PKK bir yoldaşlık hareketidir
Bir avuç genç, bu işe başlarken paraları yok, hiçbir şeyleri yokken, sadece bilgi, birikim, cesaret, kararlılık ve inandıkları davaları uğruna verdikleri mücadeleyle bugün, insanlığın umudu oldu.
Bir avuç genç, bu işe başlarken paraları yok, hiçbir şeyleri yokken, sadece bilgi, birikim, cesaret, kararlılık ve inandıkları davaları uğruna verdikleri mücadeleyle bugün, insanlığın umudu oldu.
Apocu Hareketin ilk gününden itibaren aktif olarak çalışmaların içinde yer alan Hüseyin Aslan, “PKK’yi bugünlere taşıyan, adım adım direnmesidir. PKK ilmik ilmik işlenen bir tarihle bugüne geldi” diyor.
Hüseyin Aslan, PKK’nin bugünlere nasıl geldiğini gazetemize anlattı.
1970’lerde PKK’yi yok sayan örgütlerin birçoğunun bugün esamesi okunmazken PKK’nin bu kadar gelişip halka öncülük yapabilmesinin nedenleri neler?
PKK ilk günden beri bir devrim mücadelesini yürütebilecek her türlü bilgi, donanım ve inanca sahip bir örgüt oldu. İlk etapta ciddi bir tahlil yaptı. “Kürdistan sömürgedir” diyen ilk örgüttür. PKK bu tahlili ciddi de yaptı. Kürdistan devriminin zorluklarını gördü, iyi bir planlama yaptı. Ve bu planı kopya değildi. Planlamasını Kürdistan özgülünü göz önünde bulundurarak hazırladı. Diğer örgütler gibi başka yerlerden kopya etmedi. Devrimin zorluklarını gördü. Bu zorlukları üstlenebilecek örgütü kurdu. Bu çalışmayı yürütecek kadroları ortaya çıkardı. Sözde bırakmadı. Ortaya koyduğu pratikle halka güven verdi ve verdiği bu güven sayesinde gelişti. Bedeninden başka şeyi olmayan PKK’liler, bedenlerini ortaya koyarak direnişi gerçekleştirdi. 15 Ağustos, pratiğin ve kararlılığın sembolüdür.
PKK’nin kuruluşu sürecinde de Antep’te çalışma yürütüyordunuz. O dönemde nasıl bir atmosfer vardı?
Parti kurulmadan önce partileşmeye doğru gidileceği konuşuluyor, tartışılıyordu. Kürdistan için nasıl bir partinin gerekli olduğunu Antep’teki grubumuz aralarında tartıştı. Kimi arkadaşlar, “Vietnam’daki gibi işçi partisi olsun”; kimi arkadaşlar, “Emek partisi olsun”; kimi arkadaşlar da “Sosyalist bir parti olsun” dedi. Partileşmeden önce bizimle kalan Abdullah Kumral -daha sonra Bekaa Vadisi’nde şehit düştü- vardı. Daha sonra öğrendik ki Kumral, PKK’nin kuruluş toplantısında yer alan 22 kişiden biriymiş. Şunu da belirteyim: Abdullah Kumral genellikle Urfa Birecik çevresinde kalıyordu ama bu tartışmaları yürüttüğümüz dönemde kısa bir süre bizim sorumlumuz olmuştu.
Parti’nin kuruluşu, yanlış hatırlamıyorsam 1979’un yaz aylarında deklare edildi. Bununla birlikte bize az sayıda afiş göndermişlerdi. Afişleme yapacak gruplara onar tane afiş vermiştik. O dönem ilk defa Antep’te “Bijî PKK” diye duvarlara yazmıştık. O zamana kadar duvarlara bir şey yazmıyorduk. PKK, yazılama yapan bir hareket değildi. Afişlemeyi Mustafa Yöndem arkadaş ile birlikte yapıyorduk. Mustafa, çok atikti. Karakolların yanına bile afişlerimizi asmıştı. İyi hatırlıyorum, Bucak aşireti ile bir çatışma olmuştu, Salih Kandal şehit düşmüştü. O zaman oraya atılan bildiriyle PKK’nin kuruluşu deklare edilmişti. Biz bundan dolayı haber aldık.
