Rojava’da koalisyon ve tetikçileri durmuyor
Rojava’da koalisyon ve tetikçileri durmuyor
Rojava’da koalisyon ve tetikçileri durmuyor
Rojava üzerine oynanan oyunlar bitmek bilmiyor. Bitmemesinin tarihsel, toplumsal; elbette ki siyasal, ideolojik ve örgütsel nedenleri var. Bu oyunlar, uluslararası güçlerin, tarihsel hesaplarının da bir sonucu. ABD ve Rusya'nın yanı sıra bu oyunları Türkiye ve Kürt toplumundaki pratisyeni Neçirvan Barzani Hükümeti. Rojava’ya yönelik geliştirilen tüm saldırıların arkasında bu koalisyonun olduğu bir biçimde ortaya çıktı. Gizli planlarla geliştirdikleri bu saldırıları artık gizlemeye gerek duymadan ve bazı piyonlar kullanarak yapmaya başladılar. Efrîn ve Amudê’ye yönelik geliştirilen saldırılar buna açık örnek teşkil ediyor. Saldırıların iki amacı var: Kürtleri üçüncü çizgi olmaktan vazgeçirmek. Bunu başaramayınca da devrimci güçlerini yıpratmak, itibarsızlaştırmak ve güveni sarsmak.
TARİHSEL TEMELLER VE PYD
Rojava'daki siyasi oluşum 1957 yılına dayanıyor. Ancak buradaki siyasl oluşum ilk etapta PDK’nin müdahalesiyle bölündü. 1961 yılında partinin en etkili isimlerinden biri olan Osman Sabri, Güney'de PDK tarafından tutuklandı. Diğer etkili isimlerinden ve ilk Genel Sekreter Nurettin Zaza ile Hamidê Heci Derviş, iki yıllığına partiden ihraç edildi. Güney'de iki yıl tutuklu kalan Osman Sabri, serbest bırakılıp Rojava’ya geçtikten kısa bir süre sonra Baas rejimi tarafından tutuklandı.
İşte bu ilk partinin mirası üzerine kurulduğunu iddia eden 23 parti, şimdi varlar ve bu muhteşem bölünmeden dolayı ancak şefleriyle anılıyorlar. Örneğin Mustafa Cuma ile Mustafa Oso’nun birer partileri var, isimleri ortak: Azadi Partisi. Yine Suriye Kürtleri Demokratik Birlik Partisi diye bilinen üç parti var. Üstelik bunlarının çoğunun yöneticileri, hatta bazılarının şefleri, Baas döneminde rejimle gayet iyiydiler. Hatta birçoğu rejimin etkili yerlerinde görevliydi.
PYD çok sonra kurulmasına rağmen PKK'nin mirasına da sahip çıktığı için halk arasında güçlü, örgütlü parti konumunda. PYD’yi kuranlar, Kürt Özgürlük Hareketi'ne emek ve can veren insanların aileleriydi. 5 bin şehitten bahsettiğimizi unutmayalım.
Rojava Kürtleri, bu devrimci düşünce ve iradeyi adres bilerek PYD etrafında kenetlendi. Ancak daha ilk günden PYD’nin yıpratılması, devre dışı bırakılması ve halk iradesinin ipotek altına alınması çabaları da başladı. Bu en başta Güney Kürdistan'daki yönetim tarafından yapıldı. Hewlêr’de PYD’nin çağrılmadığı ve peş peşe gerçekleştirilen iki konferans, buna açık örnektir. Ardından PYD’nin 2007’li yıllarda oluşturduğu Rojava Halk Meclisi'ne alternatif olarak Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi kurduruldu. Buda sonuç almayınca bu kez her iki meclisin içinde yer alacağı Kürt Yüksek Konseyi'ni oluşturma ara formülüne gidildi. Kürt Yüksek Konseyi her iki meclisten eşit sayıda üyelerinden oluşuyor. Ancak Güney Kürdistan yönetimi bu oluşumdan amaçladığını da bulamayınca Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi'ni parçalama çalışmalarını sürdürdü. Nedeni ise net: bu Meclis içindeki bazı partilerin Rojava'nın çıkarları endeksli çalışmalara ağırlık vermeleri. Suriye Kürtleri Demokratik Birlik Partisi'nde Muhyettin Şeyh Ali, Nusrettin İbrahim kanadı, Suriye Kürtleri Sol Parti'nde Muhamedi Musê, Suriye Kürtleri İlerici Demokratik Parti gibi.
Güney Kürdistan yönetimin sonbaharda başlattığı bu bölme girişimi sonucu her iki Azadi Partisi ile Fuat Aliko’nun Suriye Kürtleri Demokratik Birlik Partisi ve El Parti, aynı meclis içinde bir "siyasi birlik" oluşturduklarını açıkladı. Üstelik Güney Kürdistan yönetimine minnettarlıklarını ekleyerek. Bu birlik de bahar aylarına kadar yürüdü. Sonra biri çekildi. Yani bu da tutmadı. Böylece Güney Kürdistan yönetimi artık açıktan devreye girerek siyasi, diplomatik, askeri ve ekonomik saldırıları başlatan grupların arkasında olduğunu gizlemedi.
