Ragıp Duran: Türk medyası barışı deðil AKP’yi destekliyor

Ragıp Duran: Türk medyası barışı deðil AKP’yi destekliyor

Ýmralı’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile BDP heyetinin görüşmesi, kamuoyunun gündemi yoðunlukla Kürt sorununun “çözüm süreci” olarak belirledi. Ana akım medya gerek Öcalan-BDP görüşmesini, gerekse de tarafların bizzat diyalog içerisinde olmalarını destekliyor gibi görünüyor. Bu görüntü gerçeði yansıtıyor mu? Medya, desteðini barışçıl bir çözüme mi sunuyor?

ANF’ye konuşan gazeteci ve medya eleştirmeni Ragıp Duran’a göre, medyanın geneli ‘barış’tan deðil; AKP’den yana oyunu kullanıyor. Çeşitli ülkelerde benzer gündemler işlenirken medyanın savaş dilini terk ettiðini örnek gösteren Duran, buna Türk medyasında rastlanmadıðını belirtti.

Duran ayrıca, Erdoðan’ın son günlerdeki tutumunun sürecin olumsuzlukla sonuçlanmasına yol açabileceðine dikkat çekerek, “Erdoðan mevkisinden ayrılsa barış gelir” ifadelerini kullandı.

Ragıp Duran ile Kürt sorununda son günlerde yürütülen tartışmalara ilişkin ana akım medyanın yayıncılıðını konuştuk...

Siyasi gündem malumunuz. Kürt sorununda yeniden bir “umut havası” diye tarif edilen günlere tanıklık ediliyor. Ana akım medyanın da, buna “destek vererek” konumlandıðı yansıtılıyor. Son günlerde yaptıðınız okumalar neticesinde, böyle bir “desteði” fark ettiniz mi?

Ana akım medya, Başbakan Erdoðan’ın 2012’nin son haftasında yaptıðı ‘Ýmralı ile görüşülüyor’ açıklamasından bu yana, evet, bu sürece destek veriyor. Ancak koyu AKP yanlısı medya organları ile ılımlı AKP yanlısı gazete ve televizyonlar ‘Kürt Meselesinin Çözümüne’ ya da ‘Barış’a destek vermiyor. Çünkü zaten Erdoðan ve AKP sözcüleri, bu süreçte sadece ‘Terörle Mücadele’den ve ‘PKK’nin silahsızlandırılmasından’ söz ediyor. Dolayısıyla ana akım medyada aslında önemli bir deðişiklik yok. Onlar eskiden olduðu gibi şimdi de Erdoðan’ı ve siyasi iktidarı gözü kapalı bir şekilde desteklemeye devam ediyor.

Yayınların haber dilinde bir başkalık olduðunu, en azından yine son günleri baz aldıðınızda düşünüyor musunuz?

Haber dilinde, yakın zamanda herhangi bir deðişiklik yok. Olmadı, olacaðına dair herhangi bir işaret de yok. Çünkü ana akım medya/egemen medya, ‘barış’ı deðil Erdoðan’ı destekliyor. Bunun habere tercümesi/yansıması şöyle olur: Egemen medya Erdoðan’ın dilini benimsemiş durumdaydı, hala onu kullanmaya devam ediyor. Oysa ki Erdoðan’ın dili PKK’yi, BDP’yi ve genel olarak Kürtleri aşaðılayan bir dil. O kadar ki, son olarak Urfa’daki konuşmasında, BDP’ye oy veren yurttaşları da küçümsedi, suçladı. Erdoðan’ın ve diðer AKP sözcülerinin açıklamalarına bakın: Onlar da özellikle Paris’teki cinayetlerin ardından PKK-BDP karşıtı söylemi daha da güçlendirip derinleştirdiler. Bülent Arınç, Diyarbakır’da yaptıðı konuşmada farklı ve daha insancıl bir ton tuttursa da, genel söylemi etkilemedi. O zaten daha önce Kışanak’la ilgili demecinde ‘ben de olsam daða çıkardım’ demişti. Ama ertesi gün Erdoðan onu daðdan indirdi.