Antep’teyken örgüt benimle birlikte üç arkadaşı Afşin-Elbistan Termik Santrali için gönderdi. Maraş olaylarından sonraydı. Maraş üzeri Elbistan’a gittik ama termik santrale gidemedik. Oralarda tutunamadık. Kayseri’ye kadar yürüdük. Şunu fark ettik: Elbistan ile Pınarbaşı arasında halk adeta devrime susamıştı. Hepsi Türk solundaydı, Kürt ve Alevi’ydi. On gün boyunca köylerden geçerek Pınarbaşı’na ulaştık. Gittiğimiz her köyde toplantılar düzenliyorduk. Müthiş bir ilgiyle karşılandık.
PKK’nin ilanı halk tarafından nasıl karşılandı? İlk tepkiler nelerdi?
Ortaokul diploması almak için dışarıdan sınavlara giriyordum. Bu sınavlar, Urfa’nın Suruç ilçesinde gerçekleşiyordu. Suruç’a gidince bir-iki hafta arkadaşların yanında kalırdım. Aileler arasında sorunlar vardı onları gidermeye çalışıyorduk. Ayrıca PKK kurulmuştu, onun propagandasını yapmak için toplantılar düzenliyorduk. Suruç’a yakın bir yerde 70-80 kişinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirdik. Ara verildi. Biz aramızda konuşurken toplantıya katılanlar arasında bir hareketlenme yaşandığını gördük. Ne oluyor diye baktığımızda, ‘Bizi de partiye kaydetsinler. Biz de bu partiye üye olmak istiyoruz’ dediklerini duyduk. Halk, yapılan toplantılarda ikna oluyordu. Hatta partiyi o kadar benimsemişlerdi ki üye olmak istiyorlardı.
Avrupa’ya nasıl ve ne zaman geldiniz?
Hem Türk soluyla hem de devletle çatışmalarımız oluyordu. Arkadaşlar tek tek Antep’ten ayrılıyordu. Ben de arkadaşlarla gitmek istedim, ancak gidemedim. Sonradan öğrendim ki arkadaşların büyük bölümü Bekaa’ya gidiyormuş. Şunu da belirteyim: O dönemde mücadeleye atılan arkadaşların çoğu gençti. Ben ve iki arkadaş evliydik ve benim üç çocuğum vardı. Buna rağmen bilerek, isteyerek ve severek bu işi yapıyordum. Deşifre olmuştum. Avrupa’ya gidip gidemeyeceğim konusunu arkadaşlarla konuştum, gidebileceğimi belirttiler. Ben de 16 Mart 1980’de Almanya’ya, Stuttgart’a geldim.
Almanya’da ne tür çalışmalar yürüttünüz?
Stutgart’ta Türk solunun engellemelerine rağmen PKK bayrağıyla 1 Mayıs’a katıldık. Yirmi kişilik bir grupken 1 Mayıs yürüyüşünün sonunda sayımız 200’ü oldu. Bireysel katılanların hepsi bize katıldı. 17 Mayıs 1980’te Stuttgart’ta bir dernek kurmak için ilk toplantımızı gerçekleştirdik. Herhalde mücadelemize bağlı olarak Almanya’da kurulan ilk derneğimizdir. Genç Sosyalistler’den bir yer aldık ve derneği açtık.
1980 yazında Essen’de, sanatçı Zozan’ın evinde 22 kişinin katıldığı iki günlük bir toplantı gerçekleştirdik. Yurtdışı Avrupa Birliği -Birleşimi de olabilir tam olarak hatırlayamıyorum- (YAB) ismiyle örgütlendik ve Avrupa’daki ilk örgütlenmemizi gerçekleştirdik. Almanya’yı beş sahaya ayırdık. Görev dağılımı yaptık ve ben Kuzey Sahası’nı üstlendim. Çalışmalardan dolayı Hamburg’da birkaç kez gözaltına alındım.
Ben Alman devleti tarafından deşifre olunca 1982’nin başında Fransa’ya döndüm. Fransa’ya gider gitmez St. Avold’daki yurtseverlerle bir dernek için çalışmalara başladık. Fransa SCT sendikasıyla ilişkiye girip Komela Welatparêzên Kurdistan (KWK) adında bir dernek kurduk. Aynı yıl Fransa’nın Metz kentinde de bir dernek kurduk. 1984 yılına kadar Strasburg’dan Metz’e, Nancy’ye kadar çalışmalar yürüttüm. Daha sonra Paris’e geçtim.
