PKK’nin az bilinen İskenderun günleri…
Başkan’ın 6-7 toplantısından bahsedilir, İskenderun’daki toplantıdan bahsedilmez. Oysa ki bizim evimizde Başkan Apo’nun katıldığı bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıya 35 kişi katıldı.
Başkan’ın 6-7 toplantısından bahsedilir, İskenderun’daki toplantıdan bahsedilmez. Oysa ki bizim evimizde Başkan Apo’nun katıldığı bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıya 35 kişi katıldı.
Antep, Hatay ve İskenderun’da PKK’nin kuruluşu öncesindeki çalışmalara katılan, dönemin birçok öncüsüyle birlikte hareket eden ve o günden bu yana mücadeleye emek vermeyi sürdüren Hüseyin Aslan, “PKK’nin ilmik ilmik örülen tarihine” tanıklığını anlattı.
Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz?
Malatya, Kürecikliyim. Ailemin çalışmak için gittiği Antep’te 1950 yılında doğmuşum. Ben doğar doğmaz ailem yürüyerek 300 kilometre yol kat edip Malatya’ya geri dönmüş. Orta halli bir ailede büyüdüm, geçimimizi hayvancılıkla sağlıyorduk. 15 yaşıma kadar Kürecik’te kaldım. İlkokulu köyde okudum. Ortaokulu dışarıdan okuyarak bitirdim.
Kürecik, sizin çocukluğunuz ve gençliğiniz boyunca nasıl bir yerdi?
Bizim oralar yüzde yüz Kürt ve Alevidir. Çocukluğumuzda herkes Kürtçe konuşurdu. Zaten o dönemlerde Türkçe bilen de çok az insan vardı. Askere gidenler ve okuyan birkaç kişinin dışında kimse Türkçe bilmezdi. Bilenler de Türkçe konuşmazdı. Türkçe konuşmak çok makbul sayılmaz, yadırganırdı.
Bizim oralarda çocuklar erken büyüyor, küçük yaşta büyüklerle aynı işi yapıyor, onların muhabbetlerine katılıyordu. Onun için çocukluğumuzu yaşamıyorduk. Kürecik, hem Kürt hem Alevi olmasından dolayı sürekli sistem tarafından eziliyordu. Bundan dolayı gençlerde de bir asilik vardı.
Sizin için siyaset nasıl başladı?
Ben 15 yaşındayken (1965) Antep’e göç ettik. O dönemler Malatya’da haşhaş, Antep’te fıstık mitingleri düzenleniyordu. Antep’e göç ettiğimiz gün, Malatya’da haşhaş mitingi vardı biz katılmasak da o mitingi gördük. Antep’e gittiğimiz hafta ise orada fıstık yürüyüşü ve mitingi yapıldı. Bu mitingler hak arama mücadelesiydi. Halka öncülük yapanlar da devrimciler, demokratlardı. Komşularımızla birlikte biz de o etkinliğe gittik. Gördüklerim beni çok etkiledi. Halkın etrafında görevliler vardı, hepsi değişik şalvarlıydı. Gruplar halinde insanları yürütüyorlar, mitinge renk katıyorlardı. Adeta halkı coşturuyorlardı. Daha sonra öğrendim ki Antep’teki mitinge yön verenler, gruplar halinde Filistin’e eğitime veya savaşmaya gidenlerdi. Bu mitinglerle birlikte yavaş yavaş ezen ve ezileni, siyaseti öğrendim.
Antep’in o dönemki siyasi durumundan bahseder misiniz? Nasıl bir hava vardı?
Malatya ve çevresinden gelen gençler, Antep’te genellikle hamallık yapardı. Ben gider gitmez “Bu işi yapmayacağım” deyip seyyar satıcılığa başladık. Satacağımız eşyaları gider Kilis’ten alırdık. Hemen Rojava’nın sınırıydı.