Son günlerde Rojava'ya yönelik saldırılara ve provokatif kışkırtmalara bakıldığında geçen sene Türkiye’nin Hewlêr Büyükelçiliği'nden sızan Türk Dışişleri Bakanlığı'nın talimatının adım adım uygulanmaya çalışıldığı görülür. Saldırılar, provokatif kışkırtmalar, itibarsızlaştırma ve karalamaya yönelik psikolojik harp, özel savaş metotlarıyla kaos yaratma gibi bir çok uygulama, zaten o planda yer alıyordu.
PEKİ NEDEN ŞİMDİ?
Kürtler ilk defa kendi devrimci güçleri içinden çıkan ve siyasi iradeleri olarak kabul ettikleri Kürt Yüksek Konseyi tarafından Cenevre Konferansı'nda temsil edeceklerdi. Kürtler, Rojava devrimiyle üçüncü çizginin doğruluğunu, çözümün doğru yolunu göstererek uluslararası kabul göreceklerdi. Zira şu an Suriye’deki en örgütlü, en düzenli ve saldırılara rağmen savaşın girmediği yer Rojava kentleridir. Rojava kent, kasaba ve köylerinde yaşayan halkların oluşturduğu üçüncü çizginin sistemi olan Demokratik Özerklik sistemidir.
Kürtlerin bu gücünü, örgütlülüğünü gören ve yadsıyamayacaklarını anlayan Rusya ve ABD bunu birbirlerine karşı üstün gelmenin malzemesi yapmaya başladılar. Rusya Kürtlerin Cenevre’de Kürt Yüksek Konseyi temsilcileriyle kendilerini temsil etmeleri gerektiğini söyledi. Kürtler ortaya çıkardıkları bu iradeyi ve hakları olan bu temsil gücü üzerinde Rusya siyaset malzemesi yapmaya başladı. Buna karşı ABD, Güney modelini savunarak karargahı Türkiye’de bulunan Abdulbasut Seyda’nın ekibinin katılmasını istedi.
Her şey bundan sonra başladı. Yeni dönemin saldırı planları bundan sonra yapıldı ve pratikleştiren güçleri harekete geçirildi. Pratikleştirme güçleri zaten Güney Kürdistan yönetiminin koordinatörlüğü altında Hewlêr'de bekletiliyordu. Mustafa Cuma ve Abdülhekim Beşar bu işin öncülüğünü uzun zamandan beridir zaten yapıyorlardı. Ancak artık bu kez eskisi gibi bu saldırılar sadece Kürtlerle de yapılmayacaktı. Gerekirse bizzat Türkiye de desteğini saklamadan vererek alenen bu saldırıların içinde yer alacaktı.
EFRİN, HESEKE VE AMUDE
İşte böyle bir ortamda ve Rojava’da PDK eseri parçalılık üzerinden saldırılar başlatıldı. Kürtler arası birliğe izin verilmeyecekti, zira Kürtlerin devrim sürecinin yaşandığı Rojava’da birlik olması dört parça Kürdistan’da birlik olması demekti. Bu devrim, her dört parçayı da ciddi derecede etkileyecekti. Bu yüzden başta Türkiye olmak üzere İran ve diğer bölge ülkeleri ile ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, Rusya, rahatsız oldu. Bu yüzden zaten var olan ancak Rojava devrimi süreciyle etkisizleşmeye başlayan "kendilerine göre Kürtler"ini yeniden güçlendirmeye, devrimi kendi lehlerine çekmeye giriştiler. Saldırı planlarının uluslararası güçler tarafından ve Türkiye’de yapıldığı konusu artık tartışma götürmez bir gerçek. Zira Efrîn ve Amudê’de gerçekleştirilen saldırılarda şimdilik ortaya çıkan bilgi, belge ve bulgular bunu kanıtlamaya yetecek düzeyde.
Amudê’de yaşananlar için Türk Genelkurmay Başkanlığı bile açıklama yaptı. Bu açıklamadaki Kürt tasnifine bakılırsa bile yeterlidir. Çete grubu üyelerinin Kızıltepe’deki 4. Hudut Alayı'na ulaştıkları, tedavi altına alındıkları itirafı da bonusuydu. Türk Genelkurmayı itirafnamesi, Amudê olaylarının önceden Türkiye ve Türkiye’yi mesken tutan Abdulbasut Seyda, Selahattin Bedrettin ile Güney Kürdistan’ın Hewlêr'i mesken tutan Mustafa Cuma ve Abdülhekim Beşar’ın tetikçiler olduğunu ifşa etmekle kalmıyor, Güney Kürdistan yönetiminin uğursuz rolünü de ekliyor. Zaten saldıran ÖSO’ya bağlı çete grupları olsa da öncülük yapanın, bu gruplar içindeki Azadi ve El Parti’ye bağlı "Kürt gençleri" olduğu biliniyordu. Efrîn'deki saldırılarda yer alan Azadi’ye bağlı 6 genç, vehameti anladıkları için YPG'ye gelerek, açıklamalarda bulundu.
