Bu açlık grevi, daha şimdiden bütün ordu komutanlarının, polis şeflerinin, güvenlikçilerin, istihbaratçıların rüyalarına girdi. Başbakanın hali hal deðil. Adalet Bakanı etrafına bir tuhaf bakıyor. Ýçişleri Bakanı, Ýsmail Dümbüllü ile Boris Karlof karışımı bir karakter canlandırmaya başladı. Medyadaki işaretler bu sayılanların şu son birkaç gündür, her gece kabus gördüðünü kanıtlıyor.
Böyle kitlesel bir ölüm orucuna şahit olmamışlardı.
Ölümün kıyısında yürüyenlere hiçbir baskının sökmeyeceðini hemen anladılar. Şimdi tutsaklar özgür, devlet zindan kapısını kendi üstüne kapattı. Tutsaklar ne yapacaklarını biliyorlar; devletin hükümeti, ordusu, polisi, savcısı, yargıcı, gardiyanı ne yapacaðını bilmiyor.
Ölümün kıyısında dolaşanı ölümle tehdit edemezsin.
Ölümle tehdit edemiyorsan, demek ki, tehdit etme, caydırma, korkutma, teslim alma gücünü yitirdin.
Bir devlet, kendisine isyan edenleri ölüm tehdidiyle durduramaz hale gelince, o isyan karşısında yenildi demektir.
Amerikalı generalin tabiriyle Erdoðanın ülkesi isyan karşısında yenilmiştir.
Hapse atılan Kürt özgürlükçüleri, dışarıdayken hangi tarihsel misyonu omuzlarına aldı iseler, zindanda da aynı misyonla direniyorlar. Onlar dışarıda kendileri için hiçbir şey istemediler. Halkın talepleri için üzerlerine yüklenen sorumlulukların gereðini yerine getirdiler. Şimdi de durum böyle. Kendileri için bir şey istemiyorlar. Halkın önderine saðlık, güvenlik, özgürlük; Kürt halkına kendi ana dilinde eðitim istiyorlar.
Ve onlar dün nasıl bu talepler için halkın örgütlenmesi, aydınlatılması ve harekete geçirilmesi için bedel ödemeyi göze alarak her mücadelenin ön safında yer aldılarsa, işte şimdi yine, üstelik ön safların da önünde, ölümün hemen kıyısında yürüyorlar. Onlar halka yaşamlarını ortaya koyarak çaðrı yaptı...
Ve halk bu çaðrının gereðini yerine getiriyor. Kürdistanın bütün kentlerinde halk her geçen gün daha kitlesel ve daha militan bir direnişin cesur adımlarını atıyor.
AKP hükümeti ne yapıyor?
Halkın bu kitlesel, demokratik, barışçı gösterilerine polisi saldırtıyor. Kürdistanın bütün illerinde AKP hükümeti halkın zindandaki direnişçileri hayata döndürecek kitlesel eylemlerini zorbalıkla bastırmaya kalkışıyor.
Ne olacak?
AKP bu kitlesel eylemleri bastırırsa ne olacak?
30 Ekim günü şehirleri polis ve askerle işgal ederse bunun sonucu ne olacak?
Sivil, silahsız, kitlesel direnişin alternatifi zindanda ölüm ve daðda savaştır.
Şurası açık deðil mi? Eðer 30 Ekim günü Öcalana özgürlük, ana dilde eðitim için başlayacak olan kitlesel halk direnişi yayılır ve derinleşirse, hükümet bu direniş karşısında bütünsel muhataplıkla müzakere sürecini başlatacaðını açıklarsa, Öcalanın üzerindeki tecrit kalkar ve PKK önderi müzakerelere özgürce katılacaðı koşullara kavuşursa, ne olur?
Zindanda ölüm olmaz. Herkes hayata koşar ve zindan kapılarını ölümle deðil, müzakere ile açma gününe yürür.
Daðda doðanın, rüzgarın, kartalların ve sakaların, aðaç hışırtılarının ve gerilla ezgilerinin dışında ses duyulmaz. Asker ölmez. Gerilla ölmez. Hayat serin ve temiz sular gibi akar.
Ama sen 30 Ekim günü silahsız, barışçı halkın karşısına polisle, askerle, silahla, gaz bombasıyla dikilirsen, zindanlar ölüme durur, daðda ferman savaşın olur.
Adam baðırıyor: Ne serhildan olsun, ne zindan direnişi olsun, ne gerilla olsun, ne özgür Öcalan olsun...
Ne olsun? Yok öyle yirmibeş kuruşa köfte bay Başbakan...
Şu anda açlık grevi 48. gününde. Direnişçiler, bana öyle geliyor ki, stratejik bir adım attılar. Halka dayatılan ataleti yıkıyorlar ve silahsız, kitlesel devrimci halk direnişinin manevi öncüleri olarak yepyeni bir özgürleşme sürecini başlatıyorlar. Şimdi 30 Ekimde, umarım, ve kuvvetle umuyorum ki, zindandaki direnişçilerin yükselttiði bayraðı zindan dışındaki örgüt devralacak... Zaten devraldıðı görülüyor...
Ve eðer bu hükümet, 30 Ekim günü halkın karşısına dikilme aymazlıðına düşmezse, işte bilin ki, o zaman iyi şeylerin yolu açılacak ve Türkiye içinden geçtiði bu karanlık tünelden aydınlıða çıkacak...
Kaynak: Özgür Gündem