamaları da başlatıldı. Tecrit kendisini ilk olarak yayınların kısıtlanması ve sürekli izleme olarak gösterdi. Hücresinde kamera sistemiyle gözetim altında tutulan, mazgal kapısından saat başı kontrol edilen Öcalan, bütün tutuklu ve hükümlülere tanınan 10 dakikalık telefonla konuşma hakkını kullanamadığı gibi gazete ve dergilerden "kendisi ve Kürt siyasetiyle ilgili yazı ve resimler kesildikten sonra" sınırlı bir şekilde yararlanabiliyordu. Öcalan ile görsel temasta bulunan askerlere verilen özel talimat ile hiçbir görevli Öcalan ile konuşamadı. Genel uygulamalardan farklı olarak Öcalan'a tanınan havalandırma hakkı hem sınırlı, hem de cezaevi yönetiminin takdirine bırakılmış bir uygulama olmaktan öteye gitmedi.

1999 GERİ ÇEKİLME ÇAĞRISI

Öcalan ise daha önceki süreçlerde olduğu gibi İmralı’ya getirildiği gün söylediği demokratik çözüm için çaba harcamaya devam etti.  2 Ağustos 1999’da PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye sınırlarının dışına çekilmesi çağrısını, 1 Eylül’de de 4. Tek taraflı ateşkes çağrısı takip etti. Demokratik çözüm için iyi niyet göstergesi olarak atılan bu adımlar bununla da sınırlı kalmadı. Öcalan biri dağdan diğeri Avrupa’dan olmak üzere 2 barış grubunun Türkiye’ye gelmesini istedi.

Sekiz kişiden oluşan 1. Barış Grubu 1 Ekim’de, yine sekiz kişiden oluşan 2. Barış Grubu 29 Ekim’de Türkiye’ye giriş yaptı.

Ancak Türk devleti bu çabalara yine savaşta ısrarla yanıt verdi. Barış grubu üyeleri cezaevine gönderildi. Geri çekilme sürecinde askerler tarafından kurulan pusularda yüzlerce gerilla yaşamını yitirdi.

Buna rağmen Kürt Halk Önderi Öcalan, ateşkes sürecini yargılandığı dönemde süresiz ateşkese çevirdi. Bu ateşkes durumu devletin hiçbir adım atmaması üzerine 1 Haziran 2004 tarihinde bozuldu.

İMRALI İŞKENCESİNDE 14 YIL

İmralı'daki tecrit, izolasyon ve rutubetli iklim koşulları, insan sağlığı üzerinde büyük tahribatlara neden olduğu için Öcalan'ın rahatsızlıklarına günden güne bir yenisi eklendi. Mart 2007'de Öcalan'ın avukatları, saç telleri üzerinden yaptıkları inceleme sonucunda müvekkillerinin zehirlendiğini açıkladılar.

Öcalan, avukatlarına Başbakanlık, Tabipler Odası, İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve AİHM'e gerekli başvurular yaparak zehirlenme riskine karşı inceleme yapmaları için girişimde bulunmaları gerektiğini söyledi. Bu gelişmelerin hemen ardından ise Öcalan'a 2007 Nisan ayı içerisinde 20 günlük hücre cezası verildi. Öcalan bir yandan giderek çeşitlenen sağlık sorunları ile boğuşurken, diğer yandan ise bu sağlık koşulları içerisinde 20 gün tecrit içerisinde tecride maruz kaldı.

13 yıldır tutuklu bulunduğu İmralı Cezaevi'nde tecrit, izolasyon ve hava koşullarından dolayı çeşitlenerek devam eden hastalıklarla boğuşan Öcalan'a yapılan uygulamalar bununla da sınırlı kalmadı. Sağlık sorunları ile boğuşan Öcalan'a 2008 yılının Temmuz ayında bu kez de fiziki yönelimde bulunuldu. Saçları kendi istediği dışında kazıtılarak fiziksel işkence uygulanan Öcalan, Ekim 2008 tarihinde 'tabutluk' olarak nitelendirdiği hücresinde arama yapılmak bahanesiyle yere yatırıldı ve hücresi arandı. Öcalan 4 Temmuz 2008 günü avukatları ile yaptığı görüşmede cezaevi tarafından zorla saçlarının kazıtıldığını söyledi. Öcalan, bu uygulamayı "Saçlarımı kazıttılar. Devlet, bunu 'biz istediğimiz zaman seni kontrolde tutarız, istediğimizi yaparız, sen bizim elimizdesin, 24 saat kontrolümüzdesin' mesajını veriyor" sözleriyle yorumladı.

