Prof. Gazi Çağlar, Kürdistan’daki katliamda cenazelere işkence yapanın salt asker, polis olduğunu düşünmesinin yanıltıcı olduğunu belirterek, emri verenler ile işkenceyi alkışlayan toplumun da yaşanan vahşette payının yüksek olduğuna dikkat çekti.
Tarih ve din bilimleri üzerine araştırmalar yapan Prof. Gazi Çağlar ile soykırım operasyonlarında cenazelere yapılan işkencenin İslam ve devletteki yeri ile AKP hükümetinin Türk İslam sentezine dayandırarak sürdürdüğü katliamı konuştuk.
Kürdistan'da yaşanan katliamda devlet güçlerinin cenazelere işkence yapması nasıl bir psikolojide olduklarını gösteriyor?
Savaşın özü öldürmektir. Psikolojik araştırmalar, savaşa giden insanın ne kadar çatışmaya katılırsa; yani gerçek tehlike yaşarsa, o kadar kendi ölüm ve yaralanma korkusunu aştığını göstermektedir. Öldürdükçe kendi korkularını aşan, tüm insani duygularını bastıran, sadece silah arkadaşlarıyla oluşturduğu savaşçı cemaatinin zaferini düşünen bir makina haline gelmektedir artık. Hitler faşizminin siyaset teorisyeni Carl Schmitt’in siyaseti dost düşman karşıtlığında tanımlamasından ve nihayet psikolojik araştırmalarından şunu biliyoruz: Savaşta başkasını öldürmek için onu insan olarak görmemek gerekir. Karşıtınızı insan olmaktan çıkarmak, insanlığın bir üyesi saymamak, her hangi bir hayvan düzeyine indirgemek zorundasınız. Aynı zamanda barbarlık tarihi olan medeniyet süreci, insanın kendisini hayvanlara karşı kutsadığı ve bu nedenle bugüne kadar onları öldürmekte sorun görmediği bir tarihtir de. Monotheist dinler de bunu öğretmiştir. Aksi takdirde başka bir insanı öldürmüş olmanın yarattığı suçluluk duygusunu ve acıları aşamazsınız. Karşınızdakini ne kadar insanlığın dışına iterseniz, o kadar iyi. Biraz da bu nedenle günümüz savaş teknolojileri mesafeden yaşıyor artık. Kılıç kılıca çarpışan askerler, insan olduklarını hissederler. ABD’den bir kışladan bilgisayar tuşuna basarak Pakistan’a ölüm İHA’ları gönderen askerin öldürdükleri insanlarla doğrudan bağı yoktur artık. Tüm savaş araçlarını bu çerçevede düşünebiliriz. Mesafe, öldürmeyi kolaylaştırır. Emir kulu olma düşüncesi de öldürmeyi kolaylaştırır. Kendisi suçlu değildir, komutanın emri demiri keser. Bu şekilde suçluluk duygusuna kapılınmaz, çünkü suçlu bir başkasıdır, silah arkadaşlarının toplamıdır, komutandır vs.
Cenazelere yapılan işkenceler de AKP hükümeti ve emri verenlerin yeri neresidir?
Devlet ve hükümet, siyasi partiler, medya ve normal vatandaş, bu savaşı meşrulaştırıp kutsallaştırıyorsa, asker ve polise ‘milli güvenliğimiz için temizleye’ diyorsa, cenazelere işkence yapanın salt asker-polisler olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Onlar ‘temizle’ emrini veren ve alkışlayanların tamamı için işkence yapmaktadırlar. Elbette bu bireysel suçlarını ortadan kaldırmaz. Ancak emir verenlerin ve destekleyenlerin de insanlık suçu işledikleri gerçeğini hatırlatır. Aslında adlarına savaşılan tüm bir ülke o suçu işlemektedir. Özetle cenazelere saygısızlık ve işkence, ne yazık ki antik çağdan bu tarafa bildiğimiz tüm savaşlarda görülmüştür ve ‘düşmanın’ sembolik aşağılanmasına hizmet etmektedir. Kürt halkının özgürlük talebi sembolik olarak ama olayın kapsamını açıklamaya yetmez.
