Peköz: Ortadoğu’nun yeni aktörü Kürtler olacak

AKP-MHP'nin Kürtlerin politik gücünü kırma stratejisinin tersine dönebileceğini kaydeden Ortadoğu uzmanı Mustafa Peköz, Ortadoğu'da yeni aktörün Kürtler olacağını belirtti.

Ortadoğu uzmanı yazar ve hukukçu Mustafa Peköz, AKP-MHP iktidarı süresince Kürt meselesinde şiddet merkezli politikaların çok daha fazla ön plana çıkacağını belirtti. İktidarın Ortadoğu’da uygulamayı planlandığı ‘Pan-Türkizm’ stratejisini, Kürtlerin politik statü elde etmesini engellemek üzerine kurmak isteyeceğine dikkat çeken Peköz, ancak modası geçmiş bu politikanın başarı şansının olmadığını vurguladı.

Putin-Trump görüşmesinden, olası İdlib savaşına, Minbic’ten Rojava’ya Ortadoğu’daki gelişmeleri ANF’ye değerlendiren Mustafa Peköz, iki yıl içinde, Ortadoğu’da ve Türkiye’de herkesi şaşırtacak önemli gelişmelerin yaşanacağını; bu zorlu ama sürprizlerle dolu sürecin aktörünün ise Kürtler olacağını kaydetti.

AKP-MHP iktidarının dayattığı "Yeni sistem" Kürt politikasına nasıl yansıyacak?

AKP’nin MHP ile oluşan fiili iktidar ortaklığının kısa süreli, sadece seçimlere yönelik bir ittifak olmadığı açıktır. Türkiye’nin Ortadoğu stratejisi önemli oranda başarısız kalmasına rağmen, bu kez ‘Pan-Türkizm’ politikasını uygulamanın yollarını arıyorlar. Bunun merkezinde iki temel sorun var.

Birincisi, Kürtlere yönelik izlenen tasfiye stratejisinin kesintisizce yaşama geçirilmesidir. Kürt meselesinde şiddet merkezli çözüm çok daha fazla ön plana çıkartılacak. Önce içte Kürt dinamiklerine saldırarak muhalefeti bütünüyle etkisiz kılmayı planlıyorlar. İzlenen başarısız bölgesel politika içerisinde korunmaya çalışılan tek denklem, Rojava ve Güney Kürdistan bölgesinde Kürtlerin politik statü elde etmelerini engellemektir.

ABD TÜRKİYE'YE İRAN OPERASYONUNDA YER ALMAYI ÖNERİYOR

İkinci sorun ise, ABD’nin İran’a yönelik operasyonunda Türkiye’nin alacağı pozisyondur. ABD’nin İran stratejisi uzun vadelidir. Sanıldığı gibi birkaç hava operasyonuyla sınırlı olmayıp, İran’ı orta ve uzun vadeli askeri, ekonomik ve uluslararası politikalarla kuşatmayı amaçlamaktadır. ABD’nin Türkiye’ye sunduğu öneri, Azerbaycan ile birlikte İran’a yönelik olası askeri bir operasyonda aktif yer almasıdır.

Erdoğan’ın ilk yurtdışı gezisini Azerbaycan’a yapması bir tesadüf olmayıp, bu stratejinin bir parçasıdır. Kandil’e yönelik askeri operasyonun hedefi de bir yanıyla PKK’nin askeri-politik harekât alanını sınırlamak, diğer yanıyla da İran’a yönelik olası bir operasyonda bölgesel zemin hazırlama isteğidir.

Türkiye'nin Kandil'e saldırmasının İran ile nasıl bir bağlantısı var?

Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Irak ve Suriye’de netleşen politik ve askeri duruma paralel olarak Türkiye’de ve İran’da Kürt sorunu çok daha fazla uluslararası alanda tartışılacaktır. Ankara bunun farkındadır ve bu süreci kontrol etmek için PKK’nin yönetim kadrosunu tasfiye etmeyi ve Kandil bölgesindeki hakimiyet alanını sınırlamayı hedefliyor. İkinci ve uzun vadeli bir başka plan da birinci soruda verdiğim yanıtta da belirttiğim üzere, ABD’nin yönlendirmesiyle İran’a yönelik askeri bir operasyona katılmak ve bu süreci Azerbaycan ile gerçekleştirmektir.