Paris’teyken 15 Ağustos Atılımı gerçekleşiyor. O anda neler hissettiniz, halk tarafından nasıl karşılandı?
Açıkçası halkın bir beklentisi vardı. Avrupa’da yaşayan halkımız ülkeye çok bağlıydı. Örgütün her gün büyüdüğünü ve etkinleştiğini görüyordu. Bu büyümenin silahlı mücadeleye evrileceği günü de dört gözle bekliyordu. Yani bir anlamda 15 Ağustos Hamlesi, halkın özlemiydi. Böyle bir eylem beklenmesine rağmen bu kadar etkili eylemlerin olması biraz da halkı şaşırtmıştı.
Avrupa’daki Kürt solu ile aramız iyiydi. Cezaevlerindeki direnişi desteklemek için ortak eylemler yapıyorduk. 15 Ağustos Atılımı’yla birlikte Kürt solu yaygara kopardı. “Bunlar Kürtleri katliama götürüyor, Kürt katliamının yolunu açıyor” propagandası yaparak bize cephe aldılar. Provokasyon geliştirmeye çalıştılar.
15 Ağustos’u halka anlatmak için çok yaygın seminer ve toplantılar gerçekleştirildi. Bu mücadelenin uzun süreli halk savaşı ile kazanılacağı özellikle vurgulanıyordu. Bu toplantılarda halkın sevinci gözlerinden okunuyordu. 15 Ağustos, halk için çok büyük bir umut olmuştu.
15 Ağustos’u Avrupa’daki halkımız ne kadar sevinçle karşıladıysa, ne kadar sahiplendiyse, diğer Kürt güçleri de bir o kadar antipropaganda yaptı ve bizimle çatışır hale geldi. 15 Ağustos’a karşı bildiri dahi dağıttılar. Avrupa’daki Türk solundan bir kesim ise -yani bizimle daha önce ilişkili olan örgütler- sahiplendi. Geri kalanlar da mesafeli durmaya çalıştı.
15 Ağustos hamlesi ile birlikte Türk basınında ‚Bir avuç eşkıyanın başlattığı isyanı 72 saat içerisinde bitireceğiz‘ propagandası yapılıyordu. Görüntüler eşliğinde operasyonlar gösteriliyordu. Bu propagandaya inanan bazı Kürt güçleri “PKK Kürtleri katliama götürüyor‘ açıklaması yapıyor ve bize karşı çalışmalar yürütüyorlardı. Ama şu bir gerçek ki PKK Kürtleri katliama götürüyor diyenlerin kendileri bitti. Ve bugün isimleri bile anılamaz oldu. PKK, 15 Ağustos hamlesi ile birlikte her gün büyüyor, gelişiyor ve insanlığa hizmet ediyor. 15 Ağustos’ta ne kadar isabetli bir adım atıldığı bugün daha iyi anlaşılıyor.
Paris’ten sonra nerelerde, ne tür çalışmalar yürüttünüz?
Paris’te kısa bir dönem kaldım. Ardından Metz, Nancy, St. Avold, Strasbourg, Mülhausen kentlerinde çalışmalar yürüttüm.
Çalışmaları yürüttüğüm bu kentlerin bir özelliği de Fransa- Almanya sınırında olması. Fransa’ya ya da Almanya’ya geçmek isteyen arkadaşları sınırdan geçiriyorduk. Fransa-Almanya sınırları kaldırılıncaya dek bu böyle devam etti. Bazen toplantılar oluyordu, bir haftada yüzlerce arkadaşı sınırdan geçirmek zorunda kalıyorduk. Şu anda düşünüyorum da, binlerce arkadaşı sınırdan geçirdik. Bu arkadaşların büyük bir bölümü ülkeye gidip şehit düştü.
Peki aileniz, onlara zaman ayırabiliyor muydunuz? Ailenizin mücadeleye bakışı nasıldı?