Kilis’te bir pasaja gidiyorduk. Kaçak filan değil yani. Her şey aleniydi ancak minibüsle Antep’e dönerken jandarma yolu keser, eşyamızı elimizden alırdı. “Bunlar kaçak” derdi. Her gidişimde yolu kesip eşyaları alıyorlardı. İş yapma olanağım kalmayınca inşaata gidip çalışmak zorunda kaldım. İnşaatta Kayserili ustalar vardı, içlerinden iki üç tanesi solcuydu. Bize “Gelin dernek kuralım, sendika kuralım” dediler. 18 yaşımda onlarla birlikte İnşaat İşçileri Derneği’ni kurduk. Bu, katıldığım ilk dernek girişimiydi.
Yazları da köye giderdik. O dönem Türkiye sol hareketinden bazı isimler bizim oralara gelmeye başladı. Malatya’da amcamlara dört kişi gelmişti. O zaman bilmiyordum ama daha sonra resimlere baktığımda İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları olduğunu anladım.
İlk olarak Türk sol hareketleriyle mi ilişki kurdunuz?
O dönemler henüz Kürt ulusal mücadelesiyle ilgili bir bilince sahip değildim. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği’yle (TÖB-DER) ilişkiliydim. Çay bahçeleri vardı, oraya gider sohbet ederdik. O dönem genellikle Türkiye solu, Amerikan emperyalizmi, Sovyet sosyal emperyalizmi gibi konular etrafında tartışma yürütüyordu. Sempati duyuyordum; bir şeyler anlamaya, öğrenmeye çalışıyordum. 29 Mayıs 1971’de İstanbul-Maltepe’de Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir bulundukları evde kuşatılmıştı. Biz yaşananları inşaatta, radyoda canlı dinliyorduk. O zaman “terörist” denmiyordu, “Eşkiyalar kuşatıldı” deniyordu. Hüseyin Cevahir vuruldu, Mahir Çayan ve arkadaşları tutuklandı. Bu olay beni çok etkiledi. Artık ben de kendime “Solcuyum” diyordum.
O dönem eşim hamileydi. Bir erkek bekliyorduk, ismini Deniz Gezmiş’ten esinlenerek “Deniz” koyacaktık. Fakat bir kızımız oldu. Deniz ismini koyamayınca “Deniz Gezmiş devrim uğruna savaşıyor” deyip “Devrim” koyduk.
70’lerdeki devrimci hareket içinde siz ne yaptınız?
Askerlik vaktim gelmişti ama isyancı bir ruha sahiptim, askere gitmemek için kaçak yaşıyordum. 1972’nin sonunda yol kontrolünde yakalandım ve askere gönderildim. Ankara’da askerlik yaparken Doğu Perinçek’in yargılandığı “Şafak” mahkemesi vardı. Askerde Doğu Perinçek taraftarları vardı. Perinçek o zamanlar orduya kafa tutuyordu. Ben de bir yolunu bularak mahkemeye katıldım. Açıkçası bir etkilenme de oldu. Askerliği bitirip köye dönünce Perinçek’e sempatiyle bakan bir halim vardı. Bir ay kadar olmuştu köye döneli, Perinçek’in iki elemanı bizim eve benimle konuşmaya geldi. O dönem Ankara’da üniversite okuyan kardeşim de evdeydi. Bunları dinleyince beni yan odaya götürdü, “Bunlar karşı devrim hareketi, evden kovacaksın” dedi. Ben ısrar edince kovmadık ama kardeşim onları konuşmalarıyla kovmuştan beter etti.
Üç dört ay köyde kaldım. Bizim oralarda TİKKO da vardı ama çok ciddi bir çalışmaları yoktu.
Apocularla, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi ile nasıl tanıştınız?
İskenderun’a çalışmaya gitmiştim. Orada bizim yakın çevremiz vardı, hepsi TİKKO’cuydu. İki kişiyle birlikte İskenderun, Hatay ve çevresinin TİKKO komitesini oluşturduk. 1976 yılına kadar TİKKO adına çalışma yürüttüm. 1976 yılında Ankara’da Fevzi Aslansoy adında solcu bir genç, faşistler tarafından öldürülmüştü. O zaman kendilerini Apocu diye adlandıran 15 kişilik bir grup, cenazeyi alıp Urfa/Suruç’a getirmişti. Ankara’da üniversite okuyan kardeşim de cenazeyle beraber gelmişti. Polis cenaze törenine saldırmış, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir ve birkaç arkadaş yakalanmıştı. Kardeşim bir arkadaşıyla oradan direkt İskenderun’a geldi. O dönem Apocu hareket, Antep ve İskenderun’da “Kürdistan Devrimcileri” diye adlandırılıyordu. 1976’da Kemal Pir gelmişti, daha sonra Haki Karer geldi. Her ikisinin de tartışma kabiliyetleri, düşünceleri beni çok etkiledi. Öyle ki iki saat birisiyle tartışınca beraber alıp götürüyorlardı, o kadar yetkin kişilerdi. İki ayın sonunda, “Evet, ben bu grupla çalışabilirim” dedim. Ama elimizde hiçbir materyal yoktu. Ne yayın, ne bildiri hiçbir şey...