Gerçekten böyle bir planın uygulanma alanı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu planı uygulamak elbette ki oldukça zor. Rusya, Çin ve hatta AB faktörü bir yana, Azerbaycan ile İran arasındaki tarihsel bağlar, böylesi bir planın uygulanmasını imkansız kılıyor. Ancak ABD-Türkiye arasındaki görüşmelerde bu olasılığın gündemde olduğu bir gerçek. Bu planın uygulanma alanı olarak Kandil bölgesinin seçilmesi ise Ankara’nın çok derinlikli hazırladığı bir plandır. Böylelikle ABD desteğiyle hazırlık yapılırken, PKK yöneticilerinin tasfiyesine yönelik hamleleri hızlandırmaya çalışıyor. Dahası ABD’nin bu tür bir yönelime sessiz kalacağını düşünüyor. Ancak bunun başarılı olmasının kolay olmadığı sahadaki durumdan fark ediliyor.

Minbic’te Türkiye ve ABD arasında bir anlaşmaya varıldığı iddia ediliyor, bu durum nasıl okunmalı?

Minbic’te Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) bağlı askeri birlikler bulunuyor. PYD, askeri bakımdan savaşın dengesini değiştirme potansiyeline sahip tek askeri güçtür. Minbic’in kimin denetiminde olduğunu söylemenin bir önemi yok, bu bölge askeri konseyin denetimindedir. YPG, bölgeden çekildiğini daha önce deklare etmiştir. Burada DSG bulunuyor, kalmaya da devam edeceklerdir. Bu nedenle Ankara tarafından sıklıkla propagandası yapılan “DSG, Minbic’ten çekildi” açıklamasının bir geçerliliği bulunmuyor.

ABD ile Türkiye’nin askerleri Minbic’te devriye geziyorlar. Bunu nasıl değerlendirmek gerek?

Burada iki farklı durum söz konusu; ABD askeri güçleri Minbic hattında, Türkiye’nin askeri güçleri Bab sınır hattında devriye geziyorlar. Yani Türkiye’nin askeri güçleri Minbic sınırları içinde devriye gezmiyor. Tersine, ABD’nin askeri güçleri de Bab sınır bölgesinde devriye görevi yapmıyor.

Burada olan şu; Bab’a sayıları 25 bin civarında İslamcı militan gelmiş bulunuyor. İdlib savaşı başladığında bu sayı belki 3 katına çıkar. Böylelikle Minbic için çok daha ciddi bir risk oluşacağı açıktır. ABD, Türkiye’nin askeri birliklerinin Bab hattında devriye gezmesini sağlayarak İslamcı militanların saldırılarını engellemektedir. Eğer saldırı olursa bunun sorumluluğu Türk askeri güçlerinde olacaktır. Yani aslında Türk askeri birlikleri fiilen Minbic’i korumaya aldı denilebilir.

İdlib savaşı başladığında diyorsunuz, o zaman İdlib'de olası bir savaş öngörüyorsunuz. Öyle bir savaş patlak verirse sonuçları ne olur?

Evet, Suriye denkleminin askeri ve politik çözümünü İdlib’deki gelişmeler belirleyecektir. Rusya, birkaç ay önce İdlib’e yönelik kapsamlı bir operasyon başlattı. Ancak bu planı değiştirdi ve İsrail-Ürdün sınırına yöneldi. Benim gözlemlerime göre, Ağustos ayının sonuna doğru Rusya-Esad güçleri ve nispeten İran, İdlib operasyonuna başlayacaklardır. Bu bölgede on binlerle ifade edilen cihatçı militan bulunuyor. Bunların öncelikli olarak teslim olmaları istenecek. Bu olmadığı takdirde bu güçleri Efrîn üzerinden Bab bölgesine yönlendirecek ya da rotalarını Türkiye’ye döndürmelerini sağlayacaklardır.

