Müzik grubu Redd'in gitaristi ve besteci Güneş Duru, Türk müziðinde mütemadiyen bireysel aşkın işlenmesini, "Kaybeden örüntüsü her zaman iş yapıyor. Ben bütün bu kaybeden edebiyatının apolitikleşmeyi besleyen en önemli unsur olduðunu düşünüyorum" sözleriyle yorumluyor. Duru'nun, Türkiye'deki müzik piyasasında 'popüler' olmak isteyenlere sunduðu reçetede ise, 'çevreyle bütünleşmiş bir ittifakın ürünü olmak', 'suya-sabuna dokunmamak' gibi koşullar yer alıyor.
Redd'in gitaristi ve besteci Güneş Duru ile müziði ve Türkiye'deki piyasasını konuştuk...
Redd'in ortaya çıkışıyla başlayalım: Grup halini alma sürecinize deðinir misiniz? '90lı yılların başında Doðan (Duru) ve ben Invictus adında bir grupla barlarda çalıyorduk. 1996da Doðan grupta bazı deðişikliklere gitmek istedi ve Berke Hatipoðlu gruba dahil oldu, bir süre sonra da Invictus ismini bırakıp Red ismiyle çalmaya devam ettik. Bu sırada Ýlke de (Hatipoðlu) gruba katıldı. 2000lerde kendi şarkılarımızı yazmaya başladık ancak albüm çıkarabilecek şartların oluşması beş yıl sürdü. Ve ilk albümle birlikte grubun ismini Redd olarak deðiştirdik.
Müzik serüveninizin '90'larda başladıðını söylediniz ama, yaygın anlamıyla bir 'popülerlik' iddianız yok. Türkiye'deki müzik piyasası için 'popüler' olmanın koşulları neler? Popüler olma kaygımız hiçbir zaman olmadı. Bu kaygıya kapılmadık. Türkiyede popüler olmanın koşul ve olasılıklarının ise gizli bir formülü yok. Biraz duruma hakimseniz popüler olmak çok kolay. Gerçi şuursuzlukla da popüler olma şansınız yok deðil! Koşullar bazen birlikte bazen de baðımsız olarak işleyen parametrelerle ilişkili. Suya sabuna dokunmayacaksınız, kabulünüze sıðmayan durumlarda da 'eyvallah' diyeceksiniz, çevreyle bütünleşmiş bir ittifakın ürünü olacaksınız, bu topraklara referans veren sesler ve sözcükler kullanacaksınız, hem marjinal hem de geleneksel olacaksınız, samimi olacaksınız, meşhurların etrafında dolanacaksınız, bakkal şarkılar yazmaktan utanmayacaksınız! Bunun gibi bir dizi etken var.
Ana akım müziði pop ve arabesk tarzlarının temsil etmesi ve sıradan bireysel aşk temalarının epey işlenmesi, kötü bir alışkanlık mı? Bence soru tez konusu sorunsalı olacak kadar önemli. Saatlerce bu konu hakkında konuşulabilir, çok farklı perspektiflerden konuya bakabiliriz. Ancak bütün bu tespitler olan biteni deðiştirmez. Bireysel aşkın bitmeyen kaybeden örüntüsü her zaman iş yapıyor. Ne çok kaybeden, aşk acılarıyla kıvranan insan var deðil mi? Ben bütün bu kaybeden edebiyatının apolitikleşmeyi besleyen en önemli unsur olduðunu düşünüyorum. Hele de arabeskleşen rock müziðin, ana akım rock müzik haline geldiði gerçeði de önümüzde dururken.
Bu sözlerden arabeskin kendisine karşı olduðum anlamı çıkmasın. Arabesk rock yapan, bu kültürle hiçbir yakınlıðı olmayan kentsoylu, evlerinin cici salonlarında çoðunlukla Ýngiliz rock müziði dinleyen arkadaşların arabeski bir ticari araç olarak kullanmaları bana yanlış geliyor. Dahası şarkı sözleri giderek daha manasız yerlere gidiyor.
Suçlu kim? Açıkçası, ana akım müzik piyasasında üretenlerden çok iletenler ve tüketenleri eleştirmek daha doðru olur. Sürekli benzer ürünleri tüketmek, aynı isim ve şeyleri kaliteli bulmak, onlardan başkasını görmemek bana fevkalade sorunlu geliyor. Bir şeyin çok satıyor olması onu iyi, başarılı ve güzel yapmaz. Haklı olarak kime göre, neye göre diyeceksiniz... Sanırım bütün mesele de bu soru etrafında manasızlaşıyor. Homojen olanı sevmeye devam ettiðimiz sürece ne ben kendimi anlatabilirim ne de dinleyici beni anlayabilir. Siyaset nasıl birkaç isim etrafında dönüyorsa müzik de aynı şekilde belirli isimlerin arasında oynanan bir temsil gibi. Fetiş haline gelen belirli isimler var, kimilerinin isimleri yetmiyor onlara üstünlük belirten sıfatlar bile takıyoruz. Öte yandan nitelikli müzik yazarları olduðuna inanmıyorum, bir tür ahbap-çavuş ilişkisiyle yürüyor her şey. Eleştiri geleneði olmayan memlekette yazarların bir kısmı müzik konusunda oldukça bilgisiz diðerleri de takım tutar gibi belirli bir müziðe, gruba ya da sanatçıya hayranlar.