Eşim iyi bir yurtseverdi, çocuklarımı da böyle büyüttü. Bu Evimiz sürekli arkadaşlarla doluydu. Çocuklarım arkadaşlarla birlikte büyüdüler. Buralarda senede bir-iki kez gençlik kampları düzenlerdik. Başta çocuklarımı bu kamplara katıyordum. Hiç unutmam bir kamp düzenlemiştik. Arkadaşların ihtiyaçlarını karşılamak için kampa giderken 8 yaşındaki oğlum Hüseyin’i beraber götürmüştüm. Birkaç saat kampta kaldık, oğlum benimle gelmek istemedi. Arkadaşlarla kalmak istedi. Nitekim okul olmadığı için kalmasına izin verdim. Bir hafta boyunca 8 yaşındaki oğlum kampta yaşadı. Sonradan arkadaşlar kampa en çok uyum sağlayan kişinin Hüseyin olduğunu belirttiler. Hüseyin her sene düzenli olarak eğitim kamplarına katılıyordu. 1993‘ün sonunda düzenlenen kampa katıldı. Ve o kamptan sonra ülkeye gitmek istediğini söyledi. Bir sene kaldıktan sonra 1994 yılında ülkeye gitti.
Mücadele içinde aktif olarak yer alıyorsunuz, Fransa devletinin size yaklaşımı nasıldı?
Sayısını hatırlayamadığım kadar 50 belki de 100‘e yakın kez Fransız yetkililer evimi bastı. Beni, çocuklarımı kelepçeleyerek gözaltına aldılar.
Fransa devleti, ben ve birkaç arkadaş hakkında PKK üyeliğinden dava açmıştı. 1995 yılında mahkeme tarafından mahkum edildim. Onanan cezamdan dolayı 6 aydan fazla cezaevinde kaldım.
Fransa’da 1982 yılında işçi oldum, oturumum vardı. Ancak siyasi çalışmalarımdan dolayı 2010 yılından Fransa’ya iltica etmek zorunda kaldım. Türkiye İnterpol aracılığı ile hakkımda arama kararı çıkartmıştı. Fransız yetkilileri Türkiye’nin İnterpol aracılığı ile benim hakkımda bulunduğu yerde yakalanma kararı çıkardığını bildirdi. Bana “gönderilmekten kurtulmanın en iyi yolu iltica etmektir” dediler. Belki de Fransa tarihinde bir ilk yaşandı. İşçi oturumu varken bir kişinin gidip iltica etmesi çok da rastlanan bir durum değil. 2010 yılında iltica ettim, 2016 yılında iltica hakkım tanındı.
Fransa’daki Kürt kurumlarında da önemli görevler yürüttünüz…
2001 yılında Fransa Kürt Dernekleri Federasyonu (FEYKA) başkanlığına seçildim. 2002-2006 yılları arasında FEYKA yönetim kurulunda görev aldım. Aynı dönemlerde FEYKA kontenjanından KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi) üyeliği yaptım. İki yıldan beri St. Avold Demokratik Kürt Toplum Merkezi (DKTM) eşbaşkanlığını yürütüyorum. Mücadeleye devam ediyorum.
1970’lerde mücadeleye başladınız. O dönem bir avuç genç ile başlatılan mücadele bugüne geldi. 70’lerle bugünleri karşılaştırdığınızda ne görüyorsunuz?
Bir örnek ile cevaplamak istiyorum: 1970’lerde biz bu mücadeleye başlarken Türk ve Kürt solu tarafından köylerimiz dahi bize yasaklanmıştı. Yani devrimciler, demokratlar, bu işe bu kadar uzaktı. Bir avuç genç, bu işe başlarken paraları yok, hiçbir şeyleri yokken, sadece bilgi, birikim, cesaret, kararlılık ve inandıkları davaları uğruna verdikleri mücadeleyle bugün, insanlığın umudu oldu. O dönem kimsenin tanımadığı, ciddiye almadığı, söz hakkı vermediği, bir grupken bugün Ortadoğu’nun şekillenmesinde rol alıyorlar. O gençlerin kararlılığını ve inançlarını görenler etraflarında toplandı ve mücadeleyi bu noktaya getirdi.