O dönem neler yapıyordunuz, nasıl bir mücadele yürütüyordunuz?
İlk işim İskenderun’da çalışan Mardinlileri toplayarak Mardinliler Derneği’ni kurmak oldu. Belki de parti tarihimizin ilk derneğidir. Bu derneğin yönetiminde yer aldım. Kürdistan’a gönül bağlayan herkese kapısı açıktı. Siyasi toplantılar yapıyorduk, seminerler düzenliyorduk. 1976’da Antep’e gittim, orada da toplantılara katıldım, bir nevi eğitimden geçtim. İskenderun’a döndüm ve şu anda Berlin’de yaşayan Ali adındaki bir lise öğrencisiyle çalışmalara başladık.
Başkan’ın 6-7 toplantısından bahsedilir, İskenderun’daki toplantıdan bahsedilmez. Oysa ki bizim evimizde Başkan Apo’nun katıldığı bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıya 35 kişi katıldı. Başkan toplantıda Kürdistan’ın tahlilini yaptı, neler yapılması gerektiği üzerinde durdu, mücadeleden bahsetti. Toplantı, 4 saat devam etti. Toplantı biter bitmez kitlenin gittiği tarafın tersine biz de çıktık, otobüs durağına gittik, onları yolcu ettim. Hatta Başkan’a yol parası vermek istedim, kabul etmedi. Ben çok ısrar edince “Arkadaşa ver” dedi.
Başkan gittikten sonra Mazlum Doğan’ı gönderdi. 1976’nın sonunda Mazlum geldi ve birlikte 4-5 ay çalışma yürüttük. Mazlum gelince sorumluluğu üstlendi, ben de yardımcısıydım.
Mazlum Doğan’ı biraz anlatır mısınız, nasıl biriydi?
Mazlum Doğan, çok sakin ve durgundu. İlk bakışta insanı yanıltan bir duruşu vardı. Ama tartışma ve konuşmaya gelince son derece güçlü, meseleleri bilen ve ikna kabiliyeti çok yüksek bir arkadaştı. Bazı insanlar var, çok konuşur ama hiçbir şey anlaşılmaz. Ama Mazlum ne konuştuğunu bilen ve çok derli toplu konuşan biriydi. Çok çalışkandı. Her gün bir iki gruba eğitim veriyordu. Beni en çok etkileyen yönü okumasıydı. Onun elinde bir günde iki kitap, hatta daha fazla kitap görme imkanın vardı. Su gibi okuyordu. Sempatik özellikleri vardı. Genç olmasına rağmen son derece vakur, oturmuş ve topluma yön verecek birisiydi.
O dönemden aklınızda yer edinen başka bir hatıra var mı?
İskenderun ve çevresinde Türk solundan çok yoğun bir şekilde insan kazanıyorduk. Önümüzü kesmek için Dev-Yol öncülüğünde “Milli Mesele” başlığıyla bir seminer gerçekleştirildi. Bütün örgütler çağrılmış, sadece biz çağrılmamıştık. Teknik Elemanlar Derneği (TEK) diye bir dernek de vardı, “Halkın Kurtuluşu” sempatizanlarına aitti.