ÇÖZÜM ÇABALARINA YANIT AĞIRLAŞTIRILMIŞ TECRİT OLDU

20 Mart 1993’te ilk tek taraflı ateşkes ilanını yapan PKK aradan geçen 19 yılda toplam 7 kez ateşkes kararı aldı. Yedinci ve son ateşkes, PKK'nin 13 Ağustos 2010’da aldığı 40 günlük eylemsizlik kararıyla başladı. Ateşkesin daha sonra 2011’deki genel seçime kadar uzatıldığı açıklandı. Ancak KCK Yürütme Konseyi yaptığı açıklamada eylemsizlik sürecinin AKP hükümetinin izlediği "inkar-imha" politikaları nedeniyle geçerliliğini yitirdiğini duyurdu. Ateşkeslerin barışa dönüşmemesinde en büyük etken ise Türkiye tarafından ateşkeslerin sürekli zafiyet olarak görülmesi oldu.

Bu ateşkeslerin yanı sıra Öcalan, Kürt sorununa çözüm için Türk devletine somut projeler sundu. 15 Ağustos 2009 tarihinde 156 sayfalık "Yol Haritası"nı cezaevi idaresine teslim etti. Öcalan'ın sorunun çözümünü 10 temel ilke başlığında topladığı Yol Haritası, 1 buçuk yıl sonra kamuoyuna açıklandı.

Yol haritasının tesliminden bir ay sonra Öcalan çözüme şans tanımak amacıyla bir adım daha attı. "Demokratik siyasette ciddi bir tıkanma yaşandığını" belirterek, sürecin önünün açılması için "Barış Grupları"nın Türkiye'ye gelmesi çağrısında bulundu. Öcalan'ın çağrısı üzerine 19 Ekim 2009 tarihinde Kandil ve Maxmur Mülteci Kampı'ndan 4'ü çocuk 34 kişiden oluşan Barış ve Demokratik Çözüm Grubu Silopi'deki Habur Sınır Kapısı'ndan Türkiye'ye giriş yaptı. Grubun girişini ilk gün olumlu değerlendiren hükümet, daha sonra tavrını bir anda sertleştirdi. Böylece Avrupa Barış Grubu'nun Türkiye'ye girişi gerçekleşmedi. Barış Grubu üyeleri tutuklanarak cezaevine konuldu.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, komplo sonrasında oluşturulan tecrit ve izolasyon sürecine rağmen Kürt sorununda barış arayışlarını hiçbir zaman kesintiye uğratmadı. Öcalan, aradan geçen 14 yıllık süreç içerisinde devlet heyeti ile birçok görüşme gerçekleştirdi. Ancak devletin imha ve tasfiyedeki ısrarı nedeniyle görüşmelerden sonuç alınamadı.

Son olarak “Oslo süreci” olarak yansıyan AKP Hükümeti dönemindeki görüşmelerin Hükümetin protokollere yanaşmamasından dolayı sona erdiğini açıklandı. Öcalan 27 Temmuz 2011’de avukatlarıyla yaptığı görüşmede kendisinin tüm çabalarına karşılık Türk devleti ve AKP Hükümeti’nin hiçbir pratik adım atmamasına cevabını şöyle veriyordu:

"Benim yapacaklarım bitti. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor. Artık bunlar olmadan hiçbir şey yapmıyorum. Bundan sonra benim rolümü sürdürmem için sağlık, güvenlik ve özgür hareket alanının sağlanması gerekiyor."

Öcalan bu sözleriyle görüşmelerin çözüme hizmet etmesinin yolunu gösteriyordu ancak Türk devletinin cevabı yine değişmeyecekti. Cevap, 13 yıl tutulduğu İmralı işkence sisteminin derinleştirilmesi olacaktı.

YÜZYILIN TECRİDİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan ağırlaştırılmış tecrit 14 yılını doldurdu. Çözüm çabalarını her şeye rağmen sürdüren Öcalan’a dönük tecrit ise giderek ağırlaştırıldı. 1999 yılında 46 kez avukatlarıyla görüşen Öcalan'ın avukatlarıyla 2000 yılında yaptığı görüş sayısı 32'ye indi. 2007 yılından itibaren her geçen yıl Öcalan'ın avukatları ile yapacağı görüşler giderek daha da azaltıldı. 2008 yılında 147 gün, 2009 yılında 77 gün, 2010 yılında ise 119 gün görüşmelere izin verilmedi. 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren ise görünürde "koster bozuk", "hava muhalefeti", "gemi onarımda" gibi gerekçeler ileri sürülse de, avukatlarla görüşmeler Hükümet politikası olarak engelleniyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 23 Kasım günü AKP Genel Merkezi’nde yaptığı konuşmada, “Öcalan ile avukatlarının görüşmesine izin verilmeyecek. İş kuryelik meselesine dönüşmüştür. Dolayısıyla böyle bir tavır ortaya konmuştur” sözleriyle bunu itiraf ederken, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Kasım günü partisinin Kızılcahamam 19. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Açık net söylüyorum, ailesi ve yakınları görüşmek istediği sürece görüşmeye devam edebilirler, herhangi bir engel yoktur ama avukatlar noktasında onu bir kenara koyun” dedi. 