PKK’yi bugünlere taşıyan, adım adım direnmesidir. Cezaevleri direnişi, 15 Ağustos Atılımı, 90’lı yılların serhildanları, Mehmet Tunç şahsında gelişen öz savunma… Tüm bunlar da gösteriyor ki, PKK ilmik ilmik işlenen bir tarihle bugüne geldi. PKK, sonu gelmeyen bir romandır. PKK ince eleyip sık dokuyarak, zorluklarla, yokluktan var ederek bugüne geldi. Cemil Bayık’ın bir sözü var, PKK’yi çok güzel tarif ediyor: “Biz tekeden süt sağan hareketiz.”
Kırk yıldır bu mücadelede olan bir isim olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Ben bu mücadeleye bilerek ve isteyerek girdim. 1976’da mücadeleyi tanıdım. 40 senelik maratonda emek vermeye çalıştım. 40 sene daha ömrüm olsa bu mücadeleye vereceğim. Şu anda ailemizin tamamı Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin etrafında kenetlenmiş. Oğlum ve yeğenim mücadele saflarında. Kızlarım ve ben Avrupa’da bu mücadeleyi gururla veriyoruz, vermeye devam edeceğiz.
Kürt halkına şunu söylemek isterim: Bütün Kürtler, Türk devletiyle ilişkilerini kesmeli. Kültürel, siyasi, ekonomik her alanda ilişkileri kesmek lazım. Bu bizim için çok büyük bir handikap. İlişkileri kesmediğimiz sürece başarılı olamayız.
Bu mücadeleye olan inancım tam. Bu mücadele mutlaka zafere ulaşır ama herkes elini taşın altına koyarsa zafer biraz daha erken olur. Herkesi mücadelenin etrafında kenetlenmeye davet ediyorum.
PKK’nin kuruluş aşamasında beraber çalıştığınız Cemil Bayık, Rıza Altun ve Duran Kalkan ile yıllar sonra Avrupa’da karşılaştınız. Neler hissettiniz, neler konuştunuz?
Cemil Bayık ile 1990’da Belçika’da görüştük. Görüştüğümüz yer bayağı kalabalıktı. Çok rahat sohbet edemedik. Ama az da olsa Antep günlerini andık. O dönem Antep’te çalışmalarda yer alan arkadaşları konuştuk. Ortak tanıdığımız arkadaşların durumlarını sordum. O dönem mücadelede yer alan arkadaşların şehadetlerini konuştuk.
Rıza Altun ile 2001 yılında görüştüm. Rıza Altun da Fransa’da kaldığı için kendisi ile yeniden çalışma şansım oldu. Sık sık bir araya gelip geçmiş günlerden ve verilen mücadele sayesinde Kürt halkının geldiği noktayı konuşuyorduk. Rıza Altun kurumlara çok önem veriyordu. Kurumların daha güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyordu. Bir gün bir Mc Donalds’ın önünden geçerken, çocuk oyun alanlarını göstererek “Her derneğimizin önüne böylesi çocuk oynama alanları konulmalı. Eğer her derneğimizin önüne böylesi çocuk oynama alanları koyarsak çocukları kurumlarımıza çekmiş oluruz. Böylece Kürdistan’da devrim gerçekleştirdiğimizi ilan edebiliriz” demişti.
Duran Kalkan’la ise yıllar sonra Almanya’nın Hannover kentinde karşılaştım.
Bu arkadaşları tekrardan gördüğümde gelinen aşamayı göz önünde bulundurarak mücadeleye gönül bağlamakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. İmkan ve olanaksızlıklara rağmen verilen mücadeleyi düşündüm. O dönem ki fedakarlıklar bir bir gözümün önüne geldi. O gün imkansızlıklarla verilen mücadele sonunda bugün ortaya çıkarılan değerleri gördüm. Bu arkadaşları görünce yoldaşlığın değerini bir kez daha hatırladım. PKK’nin bir yoldaşlık hareketi olduğunu bir kez daha anladım. Ve PKK’yi büyüten, geliştiren yoldaşlığı bu arkadaşlar şahsında tekrar gördüm. Bu arkadaşları görünce kendimi daha güçlü hissettim. Moral güç ve azim aldım. Ve çalışmalara daha güçlü sarıldım. Dün ülkede beraberdik bugün burada beraberiz. Bu mücadelenin yenilmezliğini gördüm.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA