PKK artık ‘ortak düşman’ değil -Cahit Mervan
PKK artık ‘ortak düşman’ değil -Cahit Mervan
PKK artık ‘ortak düşman’ değil -Cahit Mervan
O meşhur sözü ilk kez ABD başkanı George W. Bush’un ağzından işitti kamuoyu. Dünyanın süper gücü sanki dünyada az düşmanı varmış gibi, hiçbir dönemde kendisine düşmanlık yapmayan PKK’yi ‘ortak düşman’ ilan ediyordu.
Bush 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da Oval Ofis’te Türk başbakanı Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmede oturduğu yerden, gerilmiş ve keyifli bir şekilde, kelimelerin üstüne basa basa “PKK; Türkiye'nin, bağımsız Irak'ın ve ABD'nin ortak düşmanıdır” diyordu.
Bu açıklama Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında ciddi manada çaresizlik yaşayan Türk devleti için önemliydi. İhtiyaç duyulan destek tavan yapmıştı. Bundan ötesi yoktu. Bu nedenle Türk tarafı Bush ve onun yönetimini yer göğe sığdırmakta zorlanıyordu.
Bush’un bu haksız, adaletsiz ve tek taraflı Kürt düşmanlığının faturasının Türk tarafına ne olduğu iste bugüne kadar açıklığa kavuşmadı. Türkiye bu ‘jestin’ karşılığında ne verdi, halen bir sırdır. ABD’nin Türkiye’ye Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta ‘tek taraflı’ çektiği bu kıyak sadece iki ülke arasındaki dostlukla alakalı değildi. Olamazdı da.
Bush’un Erdoğan yönetimine verdiği bu güçlü destek sorunun çözümünü ertelemekten, daha fazla Kürt ve Türk’ün savaşta yaşamını yitirtmesinden, iki taraf için zaman ve enerji kaybından başka bir işe yaramadı.
Türkiye’nin ‘stratejik müttefiki’ onu daha fazla savaşması için teşvikte bulunmadı. Askeri ve teknolojik olanaklarını da sonuna kadar Türkiye’nin hizmetine sundu. Anlık istihbarat paylaşımından, Avrupa’daki Kürdistanlı kurumlara karşı kuşatma ve tasfiye politikaları da bu dönemde daha çok eş zamanlı olarak devreye girdi.
1 Haziran 2004 ile birlikte ciddi şekilde savaşta zorlanan Türk tarafı bu destekle adeta ‘kendisine’ geldi. Erdoğan 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi Kürt sorununun çözümü ve barış konusunda verdiği ‘olumlu’ mesajları bir kenara bıraktı. Şahinleşti.
O kadar şahinleşti ki o günlerde bir Cuma namazı çıkışı, sadece PKK gerilla güçlerini değil, aynı zamanda Federal Kürdistan Bölge başkanlığını açıkça tehdit etti. 90’lı yıllarının Çiller-Güreş-Demirel üçlüsünün söylemlerini kullanmaya başladı. Erdoğan ve ekibi Bush’un ‘ortak düşman’ açıklamasını kendileri için güçlü bir destek olduğuna inanıyorlardı. Washington’dan aldığı güç ve destek ile PKK’nin bileğini bükebileceğini ve onu ‘sorun’ olmaktan çıkarabileceğini hesaplıyordu.
Çünkü ABD başkanı yaptığı açıklama ile Türk ordusunun PKK’nin gerilla güçlerinin üstlendiği Güney Kürdistan’daki Medya Savunma Alanları’na askeri bir operasyona da açıktan yeşil ışık yakmış oldu.
Bu açıklamadan birkaç hafta sonra Türk ordusu Kıbrıs savaşından kullandığı savaş uçağından daha fazla bir kuvvetle gerilla alanlarına saldırdı. Günlerce Kürdistan savaş uçakları tarafından bombalandı.
Türk ordusunun onlarca uçakla yaptığı saldırılar sonrası Türk medyasının ağzı kulaklarına gidiyordu. Genelkurmay’ın servis ettiği video, fotoğraf ve haberlerle Türk medyası adeta uçuyordu. Televizyonlar ve gazeteler defalarca, ama defalarca Kandil’i “yerle bir” ediyorlardı.
Ancak Türk ordusunun uçak filosu, ABD’den ‘ortak düşman’ konseptine uygun aldığı o muazzam destek Kürdistan gerillalarının direnişi karşısında işe yaramadı. Kara harekatı artık an meselesiydi. ABD Türkiye’nin daha fazla savaşması için sırtını öyle bir sıvazlamıştı ki Türk ordusunun Güney Kürdistan’a bir kara harekatı kaçınılmaz hale geldi.
Türk ordusu büyük bir gürültü ile ve kesin bir kararlılıkla Güney Kürdistan’a girdi. 20 Şubat 2008’de başlayan, binlerce askerinin, yüzlerce zırhlı araç ve onlarca uçağın katıldığı saldırı ve imha harekatı sadece 9 gün sürmek zorunda kaldı.
Türk ordusu gerilla güçleri karşısında tarihinin en ağır yenilgisini alarak geri çekildi. ABD’nin ‘ortak düşman’ konseptinin karizması da Zap Savaş’ında esaslı bir çizik aldı. Bu konseptin başlamadan, çöküşüne yol açtı. Türk devleti Zap’ı iyi okuyamadığı için savaşı birkaç yıl daha teknik olanaklara dayanarak sürdürmeye çalıştı.
Ancak 2007 Kasım ayından buyana çok şey değişti. Türk devlet, AKP hükümeti ABD başta olmak üzere uluslararası güçlerden aldığı siyasi-askeri ve ekonomik yardıma desteğe rağmen bırakın PKK’yi tasfiye etmeyi, onun gelişip güçlenmesini dahi durduramadı. Kürdistan Özgürlük Hareketi hem kitle tabanını görülmemiş düzeyde genişletti, hem siyasi ve askeri olarak kendisini tüm darbe ve saldırılara rağmen yeniledi ve bunların toplamı olarak Kürt ve Kürdistan sorunun önemli bir aktörü ve muhatabı haline geldi.
Nihayetinde Türk devleti 2007 yılının Kasım ayında Beyaz saray’da ‘ortak düşman’ ilan ettiği PKK ile ilk önce Oslo sürecini başlatmak zorunda kaldı. 2012 yılının sonunda PKK ile Abdullah Öcalan’ın merkezinde olduğu İmralı görüşme ve müzakere sürecine başladı.
Hiç kuşku olmasın ki 5 Kasım 2007’de açıklanan ‘ortak düşman’ konseptinden istenilen sonuç elde edilmiş olsaydı bugün ne İmralı süreci olacaktı, ne de barış ve çözümden bahsedecektik.
Çünkü ortada direnmiş ve değim yerde ise bileğinin hakkıyla ayakta kalmış bir hareket var. Batı Kürdistan’da devrimin öncü gücü, Kuzey’de milyonları harekete geçiren, Güney Kürdistan’ın geleceği ve güvenliği için önemli bir aktör olmuş ve Doğu Kürdistan’da özgürlük dalgasının ilham kaynağı haline gelmiş bir hareketten bahsediyoruz.
Bunun ABD’nin görmemiş ve okumamış olması artık mümkün değil. ABD’nin çözüm sürecine ‘destek vermesi’, ‘ortak düşman’ tekerlemesinden vazgeçmesinin esas nedenine burada yatmaktadır.
Son Erdoğan-Obama görüşmesinde elbette ki PKK önemli bir konu başlığı olarak görüşmelerde yer aldı. Ama ilk kez iki ülke lideri yaptıkları açıklamalarda o bildik ve tanıdık cümleleri kullanmadılar. ABD başkanı Barack Obama konuşmasında “PKK terör”ü yerine “PKK şiddeti”nden bahsetti. Bu ABD’nin “ortak düşman” konseptini tek ettiğinin de önemli bir işareti olarak okunmalıdır.
Elbette ki ABD başkanının bu dil değişikliği önemlidir. Bunun ne kadar simi bir davranış olduğunu ancak sahada test etmek mümkündür. Bu da şu demektir: ABD Türkiye’yi önümüzdeki dönemde PKK ile yürüttüğü müzakerelerde sorunun çözümü için teşvik etmesi gerekiyor. Örneğin ilk adım olarak PKK’yi hem kendisi, hem de onun talep ve isteğiyle Avrupa Birliği ‘terör örgütleri’ listesinden çıkarmalıdır. ABD PKK ile yeni bir dönem başlatmalıdır. Onu dıştalamaktan, görmezlikten gelmekten vazgeçmelidir.
Çünkü ünlü yazar Ralph Giordano’nun dediği gibi “Siz Ağrı Dağı’nı inkar ettiğiniz zaman, o ortadan kaybolmuyor. Tüm ihtişamıyla orda duruyor.”