Türk Genelkurmayı'nın Amudê saldırısı gerçekleşmeden önce sınır üzerinde ambulansların hazır bekletildiği itirafı neyse de Abdulbasut Seyda'nın Türk Dıişleri Bakanlığı ile koordinasyon içinde olduklarını açıklamasını artık biz izah etmeyelim. Her şey ayan beyan ortada ve mızrak çuvala sığmaz oldu.
SALDIRGAN GRUPLARIN PROFİLLERİ
Cephet El Nusra yeni adıyla Devlül İslamiye'nin Türkiye ile ilişkileri çok iyi biliniyor. Tılrıfat'taki sorumlusu Hasan Türki, bizzat Türkiye'den teşrif buyurdu. Efrîn elektrik hatlarını üç kez patlatan "kahraman"dı.
Liva Tevhid ise merkezinin Antep'te olduğu, lideri Abdulkadir Salih’in de Türkiye’yi merkez seçtiği biliniyor. Liva Tevhid, İstanbul'daki beş yıldızlı otellerde basın toplantıları düzenlerken Türk-İslamcılar ile çömezleri Kürt kökenliler ağızlarının sulları akarak dinliyor, söylediklerini paylaşıyor.
Liva Fatih Türkiye tarafından Kürtlerle savaşması için kurdurulan ve bunun için örgütlendirilmiş bir gruptur.
Yine Ömer Dadiği’nin başını çektiği gruplar var Azaz yöresinde. Aynı amaçla kurulmuş bu gruplar, Dadiği'nin öldürülmesinden sonra da devam ediyorlar. Bu grupların çoğunun adı Osmanlıca ve Osmanlı padişahlarının adlarını taşıyor. Bazıları da ciddi ciddi Osmanlıların torunları havasıyla adlandırma yapmışlar.
Kürt işbirlikçilerinin ise bir ayakları İstanbul'da, diğer ayakları Hewlêr'de.
Zaten bu grupların birçoğunun kuruluşları ve amaçları geçen sene peş peşe gerçekleşen Urfa toplantılarında kararlaştırıldı. Azadi Partisi üyesi Mahmut Kerho üzerinde ele geçen belgelerle bunların hepsi deşifre olmuştu.
KÜRTLERDEN NE İSTİYORLAR?
Uluslararası güçler ile bölgesel müttefiklerinin kirli hesaplarla el attığı Suriye devriminin amacından saptığı ortadır. Tuğgeneral Mustafa Şeyh, birçok grubun paravan olduğunu, gayenin dış gücün içteki eli olmayı aşmadığını söylemişti. Bazı gruplar da baştaki masumiyetlerini yitirdiler, kirli bir savaşın içinde ranta yöneldiler, bir bölümü de dinsel fanatizmin vahşetinin esiri oldular. Devrimden uzaklaştılar.
PYD etrafından kenetlenen Kürtler ise bütün bunların dışında kalmayı başararak, bağımsızlık çizgilerini koruyup devrime odaklandılar. Şiddeti, bir meşru savunma yöntemi olarak benimseyip diğer halklar ve inançlar ile birlikte Demokratik Özerkliği inşaaya yöneldiler. Bütün saldırı ve tahrikler ile tekliflere rağmen Kürtler, üçüncü çizgide ısrarcı oldular. Bu çelik irade, nihayet onların da ciddiye alınmasını sağladı ve Cenevre Konferansı'na katılım belirdi. Onun için de bu siyasal örgütlülük, özerk kurumlaşma ve meşru savunma gücü hedef alınıyor. Bir Kürt yönetiminin Rojava'da oluşması, üstelik bunun PYD öncülüğünde olması Türkiye kadar maalesef Güney Kürdistan yönetimini de rahatsız ediyor.
Şunun altını bir kez daha çizelim. Saldırılar sadece silahla değil, zaten YPG bunların cevabını veriyor. En fazla yürütüldüğü alan özel savaşın en etkili kısmı olan psikolojik harptır. Burada gri propaganda ile kara propaganda esas alınıyor. Siyasal güç olan PYD ile savunma gücü olan YPG’nin itibarsızlaştırılması için bütün araçlar kullanılıyor. Şükürler olsun ki, Rojava halkı gerçekleri kendi gözleriyle gördüğü için PYD’ye de, YPG’ye de daha fazla sahip çıkmaya başlıyor. Geleceğini ve devrimini onda görüyor. Kirli hesaplarla oraya buraya dayanarak sırıtan ve el ovuşturanlara dönecek bumerangın yanı sıra halkın kolektif hafızasındaki yerleri torunlarına da iyi bir miras olarak kalmayacak.