Söylediklerinizden yola çıkarsak; medyanın, “barış süreci”nden söz etmesine raðmen, hükümet ve Kürt kanadına eşit bir politika izlemediði fikrindesiniz. Peki, bu yayın politikasının bir istisna olarak deðişmesi imkansız mı?

Barış süreci öncelikle geçmişle, yakın dönem geçmişiyle, hem siyasi hem de medyatik alanda esaslı bir yüzleşmeyi/hesaplaşmayı gerektirir. Şimdiye kadar, 1925’den bu yana, ya da daha kısa tutmak gerekirse 1984’den bu yana Türk egemen medyası ideolojik merkez ve üretici olan T.C’nin savaş dilini çok içten bir şekilde benimsedi, uyguladı ve yaygınlaştırdı. Yeniden üretti. Eðer dediðiniz gibi bir istisna olacaksa; onu da şöyle açıklayabilirim: Egemen medya, egemen ideolojiden ve mevcut siyasi iktidardan baðımsız olamadıðı için, ancak yukarıdan gelecek bir yönlendirme/talep/emir ile eski savaşçı dilini terk edebilir. Egemen medya uzun zamandan beri ve hali hazırda, Kürt meselesinde, siyasi iktidarın sözcüsü olarak işlev görüyor. Çok açık bir şekilde Kürt tarafının taleplerine sırt çevirmiş durumda. Üstelik Kürt=Terörist=Bölücü denklemi onlar için neredeyse deðişmez bir formül.

Çeşitli coðrafyalarda, benzer sorunların ve çok benzemese de çözüm tartışmalarının konuşulduðu sıralarda medya nasıl konumlanıyordu?

Bu alanda bence en başarılı örneklerden biri, bizdeki duruma tam olarak denk düşmese de, Franko sonrası Ýspanya’daki siyasi ve medyatik gelişme… Faşist diktatörlükten demokrasiye geçişte, Kral’ın olumlu tutumu tayin edici bir rol oynarken, yeni siyasi dönem kaçınılmaz olarak yeni bir medya ortamının doðmasını/yaratılmasını da beraberinde getirdi. Bu aşamada ‘El Pais’ gazetesi, geçmişle hesaplaşmayı intikam duygularından arındırırken, geleceði kurma konusunda da çoðulculuðu benimseyerek komünist, sosyalist, sosyal-demokrat, liberal kesimleri bir araya getirebilen bir yayın politikası oluşturabildi.

Kuzey Ýrlanda’da, yeni dönem yeni medya organlar yaratmamış olsa da, eski gazete/radyo ve televizyon yayınlarında çatışmacı/savaşçı söylem ve yayın politikalarının büyük ölçüde törpülendiðine tanık olduk.

Güney Afrika’da ırkçılıðın laðvedilip bir tür yeni demokratik Cumhuriyet’in kurulması kaçınılmaz olarak eski ‘beyaz’ medyayı tasfiye ederken, ‘apartheid’ karşıtı beyaz azınlıðın medyası hak ettiði yeri bulurken, siyahların kendi medya organlarını, siyasi iktidarın da desteðiyle oluşturduðunu biliyoruz.

Yine Bask ve Latin Amerika’daki örnekleri de derinlemesine incelemekte yarar var. Yaşanmış tüm örneklerde, yani bizim tecrübe daðarcıðımızda, kaçınılmaz olarak hep siyasetin ön planda olduðunu görüyoruz. Siyasal/toplumsal/ekonomik/ideolojik deðişim süreci başladıðında, bazı medya organları bu deðişime ayak uydurabiliyor, bazıları ise sahneyi terk etmek zorunda kalıyor. Çoðu zaman da, yeni siyasi ortam, yeni medyatik çıkış/girişimlere zemin hazırlıyor.

Verdiðiniz örnekler için belki doðrudan “barış gazeteciliðine geçiş” olarak bahsedilemez ama, mukayese ettiðinizde, Türkiye’deki ana akım medyayı bu örneklere ve barış gazeteciliðine ne kadar uzak buluyorsunuz? Yada iyimser olalım; ne kadar yakın buluyorsunuz?