Mazlum Doğan ile birlikte davetli olmasak da o seminere katıldık. Herkes söz aldı, konuştu. Mazlum ile anlaşmıştık, 17 sayfalık bir yazı hazırladık, ben okuyacaktım. Bireysel bir Kürdistan devrimcisi olarak söz aldım. Toplantıyı Melih Pekdemir yönetiyordu. Dersimli ve doçentti. Kürtleri Dev-Yol’un etrafında toplayan kişiydi. Bir-iki sayfa okudum, müdahale ettiler. Ben okumaya devam ettim, üçüncü sayfada durdurdular. “Seminer içinde seminer olmaz” deyip uzun konuştuğumuzu ve bunun kabul edilemez olduğunu belirttiler.
Konuşmamda Kürdistan’nın sömürge olduğundan bahsetmiştim. Onlarla tartışma halindeyken toplantıya katılanlardan bazıları bizi destekledi, konuşmaya devam etmemizi istedi. Hatta “Rahatsız olan varsa dışarı çıksın” dediler. Ben devam ettim, bir daha müdahale oldu. Mazlum “Yazdıklarımızı bana ver” dedi ve söz hakkını aldı. Yazdıklarımıza çok bağlı kalmadı. Müthiş etkileyici konuştu. Mazlum biraz kekemeydi. Konuşmasının başında kekelerdi ama konuşma ilerledikçe fark edilmiyordu.
Yani o toplantıya damga vurduk. Toplantı sırasında Mazlum ile tanımadığım biri göz göze gelip gülüyorlardı. Toplantıdan sonra öğrendim ki Duran Kalkan’mış. Mazlum ile anlaşıp toplantıya katılmış. Bizden sonra Duran Kalkan söz aldı, bir seminer de Duran Kalkan verdi. Toplantıdan istediğimizi alarak ayrıldık.
İskenderun’dayken PKK’nin kurucuları arasında yer alan, bir kısmı şehit olmuş birçok devrimciyle birlikte mücadele etmişsiniz. Başka kimler vardı?
Mazlum’un yanısıra Haki Karer geldi. Haki, sıklıkla gelirdi, her gelişinde bir gün bizim evde kalırdı. En az 15 gece bizde kaldı. Kemal Pir geldi, Mehmet Hayri Durmuş sıklıkla gelirdi. Şu anda Hollanda’da yaşayan bir Kürt ailesi vardı, Mehmet Hayri her gelişinde onların evinde toplantı gerçekleştiriyorduk. Duran Kalkan geldi.
Yani o dönem Antep çok önemliydi. Çok güçlüydük. Ama görünmeyen, bir o kadar güçlü İskenderun da vardı. Hem liman kenti hem de demir-çelik fabrikasının olmasından dolayı işçi merkeziydi. Ve bizim arkadaşlar İskenderun’un üzerinde çok duruyordu. Bu arkadaşların duruşları, konuşmaları insanı çok etkiliyordu. Haki bize uğradıktan bir süre sonra Antep’te şehit edildi. Ben bir gün işe giderken Yeni Ortam (Barış Gazetesi de olabilir) gazetesini aldım, Haki Karer‘in şehit düştüğünü gazeteden öğrendim. Hemen Antep’e gittim ama arkadaşlarımızın birçoğu cenazeyle gitmişti. Bir süre sonra İskenderun’a döndüm.
İskenderun’dan sonra Antep’teki siyasal çalışmalara katılmışsınız. Orada siyasi olarak nasıl bir hava vardı?
Cemil Bayık benim Antep’e dönmemi ve Antep’te çalışma yürütmemi istedi. 1978 yazında Antep’e geri döndüm. PKK, Antep’te çok güçlüydü. Antep’in çalışmalarını da Cemil Bayık gerçekleştirmişti. 1980-1990 yılları arasında PKK’yi ayakta tutan Antep’ti desem çok da yanlış bir tespit yapmış olmam. O dönem, Antep’te herkes “Ben PKK’liyim” diyordu. Dört beş tane lise vardı bizim kontrolümüzde.
Gaziantep Giyim Sendikası’nın (GATES) belki 20 bin üyesi vardı. Seçim gerçekleştirildi. Türk solu, Kürt solu, CHP, hepsi bize karşı örgütlendi ama yine de seçimleri biz kazandık. Sırf biz kazandık diye DİSK şubemizi aforoz etti, kendilerine yeni şube kurdular.