İDLİB'DEKİ İSLAMCI MİLİTANLARIN TASFİYESİ KAÇINILMAZDIR

Bu olasılıklar gerçekleşmediği takdirde, İdlib çok kapsamlı bir savaşa sahne olacaktır. Özellikle Halep çevresi ve Hatay sınır hattında yoğunlaşma olasılığı yüksek bir savaş süreci yaşanacak gibi görünüyor. Bunun bir başka anlamı, Türkiye sivillerin ve cihatçı militanların yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalacak olmasıdır. İdlib de bugünkü pozisyon olduğu gibi kalamaz. Buradaki İslamcı militanların tasfiyesi kaçınılmazdır. Bölgenin mutlak olarak Esad rejiminin denetimine girmesi zorunludur. Aksi takdirde rejim kendisini güvencede hissedemez, Rusya kendi stratejisini uygulayamaz.

Olası bir İdlib savaşı, Efrîn ve Bab bölgelerine nasıl yansıyacak?

İdlib savaşının Efrîn ve Bab bölgesindeki dengeleri etkilemesi kaçınılmazdır. Rusya, İslamcı cihatçıların Efrîn üzerinden Bab’a kaymasını destekliyor, teşvik ediyor ve kolaylık sağlıyor. Burada amaç, Bab bölgesindeki militanların Minbic üzerinden Demokratik Suriye Güçleri’ne ve dolaylı olarak bölgedeki Amerikan ve Fransız güçlerine karşı saldırılara yönelmesini sağlayarak istikrarsızlığı derinleştirmektir. Hatta, Rusya cihatçı örgütlere "Minbic’i alın, orada kalıcılaşın" mesajları da veriyor.

Ankara’nın böylesi bir yönelime girmesi oldukça zor görünüyor. Ancak şu veya bu nedenle Bab’a toplanmış İslamcı militanların Minbic’e saldırmasına karşılık, Bab merkezinin DSG tarafından ele geçirilmesinin gündeme gelmesi sürpriz bir gelişme olarak değerlendirilmemelidir.

ANKARA VE ÖSO KARŞI KARŞIYA GELECEK

Efrîn’in özellikle İdlib operasyonundan sonra, Esad güçlerinin denetimine girmesi yüksek bir olasılıktır. Özgür Suriye Ordusu denen gücün tasfiyesi çok daha hızlı bir şekilde gündeme gelecek gibi görünüyor. Batı medyasındaki yansımalar ve yapılan değerlendirmelerde, ÖSO’nun bölge halkı tarafından desteklenmediği ve tersine olumsuz olayların sıklıkla gündeme geldiği algısı yoğun olarak işleniyor.

Bu mesaj esasen Ankara’ya yöneliktir. Türkiye’nin Efrîn’i hükümet güçlerine teslim ederek bölgeden çekilmesi kaçınılmazdır. Uyguladığı bütün stratejileri başarısızlıkla sonuçlanmış Ankara’nın ÖSO denen cihatçı güçlerle karşı karşıya gelmesi de sürpriz sayılmamalıdır.

Peki Putin ve Trump'ın Helsinki görüşmesi Ortadoğu açısından nasıl okunmalı?

Putin ile Trump arasındaki görüşmenin iki ana konusu vardı: İran ve Suriye. ABD’nin İran politikasındaki değişimin esası, İran’ın bölgesel yayılmacılığını engellemek. Özellikle Suriye, Lübnan ve Filistin’deki etki gücünü kırmaktır. Zaten İsrail de İran’ın kendi sınırlarına yakın alanlarda güç olmasını son derece tehlikeli görüyor. Putin ile Trump arasındaki anlaşmanın bir yönü de İran’ın Suriye’deki askeri etkinlik alanını sınırlamaktır.

Bu nedenle Rusya’nın askeri operasyonları yoğunluklu olarak üstlenmesi ve özellikle İsrail’e yakın bölgelerdeki operasyonlarda Suriye kara birliklerinin ön plana çıkartılması, İran’ın Suriye’deki ve buna paralel olarak Lübnan’daki askeri varlığını sınırlandırmaya yöneliktir. Üzerinde uzlaştıkları ikinci konu ise Suriye’nin politik geleceğidir. ABD’nin Suriye politikasının başarısı önümüzdeki yıllar için belirlenen strateji açısından son derece önemlidir.

O zaman ABD’nin Suriye’den çekilmek gibi bir gündemi yok denilebilir mi?

ABD Suriye’de kalıcıdır. Sanıldığı gibi IŞİD ile mücadeleden sonra gidecek değildir. Trump, ABD’nin bu stratejisini çok açık olarak Putin’e iletti. Peki, bu ne anlama geliyor? İdlib’deki askeri gelişmelere bağlı olarak Suriye’nin iki hâkim gücü, Esad rejimi ve Demokratik Suriye Güçleri mutlaka masaya oturup politik görüşmelere başlayacaklardır.