Barış Gazeteciliði adı verilen yöntem nispeten yeni. Evet, kuralları, ilkeleri, uygulama prosedür ve protokolleri belli. Ýzin verirseniz ben bu deyim üzerinde biraz durarak deðerlendirmek istiyorum. Gazetecilik, ilke ve doðal olarak zaten barıştan yanadır, yanaydı ve hep öyle olacak. Bu siyasal/ideolojik bir tercih deðil, tamamen mesleki bir zorunluluk. Gazetecilik barış mesleðidir. Ancak barış döneminde baðımsız ve özgür bir şekilde sözün deðerini/hakkını verebilirsiniz. Savaşta, savaşan tarafların lordlarının tantanası, top, tüfek, avcı bombardıman uçaklarının gürültüsü bizim kalemlerin, fotoðraf makineleri ve kameralar ile ekran ve mikrofonla hoparlörlerin sesini bastırır. Savaş, sözün bittiði yerde başlar. Sözün bittiði bir yerde de, ana malzemesi, temeli, kaidesi neredeyse her şeyi söz olan bir mesleði, gazeteciliði ifa etmek mümkün olmaz. Ne var ki, galiba Berlin Duvarı yıkıldıðından bu yana, gazetecilik büyük ölçüde nitelik deðiştirdi ve bir çok örnekte barışın deðil savaşın sesi haline geldi. Buna karşı çıkan bir grup akademisyen/teorisyen ve gazeteci, kendi mesleklerinin barışçı özünü adeta hatırlatırcasına, ‘Barış Gazeteciliði’ kavramını üretip, içeriðini zenginleştirdiler. Bu biraz da, gazeteciliðin esas ve asli görevlerinden birini hatırlatmak anlamına geliyordu. Geçmişte Hemingway’den Albert Londres’a çok sayıda gazeteci ve muhabir henüz Barış Gazeteciliði kavramı söz konusu bile deðilken normal/klasik/geleneksel gazetecilik yöntem ve yaklaşımlarıyla barış gazeteciliði yaptılar. Mesela bugün de aynı işlevi neredeyse aynı şekilde yapan iki önemli gazeteci var: Robert Fisk ve John Pilger.

Tüm bunlardan sonra ana akım medya sadece barış gazeteciliðinden çok uzakta deðil, gazetecilikten de çok uzaklarda!

Ana akım medyaya dönük umutsuzluðunuz aşikar. Kürt ve sol-alternatif medyaya dönük öneri ve deðerlendirmeleriniz neler?

Barış Gazeteciliði üzerinde çalışan akademisyen ve teorisyenlerin, sahaya daha çok inmeleri gerekiyor. Bu konu, bir disiplin olarak Ýletişim Fakültelerinde işlenebilirse olumlu olur. Keza pratisyenlerin de (muhabir ve editörler) Barış Gazeteciliði konusunda daha fazla bilgi sahibi olmaları gerekir. Bu konu Ýletişim Liselerinde de hiç olmazsa konferans konusu olarak işlenip genç kuşaklara tanıtılabilir.

Başarılı ‘Barış Gazeteciliði’ örnekleri (haber, röportaj, söyleşi, fotoðraf, dizi yazı, köşe yazısı) çoðaltılıp yaygınlaştırılmalı, bu yöntemi benimsemiş gazeteciler teşvik edilmeli, ödüllendirilmeli. Gazetecilerin, Cemiyet, Sendika gibi meslek kuruluşları ‘Barış Gazeteciliði Komisyonu’ kurup, bu alandaki gelişmeleri izleyip raporlamalı. Barış Gazeteciliði Merkezi/ Enstitüsü gibi mesleki bir örgütlenmeye gidip bu alandaki teorik, pratik çalışmaları tek elden yürütmek, koordine etmek yararlı olabilir.

Mesleki alanda başka birçok önlem/öneri söz konusu olabilir ama barış esas olarak ve ilk önce gazetecilerin deðil, belki de siyasilerden başlamak üzere tüm toplumun bir sorunu/görevi olduðu için medyatik alandaki barıştan önce yada onunla birlikte siyasal/toplumsal alandaki barışın yaratılabilmesi için çalışmak da son derece tayin edici.