Tek tek olsa da asker, polis bireysel olarak bu çaplı suçlara başvuramaz. Abu Garib emirleri nasıl Pentagon’dan geldiyse, Türkiye’de de emredenleri, azmettiricileri var. Hepimiz biliyoruz. Savaşlar kirlidir. Tüm medeni standartları, normları, değerleri çöpe atarlar. Barbarlığın resmini, filmini çekmeleri de yeni değildir. Nazizmin toplama kamplarındaki üst üste cenazelerin fotoğraflarını hatırlayalım. Teknolojinin gelişmesinin savaşı medenileştirdiği düşüncesi de büyük bir aptallıktır. Vahşetin kapsamını ve boyutlarını derinleştirdiği ise bilimsel gerçek.
Buna benzer bir durum İslam tarihinde yaşandı mı? Yaşandıysa anlatabilir misiniz?
İslam’dan ne anladığımız önemli. İslam bir dindir, teolojidir, dini yaşam ve pratiktir, ama sadece bunlar değil, aynı zamanda kültür, gelenek, siyasal ve kişisel çıkarların formülasyonudur. Ve İslam çoğuldur, aslında İslamlar demek gerekir, çelişkiler yığınıdır. Kuran da tek değildir. Kuran’ların yanı sıra, çok çeşitli ve farklı İslam teolojileri, fetva koleksiyonları, pratikleri vardır. Özetle bu nedenden dolayı ‘İslam’ üzerine genelleme yapmak zordur. İslam’da şiddet nerede duruyor? İkincisi ‘İslam ve şiddet’ konusunda düşünürken tüm bu saydığımız çeşitlilik ve çelişkiler, ‘İslam’a özgü’ şiddet var mıdır? sorusunu da gündeme getirmektedir. Kanımca soru daha genel olarak din ve şiddet boyutuyla anlamlıdır, yani İslam çerçevesinde gördüğümüz tüm şiddet biçimlerinin çoğunu Hinduizm, Hıristiyan, Yahudi veya Budist toplumlarda da görmekteyiz. Bazıları ise İslam tonu taşır.
AKP’nin emrindeki özel timlerle DAİŞ arasında fark var mı?
Son dönemlerde Ortadoğu toplumlarının İslamlaştırılmasının bir sonucu olarak basit bir suçtan arınma mekanizması geliştirilmektedir. İslam barış dini, adalet teolojisi, kardeşlik ve hak dini olarak sunulmakta, IŞİD’den Taliban’a, Boko Haram’dan El Nusra’ya vb. uzanan fenomenlere ‘İslam değil’ denilmektedir. Gerçekte ise ‘İslam’ bir bütün olarak krizdedir, şiddet ve barbarca metotlarla arasına kalın çizgi çekmekte zorlanmaktadır. Bunun örneğini AKP Türkiye’sinde çokça bulabilirsiniz. Ama konumuz çerçevesinde Kürt halkı ve insanlık gözünde IŞİD ile sarayın emrindeki özel timlerin, Kürt evlerinin duvarlarına yazdıkları arasında fark bulmak zordur, cenazelere yapılan işkencelerle IŞİD’in yaptıkları arasındaki fark görünmemektedir. Dolayısıyla ‘bunlar İslam’da yoktur, İslam’da işkence yoktur’ tavrı ciddiye alınamaz.
Türk İslam sentezi ordusunun, Kürtlerin ölülerine bu şekilde yaklaşmasının tarihi bilinci nereden gelir?