ABD-Rusya merkezli olarak yazılacak yeni Suriye Anayasası’nda büyük olasılıkla iki federatif bölge ön plana çıkacaktır. Putin-Trump görüşmesinde sınırlar genel olarak belirlendi. ABD, Rojava bölgesindeki askeri üslerini koruyacaktır. Bölgesel güç de Demokratik Suriye Güçleri olacaktır. Yani Suriye dengesini artık Kürtler belirleyeceklerdir.

Peki ABD’nin İran'a karşı yaptırımlarının Suriye siyasetindeki etkileri ne olacak?

ABD’nin İran stratejisinin önceliği, İran’ın özellikle Suriye’deki askeri etkinliğini sonlandırmaktır. Bu konuda Rusya’ya çok baskı yaptığı biliniyor. Trump-Putin görüşmesinde bu durum çok daha derinlikli olarak görüşüldü. Rusya da İran’ın eskisi gibi Suriye’de ön plana çıkmasını istemiyor ve İran’a yönelik belirli bir sınırlamaya gittiği gözlemleniyor.

İran, önümüzdeki süreçte içte ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacak gibi görünüyor. Bu nedenle bölgesel yayılmacı politikalarında geri adım atması kaçınılmazdır. İran’ın Suriye’de etkisizleşmesi, Kürtlere yönelik politikaların değişmesini ve Esad rejiminin daha gerçekçi bir politika izlemesini sağlayabilir.

İran’ın Suriye’de ve Irak’ta politik ve askeri gücünün zayıflamasının Kürtler için olumlu bir etki yaratacağını mı kastediyorsunuz?

Bölgesel çıkarlara ve belirlenen stratejilere bakıldığında böyle olduğu görülüyor. Irak’ta ve Suriye’de politik istikrarsızlık devam edecek gibi. İki devlette de istikrarlı olan Kürt bölgesidir. Ayrıca Kürtlerin bölgesel hâkimiyetinin artması, İran’ın aleyhine, ABD’nin çıkarınadır. Örneğin peşmergenin tartışmalı bölgelere bu kez bir daha çıkmamak üzere girmesi sürpriz sayılmamalıdır. Rojava’nın politik pozisyonunun netleşmesine, birkaç yıl sonra iki Kürt bölgesinin birleştirilmesinin tartışılmaya başlanmasına herkes hazır olsun. Bu durum kimi etkiler? Öncelikli olarak İran’ı ve Türkiye’yi.

Bütün bu denklem içerisinde Kürtlerin politik statüsü nasıl şekillenecek?

Kürtler için süreç zorlu geçecek. Ancak, Ortadoğu’da dengelerin Kürtlerin lehine değişmesi kaçınılmazdır. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Irak’ta ve Suriye’de Kürtlerin politik pozisyonu çok daha güçlenecek. İran’da sürpriz gelişmeler olabilir. Hatta Tahran İslamcı rejimi, beklenilenin dışında Kürtlere özerklik vermek için somut adımlar atabilir.

Aksi takdirde İran’a yönelik baskıların artacağı ve bunun birtakım sonuçlar doğuracağı söylenebilir. Ankara’daki iktidar mevcut gelişmeleri görüyor ve bu nedenle Kürtlere yönelik baskıları giderek artırıyor. Ancak bunun hiçbir şekilde çözüm olmadığı, modası geçmiş ‘Pan-Türkizm-İslamizm’ stratejisinin başarı şansının bulunmadığı kısa sürede görülecektir. Kürtlerin politik gücünün kırılmasına yönelik bu politikanın aniden tersine dönmesi sürpriz sayılmamalıdır.

Önümüzdeki iki yıl içinde, Ortadoğu’da ve Türkiye’de hepimizi şaşırtacak önemli gelişmelerin yaşanması yüksek bir olasılıktır. Sanırım bu zorlu ama sürprizlerle dolu sürecin aktörü Kürtler olacaktır. Burada Kürt politik temsilcilerinin doğru zamanda doğru politikalar üretmeleri hem bölgedeki hem de Türkiye’deki gelişmeleri doğru okuyarak adım atmaları gerekir.