Vicdani ret başlıðı da çalışmalarınızda yer buldu. Ama dinlediðimiz çalışmada sadece müzik vardı; söz yazmayı neden düşünmediniz? Öncelikle vicdani redde dair birkaç cümle söylemek istiyorum... Bu ülkede görmezden gelinen pek çok konu başlıðı var; vicdani ret, en önemli olanlarından. Askerlik hizmetinin mecburi olması, askere giden herkesin eline zorla silah verilmesi kabul edilemez. Gencecik insanların istemedikleri bir yerde ve atmosferde, zorla tutulmasındaki bu ısrarı anlamak mümkün deðil. Kimsenin 18 yaşından büyük birinin hayatına ve kişiliðine etki edecek bir sistemi dayatma hakkı olamaz. Askerlik bunun en fazla yapıldıðı yer. Ýntihar oranlarına da bunu ne yazık ki doðruluyor.
Şarkı neden sözsüzdü? Korktuðumuz için deðil! Ama daha şarkıyı yaparken ismi için 'vicdani redd' olsun, dedim. Arkadaşlar da kabul etti. Hiç gitmek istemediðimiz askerden yeni dönmüştük, biz vicdani ret hakkımızı kullanamadık. Ýçimizden o kadar da cesuru çıkmadı. Hatta belki de bunun rahatsızlıðıyla çıktı bu fikir, şarkı da bence çok uygun oldu.
Politikayı, sanatsal işlerinizde belki bütünen işlemiyorsunuz ama anlaşılan, bir endişe de hakim deðil. Müziðin, zihinleri 'dönüştürmede' etkisini görüyor musunuz? Müziðin zihinleri dönüştürme etkisi de, uyutma etkisi de var. Şu an iktidara göre bir müzikal dünya var. Televizyonlar, radyolar, içi boş, her şeyin şahane olduðunun altını çizen, Türkiyenin en önemli sorununun "aşk acısı" olduðunu anlatan şarkılarla dolu. AKP iktidarının istediði oluyor anlayacaðınız; genç kitlelerin hiçbir sorunu yok ve tek eksikleri, talepleri dizinde aðlayacakları bir sevgili bulmak! Ýşte bu noktadan kervana takılan rock müzik yapan arkadaşları hiç anlamıyorum.
AKP Hükümeti'nin sanat politikası incelendiðinde, her sanatçının da 'muhalif' olması gibi ıztırari bir pozisyon mu açıða çıkıyor? Ebette hayır. Gerekmiyor. Fakat bir iktidar eleştirisine kalkıştıðımızda şunu işitiyoruz; 'siz müziðinize bakın, size ne politikadan...' Duyduðum en iyi saçmalık, bu! Aktif siyaset yapmayanların söz söyleme hakkı olmaz mı? Bizler halkı ve iktidarı eðlendiren soytarılar olmak zorunda mıyız? Yani herkesin muhalif olması gerekmiyor, her bireyin varoluş derdi ve biçimi başkadır, özetle; 'gölge etmesinler başka ihsan istemem' denilebilir.
Aynı zamanda arkeologsunuz. Her iki mesleðinizi baðlayan bir soru yöneltmek gerekirse; müzik, nörolog ve arkeologların da araştırma konularından. Onun biyolojik bir uyum yada kültürel buluş olduðu yönünde iki yorum var. Sizin tahmininiz nedir? Pek çok hayvan nasıl çiftleşme öncesinde bazı sesler çıkarıyorsa, insanlar için de müziðin benzer bir rolü olduðu konuşuluyor. Olaya insanın biyolojik ve kültürel evrimi çerçevesinden bakarsak, müziðin bir tür birlikteliðin altını çizen etkisi var. Bireysel üretimin ötesinde bir yerde duruyor; müziðin ortaya çıkış nedeni kışkırtıcı, cezbedici, bir araya getirici... Müzik, bireyin aşk acılarıyla körelmesine hizmet etmemeli, bu onu var eden on binlerce yıla ihanet olur.
Kürt müziði güncel haliyle kimi baskılarla meşgul edilirken; geçmişte de, pek çok Kürtçe çalışmanın devlet yetkililerince toplanıp Türkçeleştirilmesi, 'anonim' olarak sunulması var. Sanatçı kimliðiniz bunları nasıl yorumluyor? Buna empatiyle de yaklaşabilirim. Ben Gürcüyüm. Geçenlerde TRTde Gürcülere ilişkin bir belgesel vardı. Ýzlerken, 'nasıl güzel güzel asimile olmuşuz' diye düşündüm. En arkaik dillerden biri olan Gürcüceyi ailede son bilen kişi babam kaldı. O yüzden bir dile ait şarkıların, öykülerin bir başka etnik kültürün envanteri içine alınması yada yok edilmesi hiçbir koşulda kabul edilemez. Kürtçe bilen sanatçıların mutlaka sözlü tarihe ilişkin her şeyi kayıt altına alması gerektiðine inanıyorum. Bu ve benzeri çabaların anadilde eðitim hakkı kadar önemli olduðunu düşünüyorum.
Grubunuzun, 'her şeye raðmen umut eden' bir yapısı olduðunu söylüyorsunuz. Bir özetle; umutlarınızı nasıl sıralarsınız? Umut etmek yarın için önemli bir motivasyon nedeni. Gerçekçi olmak gerekirse, olan bitene bakıldıðında umut, giderek yerini pembe gözlüklere bırakıyor! Gerçek olan bir şey var; içimizdeki her geçen gün azalan umudu pompalamaya çalışmaktan daha fazlasını yapmalıyız.