Kahvelerde, okullarda, derneklerde toplantılar düzenliyor, propaganda çalışmaları yürütüyorduk. Kendi masraflarımızı karşılamak için maliye oluşturmuştuk. Gençleri toplayıp eğitimlere tabi tutuyorduk.
Antep’te özellikle Alevilerin yaşadığı mahallelerde Türk solu bize sorun çıkarıyordu. O dönemler Türk solu ile çatışmalar yaşadık. İlk önce Halkın Kurtuluşu, daha sonra Demokratik Halk Birliği ile çatışırken bir yandan da faşizmle mücadeleye girmiştik.
Antep’in Kürdistan ile bağları çok güçlüydü. Her gün Kürdistan’a otobüs seferleri düzenlenirdi. Örneğin Siverek’te bir olay olduğunda ertesi gün Antep’e yansırdı. Rıza Altun gibi güçlü birisiyle çalışıyorduk. Antep’teki potansiyel pratik faaliyetle birleşince muazzam bir gelişme ortaya çıkıyordu.
Tanıdığınız ilk Apocular kimlerdi, sizde nasıl bir izlenim bıraktı?
Haki Karer bizim oralarda faaliyet yürütmedi. Ama sıklıkla bizim oralara uğrardı. Her gelişinde de mutlaka bize uğrar birkaç gün bizde kalırdı. Elinden kitap düşmezdi. Çok okuyordu. Bir şey okurken konsantresinin bozulmasını istemezdi. Ne olursa olsun okuduğu bir yazıyı belli bir noktaya getirmeden ya da bitirmeden kimse ile diyalog geliştirmezdi. Ben bunu Haki için diyorum ama o dönem bütün kadrolar muazzam okurdu. Yani kimi görsen çantası dolu kitap. Elinde bir kitap, her boşluğu kitap okumayla giderirlerdi. Adeta kitap okumuyor, yutuyorlardı.
Cemil Bayık, hep takım elbise giyerdi. Hemen hemen hep aynı takımdı. Ama çok temizdi ve üstü başı çok düzgündü. Çok şık gözüküyordu. Çok sakindi. Tartar, biçer ondan sonra karar verirdi. Üstü başı çok temiz gözüktüğü için istediği her yere girip çıkabiliyordu. Ben İskenderun’dan Antep’e sık sık gider gelirdim. Yine bir defasında Antep’e gitmiştim. Daha önce bizimle hareket eden Mehmet Uzun (Yazar Mehmet Uzun değil), Ahmet Bali’nin içinde olduğu bir grup bizden koparak Tekoşin adında bir örgütlenmeye gitmiştiler. Antep’te beni görünce bana propaganda yaptılar, kendilerine katılmamı istediler. PKK’nin yanlış yolda olduğunu hiçbir güçlerinin olmadığını belirtmişlerdi. Bu olayı Cemil Bayık’a anlatacağımı söyleyince bayağı çekindiler, anlatmamamı istediler. Ama ben gidip olay Cemil Arkadaşa anlattım.
Kemal Pir, İskenderun’a gelen ilk arkadaştı. Konuşurken çok ikna edici bir yanı vardı. Beni de ikna eden yani PKK’ye getiren kişiydi.
Rıza Altun, 1979’da Antep’e gelmişti. En basit deyimi ile fırtınaydı. Rıza Altun, gelmeden önce iyi bir çalışma vardı. Ama Rıza gelince fırtınaya dönüştü. Antep’in üzerinden bir fırtına gibi geçti. Rıza ile birlikte faşistlere karşı büyük bir mücadele başlatıldı. Adeta faşistlerin korkulu rüyası haline gelmişti.
Duran Kalkan ve Mazlum Doğan ile bir gün birlikte bizim eve gittik. Evde tartışırken mesele Türk-Kürt meselesine gelince yengeme Mazlum ve Duran Kalkan’ı göstererek "Hangisi Kürt hangisi Türk” diye sorduk. Yengem, Duran Kalkan’ı göstererek "Bu uzun burunlu ve yüzü ince, kesin Kürt’tür" dedi. Mazlum’u göstererek "Yüzüne bakılırsa parlak, bu da Türk’tür" dedi.
KAYNAK: YENİ ÖZGÜR POLİTİKA