Türk egemen medyasına dönelim: Savaşçı olduðunu söylediðiniz yaklaşımı, Paris’teki cinayetlerin Türk medyasına yansımalarında nasıl tezahür etti?

Paris’teki cinayetleri kınamak bile aykırı bir tutum olarak yansıdı Türk egemen medyasına. Gerçi biraz sıkıştılar. Savaşçı söylem aðır bastıðı için, Paris cinayetleri ardından özellikle Başbakan Erdoðan barış mefhumundan çok uzak, barışa çok aykırı bir söylem tutturdu. Erdoðan ve egemen medya, ortada henüz somut bir ipucu bile yok iken, cinayetleri ‘örgüt içi infaz’ tezine sarılarak PKK’ye yükledi.

Erdoðan, bu teze karşı çıkan BDP’ye de aslında kendisine sorması gereken bir soruyu sordu: Neden örgüt içi infaz tezine ısrarla karşı çıkıyorsunuz? Polemiði başlatan, örgüt içi infaz tezini ortaya atan da Erdoðan olduðuna göre, o soru Erdoðan’a sorulmalı. Siz neden ‘örgüt içi Ýnfaz’ tezinde ısrar ediyorsunuz? Aslında cevabı belli: Ýktidar mecburen örgüt içi infaz tezini savunuyor. Çünkü diðer alternatif olan Derin Devlet tezi, en az iki açıdan Erdoðan’ı güç duruma düşürür: Birincisi; Erdoðan tüm devleti henüz ve hala denetleyemiyor. Ýkincisi; daha da vahimi devlet içinde yuvalanmış bir kesim Paris cinayetleri aracılıðı ile aslında Erdoðan’a mesaj gönderiyor: Müzakere mi görüşme mi ne ise, onu kes!

Çünkü Ýmralı Süreci’ni başlatan Öcalan deðil, Erdoðan. MÝT Müsteşarı Ýmralı’ya Öcalan’ın daveti üzerine gitmedi. Erdoðan’ın talimatı üzerine gitti. Mesaj iyi anlaşılmazsa bir sonraki adımda Erdoðan’a yakın birinin başına bir şey gelmesi olası…

Erdoðan, kendi tezine inandırıcılık kazandırmak isterken Mehmet Şener olayına gönderme yapmak ihtiyacını duydu. Demirtaş, aslında Erdoðan’ı çok nazik bir şekilde uyardı. ‘Süreç devam ederken bir Başbakan’dan beklediðimiz açıklama deðildi’ dedi. Çünkü polemik bu örgüt içi infaz meselesi üzerinde yoðunlaşsa, herhalde birilerinin kalkıp Yakup Cemil’den başlayıp, Eşref Bitlis’e uzanan ‘örgüt içi infazlara’ gönderme yapması da söz konusu olabilirdi.

Tıpkı Erdoðan’ın Fransız Cumhurbaşkanı Hollande’a ‘Siz bu teröristlerle neyi konuşuyorsunuz?’ diye diklenip sormasına, yapmaz ya, Hollande kalkıp ‘Sizin MÝT Müsteşarınız neyi görüşüyorsa biz de onu konuşuyoruz’ dese ne olur?

Son sorumuz medya ilişkilerinden baðımsız olsun... Erdoðan’ın şu günlerdeki açıklamalarını temel aldıðınızda, hangi öngörünüz kuvvetleniyor?

Çatışan belki de barış için daha yeni bir araya gelmeye çalışan, görüşmeden diyaloga oradan da müzakereye evirilmeye çalışan bir sürecin başında Erdoðan’ın tutumu Ýmralı Süreci’nin başarılı olma ihtimalini her geçen gün azaltıyor. Üstelik, Erdoðan, Kürt meselesinin çözümü yada barış gibi tayin edici bir konudan çok, PKK’nin bir an önce silahsızlanıp Türkiye’yi terk etmesini amaçlıyor. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi çok zor görünüyor. Ama mesela Sayın Recep Tayyip Erdoðan, yurtdışına gitmesine de gerek yok, bulunduðu mevkiden ayrılsa, Türkiye’de barışın gerçekleşmesi büyük ölçüde kolaylaşır.