CPT İNCELEMELERDE BULUNDU ANCAK UYARIYLA YETİNDİ

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatlarının, müvekkillerine uygulanan tecride ilişkin 14 yıllık süre zarfında İşkenceyi Önleme Komitesi'ne (CPT) yaptığı başvurular sonucu, CPT İmralı Özel Güvenlikli F Tipi Cezaevi'nde 5 kez inceleme yaptı. 27 Şubat-3 Mart 1999 tarihleri arasında İmralı'da yaptığı incelemede "İmralı'da izolasyon var" tespiti yapan CPT, 16-17 Şubat 2003 tarihinde gerçekleştirdiği ikinci incelemede de avukat görüşmelerinin engellenmesine dikkat çekerek, "Hava muhalefeti varsa, başka bir gün görüştürülsün" uyarısı yaptı. 19-22 Mayıs 2007 tarihinde üçüncü incelemesini yapan CPT, "1999'dan bu yana İmralı'da bir şey değişmedi" tespitiyle tecrit koşullarının ağırlaşarak devam ettiğine vurgu yapmıştı. 2010'da yapılan son CPT ziyaretinde ise, İmralı'daki tecridin düzeltilmesi gerektiği vurgulanmıştı. 2011 ile 2012 yıllarında avukatların müvekkilleriyle görüşmelerinin engellenmesine ilişkin ise Öcalan'ın Avrupa'da bulunan avukatları tarafından her ay düzenli olarak CPT'ye rapor yazılarak İmralı ile ilgili bilgilendirme yapılarak inceleme talebinde bulundu.  CPT’nin İmralı Adası’na yaptığı son ziyaret ise 17 Ocak 2013 günü gerçekleşti.

YENİDEN BAŞLAYAN GÖRÜŞME VE PARİS KATLİAMI

Öcalan’ın sunduğu yol haritası ve protokollere rağmen çözüm yönünde hiçbir adım atılmaması bunun yerine tecridin derinleştirilmesi Kürt halkındaki öfkenin de artmasına neden oldu. 12 Eylül 2012’de PKK ve PAJK’lı tutsaklar öncülüğünde; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının yaratılması ile anadilde savunma ve anadilde eğitim talebiyle süresiz dönüşümsüz açlık grevi başlatıldı. 5 Kasım’dan itibaren 10 bin tutsağın katıldığı tarihin en büyük açlık grevi dışarıda da birçok siyasetçinin açlık grevine başlamasıyla boyutlandı. Açlık grevi 68. Günde Öcalan’ın çağrısıyla sona ererken, direnişin en büyük kazanımı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmelerin yeniden başlatılması oldu.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yılın son günlerinde İmralı’ya giderek Öcalan’la görüştüğü ortaya çıktı. 3 Ocak günü ise, DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk ile BDP Batman Milletvekili Ayla Akat, İmralı Adası’na giderek Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu aynı zamanda 14 yıllık İmralı sürecinde de bir ilk oldu.

Görüşmelerin yeniden başladığı böylesi bir süreçte, 9 Ocak’ta Fransa’nın başkenti Paris’te

PKK'nin kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ve gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez uğradıkları suikast sonucu katledildiler. Katliam komplonun günümüzdeki uygulamalarından biri olarak değerlendirildi.

15. YILA ‘ÖCALAN’A ÖZGÜRLÜK’ TALEBİYLE GİRİLİYOR

15 Şubat’ı “Kara gün”, “Kürtleri Soykırım Günü” olarak gören Kürtler komplonun 15. yılına özgürlüğü talebi ile giriyor.  Komployu devam ettiren İmralı işkence sisteminin tümden yok edilmesini ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor. Geçtiğimiz yıl Eylül ayında başlatılan “Öcalan’a Özgürlük” imza kampanyası sadece Kürdistan ve Avrupa’da değil Filipinler’den Venezüela’ya, BASK bölgesinden Rusya’ya kadar birçok ülkede yoğun ilgi görüyor.