Tarihte de günümüzde de hem İslamcı örgütler hem İslamcı iktidarlar şiddetin birçok biçimini uygulamıştır ve uygulamaya devam etmektedir. Türkiye’de pişirilen Osmanlıcılık çorbasının Osmanlı’nın gerçekliğiyle ve pratiğiyle ilişkisi yoktur. Hanefi İslam Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik kazandıktan sonra da en vahşi işkence yöntemleri, en kanlı fetihler, kendi çocuklarını katleden sultanlar yaşanmıştır. Ne tarihsel şiddeti salt dinlere yükleyerek açıklamak ne de dinlerin meşrulaştırıcı işlevlerini yok sayarak onları suçsuz ilan etmek doğrudur. İslam tarihi, kanlı fetihler tarihidir. Bunların barışçıl davetle yapıldığını düşünmek, tüm tarihsel gerçekliğe aykırıdır. İslam’da dar-ül İslam ve dar-ül harp konsepti vardır. İslam dünyası ve savaş dünyası. Misyon dar-ül harbi de fethedip İslam dünyasına katmaktır. Dar-ül harbe karşı cihad konsepti, gaza vardır. Gazilik, şehitlik bu konseptlerin parçasıdır. Dar-ül harbe karşı savaşta ölen, cennete gider. Modern ordulardan farklı olarak İslam ülkelerindeki ordularda bu halen öğretilmektedir. Davutoğlu ‘da bir konuşmasında ‘Mehmetçik Muhammed’in ordusudur’ demiştir. Bu nedenle asker ‘şehit’ olur, gerilla ölü ele geçirilir.
İslam cenazeye yaklaşım konusun da ne diyor?
Diğer birçok din gibi İslam’da da cenaze karşısında saygılı bir ritüel uygulanır: Yıkama, gasil, vedalaşma, keder, defin, mezar birbirini izleyen süreçlerdir. Mümkün olduğunca vücudun kıyamet günü için tam olmasına özen gösterilir. Ancak unutmamak gerekir. Bu Müslümanın cenazesi için geçerlidir.
İnsanlık tarihinde cenazelerden öç alma yaşandı mı?
Ancak emperyalizm tarihi, sömürgecilik, ırkçılık vb. gibi araştırmalarım sırasında bu konular da zorunlu olarak karşıma çıkıyor. Kolonyalizm tarihi, cenazelerden öç alma konusunda geniş örneklerle doludur. Bir örnek vermekle yetineyim: Alman İmparatorluğu 1904-1908 arası Namibya’da Herrero ve Nama halklarına karşı tam bir jenosid uyguladı, cenazeler parçalandı, kafalar vs. sözde bilimsel araştırmalar için Berlin’e gönderildi. Aradan 100 yıl geçti, halen bunların bir kısmının Berlin’den Herrero ve Nama’lara verilmesine devam ediliyor. Faşizm tarihinde cenazelere işkence yapmakta Alman faşizmi kıyaslamasız başta gelir. Emperyalizm tarihinden güncel bir örnek ise ABD askerlerinin Taliban üyelerinin cenazelerine işkence yapması. Dünyanın hangi bölgesine ve hangi tarihsel sürecine bakarsanız bakın; Bu alanda da medeniyet tarihi ne yazık ki aynı zamanda barbarlık tarihidir. Cenazelere işkence ezilenlerin gerçek direniş ve kurtuluş hareketlerinde bir-iki istisna hariç yoktur. Egemenlerin tarihlerinin ise ayrılmaz sistematik parçasıdır.
AKP hükümeti sizce İslam dininin neresinde duruyor?
AKP hükümeti, Türkiye’de hem transnasyonal hem iç sermaye gruplarının azgınlaşan sömürüsünü siyasal İslam ile perdeleyen, her alanda yolsuzluk sarmallarına gömülmüş, devlet-parti bütünleşmesini sağlamış, insan hak ve özgürlüklerini ve muhalefeti hiçe sayan mezhepçi bir faşizmin uygulayıcısıdır. Kanımca hedefinde şeriatın da uygulanabileceği İslamcı-faşist bir model var ve adım adım ilerliyor. Hitler Almanya’sının başkanlık sistemini örnek göstererek nereye kadar gidebileceklerini de gösterdiler. İslam’la ilişkisinin tamamen araçsal olduğunu, yani iktidar amaçlı kullanma olduğunu iddia edemeyiz. Bu iddia daha iyi bir İslami rejim olabileceği varsayımına dayanır ki, yanlıştır. Çok dinli ve kültürlü toplumlarda devlet ve din işlerinin ayrılması, kanlı savaşlar sonrası tarihin kısmen barışçıl gelişme için bulduğu tek ve vazgeçilmez çözümdür. Şunu da ekleyebiliriz: Samimi emekçi Müslümanların çıkarına bir rejim kesin değildir, tersine onların da sömürüsünü güvenceye alan bir hükümettir.